SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Cinsiyetsiz Çocuk Yetiştirmek

Hamile kalmadan önce bile herkesin aklında bir fikir vardır. Hamile kalıp da 13-14.haftalara yaklaştıkça herkes sormaya başlar ‘kız mı erkek mi?’ diye. Cinsiyet belli olunca da ona göre isimler bulunur. Oyuncaklar, kıyafetler alınmaya başlanır. Anne adayına cinsiyetlerine göre bebeklerin özellikleri anlatılır. Hiç birimiz de çıkıp ‘size ne canım cinsiyetinden, neyse ne!’ demiyoruz. Açıkçası ben, demedim ama diyenler varmış. Çocuklarını herhangi bir cinsin kalıplaşmış özelliklerine bağlı kalmadan yetiştiren aileler varmış.

Ne zamandır takip ediyorum bu yeni akımı. Merak ediyorum, anlamaya çalışıyorum. Favori blogum Motherlode – Lisa Belkin de sık sık yer veriyor bu cinsiyetsiz çocuklara. Son günlerde dikkat çeken Kanada'lı bir aile var. Kathy Witterick ve David Stocker çifti evde doğan ve şu anda 6 aylık olan ‘Storm’ adını verdikleri üçüncü çocuklarının cinsiyetini kimseyle paylaşmıyor. Bebeklerinin kız mı yoksa erkek olarak mı doğduğunu kendilerinden başka doğuma giren iki ebe ve yakın bir dostları biliyormuş. Doğumdan sonra ise yakınlarına bir e-mail göndermişler:

Storm’u ve ailesini merak edenler için diğer fotoğrafları burada bulabilirsiniz.

Yani bebeklerine kimse kadın veya erkek olmanın kurallarını öğretmeye kalkmayacak. Renkler, oyuncaklar cinsiyet ayrımına tabi tutulmayacak. Çift çocuklarını bu şekilde yetiştirerek onu, toplumun cinisyetlere yükledikleri sorumluluklardan arındıracaklarına inanıyorlar.

Çiftin aileleri onları desteklese de komşuları dahil bir çok yerden sert eleştiriler alıyorlarmış. Çoğu uzman çocuklarının ileride altından kalkamayacak kadar zorlanacakları bir duruma sürüklendiğinden bahsediyorlar. Okul çağında çok sert şekilde alay konusu edileceğini söylüyorlar.

Storm’dan büyük, 5 ve 2 yaşında iki oğulları var. Çocukların cinsiyeti biliniyor ancak onlar da serbest yetişiyorlar. Kendi kıyafetlerini kendileri seçiyorlar. Bazen kız, bazen de erkek reyonundan alışveriş yapıyorlar. Çocukların bu seçimlerine anne-babanın hiç bir şekilde müdahalesi yok. Anne babanın her ikisi de kısa saçlı. Pembe veya mor kıyafetleri de hiç olmamış ve çocuklarına da hiç almamışlar. Anne oje dahil herhangi bir süs öğesi kullanmıyor. Çocukların seçimi tamamen kendi görsel zevklerinden kaynaklanıyor. Örneğin Jazz, yukarıda fotoğraftaki, en çok pembe rengi seviyor. Saçlarını da uzatıyor ve örgü yapılmasını istiyor. Dışarıda gören, tanımayan biri genellikle ‘tam bir prensese benziyorsun’ diyor bu küçük oğlana. Oysa Jazz bundan hiç hoşlanmıyor ve erkek olduğunun bilinmesini istiyor. İşin kötüsü anlayamıyor. Saçı uzun olduğu veya pembe şort giymeyi sevdiği için neden erkek olamayacağını anlayamıyor.

Çift, işte bu noktaya parmak basıyor. Renklerin cinsiyetle ilgisi olamaz, diyorlar. ‘Bir insanı tanımak istiyorsan onun kadın mı yoksa erkek mi olduğu seni ilgilendirmemeli’ diye düşünüyor baba David Stocker. Çiftin ve cinsiyetsiz(!) çocuklarının hikayesinin orjinali burada.

Çocuklarını cinsiyet ayrımı yapmadan, özgürce(!) yetişmelerini isteyen anne babalar a inanıyorlar.

Ben ne düşüneceğimi bilmiyorum. Konu derin. Konuşulacak, yazılacak çok şey var. Cesaret örneği bir çift diyebilirim sadece. Ancak bu kadar özgürlükçü olmanın bir gereği var mı onu bilmiyorum. Tamam, çocukları toplumsal baskıdan arındırmak iyi bir fikir olabilir ancak bu yapılan onların çok daha büyük baskılara maruz kalması değil midir? Hangi ülkeye giderseniz gidin, kadının da erkeğin de toplumsal bir şekli vardır. Farklı olmak istemek kötü bir şey değil ama gerçekten de çocuğun hayatını zorlaştıracağını düşünüyorum ben bu tip bir özgürlüğün.

Açıkçası ben Koray’a da öyle aşırı bir testeron yüklü hayat sunmuyorum. Her şeyi merak ediyor. Ben de keşfetmesine engel olmamaya çalışıyorum. Oyuncak bebek görüp de eline aldığında can hıraş şekilde elinden alıp yerine kamyon vermiyorum. Ona da baksın. Evet, kıyafetlerini ben alıyorum. Açıkçası renk tercihim mavi, gri, siyah, yeşil oluyor. Pembe ve önünde araba deseni olan bir t-shirt de almıştım. Severek giyiyor. Ancak oje sürmesi, kıza benzemesi gibi aşırı örgürlükçü bir tercihim olamaz. Bebekken ağzında kırmızı emzik olduğunda ‘çok güzel bir kız bebek’ diyenlere de sinir oluyordum. Toplumun bize öğrettikleri yüzünden mi dersiniz?

YATAŞ en sonunda bebekler için de yatak üretti. Türkiye'nin ilk, bebeklere özel ergonomi sertifikalı yatakları farklı uyku yüzeylerine ve cilt yapılarına uygun hassaslıkta kumaşlara sahip. Dört ayrı kategoride üretilen yataklar bebeklikten çocukluk çağına kadar gelişim özellikleri göz önünde bulundurularak tasarlanmış. Tüm bebekler mışıl mışıl uyusun!

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Fena Halde 2 Yaş Sendromu

Bugüne kadar bir sürü yazı yazdım ‘geldi, geliyor, geçiyor, bu mudur?, şu mudur?’ başlıklarıyla. Meğer yaşadıklarımız buz dağının görünen kısmıymış. İnatlaşma, bağırış çağırış oluyordu da bir hafta-on gündür değişik bir evredeyiz. Ne dersek, ne söylersek itiraz. Hem ne itiraz. Mümkün değil engeli geçemiyoruz. Yemicem, uyumicam, gelmicem, istemiyim, yapmicam, giymeycem….

Normalde, eskiden, bilmiyorken ‘ayy ne şımarık çocuk, her şeye itiraz ediyor, ıyy’ derdim. Çoğu insan daha doğrusu eskiler, bu 2 yaş sendromu hakkında bilgileri olmadığından hem kendi çocukları hem de diğerleri için ‘şımarık bu şımarık’ derlermiş. Oysa olması gereken, yaşanması gereken ve asla aşırı tepkilerin verilmemesi gereken bir durum bu. Hoşumuza gitmeyen ve çocuğun bir an önce son vermesi gerektiğini düşünerek baskılamaya çalışmanın çocuk için hiç bir yararı olmadığı gibi zararı olacağından bahsediyor uzmanlar.

2 yaş nasıl bir dönem: çocuk artık bir sürü işini kendi görebiliyor. Çevrenin farkında, seçimler yapabileceğini öğreniyor. Bir de üzerine, konuşmaya başlıyor. Kısaca ‘ben buradayım’diyor. Evin kurallarını iyice öğrenmiş durumdadır artık bu yaşta ve her birini yıkmak için harekete geçmeye başlar. Bağırmak, yemekleri döküp saçmak, hayvanlara tekme atmak hatta belki size vurmaya kadar bile ileri gidebilir çocuk bu dönemde. Dediğim gibi bir de konuşmaya başladıysa sadece hareketlerle değil sözleriyle de çileden çıkarabilir anne babayı.

Son bir kaç aydır bağıran anne olduğum için kendime söyleniyordum ya… şu bir kaç gündür bana bir iyilik geldi. Luca’ya sataşmadığı sürece sesim pek yükselmiyor. Hele o itirazlar ve ağlama krizlerinde ona kızmıyorum. Kucaklıyorum, öpmeye çalışıyorum. İnanamıyorum kendime. Nasıl oldu bu? Geçenlerde, yine bu ‘yemicem, içmicem’ krizinde babamız ”Koray artık iyice sinirleniyorum” diye ani bir çıkış yaptı. Koray çok bozuldu ve biliyor musunuz, ben de. Çünkü gereksizdi. Her ne kadar büyüdü, konuşuyor, yakında okula gidecek desek de sadece 2.5 yaşında. Minicik, daha minicik bir velet. Dertlerini anlatmaya yeni başladı veya doğrusu biz yeni anlamaya başladık onu. O gün Sarp’a bu dönem hakkında okuduklarımı aktardım. Aktarırken de fark ettim ki biz ne yaparsak yapalım durum değişmeyecek. Çocuğun doğal gelişim sürecinde bir aşama bu. Doğrusu ona destek olmak.

‘ın kitaplarında yazılanlar satır satır aklımda neredeyse. Bu kriz anlarında çocuğa kızmak, bağırmak veya ona kayıtsız kalmak onun daha da sinirlenmesine yol açarmış. Onu anladığınızı göstereceksiniz ama önce dikkatini çekeceksiniz. Bağırarak bir şey anlatıyorsa, siz de aynı ses tonuyla onun dediklerini tekrarlayabilirsiniz mesela. Tüm bu sıkıntının içinde onu bol bol kucaklamayı unutmayacağız. İlgiye ve anlaşılmaya ihtiyacı var çünkü.

Bu 2 yaş sendromu döneminde çocuk ‘hayır’ diyecek. Demeli de zaten. Asıl itiraz etmiyorsa, kendini ifade etmeye çalışmıyorsa bir problem var demekmiş. Ev içinde, yaşadığı çevrede bir sıkıntı olduğunu veya çocuğun gelişiminde bir farklılık olduğunu gösterirmiş 2 yaşında sakin, uyumlu ise ve ağlamıyorsa.

Elbette çocuğun her yaptığını onaylayacağız demek değil. Sadece onun dilinden konuşacağız. Bizim yetişkin cümlelerimizi anlamasını beklemek haksızlık çünkü. Sade bir ifade ve mümkün olduğunca sevimli bir ses tonuyla iletişime geçeceğiz. Bu şekilde bizi dinlemesini sağlamamız daha olası. Bir diğer taktik de benim yeni uygulamaya başladığım: ‘hayır’ demesini sağlayarak istediklerimizi yaptırmak. Kafa karıştırıcı gibi mi? Değil aslında. Geçen akşam, uykudan süründüğü halde ‘uyumicaaamm’ diye ağlayan oğlumu sinir krizi geçirmesine yakın yatağa koydum. Sıkı sıkı sarıldım, en sonunda kendini sağa sola savurmaktan vazgeçti ve tekrar ‘uyumicaam’ demeye başladı. Ben de ‘sakın uyuma, gözlerini kapattığını görmeyeyim’ dedim. Böyle söylediğim için inatlaşmak için gözlerini kapatıp açmaya başladı ve bir kaç dakika sonra kapatma düğmesine basmışım gibi uykuya geçti. Sonra dün sabah, her zamanki gibi ‘süt’ diye uyandı. Sütü beklemeye tahammülü kalmayınca sinirlendi, ben sütünü ısıtıp önüne biberonunu koyduğumda ‘içmicem’ dedi. ‘Aman iyi, sen içme Luca içsin’ dedim ve biberonu aldığım gibi arkamı döndüm. Şimşek hızıyla elimden kaptı ve bir dikişte sütünü bitirdi. Şimdilik bu taktik, yemek ve uykuda işe yarıyor. Koray itiraz edebildiği için daha kolay sakinleşiyor, ben de istediklerimi yaptırabiliyorum. Ancak bu her durumda işe yaramıyor. ‘Gel, uzaklaşma’ diyorum gelmiyor. ‘Sakın gelme’ diyorum, yine gelmiyor.

Sanırım en kötü günümüz dündü. Sarp da evde. Güne güzel başladık. Hava ısındığı için hortumlarla oynamasına izin verdik. Ne zaman ki ‘yeter artık’dedik, dünya başımıza yıkıldı. Çığlık çığlığa bir çocuk, bir yandan da annesine vuruyor. Ben sadece vurduğu için kızdım ona ve ”bir daha vurursan seni kucağıma almayacağım” dedim (bu da işe yarayan bir başka taktik, hele ki evde ikimiz varsak kesin çözüm.)Bütün bir gün en az 5-6 sefer bu krizi yaşadık ve her birinde Sarp’ın git gide daha fazla sinirlendiğini gördüm. Akşam yemek sofrasında delirince bizimki, babamız da kendine hakim olamadı. Bu sefer ben Sarp’ı kenara çektim. ”Sakin ol, yapacak bir şey yok” dedim. Bu kadarına dayanamıyormuş. Ben de ”fark etmez, bu çocuk 2.5 yaşında, itiraz etmesi gerekiyor. Bizim her dediğimizi yapmak istemiyor. Üstelik sen de ben de bir zamanlar 2 yaşındaydık” dedim. Etkili oldu bu çok bilmiş konuşmam.

Gece iyi bitti ama Koray uyuduktan sonra ikimiz de yorgunluktan baygın durumdaydık. Çünkü alıp başını gitmek istiyor. Bisikletine atladığı gibi arkasına bile bakmıyor. Biz geri getiriyoruz, o gidiyor. Bahçe kapısını kitliyoruz, üzerine tırmanıyor. Kapının tepesinden topluyoruz bizim eşkıyayı.

Dün akşamdan beri düşünüyorum, diğer blogları ve kendi yazdıklarımı okuyorum. 2 yaş zor bir dönem. Herkes için. En önemli konu ise bizlerin yetişkin olduğunu hatırlamak. Sorunun ne olduğunu biz biliyoruz, o bilmiyor. Neden ağladığını, neden her şeye itiraz ettiğini biz biliyoruz. O bilmiyor. O iç güdüleriyle hareket ediyor. Henüz gelişmiş bir öğrenme becerisi yok. Davranışsal olarak ilerliyor. Sözlerden çok davranışlar ve hissettikleri önemli onun için. Yani mantığıyla değil yüreğiyle hareket ediyor. Kızmak, söylenmek yerine onu anlamaya ve onu ne kadar çok sevdiğimizi anlatmaya çalışmanın en iyi yöntem olduğunu öğrendim ben.

Herkese kolay gelsin!

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Çocuktan sonra evlilik

Henüz hamileyken birçoğumuz evlerimizin düzenini bebeğe göre ayarlamışızdır. Tehlikeli köşeler tespit edilmiştir. Yasaklar belirlenmiştir bile. Ancak aynı şeyi evliliğimiz için de yapıyor muyuz? Evliliğimizin, çocukların varlığı yüzünden zarar görmemesi için hazırlanıyor muyuz? Çocukların dahil olmadığı bir evlilik hayatı yaratıyor muyuz?

Çocuklar, uyku düzenimizi alt üst ederler, mali olarak sarsıntı geçirmemize neden olurlar. Aynı zamanda çiftler arasındaki ilişkiyi de değiştirirler. En büyük darbeyi elbette seks hayatımız alır. Yeni annenin en büyük fantezisi deliksiz sekiz saatlik uykudur, ateşli geceler değildir. Aklına bile gelmez kadının seks.

Bu durum yüzünden ne yapacağını bilemez yeni babanın da hali içler acısıdır. Ancak hem kendinize hem de eşinize bu durumun geçici olduğunu defalarca hatırlatmayı ihmal etmeyin. Gün gelecek hormonlar yeniden ‘kadın’ olmanıza izin verecek. Doğumun hemen ertesi günü çekilen fotoğraflara ayıla bayıla bakar, baş köşeye koyarsınız da doğumdan bir kaç hafta sonrakileri çöpe atmak istersiniz. Devamlı at kuyruğu şeklinde topladığınız saçlar, makyajsız yorgun bir yüz, forma haline gelmiş eşofmanınız, yer yer süt lekeleri olmuş tişörtünüz… ve kucağınızda bir bebek. Dedim ya, bir gün bundan kurtulacaksınız.

Ancak siz ne kadar meşgul olursanız olun, evliliğiniz ve eşinizle olan ilişkiniz bir kenara atılmayı hak etmiyor. Elbette çocukların bakımı ve ihtiyaçları öncelikli olacaktır. Siz ‘kadın’ olduğunuzu unutmayın. Kimi zaman anne olmak öyle tatmin edici gelir ki, eski kimliklerinizi unutursunuz. Eşiniz dahil çevrenizdeki herkese annelik yapmaya başlarsınız.

Bilin…

Bebekli hayat başlayınca sosyal hayatınızın sıfıra yakın bir hale geleceğini bilin. En kötüsüne hazırlanın en azından. Bir süre sadece bebeğinizle bir odaya kapanacaksınız çünkü. Beklentilerinizi azaltın.

Karı-koca arasında tartışmaların konusu değişecek. Kocanız zaman zaman sizi eleştirme cüretinde(!) bulunabilir. Hazır olun.

Bebek bakımı için eşiniz iyi bir yardımcı olmayabilir. Şaşırmayın.

Yapın…

Doğumdan önce hatta hamilelik planları yaparken eşinizle birbirinize mümkün olduğunca çok vakit ayırın. İmkanınız varsa sık sık seyahate çıkın, akşam romantik yemekler hazırlayın, daha önce yapmadığınız aktivitelerde bulunun. Bebek doğduktan sonra bu depodan anılarınızla bir süre idare edersiniz. Pişman olmamak için yapın bunları.

Aslında çocuklu yaşam evliliğin daha da hareketlenmesinin sağlayabilir. Çocuğunuz uyuduktan sonra kocanızla televizyon karşısına geçmek için hayal kurmak çok zevkli mesela. Çok basit gelebilir ama o anda o kadar değerlidir ki… anlayacaksınız.

Bebekten sonra biraz toparlandığınızda eşinizle en azından bir saat ayrı zaman geçirebilmenin yollarını arayın. Bakıcınız yoksa, annenizden, bir arkadaşınızdan bebekle ilgilenmesini isteyebilirsiniz. Bu kısacık zaman bile sizin için harika olacaktır. Hiç bir şey yapmayın. Kapının önünde, kocanızın kollarında sarmaş dolaş oturun.

Yeter de artar bile.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Eyvah çocuklu aile var!

Büyük şehirde popüler bir lokantaya veya cafeye girdin diyelim. Muhtemelen de pusetle. Sağa sola çarpmadan, insanları rahatsız etmeden dipte bucakta bir masaya gitme telaşına girersiniz hemen. Çoğu zaman pusetin tekerlekleri milletin sandalyesine çarpar, sinir olursun kendine. Bazıları yardım etmeye çalışırken çoğu, ters bir ifadeyle ‘pusetle ne işin var kadın?’ bakışı atar. O anda zaten pişman olmuşken sokağa çıktığın için, inadına dikkat etmekten vazgeçersin. Allahtan bu mekanların büyük bir kısmı çocuk-dostu da çalışanlar size her türlü hoş görüyü gösteriyorlar.

Çocuksuz yıllarımda hep yardım etmeye çalışmışımdır ben de. Sadece semt pazarlarına pusetleriyle gelenlere kızardım. Zaten daracık bir alanda ilerliyorsun. Kimi zaman da 1000 kişi oluyor. Pusetle sahilde yürüyüşe çıkmış gibi sallana sallana gezenlere ‘cık cık’ ederdim. Açıkçası hala da ediyorum. Diyeceksiniz ‘ya bırakacak kimsesi yoksa?’ Aynı şey geçen yaz benim de başıma geldi. Sabahın köründe tezgahlar kurulurken gittim. Alışverişimi yaptım. Ne kendim daraldım ne de diğerlerini daralttım. Ama işte koşullar farklı olabilir. Sabah erken çıkamazsınız, başka bir işiniz vardır, son anda çocuk elinizde patlamıştır… yine de kalabalık saatlerde pusetle pazara girmemekte fayda var. Sonra kavga çıkıyor tezgahların önünde. Kaç kere şahit oldum.

Neyse pazarlar değil zaten anlatmak istediğim.

Her ne kadar çocuk seven, çok çocuklu ailelere özenen bir toplum olsak da ‘çocuk fikri’ni sevdiğimizi fark ettim, birarada yaşamayı değil ya da başkasının çocuğunu da değil. Çocuklu aile evinde otursun bizim için ideal olan. Toplum düzeni bozulmasın, olur olmadık yerlerde ağlayan, bir türlü yerinde durmayan, lokantada koşturan çocuklar olmasın hayatımızda. Elbette terbiye almamış, işi şımarıklığa taşkınlığa dökmüş çocuklardan ve tüm bunlara kayıtsız kalan anne babalardan bahsetmiyorum.

Geçenlerde yoğun olmayan bir saatte kadın giyim mağazalarından birine girdik Koray ile. Mağaza oldukça büyük, içerisi tenha. Pusetle girmekte hiç sakınca görmedim ama rafların önünde ve arasında da durmamaya özen gösterdim. Hani biri geçmek isterse diye. Sağda solda ne var diye bakıyordum ki kadının biri pusete çarptı. Gerçi bana ayağıyla tekerleğe vurdu gibi gelmişti ama tam göremediğim için bir şey diyemedim. Kadın özür dileyeceği yerde ters ters bakış atmaz mı?

- Buyrun hanımefendi bir şey mi oldu?, diye sordum.

- Hayır, pusetle gelmişsiniz de.

- Eeeee….

- Pusetle de gelmeyiverin, bir rahat edemiyoruz.

- Şaka bu heralde. Terbiyesizlik yapıyorsunuz. Üstelik görmedim zannetmeyin, pusete sizin vurduğunuzu da biliyorum.

Kadının ne dediğini duyamadım sinirden. Bıraksalar üzerine atlayacaktım. Mağaza görevlisi geldi yanıma. ”Kusura bakmayın, bazen böyle sabırsız müşterilerle karşılaşıyoruz. Lütfen siz rahat rahat gezin. Dilerseniz oğlunuzla arkadaşlar da ilgilenebilir, siz ürünleri denerken” diyerek beni sakinleştirdi. Tir tir titriyordum sinirden. Hızımı alamamıştım. Görevlinin nazik davranışına karşılık da hemen terk edip gitmek olmazdı. Biraz gezinir gibi yapıp kendimi dışarı attım. Ağlamak geldi içimden. Neden böyle insanlar var ki?!?!

Bir seferinde de Koray 7-8 aylıkken 1 saatlik bir uçak yolculuğu yapacağız. Sadece ikimiz. Puset bu sefer görevliye teslim edilmiş. Koray, Slingo’da. Elimde bir sırt çantası var. Yani kimseyi rahatsız etmiyorum, yer kaplamıyorum. Bizimki bayılır seyahate, gık çıkmıyor. Uçakta yerimize oturduk. Yine bir kadın otuzlarında. Yanımıza oturdu. Tam yerleşiyordu ki Koray’ı fark etti. Hostesi çağırdı. ‘'Başka bir yere geçebilir miyim uçak boşsa?’' dedi. Hostes göz ucuyla bana baktı. Kadını iki sıra arkada cam kenarına oturttu. Benim yanıma da kimseyi almadı ve ‘'hanımefendi siz rahat edin, yanınız boş kalacak'’ dedi. Uçak kalktı, Koray çoktan uyumuştu bile. Onu koltuğa yatırdım. Üsteki bölüme yerleştirdiğim çantamı almak için kalktığımda, bizimle oturmak istemeyen kadının yanında bir adamın horul horul horladığını görünce beni bir gülme tuttu. Kadın sinirden cama yapıştırmıştı suratını. Diğer taraftan da saatler boyu süren uçak yolculuğunda bir türlü susmayan çocuklar da olabiliyor. Kim ister ki bebeği ağlasın. Ne zaman ağlayan çocuk görsem yolculuklarda, annenin halini düşünürüm en çok.

Hoşgörü yok bizde. Empati kuramıyorlar. Söylenmek yerine yardımcı olabilecekleri bir durum var mı, diye sorsalar herkes rahatlayacak aslında ama kötü kötü bakmayı marifet sayıyoruz. Bir de bu diğerleri zannediyorlar ki çoluk çocukluyken özel hizmet bekliyoruz, ayrıcalık istiyoruz. İlgisi yok aslında. Ben ‘çocuğuyla ne işi var?’ bakışlarını almasam, yardıma ihtiyacım olduğunda da birileri, asansörden inerken yol vermek gibi iyilik yapsa yeter. Zaten etrafa rahatsızlık vermeme konusunda yeterince hassasız, merak etmesinler.

Ama… iş ticarete gelince başka. Hedef kitle çocuklar ve aileleri oluyor genelde. Para harcatmak için her türlü göz boyama ve çekici reklam kampanyaları yapılıyor. İki yüzlülük değil mi bu?

Geçiyorum hepsini. Yardım da etmesin kimse bana. Puseti kendim katlar açarım, yürümeyen merdivenden bile çıkarırım. 10 tane çantayla beraber oğlumu kucaklarım. Yaparım ben bunları. Anneyim. Sadece biraz anlayış istiyorum o kadar.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Düşükten Sonra Hayata Yeniden Tutunmak

Zordur.

Bebeği kaybettiğiniz haftaya göre acısı, yüreğinizdeki sızısı o kadar derindir.

İlk öğrendiğinizde bir şok yaşarsınız. Hele ki kalp atışlarını daha önce duymuşsanız… bir sonraki kontrolde doktorunuzun suratındaki endişeli ifadeden anlarsınız ters giden bir durum olduğunu. ”Tanrım, lütfen lütfen…” diye yakarırsınız. Normalde odayı inletmesi geren sesi yerine kocaman bir boşluk vardır. Başınız döner, mideniz bulanır.

Ağlarsınız, çok hem de… sonra sakinleşip mantıklı olmaya çalışırsınız. ”Bir daha deneriz, herkesin başına geliyor, ne var ki?!?” dersiniz.

Çoğu zaman nedenini de bilemezsiniz. Araştırmaya kalkar, internet canavarı olup çıkarsınız. Kafanız daha da karışır, binbir türlü hastalık teşhisi koyarsınız kendinize. Sonra bir ağlama hali gelir. İsyan belki de inkar. ”Bir doktora daha görünmeli” diye düşünürken aklınıza o sessizlik gelir. Kalp atışını beklerken içinde boğulduğunuz sessizlik. Yok, gitti, biliyorsun, bu sefer olmadı…

Atlatmak, yaşama devam etmek lazım. Bir an önce hem de.

Kocanın desteği, yakınların, arkadaşların varlığı önemlidir. Ancak yakın zamanda düşük yapmış bir kadına en son söylenecek söz ”biliyor musun, benim başıma neler gelmişti…” ile başlayan veya ”ilk düşük yapan sen değilsin ki canım” cümleleridir. Çünkü herkesin acısı kendinedir. Elbette çok daha büyük sıkıntılar çeken, tedavisi imkansız hastalıklarla uğraşanlar var ama onları örnek göstermek ilk aşamada çok sakıncalı.

Oysa hata ne kadındadır ne de erkekte. Hele ki erken dönemdeki düşüklerde, bunun doğal seleksiyon olduğunu söylemişti doktorum bana. Kızgınlık hissi bir süre devam eder. Normaldir. Çıkış yolu bulamaz insan çünkü. Olur olmadık zamanlarda ağlar. Tutamazsınız kendinizi. Olsun, ağlayın. Saatlerce ağlayın. Kimsenin sizi susturmasına izin vermeyin. Ben size bir şey diyeyim mi, ne kadar çok ağlarsanız, depresyondan o kadar çabuk çıkarsınız.

Düşük sonrası, biraz iyi hissettiğinizde şunları hatırlayın:

Ne zaman, ne şekilde olursa olsun zordur, üzücüdür. Bir kadın için kabullenmesi güçtür. Peki ya kocalar? Onların neler hissettiğini kim biliyor? Kim soruyor? Tahmin ettiğinizden de zordur onların durumları. Hem eşlerine hem de kaybedilen bebeğe üzülürler. Hem destek olmak zorundadırlar hem de desteğe ihtiyaçları vardır. Kocalarınızı yanınızdan uzaklaştırmak yerine bu acıyı beraber yaşamayı deneyin. Her şey daha güzel olacak. Emin olun.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Eşler Doğuma Girmeli mi?

Tıp dünyası bunu tartışıyormuş. Doktorların bir kısmı eşlerin doğuma girmesini istemiyormuş. Gerekçeleri ise yaşadıkları stres yüzünden anneyi panikletip doğumu zorlaştırmalarıymış. Doktorlar müdahalelerden ve beklenmedik durumlardan çekindikleri için doğumda kimsenin bulunmasını istemiyor olabilirler ama bir kadın için en büyük destek, en büyük mutluluk eşinin doğum sırasında yanında olması, elini tutmasıdır.

Hamile kaldığım ilk günden itibaren normal doğum yapacaktım ve Sarp da benimle birlikte bebeğimizin doğumuna tanıklık edecekti. Açıkçası ona sorma zahmetinde bile bulunmamıştım. Ben planımı yapmıştım. Ne zaman ki doğuma haftalar kala kuzenlerimden biri ‘Sarp sen de doğuma girecek misin?’ diye sordu, o anda fark ettim kocamın fikrini hiç almadığımı. Cevabı ‘elbette’ olmuştu neyse ki. Ya istemeseydi? Oturur oracıkta ağlardım. Bir önceki hamileliğim düşükle sonlanınca, kendi kendime travma yaşattım tüm hamileliğim boyunca. Özellikle de her doktor kontrolünden önce... Sarp’ın yanımda olmadığı doktor kontrolünde kalp atışlarının durduğunu öğrenmiştim ya.. tüm sebep onun yokluğuydu. Bilmeyenler ‘den okuyabilirler.

Atamadım bu saçma sapan düşünceyi kafamdan. Bu yüzden de kocam olmadan bir doğuma girmek aklımın ucuna gelmemişti. O da aynı hisleri paylaşıyordu benimle. Tedirginliğimin, gerginliğimin farkındaydı. Oğlu doğacaktı ve karısının yanında olmalıydı. Bazı arkadaşları ‘aman Sarp sakın girme doğuma, çok kötü bir tecrübe olur senin için’ demişler. Olayın olduğunu söyleyenler sezeryan doğuma girmiş olan eşlerdi ve normal doğumun daha da feci olacağı konusunda Sarp’ı uyarmışlar ama canım kocam kararlıymış girmekte.

Suyumun gelmesiyle başlayan ve 10 saat süren doğum boyunca bir an olsun yanımdan ayrılmadı. Elimi hiç bırakmadı. Ben ‘elimi ne tutuyorsun beee!’ diye çemkirdiğimde bile bırakmadı. Doğum hemşiresini kendine hayran bırakacak bir doğum koçu olmuştu bana. Soğuk kanlılığını bir an olsun kaybetmeden, ben sancı çekerken, ıkınmaya çalışırken saçımı okşadı, alnımı öptü, nefes alışverişlerimi düzenlememe yardım etti, susuzluktan geberirken(evet tam anlamıyla gebermek) meyveli buzlarla rahatlatmaya çalıştı. Koray’ın göbek bağını o kesti.

O müthiş bir doğum koçuydu, müthiş bir kocaydı, şimdi de müthiş bir baba.

Doğumda, özellikle de normal doğumda bulunan erkeklerin eşlerine karşı soğukluk yaşadıklarını, cinsel hayatın asla eskisi gibi olmayacağını dile getirenler de var. Sanırım bu, erkeklerin doğum hakkında bilgisiz ve de hazırlıksız olmalarından kaynaklanıyor. Hamilelik boyunca karısıyla birlikte tüm aşamalardan geçen, doğumda da eşinin elini tutan, bebeğini herkeslerden önce kucağına alan adamın karısından değil uzaklaşması, yanından bir an olsun ayrılması mümkün olmaz gibi geliyor bana.

Bizim ilişkimiz doğumdan sonra daha da derinleşti. Birbirimize olan güven, sevgi, saygı katlandı. Tam bir aile olduk diye klişe bir söz vardır ya… işte o, o kadar doğru ki. Biz tam bir aile olduk artık.

Umarım herkes rahat bir hamilelik, sorunsuz bir doğum geçirir.

Sonra umarım içerden çıkan velet de gazsız ve de uykucu olur. Benimki bi’burada şaştı.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

Bebeklerin Kucakta Taşınmaları Yasaklanmalı!

En iyisi bu.

Bebeği kucakta çok tutma, alışır zaten.

Bu da yetmezmiş gibi bazı(!) anneler var, sen çocuğunu sar sarmala, nefes almasına engel ol. Hele o bebek var ya o bebek, utanmadan annesinin kokusunu içine çeke çeke uyumasın mı bütün gün…

Bu ne biçim bir anne çeşididir? Hiç tasvip etmiyorum.

En sonunda diyeceğim ki toptan yasaklansın bebeklerin kucakta taşınması. ''Emzirmek lazım illa'' diyorsanız o da kolay. Sağın sütleri, biberonla verin. Kucağa almak şart değil ki. Aslında sokağa da çıkmamalı, otur evinde işte. ''Çıkacağım'' diye inat ediyorsanız da puset veya port-bebe denen şeyler var. Taşıyın bebeklerinizi onlarla. Neyinize yetmiyor? Slingmiş, anne göğsünde büyütmekmiş…

Delirttiler vallahi beni…

Ceyda Düvenci delirtti en çok da.

Sen tut, binbir güçlükle doğmuş, yaşam savaşı vermiş bebeğini sling'e sar, sokağa çık. Allahtan her şeyi bilen, araştırmacı medyamız var da Ceyda Hanım’ı topa tuttu. Umarım aklı başına gelir de bir daha çocuğunu öyle taşımaz. Yazık yahu bebeğe, anneye o kadar yakın durulur mu? Hiç mi insaf yok?!?

Bakın burada çok önemli bilgiler var. Hülya, sling düşmanı anne, Wrap slingin bir cinayet silahı olabilme ihtimaline dikkat çekmiş.

Ben de daha önce Slinglerle ilgili bir sürü yazı yazmıştım.

Aman diyeyim siz siz olun, bebeğinizle öyle içli dışlı olmayın. Alışır sonra.

Irem Erdilek

SlingoMOM.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.