SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Çocuktan Sonra Aşk Biter Mi?

1800 yıllarda Amerika’lı Esther Howland‘ın ilk Sevgililer Günü kartını göndermesiyle başlayan daha sonra gittikçe büyüyen toplumsal ve de ticari bir olaya dönüşmüş olan 14 Şubat artık insanların sadece harcama yaptığı bir dönem haline geldi. Oysa bir efsanesi var. Daha doğrusu birkaç tane.

İnanırsınız, inanmazsınız.

Aziz Valentine diye bir din adamı gerçekten de evlenmeleri yasak olan Roma askerlerini gizlice evlendirdi de mi çıktı ortaya bu? Yoksa hristiyan olduğu için öldürüleceğini öğrenen Valentine, idamından bir gün önce gardiyanın kız kardeşine “Valentine’ninden” imzalı bir aşk notu mu vermişti?

Yoksa bunların hiç biri önemli değil mi? Asıl olan onu ne çok sevdiğini göstermek için döktüğün paralar mı?

Neyse…

Romantik yazacağım bugün.

Sevgililer Günü anlam olarak yine de sevimli. Biz her ne kadar içini aşk yerine; pırlanta, pasta, kalp şeklinde gösterişli kutularla doldurmuş olsak da sevimli işte. Sevgili hatırlandığı için sevimli.

Hatırlamak için illa bir güne mi ihtiyaç var? Var valla.

Çünkü sevgilin, her gün sevgilin olmuyor. Bazen çok kızdığın bir adam oluyor. Bazen ev arkadaşın oluyor. Bazen tanımadığın yanından geçip gittiğin birine dönüşüyor. Oysa bu tip özel günlerde ister istemez yakın hissedersin kendini. Bir gece önce edilmiş kavgalar unutulur, unutulmak zorundadır. Mutlu olmak, beraberliği devam ettirmek, yaşam için gereklidir bu.

Peki ilk görüşte aşka inanır mısınız? Veya ‘bir ömür boyu mutlu oldular’a ? Ben inanırım. Gerçek Aşk'ın gerçekliğine...

Ya Çocuktan Sonra Aşk Biter mi?

Bilmem. Bite de bilir. Bu kadına bağlı. Çocuktan sonraki yaşamı kadın yönetiyor çünkü. diye yazmıştım daha önce. Hislerine ve hırslarına kanmadan davranmalı bir kadın. Kocanın annesi olmaya kalkmaz, onunla birlikte çocuğun sorumluluklarını üstlenmesini sağlarsa ve de adamı unutmazsa aşk bitmez. Aksine artar.

Anne-baba olunca daha bir bağlanıyorsun hem hayata hem de eşine. Birbirine iyi bakmalı çiftler. Çünkü yaşamı tümden değiştiren bu çocuk, iki kişinin eseri. Birer parçadır onlardan. Sakinliğini babadan alır, inatçılığını anneden; gözleri babaya benzer, ağzı çenesi de annesine belki... kim bilir.

Birbirini seven iki kişinin aşkını gösteren en büyük, en muhteşem şey değil midir çocuk? Aşkın meyvesidir çocuk. Sevgiyle büyütülmeli çocuk.

Aşk bitiyorsa burada bir hata yok mudur?

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Çocuk sahibi olmak için 20 neden

Hep yorgunluk, hep uykusuzluk, hep sıkıntı değil canım çocuk sahibi olmak. Son bir kaç yazıda bu yönde bir eğilim gösteriyorum. Çocuksuz olan ancak çocuk fikrine alışmaya çalışan arkadaşlarımdan uyarı geldi. 'Zorluğunu biliyorduk da korkmuyorduk. Sayende korkmaya da başladık' dediler. Benden pembe itiraflar, çocuk yapmaları için sebep istediler.

1. Sevdiğiniz adam bu sefer gerçekten bir parçanız oluyor. Bağlılık esas bundan sonra başlıyor.

2. İçinizde bir canlının büyümesini beklemek, onu hissetmek tarif edilebilir bir duygu değil.

3. Göğüslerinizin gerçek işlevinin ne olduğunu öğrenmek ister misiniz?

4. Çizgi film seyretmek için bahane yaratmak zorunda değilsiniz artık.

5. Bencil olmamayı öğreniyorsun, öğrenmek zorunda kalıyorsun.

6. Bu hayatta hiç kimseyi çocuğunu sevdiğin gibi sevemezsin. Başka bir aşk o. Her şeyden, herkesten üstün.

7. Çocuğun varlığı ile hissettiğin enerji ve mutluluk.

8. Evde devamlı 'aşkım aşkım' diye peşinde dolanan birinin varlığı. Hayır, koca değil.

9. Kalabalık, gürültülü, cıvıl cıvıl sofraların hayali.

10. Kayınvalidelerin oğullarını neden paylaşamadığını anlayabilmek için (erkek anneleri için geçerli madde).

11. Anne olduktan sonra edineceğiniz yeni arkadaşlar için.

12. Kendinize eskisinden daha iyi bakmak için gerçek bir sebep. Zamanı gelmeden çocuğunuzu bu hayatta yalnız bırakamazsınız çünkü.

13. Sevdiğiniz adamın çocukluğuna döndüğüne şahit olmak için.

14. Hafta içi, hafta sonu fark etmeyecek. Her sabah güne erkenden başlayacaksınız.

15. Kimsenin anlayamadığı bir dil konuşacaksınız. Bebeğinizi sadece siz anlıyor olacaksınız bir süre. Bu da insana ayrı bir haz veriyor.

16. Göğsünüzde daha önce bir bebek uyutmadıysanız eğer, neyi kaçırdığınızı bilmiyorsunuz demektir.

17. Bir otomobile o kadar eşyayı nasıl sığdırabileceğinizi öğreneceksiniz.

18. Evden 10 dakika içinde çıkmayı öğreneceksiniz. Çıktınız çıktınız yoksa evde kalırsın. Ya üstüne kusar bebeğiniz, ya da son anda karnı acıkır 2 yaşındakinin.

19. Mutlu etmek öyle kolaydır ki bir çocuğu... maddiyat önemli değildir. Sevildiğini hissetsin yeter.

20. Ev yapımı arkadaşlarınız var artık. Öyle zamanlar oluyor ki en iyi arkadaşının çocukların olduğunu hissediyorsun.

21. Kocanızı seviyorsunuz değil mi? Mucizeye hazırlanın. İkinize de benzeyen biri olacak evde.

22. Gece yarısı minicik bir elin yüzünüze dokunduğunu hissettiğinizde, bir gülümseme ile yeniden huzurla uykuya dalacaksınız.

23. Bir daha asla yalnız kalmayacaksınız.

24. Biraz da genlerimizde var çocuk sahibi olma isteği. Üreme iç güdüsü; her ne kadar bastırmaya çalışsanız da gün gelir aklınızın bir köşesine yapışır kalır. Kazımaya çalışırsınız çıkmaz.

diye başlık atmıştım ama baktım yazdıkça aklıma geliyor. Bu liste uzar gider. Eğer istiyorsanız yapacaksınız demektir. Sonra pişman olursunuz. Zaten hiç istemiyorsanız çocuk sahibi olmak, bu satırları okuduğunuz Bebek&Çocuk sayfasını açmazdınız :) Öyle değil mi?

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Anne İtirafları

Annelik hakkında yazmayacağım bu sefer, diyorum. Ardından bir şey oluyor, bir şey görüyorum, tutamıyorum kendimi.

Bugün de böyle oldu. Bebeğinin henüz 3 aylık bile olmadığını tahmin ettiğim bir anne, belli ki bunalmış evde. Bebeğini koyduğu gibi pusete atmış kendini dışarıya. Soluklanmak ve minik kızını emzirebilmek için girdiği cafe'de tam yanıma oturdu. Bebeğinin mis gibi süt kokulu teni burnumun direğini sızlattı. Oğlumun o zamanki hallerini, süt kokusunu özlediğimi fark ettim. Anne telaşlı, bitkin, bıkkın. Ağlıyor kucağındaki yavru. Emzirmeye başlıyor. Yok, rahat edemediler bir türlü. Anne sakin olabilse; bebek de huzura erecek aslında, haberi yok. Yardım etmeyi teklif etsem?!? Gerçi ne yapacaktım ki? Bu arada kadın söylenmeye başladı: 'Ben kim, anne olmak kim? Salak ben'.

Aynı dönemlerde ben de bunlara benzer ne cümleler sarf etmiştim, aklıma geldi. Bazılarını ulu orta söylerdim, bazılarını kendime bile itiraf etmekten korktuğum için dile getirmez, aklımdan uçup gitmeleri için uğraşırdım. Oysa bunun tam tersini yapmalı insan. Sıkıntıları, pişmanlıkları koca koca harflerle belirtmeli, rahatlamalı.

Anne İtirafları

No:1 Günlerdir hastalıklarla uğraşıyorum. Sıkıldım, bunaldım. 'Bir ben hasta olamadım. Keşke ateşim falan çıksa da birileri de bana baksa' diye içimden geçirir oldum.

No: 2 Doğum sırasında bir ara sancılar yüzünden 'değer mi?' diye düşündüm. 'Sezeryan bundan daha kötü olabilir miydi?'. Meğer değermiş. Bebeğini normal yolla dünyaya getirmenin zevki, mutluluğu tarif edilemezmiş. Ama işte, aklımdan geçti.

No:3 Emzirmekten öyle acayip bir keyif almadım. Oh be! Sonunda söyledim. Gerçek bu. Yine de 1 yaşına kadar emzirmek için uğraştım. Anne sütünün ne kadar önemli olduğunu, bebeğimin de buna ihtiyacı olduğunu bildiğimden canım da yansa emzirdim. Aksi düşünülemez bile.

No:4 Her uyku krizi yaşadığımızda ‘annelik benim neyime?’ atakları geçiriyorum. Hala!!!

No:5 Bizim ufaklığı annemlere bırakıp arkadaşlarımızla yaptığımız 4 günlük kaçamak için kendimi hiç kötü hissetmedim. Aksine o seyahatten yenilenmiş ve enerji dolu olarak döndüm

No:6 İkinci çocuk için hazır değilim. Zaman da geçiyor. Yaş farkı çok olmayan çocuklarım olsun istiyordum oysa. Nasıl yaparım hiç bilmiyorum. Üstelik geçen gün annem de bende böyle bir potansiyel görmediğini söyledi.

No:7 İş dolayısıyla haftanın bir kaç gününü ayrı geçirmeye alışmış bir çiftiz. Bazen bir hafta-10 gün aynı evde olunca sorusu kaçıyor ağzımdan. Meğer kimilerinin garipsediği hatta eleştirdiği kısa ayrılıklar, bize nefes alma şansı veriyormuş. İnsan kocasından da sıkılır mı? Eh bazen. Devamlı birinin dibimde olması mı gerekiyor?!? Onu özlemeyi seviyorum ben sanırım. ?

No:8 Bazen her şeyi bırakıp gitmek istiyorum.

No:9 Sevgili olduğumuzu hayal ediyorum. Plansız programsız yaşadığımız günleri özlüyorum.

Anneler, şimdi başlayın düşünmeye. En başından itibaren yaşadıklarınızı bir bir hatırlayın. Pişman olduğunuz şeyler yok mu? Ya da yapamadıklarınız, korkularınız, sıkıntılarınız, beklentileriniz... itiraf edin. Kimseye değil kendinize sadece. O bile yeter.

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Çocuktan sonra yaşam(!) var mı?

İnsan bir kere anne-baba mertebesine ulaştıktan sonra geri dönüşü olmuyor. Bir zaman sonra bunalıp sıkılıp 'yok ben yapamayacağım, bu görev bana ağır geldi, kendime vakit ayıramıyorum. Teşekkür ederim ama ben almayayım, üstü sizde kalsın' diyerek iade edecek halimiz yok çocuğumuzu. İşte bu noktadan sonra aklıma yeni bir soru geliyor:

Daha açık sorayım;

Tamam biliyorum'den bahsediyoruz hep. Evde denge, ilişkilerde denge, disiplinde denge. Peki konu çocuklu hayat olunca dengeli miyiz? Yoksaçocuğum da çocuğum durumunda mıyız? Ya nefes almak, kendinle baş başa kalmak, evin dışında çocuksuz bir kadın olabilmek, kocanın aslında sadece bebeğinin babası olmadığını anlamak, kocanın seni arzuladığını fark etmek... bunlara da ihtiyacı var insanın. Bir anne, kadın olduğunu hatırladığında ya da yaptığı kısacık bir hafta sonu kaçamağında çocuğuna yer vermediği için kötü bir anne midir?

Düşüncesi bile bazen ürkütüyor, çelişkiye sürüklüyor. Oysa böyle olmamalı. Nerede denge? Ev dışında çalışan, bir ofis hayatı olan anneler sanırım daha kolay üstesinden geliyorlar bunların. Eve, çocuklarını özleyerek gelmiş oluyorlar. Gün içinde yaşıtlarıyla vakit geçiriyor olmanın verdiği bir rahatlama yaşıyorlar. Belki farkında değiller ve çoğu zaman 'keşke evde, bebeğimin yanında olsam hep' diyorlar ama çalışma hayatının insana başka bir dinamizm getirdiği ortada. Çocukla geçirilen zaman daha bir kaliteli oluyor sanki. İş ortamı stresin haricinde son derece keyifli olabilen sosyalleşme sağlıyot.

Çalışmayan, hayatı çocuğu olmuş bazı kadınlar tarafından eleştiriliyorum sürekli. Şikayet ediyormuşum çocuklu hayattan. Madem yapmışım çocuğu ayıla bayıla, bakacakmışım ses çıkarmadan. Çocuğum ileride bu yazdıklarımı okursa üzülür, 'annem beni istemiyormuş' diye düşünürmüş. Artık anneymişim. Ruhani bir varlığım ben anlayacağınız. Bu 'anne' olmak ne büyük bir mesele kimileri için. Bana öyle geliyor ki kadın olduklarını tamamen unutuyor bu ruh halinde olanlar. Annelik öyle muhteşem bir şey ki gözleri kamaşıyor adeta. Hep anne olmak istiyorlar. Uykusuz kalmaya madalya verilse göğüslerini gere gere taşımaktan memnun olacak haldeler. Fedakarlığın sözlük anlamı bile yetmiyor onlara. Eşmiş, dostmuş önemli değil artık. Varsa yoksa çocuklar. Başka bir konu hakkında fikirleri de kalmıyor. Dünyada neler olup bitiyor, savaş mı çıkacak, benzine zam mı gelmiş, umurlarında değil. Umurlarında olur belki de farkında değiller, diyelim. Hele hele çocuk harici bir program yapmak?!?! Şakası bile komik değil. Böyle acayip bir şey işte annelik. Bir dönem hepimiz geçtik bu tünelden. Çabuk çıkmaya bakmalı aydınlığa. Yoksa olmayan denge yüzünden tepetaklak olur hayat.

Bir de benim gibiler var. Evden çalışan anneler. Hem şikayet ederiz devamlı evde olduğumuz için, hem de çocuğumuzu kimmmmselere bırakamayız. Onunla aynı havayı solumazsak yaşayamayız zannederiz. Tabi bir yandan da 'akşam olsa uyusa' diye aklımızdan geçiririz. Ama genel anlamda mutluyuzdur. Öyle hissederiz en azından. Çok yoğun olmasa da, dışarıya toplantılar harici çıkmasak da çalışıyor olmanın verdiği hazzı küçük çaplı da olsa yaşarız. Hem birisi kucağımızda çocuğumuzla gördüğünde 'eee sen neler yapıyorsun bakalım?' diye sorduğunda gururla 'çalışıyorum, evden çalışıyorum ben' diye gözümüzü devire devire cevap veririz. Bazıları kodlarımızı hemen çözer: . Kariyer odaklı bir hayat olmadığı belli bizimkinin.

Duyanlar görenler 'a süper, çok şanslısın' der. Fena sayılmaz elbette ama bu sefer de şikayet etmeye hakkımız olmuyor. Çalışan kadın yorgun, stresli. Çocuğunu görememekten bir de eve gidip iş yorgunluğu üzerine ev işi ve çoluk çocuk ile uğraşmak zorunda olduğundan şikayet eder. Çalışmayan anneler ise kronik yorgun. Bütün bir gün çoluk çocuk peşinde koşmaktan, ev düzenini sağlamaktan başka bir şey yapmadıkları, yapamadıkları için hem yorgunluktan hem de asosyal olmaktan yana şikayet ederler. Oysa bizim şikayet edecek neyimiz var? Haklılar. Herkes kendince haklı. Her işin, her durumun zorluğu başkadır. Çekmeyen, yaşamayan anlayamaz.

İşte bu tespitlerim beni 'Çocuktan sonra yaşam var mı?' sorusunu sormaya itti. Bir kere kendiniz bir dengeye koymaya çalışsanız bile çevreden 'sen annesin', 'siz anne-babasınız', 'çocuğunuz var ama' hatırlatmaları yapılıyor. İyi de ben biliyorum durumu. Çocuk benden çıktı.(!) Bazı hayaller kurarken, planlar yaparken dahi çocuklu olduğumuz mutlaka gözümüze sokuluyor. İnsan biraz da bencil değil midir? İtiraf edelim şimdi. Sırf kendinizi düşünmüyor musunuz bazen veya 'beni kim düşünüyor, ben neyim, kimim, kimin umurunda?' diye ağlamak gelmiyor mu içinizden? Gelmesi lazım. Normali bu. Kendimizi düşünmezsek, sevmezsek devam edemeyiz yaşamaya. Tükeniriz. Yitip gideriz.

O yüzden önce kendimizi seveceğiz, kendimize iyi bakacağız ki her şey iyi olsun!

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Evdeki Huzurun Anahtarı: Çocuğu Anlayabilmek!

¨Evdeki huzur, asıl zenginlik budur.¨ diyordu ya reklamda… Senelerdir aklımda o cümle.

Evlenmek, bir yabancıyla -evet, benden başka herkes yabancı oluyor bu durumda- evi, yatağı, hayatı paylaşmak hiç de kolay değil. Tamam sevgiliyken özlemini duyarız, ”şöyle kendimize ait bir hayatımız olsa, sadece biz olsak…” deriz, derdim, dedim. Meğer madalyonun diğer yüzü olduğunu unutmuşum ben. Zevkleri, hayata bakış açıları tamamen farklı iki insanın birbirine uyum sağlaması, bencillikten arınması, bazen sadece karşısındakini düşünmesi, sırf o istiyor diye salatanın içine sirke koymamasıymış esas iş.

Açıkçası biz anlaşamayan ama anlaşamadığı için daha çok eğlenen bir çiftiz. Öyle sakin değildir hayatımız. Durağan, sessiz olamadık hiç, yani genelde ben. ‘Kavga etmeyen, sorunlarını tartışmayan çiftler sağlıksız ilişki içindedirler.’ denir ya hep… öyleyse biz son derece sağlıklıyız. Biraz benim çenemin düşüklüğünden de şenleniyor ortalık, hatta bazen tartıştığımız konunun ne olduğunu bile unutuyoruz. Artık konuyu nerelere çektiysem ben… bu sefer başlıyoruz gülmeye. İşte bizim evdeki huzur, bu küçük çekişmelerle sağlanıyor. Tuhaf mı geldi kulağa? Tuhaf değil aslında çünkü her ikimiz de aklımızdakileri paylaşıyoruz. Aynı fikirde olmasak bile birbirimizi dinliyoruz. Sonuç: çözüm belki bulunamadı ama paylaştığı için herkes mutlu.

Bazen düşünüyorum, ¨ben sakin, daha az konuşan bir kadın olsam hayatımız nasıl olurdu?¨diye. Kendime yer bile bulamıyorum bu hayalde. Huzursuz oluyorum çünkü kimsenin konuşmadığı sessiz, sorgusuz, renksiz evlerde. Bu hararetli, hareketli ve aslında oldukça neşeli yaşamımıza biri daha katıldı. Bizim evdeki ibre artık sadece onu gösteriyor. Henüz 2 yaşındaki bu miniğin en iyi şekilde yetişmesi, sağlıklı, mutlu bir çocuk olmasından başka düşüncemiz yok. O büyürken, biz de büyüyoruz. Dünyayı onunla birlikte yeniden keşfediyoruz.

Buraya kadar her şey harika. Gelelim bizim eski alışkanlıklarımıza. Peki bir konu hakkında tartışma çıktı, çıkacak veya küçük bir sürtüşme… Ne yapacağız? Çocuğa, ‘anne ile baba kavga etmiyor, sadece küçük bir fikir ayrılığı, merak etme.’ diyemezsin ki, anlamaz ki. Endişelenir, rahatsız olur, mutsuz olur. İşte biz de kendimizi frenlemeyi -özellikle de ben-çenemizi tutmayı öğreniyoruz oğlumuzun varlığı sayesinde. Önemsizse ‘amann boş ver’ deyip geçiyoruz. Bazen birbirimizi de uyarıyoruz. ‘Dikkat edelim, şakalaşırken bile sesimizi yükseltmeyelim’ diyoruz.

Son zamanlarda 2 yaş sendromu ataklarına maruz kalıyoruz. Çok şiddetlenirse, bazen ben de atak geçirecek gibi oluyorum ama sonunda kadar dayanıyorum. Duymamazlıktan, görmemezlikten geliyorum. Sakin olmaya çalışıyorum ama geçen gün gözlerimle desteklediğim kızgınlık ifademi unutmuşum suratımda. Vayy sen misin kötü kötü bakan çocuğuna. Bizimki bir iç çekme, bir damla göz yaşı ile gidip merdiven başına oturmaz mı? Oscar mı verirsin küçük beye? Kendine iki tokat mı atarsın? Düşün dur. Gittim oturdum yanına. ¨Söyle bana ne istiyorsun¨ dedim. ¨Anlayamıyorum seni çok özür dilerim. Göster ne istiyorsun?¨ Bir şeyler geveliyor. Anlamakta zorlanıyorum ama deniyorum. Gözlerine içine bakıyorum. 'Anlat bana' diyorum.

Koray merdiven kapısına tırmanmış, bir yandan da bağırırken yakalanmıştı bana. Sesini yükseltmeyen bilinçli anne(!) ben nasıl baktıysam artık çocuğa, olduğu yerde kaldı. Meğer çamaşır makinesinin sesini duymuş. Gidip bakmak istiyor. Gittik, seyrettik, içinde ne var tahmin etmeye çalıştık. Düğmelerine basmak için savaş verdi ama annesi son ana kadar direndi:) O kadar mutlu oldu ki günün geri kalanında ne huysuzluk, ne de başka bir şey. Belki de diyorum, annesi onu anlamaya çalıştığı için, kendisi de derdini anlattığı için sakinleşti, huzura erdi. Bu tecrübenin ertesi günü, yataktan daha mutlu kalktım. Çünkü gece oğlumun sıkıntısını nasıl çözdüğümüzü düşünerek uyudum. Birbirimizi anlamıştık sonunda.

Nasıl ki bizim evliliğimizin kilit noktası yerli yersiz, gerekli gereksiz her şeyi konuşmak ve tartışmaktan geçiyor; minik oğlumuzun da diyeceği bir kaç şeyi olmasından doğal ne var ve bunu benden başka kim daha iyi anlayabilir?!?

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Bir Annenin 'Ateş'le İmtihanı

İki gündür sınandığımı hissediyorum. Hem annelik, hem eş hem de insanlık vasıflarım adına.

Bana göre daha sık hastalanan ve çabuk ateşlenen bir kocam var. Öyle sıradan ilaçlara, ev yapımı limon-bal-sıcak su olayına da pek inanmadığından ikinci gün antibiyotik almaya kalkar. Ben itiraz ederim, o bir şeyler söyler, ben kızarım, o daha çok kızar, bu sefer ateşi çıkar gibi olur, ben 'iyi aman al antibiyotiğini' derim. Bu arada o da boş durmayıp 'sen de hasta olacaksın bak görürsün' gibi şeyler söyler ama ben çoktan kulaklarımı onun sözlerine tıkamış olurum. Şu son 10 sene içerisinde sadece bir kere evet çok ciddi bir grip geçirdim. O zaman da antibiyotik değil ateş düşürücülerle dolu bir serum yedim 2 gün. Böyleyim ben.

Koray'ı da kendim gibi büyütmeye kararlıyım. Az giydiririm. Doğduğundan beri her gece yatmadan önce banyo yaptırırım, serin su içiririm, fanila filan hayatta giydirmem. Daha doğrusu terlemesine izin vermem. Çocuk terlemezse hasta olmaz, diye düşünüyorum ben. İlaçlara karşı zaten alerjim var. Antibiyotik türevi babamın tabiriyle 'zehir' ilaçlarla mümkün olduğunca geç tanışmasını sağlamaya çalışıyorum.

- -

Pazar günü kesik kesik öksürmeye başlayan babamız, ertesi sabah yataktan perişan kalktı. Biraz da oğlana geçmesini engellemek düşüncesiyle soluğu eczanede aldı. Elinde antibiyotiği ile(elbette doktor kontrolünde) bizden ayrı yaşamaya karar verdi. Yatağını alt kata taşıdı. Ne var ki çoktan bulaşmış oğluma hastalık. 39 derece ateşle uyandık sabaha karşı ve bir türlü verdiğimiz ateş düşürücüler kar etmiyordu. 39'un altına indiremiyorduk ateşini. Çare yok soğuk suya sokacaktık. Kucağımdan indirmeden küvete girdim onunla. Serine yakın suyu ayaklarına tutmaya başladığımda bana öyle bir bakış attı ki... 'Neden?' diye soruyordu gözleri. Ve bizim zavallıcık ilk defa ağlamaya başladı. 'Anne, aç sıcak, anne' diye tir tir titriyordu. Babası bir taraftan sakinleştirmeye çalışıyor, Koray da ona yalvaran gözlerle bakıyordu. Suyu yavaş yavaş bacaklarına, kollarına, koltuk altına doğru dökmeye çalışıyordum. 'Koray lütfen ağlama, lütfen lütfen' diyordum ama beni, bizi, neden bunları yaptığımızı anlaması çok zordu. Babasının ellerini tutuyordu. Bir baktım onun da gözlerinden yaşlar süzülüyor. 'Bari sen yapma' dedim. 'Senin ağladığını görmesin, sen babasısın, kahramanısın, kurtarıcısısın, lütfen ona bunu belli etme' dedim. Dedim ama o an yaşadıklarım kelimelere sığmaz.

Kocaman bir havluya sarıp sarmaladığı oğlunu yatağına götürdü babası. Isıtmamak da lazım ama içimiz el vermiyor. Kalbim daha hızlı atmaya başladı sıkıntıdan ve üstelik sadece yarım derece düşürebilmiştik ateşini. Bütün bu gözyaşları yarım derece içindi. 'Olsun' dedim. İndi ya. Ağlamaktan, ateşten ve uyku yapan ateş düşürücü yüzünden ayakta zor duran, bir yandan da hala titreyen ufaklığım 'anne kucak' diye inledi. Kucağıma aldım, uyku müziğimizi açtım. Dans ede ede, etrafımda döne döne sakinleştirdim onu. Koray'ın rahatladığını gören Sarp'ın gözündeki son damla da aktı. Geldi oğlunu öptü, benim alnıma bir öpücük kondurdu.

Bir kaç saat sonra 40.6'yı gösteriyordu termometre. 'Olamaz' dedim. 'Olamaz, imkansız'. Ama doğruydu. Kendimi de ölçtüm çünkü. Termometre doğru gösteriyordu. Koray'ı yataktan kaptığım gibi bu sefer daha da soğuk suya soktum. Bir an bile tereddüt etmeden. 'Ağlama, ağlama ne olur ağlama' diye belki yüz kere tekrarladım ama anlamıyordu. Baygın halde yattığı yataktan annesinin onu neden götürüp buz gibi suya soktuğunu anlayamıyordu. Üstelik ateşi çıkan bilir; o su çok soğuk olmasa bile insanın dayanması zordur. İğneler batıyor gibi hissederdim ben. Kim bilir oğlum neler hissediyordu, aklından ne geçiyordu? Ben onu ağlatıyordum. Acaba böyle mi zannediyordu?

Baygın ama ateşi fark edilir şekilde düşmüş olarak aramıza aldık yine. Sayıklıyordu. Sanırım babasıyla uydurdukları 'domatesin sapı' şarkısını mırıldanıyordu. Dokunmaya çekiniyorduk vücudunun ısısını arttırmayalım diye. Islak havluları etrafına serdim. Onu uyandırmadan, ürpermemesine uğraşarak ateşini biraz daha düşürmeye çalışıyorduk. Çaresiz durumdayız. Tekstilci kocam 'buldum' diye yerinden fırladı. Bir kaç dakika sonra elinde kumaş parçalarıyla geldi. Soğuk kumaş bu dedi. Yok nanoteknoloji ürünü bir şey değil :) Floş kumaştan bahsediyor. Gerçekten de serinlik hissi veriyor. Koray'ın üstünü örttük. Kumaş ısındı 10 dakika içinde. Bu arada kumaşları buzdolabına koyma fikri geldi aklıma. Fikir güzeldi de bizim soğuk kumaş daha da soğuduğundan Koray bir sinirle ağlamaya başladı. 'Bravo!' dedim kendi kendime.

Neyse ki uykuya çabucak döndü. Islak havluları yeniden yerleştirip ortalığı daha fazla karıştırmamaya karar verip usulca yanına uzandık. 'Anne baba' diye neşeli bir sesle uyandığımızda saat 7.00'dı.

- -

O gece hiç bitmeyecek gibi gelmişti. Yaşadığım en kötü şeydi. Benim ilaç vermeme inadım yüzünden ateşi bu kadar yükseldi diye düşünmeye başlamıştım bir an. Daha sonra Hızla düzelmeye başladı. Yüzünün rengi değişti, al al yanakları sakinledi. Buz kesmiş ayakları normal ısısındaydı artık. Kazanmıştık savaşı. Kazanmıştık ama;

Nasıl bir anneydim ben? Çocuk ateşli hasta. Vücudu kendi kendine savaşmayı öğrensin diye 40 derece ateşe, buzlu sulara dayanmasını bekledim ve üstüne üstlük bütün gece ağlamasına izin verdim. Ne o antibiyotik almayacak. Değer miydi?

Nasıl bir eştim ben? Oğlunun çektiği sıkıntıya dayanamayıp ağlayan adama kızıyordum.

Sadece annelik tarzım değil benim 'doğal'lık. İç güdülerime güvenirim. İnsanın bedenine bir şans vermesi gerektiğini düşünüyorum. Hastalıkla savaşırken de ilk fırsatta ilaçlara uzanmak yerine kendi içimize dönmeliyiz. Denge yaşamımızın her anında olmalı. Bir çocuk yetiştiriyoruz üstelik. Henüz ilk hastalığında vücudunu 'zehirle' doldurmak yerine kendi gücünü göstermesi için uğraşmalıyız. Ya gerçekten ilaca ihtiyacı olduğunda yetmezse verilenler?

Hastalandığında da ağlamıyorum. Ağlamayacağım. Oğlum benim ağladığımı görmeyecek. Annesinin üzgün, çaresiz olduğunu anlamasına bu yüzden de kendini güvensiz hissetmesine asla izin vermeyeceğim. O, benim kollarımda huzuru, mutluluğu, güveni bulmalı.

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Yorgun 'Yeni' Annelere Söyleyeceklerim Var!

Geçenlerde önce yeni doğum yapmış olan, sonra da kızı henüz 2.5 aylık iki arkadaşımla buluştum aynı gün içinde. İki ayrı portre. Hem üzüldüm hallerine, hem güldüm. Ardından kendimi hatırladım ve gülmekten vazgeçtim. Çünkü insanın kendini en berbat hissettiği dönem yeni doğan bebeğine ve yeni yaşamına alışma dönemi olan ilk 3-4 ay. Üstelik ben öyle tecrübesiz de sayılmazdım. Küçük kuzenlerim elimde doğdu. Hatta şu an 10 yaşında olan, az kaldı elime doğuyordu. Hastaneye zor yetiştirmiştik kuzenimi. Onları yıkadım, besledim, uyuttum. Onlarla parka gittik, resim yaptık, beraber tatillere çıktık. Kısaca hem bebek bakımı hem de çocuk gelişimi hakkında bilgisiz değilim. Eh rahat biriyimdir de. Gereksiz panik yapmam, pimpirik hiç değilimdir. Çocuk düşe kalka büyümeli, çıplak ayak yürümeli bana göre.

İyi de yeni doğan oğlum ikinci gece saat başı uyanmayacaktı ki. Kimse bir şey dememişti. Meme uçları da acıyormuş, biliyorum onu anlatmışlardı ama ben böyle acı görmedim Sanki derimi yüzüyorlar. Gözümden yaş gele gele emzirdim. Topu topu 10 gün sürdü bende meme ucu arızası. Sonra unuttum. Asıl bu uyku konusu dağıttı beni. Gündüz de pek bir başarı elde edememiştim. Bizim oğlan 2 saatte bir uyanıyor. Ben per perişan. Annem oğlanın odasında yatıyor, gece uyandığında yanıma getiriyordu. Ayak seslerini duyunca irkiliyordum bazen çünkü ben bir önceki uyanıştan sonra henüz dalamamıştım bile. Sürünerek kalkıyordum.

Böyle on gün, on beş gün, yirmi gün geçti. Annem 33.gün ‘ben bir babana da bakayım’ dedi ve bir kaç günlüğüne evine döndü. Annemi yolcu ettikten sonra kocamın da evden çıkıp işe gittiği o pazartesi sabahını unutamıyorum. Kendimi hiç o kadar çaresiz hissetmemiştim. Hayır ‘bu bebeğe nasıl bakacağım’ diye ağlamıyordum. Uykusuzdum ve enerjim yoktu. Koray kucağımda bir türlü uyumuyor. Gazlı Bebek’ti onun adı. Emzirdikten sonra yarım saat gaz çıksın diye dolanıp dururduk. Dakikalarca da gaz masajı yapardım. ‘Rahatladı, uykuya geçti, derinleşti’ diyorum salondaki koltukta hazırladığım yere yatırıyorum. Ben daha kendime gelemeden başlıyor vızıklamaya. Ağlamıyor da vızıklıyor. Memmuniyetsiz belli. ‘Sütüm mü yetmiyor acaba?’ diye düşündüm. Olur ya çocuk doymuyor, sık sık uyanıyor. Doktorda aldım soluğu en sonunda. Kilosu-boyu gayet iyiydi tabi ki. ‘Derdi sensin İrem’ dedi o gün Deniz Hanım.

Nasıl yani hep tepemde mi olacaktı bu velet? İyi de ben yarım saat banyo keyfi yapmak istiyorum. Gece hiç uyanmadan 4-5 saat uyumak, gündüz de 2 saat ayaklarımı uzatıp boş boş bakmak istiyorum tavana. İşte o zaman anladım böyle bir şeydi. Uykusuzluğa alışacaksın biiirr. İkincisi de artık tek başına değilsin. Kendinden önce ve de daha fazla düşünmen gereken bir minik canlı var hayatında. Senin uykusuzluğun, hastalığın, keyfin vız gelir ona.

‘ Muhteşem bir şey değil mi?’ diye soruyorlardı oldukça tecrübeli, çocukları 10 yaşının üzerinde olan hafızalarının o kısımlarını yitirmiş anneler. Muhteşem olan şey kokusuydu en çok, minicik burnu, kocaman elleri, ekmek kıvamındaki ayakları ama ben anneyim diyebileceğim pek bir şey yapmıyordum ki. Mandıradaki ineklerden hallice bir canlıydım. Süt verme dışında gaz çıkartma, banyo yaptırma, alt değiştirme ve uyutma gibi fonksiyonlarım vardı.

Kendimi en mutlu hissettiğim anlar annemin kapıda belirdiği zamanlardı. Kuzenlerim, yengem, arkadaşlarım hepsi yardım çağrım için hazırda bekliyorlardı ama ben çalışmayan, ev işleri için de bir yardımcısı olan genç bir anne olarak kendi bebeğime bakamayacak mıydım? Bunu kabullenemiyordum. Bir tek annem lafımı dinlemeden, beni kurtarıyordu o hastalıklı ruh halinden. ‘Kızım sen de git yat, uyu’ diyordu herkes bir ağızdan. Çok kızıyordum bu söze. Hem uykuya çabuk geçemiyordum, hem de 1 saat hatta yarım saat bile olsa kollarım, memem, kucağım boş kalsın istiyordum. Gazeteye bakayım, iki yudum kahve içeyim diyordum. Büyükler ise ‘git uyu’ diye diretiyorlardı.

İlk 4-5 ay böyleydi. Koray, yavaş yavaş katı gıdaya geçiş yapıyordu. Gaz derdimiz bitmişti. Emekleyeme başladı başlayacak. Döne döne ilerliyordu evde. Gülücükler atıyordu. Oyuncaklar ilgisini çekiyordu. Gün daha çabuk geçiyordu. Yine kısa kısa uyuyordu ama artık anlaşabiliyorduk. Birbirimizin dilini çözmüştük. Gece? Çocuk gece emdiği sürece uyanıyor. Bunu kabul etmek lazım. Gece emmeyi bıraktığınız anda sabaha kadar uyursunuz demek isterdim ama Koray o zaman da deliksiz 12 saat uyumadı. Gece yarısı 1-2 kere uyandı. Bu sefer de beni istiyordu. Bazen yanıma alıyordum bazen de yanına gidip iki pış pış yapıyordum. Gece yanıma alıyor olduğumu da herkese söylemiyordum eleştirilirim diye. Kafa da çalışmıyormuş bende. Başkasına ne ki?!?!

İşte o lohusa arkadaşlarımı ziyaret ettiğimde bir baktım etrafta bir sürü ses, fikir var. Hele yeni annenin başı fena halde dertteydi. Kızcağız ağlamaklı bakıyordu suratıma. ‘Merak etme, bunların hepsi yaşanıyor. Başka çare yok. Nasıl yaşamak istediğine sen karar ver’ dedim. ‘Haberin olsun bu çocuk 1-2 haftaya gaz sancısı çekmeye başlayabilir. Sonra , serzenişinde bulunmayın:) Ha bir de uykuya güle güle diyebilirsin. Umarım kısa sürer’ dedim. Arkadaşımın suratında bunları daha önce ona kimsenin bu şekilde anlatmadığını belli eder bir ifade vardı. İşte o zaman çok güldüm. Sonra kulağına fısıldadım: G E Ç E C E K.

Çünkü bana da ‘Geçecek’ dediler. İnanmadım, kızdım. Meğer gerçekten de geçiyormuş. Şu anda derdimiz başka mesela. Tuvalet konusundayız. Bir de geceleri hala uyanıyor ve yanımızda yatmak istiyor. Yatsın. Biliyorum bu da geçecek.

1. SAKİNLEŞ. Yavaştan al. Bebeğin yeni dünyaya panik ve arızalı bir annenin kollarında alışmak durumunda kalmasın.

2. Evle ilgili SORUMLULUKLARINI AZALT. Lütfen bir süre sadece anne ol. Bırak çamaşırlar o gün ütülenmesin veya dolabın üstü tozlu kalsın.

3. UYU. UYU. UYU. Bulabildiğin ilk fırsatta, kısacık da olsa UYU. Bebeğin gözünü yumduğu anda sen de kapat gözlerini. 'Benim hiç hayatım kalmadı' diye ağlayacağına UYU. Bak nasıl enerji ve sütle doluyorsun?!? Gerginliğin de nispeten azalıyor.

4. Her türlü YARDIMI KABUL ET. Bebeğini ver yarım saat bir arkadaşına, annene, komşuna. Onlar sallasın biraz da. Git sıcacık bir banyo yap. Cildine krem sür, saçlarını tara. İnsan gibi görün. Sonra da aynaya bak. Yenilendiğini gör. Anne olmanın insanın beynindeki gizli saklı odacıkların bir kısmını açtığına inanıyorum ben artık.

5. Bebeğin ASLINDA AĞLAMIYOR. Yani ağlıyor da başka türlü derdini nasıl anlatacağını bilmediği için ağlıyor. O yüzden hele hele yeni doğan bebeğin her ağladığında lütfen kollarına al. 'Kucağına alma, alışır' diyenlere de benim telefon numaramı ver. Sırf senin kokuna ihtiyacı olduğu için de ağlıyor olabilir. Çünkü onun kendini güvende ve sevildiğini hissettiği tek yer senin kolların.

6. Hem kendinden hem de bebeğinden fazla bir şey bekleme. DURUMU KABULLEN: Sen yorgun, tecrübesiz yeni annesin, o da henüz nerede bile olduğunu anlayamayan bakıma muhtaç bir küçük bebek.

7. Etraftan gelen eleştirileri veya bebek karşılaştırılmalarını DİNLEME. Her bebek farklıdır. Onlarınki koydun mu deliksiz 8 saat uyuyor olabilir. Olsun senin bebeğin de eminim çok iştahlı olacak. Üstelik kimse bebeğinin olumsuzluklarını paylaşmaz. Hep iyileri söylerler. Deliksiz uyurlar hep, boyları kiloları ortalamanın hep üstündedir. Çok usludurlar, çok zekidirler bla bla bla... iştahsızlıklardan, ağlama krizlerlerinden falan kimse bahsetmez. O yüzden senin moralini bozacak sözlere kulağını tıka ve bu tip insanları da bir süre kendinden uzak tut.

8. ŞÜKRET. Bir çocuk sahibi olabildiğin için.

9. DUA ET. Sağlıklı, mutlu ve şanslı olması için.

www.slingomom.com

Yazının devamı...

Erkekler uyurken ağlayan bebeklerin seslerini duymuyorlar! Kadınlar? Tabi ki duyuyoruz.

Bir baba, gece yarısı çocuğunun ses çıkardığını veya ağladığını nasıl duymaz? Duyuyorsa da ne zaman algılar bebeğinden geldiğini bu sesin?

MindLab Enstitüsünün çalışmalarına göre, kadınların çocukları olsun ya da olmasın annelik içgüdüleri sayesinde küçük çocuk ağlamaları ile uyandıkları ortaya çıkmış. Erkekler ise araba alarmı, sinek vızıltısı ve rüzgar sesiyle yataklarından sıçrarlarmış. Üstüne üstlük erkekler, kadınlara göre çok daha çabuk uykuya geri dönebiliyorlarmış.

Başka bir çalışmaya göre de tehlikelere/sorunlara karşı farklı davranış gösteriyormuşuz erkeklerden.Erkekler daha çok fiziksel reaksiyonlara karşı tepki verirken, biz kadınlar, duygusal sıkıntılardan daha çok etkileniyormuşuz. Bir çok anne, gece yarısı ağlayan bebeğini duymadığını iddia eden kocasının uyuma numarası yaptığından şüpheleniyormuş. Oysa kocalarımız masummuş. Bebek ağlaması bir kadını uyandıracak seslerin başında gelirken, bu ses erkekler için ilk 10′da bile değilmiş yapılan araştırmalara göre. Bu büyük fark her iki cinsin beyin altbenlik aktivitelerinin ölçümü sırasında ortaya çıkmış.

MindLab, uyku sırasında rahatsız eden sesleri cinsiyetlere göre ayırmış. Bu listeye göre erkekleri uykularından uyandırabilecek sesler:

1. Araba alarmı

2. Rüzgar uğultusu

3. Sinek vızıltısı

4. Horlama

5. Tesisattan gelen sesler

6. Cırcır böceği

7. Acil durum sirenleri

8. Saat tıklaması

9. Matkap

10. Damlayan su sesi

Kadınları uyandıran sesler ise şunlar:

1. Bebek ağlaması

2. Damlayan su sesi

3. Dışarıdan gelen kavga sesleri

4. Horlama

5. Sinek vızıltısı

6. Matkap

7. Sirenler

8. Araba alarmı

9. Rüzgar uğultusu

10. Tesisattan gelen sesler

Kısacası kocalarımızın beyin aktivitesi bizimkinden farklı. Uyku sırasında onları alarm durumuna geçirebilecek sesler kadınlara göre farklı. Biz kadınlar duygusal ortamlardan hemen etkileniyoruz. Bu genlerimizdeki annelik içgüdüsünden kaynaklanıyormuş. Çocuk olsun, olmasın.

www.slingomom.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.