SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Uyku Sorunu ve Bir Kaç Yöntem

Filmlerin, dizilerin gerçek olmadığının en somut göstergesi nedir? Bence, 2 yaşındaki çocuğunu yatağa yatırıp yanağına bir öpücük konduran anne odadan çıkınca mutlulukla gözlerini yuman ve uykuya geçen çocuk. Ancak filmlerde olur bu. Sonra karı-koca mutlu mutlu saatlerce takılmıyorlar mı rahatsız edilmeden...

Bir de reklamlar var hani 'Bebekler gibi mışıl mışıl uyku!' diye bağıran. Hangi uyku, hangi mışıl? diye sorarım kendilerine. Valla sabaha kadar mışıl mışıl uyuyan çocuk benim çevremde çok az. Evet bir araştırma yaptım yakın arkadaş çevremde. 10 bebekten 2′si deliksiz reklam(!) uykusuna sahip. Diğerleri ve bizimki de elbette, gecede en az bir kere kalkıyor. 5 yaşında hala gece yarısı kalkıp anne babasını yoklayan var mesela.

Bebeklerin uyku döngüleri biz yetişkinler gibi değil. Bir kere bizim kadar derin uykuları yok. Bazı bebekler de ekstra hafif uykuya sahip oluyorlar. Uyku evreleri arası geçişlerde ise çoğu bebek uyanıyor ve tekrar nasıl uykuya geçeceklerini bilmiyorlar. Bildikleri tek şey Onu istiyorlar. Bir söylentiye göre hamilelikteki yaşam biçimi çocuğun düzeninde çok etkili oluyormuş. Söylenti diyorum çünkü bununla ilgili yapılmış bir çalışma bulamadım. Ancak gerçek olmaması için sebep de yok. Hamileliğimde beni yakından takip edenler, ‘Koray’ın hareketli, gezmeyi seven ve uykuya düşkün olmayan bir çocuk olmasından daha doğal bir şey yok. Bu kadar aktif bir annenin çocuğu da işte böyle olur’ diyorlar. Hatta kuzenlerimden biri ‘ben tüyoyu aldım, hamileliğimde 9 ay yatıp uyuyacağım’ demişti.

Benim şikayetim bu aralar birken iki oldu. Geceleri deliksiz uyumayan daha doğrusu yanında birisi olmazsa uyanan küçük bey, şimdi de yattıktan 2 saat sonra uyanıp yanına çağırıyor birimizi. Yemin ediyorum gece yarısı yanımıza gelmesine razıyım. Bir daha şikayet etmeyeceğim o konuda. Çünkü 8′de uyuduktan sonra 10 gibi ‘annneeeee geeelll’ diye emir buyuruyor. Gidiyorum, beni gördüğü anda uykuya devam ediyor. On dakika bekliyorum yatağın kenarında. İyice daldığından emin olunca çıkıyorum. On beş dakika sonra bir daha… en sonunda pes edip yatıyorum ben de. Bitmedi. Bu sefer de ben 1-2 gibi uyanıyorum. Sinir içindeyim elbette. Akşamımın geçip gittiğine mi yanayım, kocamı yalnız bıraktığıma mı?!? Sabaha karşı uykum gelince de kendi yatağıma gidiyorum sonunda. Zaten çok geçmiyor, evdeki horoz(!) neşe içinde ‘ben uyandım’ diyor.

Çare arıyorum.

'Konuş onunla' diyenler oldu. 2.5 bile değil henüz. Nedenlerini anlamasını nasıl beklerim ki?!? Geçiyorum bunu.

'Bırak odasında kalsın sen çık odadan' diyenler oldu. Malesef biz o bölümü atlayalı çok oldu. 2-3 sefer denedik. Biraz ağlıyor, ben ses vermeyince de yatağından kalktığı gibi ışığı açıp oyuncaklarının başına gidiyor. Uykusu da iyice açıldığından geri uyutmak en zoruydu. Sonuç: hep beraber bizim yatakta uyuduk.

'Aman boşver düzelir' diyenler oldu. Evet düzelecek ama ben de düzeldim(!). İşin aslı sıkıldım, yoruldum. Koray’ın yanımda olmadığı zamana ihtiyacım var. En azından akşamlarım bana kalsın istiyorum. Sabaha görüşeceğiz nasıl olsa. İkinci çocuk bekliyorlar bir de benden?!?!?

Gece uyanan veletler için bir kaç çözüm önerisi buldum inernette. İmzalar, uyku uzmanlarının:

Ödüllendirme: Çocuğa uyduğu her kural veya yaptığı doğru davranış işin bir ödül verme. Takvim sayfalarına renkli yıldızlar yapıştırmak oldukça etkili oluyormuş. Mesela dişlerini fırçaladı, bulunduğunuz güne bir yıldız yapıştırıyorsunuz. Yatağına tam saatinde gitti, bir yıldız daha. Gece boyu kendi yatağında kalır ve de kimseyi yanına çağırmazsa bu sefer kocaman bir yıldız yapıştırıyorsunuz. Bu yöntemin işe yaradığını söyleyen anneler var ama bana kalırsa 2-3 yaşındakine bunu anlatmak çok zor. Ben Koray’a ‘şunu yaparsan yıldız vereceğim’ desem, elimdeki tüm çıkartma paketini ister. Üstelik ilk cümlemi de es geçerek. Bu yöntem de bize uymuyor şu anda.

‘İki dakikaya döneceğim’ diyerek oyalama yöntemi bana ilginç geldi. Çocuğa ‘sen yatağında sessizce bekle, ben iki dakikaya geliyorum’ diyoruz. Elbette hemen gitmiyoruz. O ‘annem gelecek’ diye beklerken ümit edeceğiz ki uykuya dalsın. Aynı methodun bir başka cümlesi de şu: ‘Ben kendi odamda olacağım. Eğer sessiz olursan iki dakika sonra gelip seni kontrol edeceğim yoksa aşağıya iniyorum.’ İlk duyduğunuzda kulağa biraz zalimce gelebilir. Oysa ben bu sözleri neredeyse bire bir geçen hafta, henüz bu yazıdan haberim yokken sarf ettim. Oldukça sakin ve kararlıydım. Oralı olmadı, böğürmeye devam etti. İndim salona. Sonra ses kesildi. ‘Tamam’ dedim. Mutfağa kahve yapmaya gittim. Salona döndüğümde bizimki tüm şirinliğiyle beni bekliyordu. ‘Sen gelmedin, bak ben geldim’ bakışı vardı suratında. Sonuç: bunu yöntemi de beceremedim.

Yavaş yavaş uzaklaşma: Bunu daha önce duymuştum. Deneyip de başaran yoktu benim çevremde. Aslında oldukça mantıklı ve hümanist bir yaklaşım çocuğun uyku problemine. Şöyle ki, her gece çocuğunuzdan bir adım uzaklaşarak uykuya geçmesini bekliyorsunuz. Örneğin; ilk gece baş ucunda oturun. Ona küçük küçük dokunun. Rahatlatın, masal anlatın. İkinci gece teması azaltın ama henüz uzaklaşmayın. Üçüncü gece yine uzaklaşmıyorsunuz ama fiziksel teması kesiyorsunuz. Dördüncü gece bir sandalye alın ve yataktan bir adım uzakta oturun. Böyle böyle her gece yataktan biraz daha uzaklaşarak onun daha fazla kendi kendine uykuya geçmesini sağlıyorsunuz. Elbette onunla konuşmaya devam ederek. Zaten bu duruma iyice alıştığında sizin kapının önünde durup ‘hadi bakalım iyi geceler’ demeniz uykuya geçmesi için yeterli oluyormuş. Ben bu yöntemi hakkıyla denemedim. Bir iki kere yavaş yavaş uzaklaşmaya çalıştım. Kalkıp 'anne gel, elimi tut, oramı buramı kaşı, karnımı ov' gibi bahanelerle beni yanına getirtti. Ama dediğim gibi hakkıyla denemedim. Sanırım en akıllıcası bu. Yavaş yavaş ama sakin bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.

Unutmadan bir de kontrollü ağlatma var. Benim Koray’a 5 aylık civarı oldukça hafifletilmiş şekilde uyguladığım ve ikinci gün başarıya ulaştığım yöntem. Ancak 2.5 yaşındaki inatçı keçiyi kontrollüsü, kontrolsüzü ıslah etmez. Sabaha kadar ağlar durur. Yukarıda anlattığım gibi kalkıp oyun da oynayabilir, salona inebilir veya biz de yatmışsak odamıza gelebilir. Engel olmak zor.

İçinizden ‘bırak işte uyusun seninle’ diyor olabilirsiniz. Tamam da uyuduktan iki saat sonra kalkması beni çileden çıkarıyor. Yalnız uyumak istemiyor ve bunda oldukça da kararlı. İyi de ben kendime ait zamanlar istiyorum. Buna ‘bencillik’ diyen de çıkabilir. İnsanın kendi ihtiyaçlarına kulak vermesi değildir bencillik. Kaldı ki oğlumun hayati ihtiyaçlarını anında karşılarım ama akşam uykusuna benimle birlikte yatmasını istemiyorum. Ben, ‘ben’ olmak istiyorum. Sadece ‘İrem’ olmak istiyorum bir süre. Kısa bir süre. ‘Anne’ olmayayım bir kaç saat? Ne olur ki?

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

İtiraf Zamanı: Çocuğumla Birlikte Uyuyorum

Ben zaten öyleyim de çoğu zaman, bir kaç gündür okuduğum uyku hakkındaki makalelere ve fikirlerini aldığım arkadaşlarımın anlattıklarına bakılırsa çocuğuyla birlikte uyuyan(bebek demiyorum) ailelerin sayısı oldukça fazla. Daha da ilginç olanı bunların yarısından daha azının bu durumu açıkça söylüyor olmaları. Yani bir çok anne-baba çocuklarıyla yataklarını paylaştıklarını yakın çevrelerine hatta pediatistlerine bile anlatmıyorlar.

Bunun en büyük sebebi modern Batı'daki ekoller, çocukların kendi yataklarında ve mümkünse de kendi odalarında uyumaları gerektiği yönündeki telkinler. Elbette her bir önerme bilimsel çalışmalara dayandırılıyor. Diğer yandan, anne babası ile beraber uyuyan çocukların hem fiziksel hem de ruhsal olarak daha ileride olduklarını gösteren araştırmalar da var. 'Aile yatağı kavramı kırsal kesimde, eğitim seviyesi düşük ailelerde olur' gibi bir intiba var sanırım ve bu yüzden bir çok aile çocuklarının uykusu hakkında doğruyu söylemiyormuş.

Peki neden?

Çocuk bizim değil mi?

Bu kadar toplumsal baskı niye?

Hadi baskı var, karşı konulamaz mı? 'Sana ne' denemez mi?

Amerika ve Avrupa'da aileler daha çok pedagog ve pediatristlerden saklıyorlarmış beraber uyuduklarını. Bizde ise doktora sıra gelene kadar herkes karıştığı için en yakınlara bile anlatılmıyormuş çoğu zaman. Hele ki ilk çocukta... her kafadan bir ses çıkar. Kucağa alma alışır; acıkmıştır emzir; uykusu vardır uyut gibi önerilerle dolup taşarız. Tecrübesiz olmak, gerizekalı olmak demek değil ki! Anne, bebeğinin karnının acıkıp acıkmadığını, üşüyüp üşümediğini herkesten daha iyi bilebilecek tek kişidir.

O yüzden de bırakmalılar biz anneleri, canımız nasıl istiyorsa öyle uyutalım, o şekilde emzirelim.

Neden Aile Yatağı?

Bu kavramın çok içinde olan bir anne olarak diyebilirim ki eğer çocuk gece uyanıp anne ya da babasını yanına istiyorsa (su, çiş, diş, süt gibi hiç bir derdi yok) anlamı, yalnız uyumak istemiyor demektir. Elini uzattığında hissetmek istiyor birisini. Biz çok denedik. Her yolu hem de. Ferber ile kafa kafaya verip bize uygun şekilde uyguladığım yöntem 2 günde sonuç vermişti. 16. aya kadar. Sonrası malum, iki pış pış, beş masal derken yanına oturma, yanına uzanma, yanında uyuya kalma ve beraber gece boyu uyumaya kadar dönüştü. Hele ki emziği bıraktığından beri bu konuyu iyice sermiş vaziyetteyim.Gece yarısı uyanırsa birimiz gidip gerekli ilgiyi gösteriyoruz. Çok yorgun ve uykusuzsak yatağımıza gelmesine izin veriyoruz.

Kocamla birbirimize sarılıp uyuduğumuz geceler nadir olmaya başladı. Madem öyle neden izin veriyorum? Ağlatacak halim yok 2.5 yaşındakini. Zaten inatçı, oturur sabaha kadar ağlar oysa benim deliksiz uykuya ihtiyacım var. Gece yarısı 3-5 kere yanına gidip uyutmaya çalışmak istemiyorum. Belki bir hafta on gün uğraşsam başarırım ancak bunun için bile henüz enerjimi toplayamadım. Akşam uykusuna direkt bizim yatakta geçse eminim evet eminim hiç uyanmayacak. İyi de bana ait olan yatağımdan da vazgeçemeyeceğim. Bilsin ki orası anne-babanın yatağı, onlar izin verirse yatabilir.

Hem de çok. Herkes rahat edemiyor olabilir ancak biz üçümüz uyuduğumuzda huzurlu oluyoruz, sevgi yumağı şeklinde deliksiz taze bir uyku çekiyoruz. Sabah dinlenmiş kalkıyoruz. Koray doğduğu geceyi de benimle aynı yatakta geçirmişti. Ezerim, boğarım, sesini duymam gibi endişem hiç olmadı. Olan anneleri de eminim etrafındakiler yönlendiriyordur. Hiç bir anne çocuğunun sesine, kıpırtısına kayıtsız kalamaz çünkü.

Bazı anneler zorunluluktan veya ihtiyaçtan değil de doğrusunun bu olduğunu düşündükleri için yataklarını paylaşıyorlar çocuklarıyla. Açıkçası benim oğlum koyduğum yerde uykuya geçen, gece boyu da deliksiz uyuyan bir bebek olsaydı, onu tutup da yanıma almazdım. Niye alayım deli miyim?

Sonuç: İstisnai bir kaç örnek dışında ki ben bunlara hiç rast gelmedim sadece dedikodu olarak kulağıma çalındı, 18 yaşında kimse anne babası ile uyumuyor. Öyle ya da böyle. İster ağlat, ister ayağında salla, ister koynunda yatır. Çocuk bir şekilde büyüyor. Bir şekilde uyuyor. Bazıları gerçekten de sevmiyor uykuyu ve ergenliğe kadar ebeveynlerini zorlayabiliyorlar. Çözüm: Zaman. Bir gün, bir şekilde düzene gireceğimizi biliyorum ve artık bu saatten sonra çocuğu zorlamanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Zaten onu zorlarken aslında kendimizle savaşıyoruz en çok.

Kuralları gerçekten anlayabildiği yaşa geldiğinde ikna yoluyla, gece boyu kendi yatağında kalmasını sağlayabilirim diye düşünüyorum. 28 aylık bir çocuğa 'burası anne yatağı, gece kalkıp yanımıza gelmene gerek yok, biz buradayız korkma' gibi açıklamaların boşuna olduğunu biliyorum ve o yüzden hiç uğraşmıyorum. Benim derdim uyuduktan 1- 2 saat sonra 'anneeeee' diye haykırması bu aralar.

Slingomom.com

Yazının devamı...

Yazasım Yok, Ümidim Yok

İki üç gündür bir şeyler yazmak içimden gelmiyor.

Hele bugün, hiç.

Oğlumun bitmek bilmeyen ve yeni bir boyuta geçen uyku probleminden bahsedecektim oysa. İyi de 400 küsür gündür hakim karşısına çıkmayı bekleyen Mustafa Balbay’ın henüz bebekken ayrıldığı bir çocuğu var. Bizimki gecede 3 kere uyanıyor diye şikayet mi edeceğim?!? O adamlar iki gündür tecrit edilmiş vaziyetteler. Neden? Yattıkları yerler pis, ıslak, klozetin hemen yanı. Şimdi ben nasıl yazarım ‘bebeğimi koynuma aldım mışıl mışıl uyudum’ diye?!?

Her gün, istisnasız her gün kocası veya sevgilisi yüzünden öldürülen kadınlarla ilgili haber okuyorum. Mahkemeler ‘töre cinayeti’ diyerek, ağır tahrik vardı ama saçmalığıyla bu katilleri sokağa salıyor tez zamanda. Töre cinayeti nedir ya? Ağır tahrik? Karısını, kızını, kız kardeşini öldüren öldürtenler aramızda geziyor. Hem de onlarcası. Ondan sonra gömleğinin ütüsünü beğenmedi diye kocamın arkasından söylenip duruyorum. Meğer benim kocam bir taneymiş. Adam gibi adammış.

Bir de 13 yaşındaki bir ÇOCUĞA, henüz memeleri büyümemiş bir küçük kıza tüm mahalle tecavüz ediyor, yine aynı yargı tutup ‘karşı koyabilirdi’ diyor. Bu küçük kız 6 ay oturamamış, sırt üstü yatamamış, geceleri ‘yapmayın’ diye ağlamış uykusunda. Oysa engel olabilirdi babası yaşındaki adamlara. Kendi etmiş, kendi bulmuş(!)

Binlerce masum sivilin ölümünden sorumlu olanın aman insan hakları, aman canı sıkılmasın rahat etsin diye her türlü konforu sağlanırken, eli kalem tutanlar hücrelere atılıyor artık. İşte bu yüzden bugün oğlumun ne yaramazlıklar yaptığını, anneliğin zorluklarını sıcacık evimde, rahat koltuklara uzanmış halde, oğlumun kokusunu içime çeke çeke yazamadım.

Yazasım yok, ümidim de kalmadı, dedim ama ben bu vatan topraklarında doğdum, büyüdüm. Korkup terk mi edeceğim yurdumu? Atatürk çocuğuyum ben. Dilini, bayrağını seven; çağdaş, soran, sorgulayan, adil, dürüst, çalışkan, hak yemeyen biri olmaya çalışan bir Atatürkçüyüm. Oğlumu da kendim gibi yetiştireceğim.

Unutmayalım, unutturmayalım diye...

Yazının devamı...

Anne Olmak Bana Ne Öğretti?

2.5 yaşına geldi oğlum.

İnanamıyorum.

Hamile kaldığımı öğrendiğim gün dün gibi aklımda oysa.

Düşükle sonlanan ilk hamilelikten sonra bu sefer, müthiş bir heyecan ve korku sarmıştı beni. Düşünmemeye çalışıyordum ilk haftalar. Bir şey olursa, çok üzülmek istemiyordum çünkü. Bağlanmayacaktım kollarıma almadan. Ama kendime ve ona iyi bakacaktım. Oğlum, içimde filizlenen, bir kelebeğin kanat çırpmasını andıran ilk tekmesiyle hayata yeniden, daha sağlam tutunmamı sağlayan oğlum, hiç üzmedi beni hamilelik boyunca. Sanki ben ona değil de, o bana baktı. O beni iyileştirdi 9 ay boyunca. Kucağıma aldığımda, artık bu hayattaki her olayın bir anlamı olduğuna karar verdim. Kadercilik diyebilirsiniz ki ben hiç bir zaman kadere inanmadım, elim kolum bağlı duramadım zorluklar karşısında ama NEDENLERE inanıyorum.

Koray’ın bu zamanda gelişinin bir anlamı olmalıydı. Meğer bana öğretecekleri varmış.

İlk günler zor geçti elbette. Ama eminim, onun için kat be kat travmatikti yeni dünya. Bir kere aydınlıktı, uyuyamıyordu. Onun da çözümünü bulduk, gözlerini örttük.Uyudu ama belli etmişti kendini. Uykuyla ilgili sıkıntılarımız olacaktı. ‘Kolik olmasın da’ dedim kendi kendime. Belki ben kundak yaptığım, devamlı sling içinde gün boyu gezdiği için mi bilmiyorum ama kolik bebek olmadı. Dediğim gibi de uykuyu sevmedi. Gündüz uykuları henüz bir aylık bile yoktu toplamda 3 saati geçmiyordu. Gece de iki saatte bir uyanıyordu. Böylece ben, uykunun ne olduğunu öğrendim. Uykusuzluk bana uykuyu öğretti. Deliksiz uykunun değerini anladım. Uykusuz kalmanın insanın tüm sinir sistemini etkilediğini, enerjisini, moralini çekip aldığını öğrendim. Küçükken uyumamak için ağlardım, şimdi ise deliksiz 5 saatlik uyku için ağlıyordum.

Lohusalık’ın ne demek olduğunu gerçekten bilmiyordum. Öğrenemedim de. Yatağından 40 gün çıkmayan yeni anneler varmış. Sadece bebeği emzirmeye yarıyorlarmış, sonra geçiyormuş. Nasıl oluyor bilmiyorum. Belki de doğrusu o ama ben ne Koray’ı, ne de kendimi eve kapamadım. Doğduğu günden bugüne kadar hep gezdik, hep dışardayız. Anladım ki depresyonu, insan kendi yaratıyor. Hormonlara karşı gelmek elimizde. Bebeğini ilk günden kabullenemeyen, anne olmayı içine sindiremeyen ya da bunu büyük bir olay haline getirenler depresyona giriyorlar. Tabi bu arada ilk günler ne yapacağını bilemeyen, korkan, bebeğini kimseye elletmeyenlerden bahsetmiyorum. Onlarınki doğal süreç: adaptasyon.

Annemin değerini anladım. Ben size bir şey söyleyeyim mi? Çocuğum olmasa anlamazdım. Çünkü hala kendi kızı biraz dinlensin diye torununun gece uyanmalarına, sabah erken kalkışlarına o cevap veriyor. Emzirdiğim dönemde de gece zorla süt sağdırırdı ki bari 4 saat deliksiz uyuyayım diye. Ben bazen Anadolu yakasına geçmeye üşenirken o, aynı şehirde olmamamıza rağmen bir telefonumla kalkıp gelir yardıma. Yardım demişken, eskiden millet neden sülale boyu yaşıyormuş onu da anlamış bulundum: İŞ BÖLÜMÜ. Yemek, temizlik, çocuk, çamaşır, misafir ağırlama… kim yapacak bunların hepsini?Eskiden biri yemek yaparken, diğerleri çocuklarla ilgilenirmiş. Çoluk çocuk, kuzenler kardeş gibi büyüyorlarmış en güzeli.Öğrendim ki eskiden hayatla başa çıkmak için bir arada yaşıyormuş akrabalar. Şimdi ise herkes kendi evi, kendi düzeni olsun istiyor -ben de öyle. Fakat bu sefer de bütçe meselesi var. Bir yardımcısı olmayan anne, hem çocuğuyla ilgilenmek zorunda hem de eviyle. Eh bu durumda 5 çeşit değil 2 çeşit yemek çıkıyor, çocuklar anne ile tüm gün beraber ama ne kadar kaliteli bir birliktelik sormak lazım. Yorgun, bitkin anne akşam üstü 4′te hala çocuğuyla neşe içinde ıncık cıncık hamurla oynuyor, arabalarını dizmesine yardım ediyorsa, tebrik ederim ben onu. Ben karar verdim. İstiyorum ki tüm sülale aynı semtte, mümkünse aynı sitede falan olalım. Evler ayrı olsun ama yürüme mesafesinde yaşayalım. Hadi vazgeçtim tüm aileden. Annem gelsin yeter!

Anne olmak bazı yeteneklere sahip olmayı gerektiriyormuş, öğrendim. Bir çocuğun tabağındaki yemekleri bitirmesini sağlamak, onu banyoya sokmak veya banyodan dışarı çıkarmak, sizden kaçmaya çalışan yaramaz oğlunuzun altını değiştirmek veya üzerindekileri çıkarmak başlı başına bir iş. İkna etmek büyük maharet gerektiriyor mesela. Ne zormuş meğer. İsterseniz 3 üniversite bitirin, ne yazar! Benim en zorlandığım yemek yedirmek. Sıkıntı basıyor resmen. ‘Hadi hadi’ diye dürtüklemek geliyor içimden.

Koray, bana hayatta sağlıktan başka hiç bir şeyin önemli olmadığını da öğretti. Basit bir grip yüzünden ateşi çıktığında anladım ne kadar derin bir üzüntü olduğunu sağlık sıkıntısının. Sonra her dakika başında tekrar ettim: ‘Sağlıklı olsun, şanslı olsun’. Defalarca hem de. Gerisi önemli değildi. Bir şekilde günü kurtaracaktık nasıl olsa.

Yolda sokakta çocuğuna çemkiren annelerin haklı olabileceğini öğrendim. Çünkü bazen öyle laftan anlamaz oluyorlar ki insanın duvara çivileyesi geliyor çocuğunu. Aslında toplum içinde yapılmaması gereken bir davranış. Ben sadece bir kere yaptım. Üstelik bağırmadan önce de sağıma soluma baktım. Kimse yoktu, söylendim durdum. ‘Çocuk büyüdükçe işler daha da zorlaşıyor’ dedi annemin arkadaşı geçenlerde. Liseye giden kızı ukala ukala konuştuğunda ‘saçlarını şöyle bir dolayıp ağzına tıkasım geliyor’ diye de ekledi. Peki ne yapıyorsun? diye sordum. ‘Arkamı dönüp uzaklaşıyorum oradan. Bu daha etkili oluyor!’

Disiplinin, öyle çatık kaş, yüksek ve otoriter sesle olamayacağını öğrendim. Tüm bunlarla ancak zorba anne olurum ben. Çocuğa kuralları öğretmek için önce onun anlayacağı seviyeden başlamalı. Yanlış bir şey yaptığında bağırmak onun korkmasından başka işe yaramıyor. Bile bile yaptı diyelim. Tek seferde, kısa bir açıklama yapmalı. Anlamadı ya da bir anlam ifade etmedi mi? Öyleyse aynı olayın meydana gelmesini önlemek düşüyor bize. Falakaya yatırınca(!) çocuk şiddet ve asabiyetle her sorunu çözeceğini öğrenir. Bizimki büyük ihtimal bır bır bır konuşarak çözmeye çalışacak problemlerini. Annesi hiç durmadan konuşuyor ve devamlı bir şeyler anlatmaya çalışıyor çünkü.

Sabretmeyi öğrendim. Tamam hala tam olarak geçemedim o dersten ama ilerleme var. Her şey olacağına varır, diyorum bazen. Bunlar da geçecek. Geçiyormuş. Sabretmek gerekiyor sadece. Olayları çok büyütmeden, panik olmadan beklemek lazımmış. Bu çocuk büyüyecek eninde sonunda. Ben delirsem de, yorgunluktan çatlayacak gibi de olsam, bağırsam da, ağlasam da büyüyecek. tuşu yok malesef, bas da 4 yaşına gelsin. Hem zaten gelmesin hemen. Öğreneceklerim bitmedi benim hala.

İyi ki anne olmuşum, yoksa bunları nereden bilecektim?!?

SlingoMOM

Yazının devamı...

Doğal Ebeveynliğin Gerçek Anlamı

Türkçe'ye 'Doğal Ebeveynlik' olarak çevrilen Attachment Parenting yaklaşımını duymuşsunuzdur. Duymayanlar da aslında biliyorlardır çünkü öyle yüzlerce araştırma sonucu ortaya çıkmış, anlamak için onlarca kitap okuma gerektiren bir ebeveynlik tarzı değil. Sadece ismi yeni konmuş. Ancak doğal ebeveynlik bazen yanlış anlaşılabiliyor. Çünkü doğal olmak disiplinsiz olmak, çocuğa kurallar koymamak gibi algılanabiliyor. Aslında amaç çocuğunuzla mümkün olduğunca sevgi dolu, onu ne istediğini anlamaya çalıştığınız bir disiplin yaratmak. Doğal Ebeveynliğin bugünkü tanımını yapan Amerikalı ünlü pediatrist kitaplarında. Bana göre olması gereken zaten bu tip bir ebeveynlik. Neden mi?

Doğal ebeveynlik;

Ebeveynlikte yeni bir stil değil. Tam tersine bebek bakımında en eski yaklaşımlardan biri. Aslında anne babalar yüzyıllardır bebeklerine bu şekilde bakıyorlardı ta ki çocuk bakımı uzmanlarının sahneye çıkıp anne babalara, bebeklerini gözlemleyip ihtiyaçlarını anlamak yerine, kitapları okuyarak onları büyütmeleri gerektiğini söyleyene kadar. Denizin ortasında terk edilmiş bir adada bebeğinizi doğurduğunuzu düşünün. Ortada ne bir kitap, ne uzmanlar ne de her işe burnunu sokan akrabalar var. Tam bu noktada doğal bir refleksle bebeğinizi kucağınıza alacaksınız ve yüzyıllardır diğer kültürlerin yaptığı gibi bebeğinizi anlayarak, isteklerine anında cevap vererek, onu kucağınızda uyutarak, onu bol bol emzirerek büyüteceksiniz. Ben oğlumu kucak bebeği yapmıştım. Tamamen iç güdülerime göre davranarak hem de. Hiç bir kitaba bağlı kalmadan.

Her şeye göz yummak demek değil. Bebeklerimizin ihtiyaçlarına anında cevap vermenin ve her an yanlarında olmanın, onu şımartacağı ve bebeğimizin bizi istediği şekilde yöneteceği endişesi taşırız veya birileri bize bunları söyler. Aslında tam da bu noktada ”doğal ebeveynlik’’ bize yol gösteriyor. Yani bebeklerimizin ihtiyaçlarını anlayarak, neye, ne zaman ‘evet’ veya ‘hayır’ dememiz gerektiğini bileceğiz. Bazen çocukların vermek, onların vermekten çok daha kolaydır.

Bebeğinizin ağlamalarının nedenini bilmekten daha güzel ne olabilir? Ağlamak bebeklerin ilk iletişimi değil mi? Ben oğlumu nasıl görmezden gelirim. Onunla birlikte ben de büyüyorum. Onu anlamaya, daha yakından tanımaya çalışıyorum. Böylece gerçekten neye ihtiyacı olduğunu biliyorum. Bu demek değil ki onun her dediği oluyor evde. 7 günlükken ağladığında hemen cevap veriyordum. 7 aylık olduğunda bir iki saniye duraklamak gerekiyor neden ağladığını anlayabilmek için. 2 yaşında ise konuşmaya çalışıyorum. Derdini kelimelere dökmesini bekliyorum susturmak yerine.

Bağımlı olmak değildir. Annelerin de izne ihtiyacı vardır. Bu yüzden ebeveynlik görevinin babalar veya güvendiğiniz birisi tarafından paylaşılması önemlidir. Bu tip ebeveynliği seçen anneler duygularını şu şekilde aktarmışlar: ”bebeğimle o kadar bağlıyız ki birbirimize’’, ‘‘bebeğimle birlikte olduğumda kendimi iyi hissediyorum, yanımda olmadığında ise çok kötü oluyorum’’. Zaten bu tip bir ilişkisi olan anne ve bebekleri dışarıda çok güzel vakit geçirirler ve bundan her geçen gün zevk alırlar. Biz oğlumla her şeyi beraber yapar olduk. En iyi arkadaşım artık o benim. Onunla restoranda yemek yemek, pusetle gezmek, oldukça keyifli. Fakat bazen tek başıma kalmak istiyorum. Bu beni kötü anne yapar mı?

Doğal ebeveynlik zor değildir. Ilk başta bu tarz bir ilişki kulağa kendinden çok fazla vermek gibi algılanabiliyor. Aslında yeni anne-baba olmak tam da bu değil midir? Bebekler alıcıdır, ebeveynler vericidir. Sevgi dolu bir yaklaşımla bu ilişkinin yakın bir zamanda karşılıklı olmasını sağlayacaksınız. Yani siz bebeğinize ne kadar çok ilgi, sevgi verirseniz, o size çok daha fazlasını geri verecektir.

Baskıcı değildir. Çocuğun her an yanında olarak onu kontrol etmek de değildir. Tam tersine, seçimler yapılmasını sağlar doğal ebeveynlik. Anne, bebeği için ne iyin, neyin kötü olduğunu bilir ve seçim yapabilir. Tek çıkış yolu yoktur. Disiplin her zaman vardır ancak çocuğunuzun ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiştir. Bebek de annesinin onun her zaman yanında olduğu bilincindedir. Öz güveni yüksektir.

Katı bir yaklaşım değildir. Anne, dünyayı çocuğunun gözünden görmeye çalışır. Örneğin, 2 yaşındaki oğlunuz buzdolabından süt kutusunu çıkarırken elinden düşürdü ve her yer süt oldu. Bu durumda ne yapmalı? Hemen bağırıp, azarlamak ne kadar yararlı? Yoksa oğlunuzun yanına gidip yanağına bir öpücük kondurup, sütü döktüğü için zaten mahçup olan miniğinizi ezmek yerine beraberce yerleri temizleyip, bardağı yeniden sütle doldurmasına yardımcı olmak daha iyi olmaz mı? Bu nasıl yapılır diye düşünecek olursanız, şu soruyu sorun kendinize: ”Siz çocuğunuzun yerinde olsanız, annenizin size nasıl davranmasını isterdiniz?’’

Çocuğunuzu şımartmak demek değildir. Yeni annelerin çoğu bebeklerini çok fazla kucakta gezdirmelerinin, ağlamalarına anında cevap vermenin ve hatta birlikte uyumanın onları şımartacağı yönünde endişelerini dile getirirler. Doğal ebeveynliğin prensibinde Şımartmak diye bir kavram yok. Hatta iddia ediyorlar ki bu teoriyi Batı, 20.yüzyılın başında ortaya atmış. Ebeveynler içgüdülerini bir kenara atarak bebeklerini ”uzmanlar’’ın söylediklerine göre yetiştirmeye başlamışlar ve bebekle fazla iç içe yaşamanın onu şımartacağını zannetmişler. Bu ”bebek uzmanları’’ emzirmek yerine formül sütleri önermişler, kucakta mümkün olduğunca az tutmak gerektiğini yazmışlar, ağlamalarına hemen cevap verilmemesini dile getirmişler. Böylece bebekler şımarmayacaktı. Aslında tersine hayat boyu şımarık ve bağımlı çocuklar olabileceklerini göz ardı etmişler.

İnsan iç güdülerine göre ebeveynlik yapmalı. Kitaplar elbette okunacak. Ben de okudum, hala da okumaya devam ediyorum ama benim önceliğim oğlumu anlamak. Onun mutlu, sağlıklı, öz güveni yüksek bir çocuk olmasını sağlamak.

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Bir Başkasının Bebeğini Emzirir misiniz?

Ya da kendi bebeğinizin başka biri tarafından emzirilmesini ister misiniz?

Bizim kültürümüze çok da uzak değil sanırım bu. Eskiler sohbet ederken ‘süt anne’ tabirini duymuşsunuzdur. Anadolu’da eminim çokça vardır hala başkasının bebeğini emzirenler. Modern toplumlarda artık pek yaygın bir uygulama olmadığını düşünüyorum. 19 yüzyıldan itibaren Batı, ‘süt annelik’i rafa kaldırmış görünüyordu. Ben böyle düşünüyordum ta ki silikonlu göğüsleri bozulmasın veya yüksek kariyerleri sekteye uğramasın diye emzirmeyip bebeklerini süt annelere teslim edenlerin olduğunu duyana kadar. Bu yöntemi tercih edenlerin bir kısmı da evlat edindikleri bebeğe haklı olarak anne sütü vermek isteyenlermiş.

İyi de,

bir başkasının bebeğini emzirmek...

bebeğin için ürettiğin, içine en özel en muhteşem içerikleri koyduğun gizli formülünü başka bir bebeğe sunmak...

kucağında, başka bir bebek. Senin tenine başka birinin bebeği değecek…

Zorunlu olarak yani annenin sütünün olmadığı durumlarda süt annelik yapanlar, bunun öyle kötü bir his olmadığını anlatıyorlar. Ama değişikmiş. Bir bebeğin karnını doyurduğun için de kendini mutlu hissediyormuşsun. Düşünsenize hiç suçu olmayan minicik aç bir yavru. İhtiyacı olan tek şey anne sütü. O da kendi annesinde yok. Başka bir annenin ona bu besini sağlaması kabul edilemez mi?

İlk başta kulağa oldukça dokunaklı geliyor ancak bazı kadın&çocuk sağlığı örgütleri bu süt anneliğe çok sıcak bakmıyorlar. Çünkü anne sütü ile hastalıklar, virüsler bebeğe geçebiliyormuş. Ayrıca bir kadının ürettiği süt kendi bebeğinin o anki gelişim özelliklerine göre değişim gösterirmiş. Mesela bebek ishal oldu, annenin sütü anında bebeğin ishalini kesecek içeriklerle donanırmış. Üstelik bir başkasının bebeğini emzireyim derken, kendi bebeğinize yeterli sütü sağlayamayabilirmişsiniz. Bir diğer ilginç nokta ise 4 aydan büyük bebeklerin çoğunlukla başka biri tarafından emzirilmeyi reddediyor olmaları. Demek ki bir şekilde rahatsız oluyorlar. Normal bir durum olmadığını fark ediyorlar.

diye düşünüyor insan. Belki eskiden mamalar olmadığı için millet birbirinin bebeğini emzirmiştir. -miştir değil kesin öyle. Bazı sorular sorulamıyor bugünlerde. Aydınlanma çağındayız güya ama tabulardan kurtulamıyoruz. Hem de her konuda. Soruyorum işte. İlla anne sütü alacak diye bir başka annenin sütü ile beslenmek zorunda mı bebek? Formül sütler belki de daha güvenlidir. Anne sütünden daha iyi olamaz mama ama bir başka annenin sütü de bebeğe iyi gelmeyebilirmiş.

Afrika'da emziremeyen kadınlar var. Selma Hayek’in tetanoz aşı kampanyası için Sierra Leone’de bulunduğu sırada açlıktan ölmek üzere olan minicik bir bebeği kameralar önünde emzirdiğini hatırladım. Afrika’da erkekler, kadınlar emzirdiği sürece seks yapılmasının yasak olduğunu düşündükleri için karılarının bebeklerini emzirmelerini istemiyorlarmış. Bu da her geçen gün daha sağlıksız nesiller yetişmesinin nedenlerinden biri olarak görülüyor.

Peki ya ben? Ben emzirir miydim? Sanırım emziremezdim. En azından zorunlu olmadıkça. Yeteri kadar sütü gelmediği için bebeği ağlayan bir anneye kendiminkini önermek yerine bir pompa veya mama bulmak için uğraşırdım. Bebeğimi de başka bir kadının emzirmesi fikri açıkçası hoşuma gitmedi. Yine de bilinmez. Sütüm vardı. Emzirdim 9 ay. İhtiyacı olanı fazlasıyla verdiğimi düşünüyorum. Eğer sütüm olmasaydı, bebeğime başka bir annenin emzirmesini ister miydim? Emzirmesini değil ama belki biberonla vermeyi düşünebilirdim.

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Bir Babadan Erkek Çocuk Yetiştirme Klavuzu

Ebeveynlik sadece biz annelerin görevi değil ki? Bir de baba var evde. Üstelik çocuk büyüdükçe varlığı daha da önem kazanıyor. Vazgeçilmez oluyor baba. Hele hele bir oğlunuz varsa, bir süre sonra evdeki dengeler değişebiliyor. Çünkü baba-oğul kavramı ortaya çıkıyor. Siz kadın olarak dışlanıyorsunuz hatta. Anlayamaz oluyorsunuz dertlerini. Öyleyse bir babaya sormalı erkek çocuk yetiştirmenin püf noktalarını.

Yazıyı kaleme alan Thomas Matlack. Başından iki evlilik geçmiş, 3 çocuk babası. erkek çocukları anlatıyor biz annelere:

Mağara adamını düşünün. Yetişkin bir kadının binlerce duygusal hali vardır. Kız çocuklarının aynı şekilde üstelik. Konu erkeklere gelince olay basit: deli, üzgün, mutlu. Karmaşık duygusal yaşantınızı oğullarınıza yansıtmayın. Onun derdi zannettiğiniz kadar zor olmayabilir. Oğlunuz yemek yemek, kaka yapmak ve koşmak istiyor. Gerçekten kötü bir günündeyse istediği tek şey elinden alınan oyuncağına tekrar kavuşmak. Yoksa 8 yaşındaki bir kız çocuğunun yaptığı gibi bir camın kenarında oturup uzun uzun düşenceli şekilde dışarıya bakmak veya hayatın anlamı hakkında sonu gelmez tartışmalara girmek istemiyor.

Vücut dilini izleyin. Durum yine aynı. Yetişkin bir erkekte olduğu gibi oğlunuzun ne hissettiğini, ne düşündüğünü anlamak için vücut dilini takip etmelisiniz. Eğer devamlı sıçrama, atlama, hoplama durumundaysa bu mutlu olduğunu gösterir. Düşük omuzlar kötü bir durumu anlatır. Bağırıyorsa iyidir. Sessizse dikkat etmek gerekir.

Ne olduğunu bilmiyorsan sarıl. Erkek çocuklar, kızlara oranla sorunlarını dile getirmekte daha fazla zorlanırlar. Oysa bir kız çocuğu, uzun uzun neye neden kızdığını anlatır, anlatmaya da bayılır. 5 yaşındaki erkek çocuk önemsiz bir olaydan sonra göz yaşlarına boğuluyorsa, ortada bir sorun var demektir. Ancak bunun ne olduğunu anlamak için hemen harekete geçmek yerine, biraz beklemek en iyisidir. Çözüm fiziksel olmalı sözel değil. Sarılın. Uzun uzun sarılın. İşe yarıyor. Biraz sonra eski gürültücü haline dönüveriyor.

Aslında her şey kaka ile ilgili. Kızların tuvalet eğitimi erkeklerden 6-9 ay önce tamamlanıyor. Ancak erkekler bir kere öğrendiğinde artık>SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Annenin 'Hayır' dediğine, Baba 'Evet' derse...

Ne mi olur? Çocuk babaya oynamaya başlar. Nasıl olsa babasından yüz bulacağından, annenin dedikleri bir kulaktan bile girmez, havaya saçılır sözler, teğet geçer.

2 yaşının getirdikleriyle olur olmaz inatlaşmalara maruz kalan anne, kesin, emin ve tek kelimelik cevaplar şeklinde konuyu kapatmaya çalışırken baba ise dudağı bükük oğluna sarılıp ‘ama annesi izin ver, yok öyle deme, bırak oynasın, boşver seyretsin, uykusu yok heralde’ demez mi?! İyi de ebeveynlik takım çalışması değil midir? Çocuğun dengeli bir ortamda büyümesi gerekmiyor mu? Biri hep kötü, diğeri hep iyi mi olacak? Anne boşuna mı ‘hayır’ diyor? Baba, annesinden red cevabı alan bebeğini kucağına alıp da avutmaya kalkarsa o çocuk ‘annem acaba beni sevmiyor mu?’ diye düşünmez mi? En azından annesine karşı güveni azıcık da olsa sarsılmaz mı?

Bizim evde işler tam tersiydi. Annemden bir şey isterim ‘babana sor’ der. Babaya giderim emin şekilde. Babasının kızıyım ya kesin kopartırım izin. Şok: ‘annene sor’. Hoppalaaa… telepati mi var aralarında? Takım ruhu işte. Konunun önemi yok. Ya da izin verilir mi verilmez bir istek mi olduğunun. Önemli olan çocuklar karşısında birbirini tamamlayan anne-baba profili çizmek. Sıkıysa geç bu engeli. Sonradan anladım ki bu, çocuğu babaya karşı daha da uzaklaştırıyor. Anne de olmaktan çıkıp sırdaş, kanka oluyor. Oysa 12-13 yaşında bir kız çocuğunun ihtiyacı olan, ona yol gösterecek, doğruyu yanlışı anlatacak, onu zorlayacak bir anne. Yoksa kankadan bol ne var? Hele şimdi anne olunca ebeveynlerin uyumunun önemini daha iyi anladım. 2 yaşını geçmiş oğlum söylediklerimin, anlatmaya çalıştıklarımın anlamaya başladı iyice. Üstelik benim izin vermediğim bir durumda, babasına dönüp ağlak suratla bakmayı da biliyor. Öğrendim artık. Bir kaç gündür tam bu anda anne refleksi ile babaya en kötüsünden bir bakış atarak konuyu değiştiriyorum ki baba oğluna 'tamam' diyemesin, ufaklık da babasının şevkat dolu kollarına kendini atmadan gündem değişsin. Malesef babalar zannediyorlar ki çocuklarının istekleri yerine getirilmezse mutsuz olacaklar. Oysa neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmeyen, kendisi için uygun kararı verecek bir bilince henüz ulaşmamış çocuğun her dedi yapılmaz. Yapılmamalı. Aslına bakarsanız inatlaşmak istiyor zaten. Kendini gösterme, var olduğunu ispat etme döneminde. Ne baba her dediğini yapacak, ne de anne her şeye itiraz edecek. Olmayacak bir şey istiyorsa onu vazgeçirmenin yollarını aramalı ebeveynler. Tamam karakterleri birbirinden oldukça farklı iki insanın aynı fikirde olması her zaman beklenemez. Yine de asıl problem, karısını dışarıdan objektif bir şekilde gözlemlediğini iddia edip eleştiren ancak çocuğun dilinden anlamayan, ne istediğini bir türlü çıkaramayan babanın kendi fikrinin en iyisi olduğunu düşünmesi. Yapılan araştırmalar, yeni babaların kural bozucu, ortalık dağıtıcı, aşırı rahat ama çocuklarının göz yaşlarına dayanamayan yumuşak babalar olduğunu gösteriyormuş. Ben oğlumun rahat, kendine güvenen, mutlu ve sevgi dolu bir çocuk olması için uğraşıyorum. İnatlaşarak, ağlayarak, kendini yerden yere atan, annesine omuz silkip babasından medet uman şımarık bir genç olmaması için bu kadar okuyup, araştırıyorum. Ben oğlumu bu dünyadaki her şeyden çok seviyorum ve onun gözlerinden akan bir damla yaş benim canımın yanmasına sebep oluyor. Yazık ki bunu anne olmayanlar anlayamıyor. Bazen babalar bile... SlingoMOM.com
Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.