SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

'Yeni isimlere yatırım yapıp yeni yüzler keşfetmek istiyoruz'

Pastel Film'in yeni nesil yöneticisi Efe İrvül babası Yaşar İrvül’den sonra devralacağı bayrağı çok daha ileriye başarıyla taşımayı hedefliyor ve “Dünyanın öncü, etkin yapımcılarından olmayı hedefliyorum” diyerek de iddiasını dile getiriyor. Bu güne kadar pek çok başarılı projeyle izleyenleri ekrana kilitleyen Pastel Film, Efe İrvül’ün girişimleriyle özellikle dijital yayın platformlarına yenilikçi bakış açısıyla ürettiği içeriklerle de kendi içinde yeni bir çağ başlatıyor. “Sektörde genç bir yönetici olarak bakış açım yenilikçi ve cesur” diyen Efe İrvül bugünlerde etkileyici bir uyarlama hikayenin üzerinde duruklarını anlatıyor. Yeni projeler yaratırken ise yeni isimler ve yeni yüzler arayışında olduklarını da belirten İrvül, “Oyuncu bazıyla düşünmek doğru olmayabilir doğru projede doğru cast başarı getirir. Pastel ile uzun yıllar boyunca beraber çalışacak yeni isimlere yatırım yapıp yeni yüzler keşfetmek de istiyoruz” diyor.

Dizi ve film yapımcılığında sektörün en genç ve başarılı isimlerinden birisiniz… Bu başarıyı içine doğduğunuz kurulu bir düzene mi borçlusunuz yoksa her şartta ve koşulda bu başarıyı elde eder miydiniz?

İçinde doğduğum kurulu düzenin tabii ki etkisi büyük oldu. Ben, babamdan etkilenerek bu sektöre yöneldim fakat şartlar her ne olursa olsun doğru strateji ve azimle başarının elde edileceğine inanıyorum.

Babanız Yaşar Bey ile hep aynı fikirde misiniz? Özellikle hangi konularda ortak görüşe sahipsiniz ya da değilsiniz?

Onun tecrübesine ve fikirlerine her zaman ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. Tabii ki aynı sektörde iki yönetici olarak farklı görüşlerde olabiliyoruz. Yaşar Bey'in tecrübesi ile benim yenilikçi bakış açım harmanlandığında önümüzdeki projelere katkı sağlayıp başarımızı daha da artıracağımıza inanıyorum.

Genç ve dinamik bakış açısıyla Pastel Film yapımlarını ne gibi yeniliklerle, gelişim ve dönüştürme çabaları içindesiniz?

Artık dijital dünyaya da adım atıyoruz ve dünyanın öncü ve etkin yapımcılarından olmayı hedefliyorum. Özgün projelerimizin yanı sıra yurt dışından format alarak veya kitaplardan uyarlamalar yaparak yelpazemizi geliştiriyorum. Daha yenilikçi ve sektörde ilk olacak projelere de adım atmaya hazırlanıyoruz. Ama en önemlisi yurtdışındaki yapım firmalarıyla ortak yapıma giriyor olmamız.

İçerik yapısının her geçen gün değiştiği ve artık çok daha akıllı bir izleyici kitlesinin olduğunun farkındayız. Özellikle Z kuşağı gibi yeni kuşaklara yönelik araştırmalarımız ve çalışmalarımız bulunmakta.

Dijitalleşen dünyaya yapım sektörü ve izleyenler ne oranda uyum sağlıyor? Bu anlamda sizin plan ve programlarınız arasında neler var?

Pandemi sürecinin de etkisi ile iyice hızlanan dijital dönüşüm tüm dünyada adeta zaman makinesi etkisi yaratarak dönüşümünü 4-5 yıl ileriye götürdü. Bu süre zarfında daha önce dijital platformlarla tanışmamış birçok insan bu platformlara üye oldu. Globalleşme ve pandeminin etkisi ile rekabet artık eskisinden çok daha fazla.

Genç kuşakla birlikte dijital mecraların sağlam bir izleyici kitlesi olduğunu görüyoruz. Artık Türkiye’de de farklı platformlar çıktı. Dijital platformların artmasıyla birlikte bu platformları kullanan kullanıcıların yaş ortalaması arttı, izleyici kitlesi değişti. Yapım şirketleri bunun farkında ve dijital proje yapıyorlar. Biz de çağa ayak uyduruyoruz. Dijital dünyadaki yenilikleri yakından takip ederek ona göre projeler hazırlıyoruz. TV ile dijital dünya arasında birçok farklılık mevcut. Dijitalde dinamikler bambaşka. Dijitalde büyük başarılara ulaşmak adına Pastel bünyesinde dijital projelerimizde bizlere destek olması amacı ile Pastel Digital Network adında yeni bir girişimimiz oldu. Pastel Film olarak geleceğe yatırım yapmaya devam edeceğiz.

“İzleyicilerin dijital ayak izlerinden topladığımız verileri iç görülere dönüştürüyor ve özel içerikler üretiyoruz"

Peki, son dönemde projeler hala kanallardan gelen taleple sipariş üzerine mi hayata geçiriliyor? Yoksa özgün içerikler eskiye göre arttı mı, nedir durum?

Kanallardan gelen taleple siparişler yerine izleyicilerdeki izleme alışkanlıklarını takip ederek projeler üretiyoruz. Her şeyin değiştiği gibi izleme alışkanlıkları da çok hızlı değişiyor. Bu alışkanlıkları önceden takip ediyor ve projelerimizi oluşturuyoruz. Dijital platformların artması ile birlikte izleyicilerin dijital ayak izlerinden topladığımız verileri iç görülere dönüştürüyor ve yaptığımız bu tespitler sayesinde hedef kitlelere özel içerikler ve projeler geliştirmeyi hedefliyoruz.

Siz özgün senaryodan mı, uyarlamalardan mı yoksa, izleyicinin ve kanalın beklediği işlerden mi yanasınız?

Pastel Film olarak bugüne kadar hep özgün senaryoları hayata geçirdik ama artık uyarlamalara da sıcak bakıyoruz. Uyarlamalarda da izleyicinin beklentisine cevap vermeyi hedefliyoruz. Ona göre projeleri seçiyoruz. Şu an etkileyici bir uyarlama proje üzerine çalışıyoruz. Bizim amacımız sürdürülebilir projeler üretmek.

Yapım şirketlerinin genelde her projesinde aynı isimleri sıklıkla görürüz. Buna da yapımcıların kadrolu oyuncuları yorumu yapılır. Sizin kadrolu, vazgeçilmeziniz olan oyuncularınız var mı?

Evet, biz de bazen farklı projelerde aynı oyuncularla çalışabiliyoruz. Bu hem oyuncunun senaryodaki karaktere uygunluğuyla hem de oyuncu ve yapım arasındaki memnuniyetle alakalı bir durum.

Beraber çalışmak, başrolleriniz olarak görmek istediğiniz isimler kaldı mı? Mesela hangi isimleri dizilerinizde partner olarak görme hayali kuruyorsunuz?

Oyuncu bazıyla düşünmek doğru olmayabilir doğru projede doğru cast başarı getirir. Beğendiğim yıldızlar var, evet ama önemli olan doğru projede bir araya gelmek. Bunun dışında Pastel ile uzun yıllar boyunca beraber çalışacak yeni isimlere yatırım yapıp yeni yüzler keşfetmek de istiyoruz.

Son dönemde neleri izliyorsunuz? Hangi yapımları beğendiniz? Hangilerine karşı nötr kaldınız?

Dijital platformların Türkiye’ye hızlı girişiyle hem ana akım hem de platformlarda çok fazla başarılı içerikler yayına girdi. Bu dönüşümün medya sektörüne çok büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Genellemeye vurduğumuzda yeni çıkan içeriklerin çoğunu beğenmekteyim.

Sizin özelinize dönecek olursak, hakkınızda özellikle bilinmesini istediğiniz neler var?

Özellikle şunu bilmenizi istiyorum; sektörde genç bir yönetici olarak bakış açım yenilikçi ve cesur. Sektörle ilgili büyük hedeflerim var. Bu hedeflerimi gerçekleştirecek kararlılığa ve zamana sahibim. Dünyada olduğu gibi Türkiye de dönüşüm içinde, seyirci de artık farklılık istiyor.

Yazının devamı...

"Sadece kendim için sanat yapmıyorum"

Tahran’da doğan ve savaş zamanı Kanada’ya göç eden, dünyanın dört bir yanında kişisel sergiler açmış ve bugün Türkiye’de yaşamına devam eden Arezo Khosroshahi bu kez son sergisi Midland Series ile sanatseverlerin karşısına çıkıyor. Daha önce birçok kez Galerist İstanbul, Pilevneli Project ve Mamut Art Project gibi sanatsal platformlarda çalışan sanatçı eserlerini görmek isteyenleri 4 Ağustos - 4 Eylül tarihleri arasında Kapudag Gallery ev sahipliğinde Sapphire'de gerçekleşecek sergisine bekliyor. Çocukken iletişim kurmak için resim çizmeye başladığını ve kendisini resim çizerken konuşmaktan daha iyi ifade ettiğini anlatan Khosroshahi, kendini hiçbir yere ait görmediği bir dönemde hissettiklerini tuvale aktardığını anlatıyor. “Dünyanın bir parçası olsak da yanlış yerde yanlış zamanda bulunabiliyoruz. Aynı denize atılan bir çöp torbası gibi… Deniz çöp torbasını içine almak istemiyor ama o torba denizin dibine girmeye çalışıyor. Sürekli bir savaş halinde ya da dans halinde gibiler. Aynı insanlarla dünya arasındaki gibi” diyen başarılı ressam sanatı sadece kendisi için yapmadığını ve eserlerini değer veren insanların duvarında görmek istediğini söylüyor.

Sizin hikayeniz nerde nasıl başladı ve bugün burada devam ediyor?

1982’de İran’da doğdum. Ama o zamanlar İran’da savaş olunca kısa aralıklarla Türkiye’ye gelip gitmeye başladık. Ama en son artık güvenlik amacıyla ben 7 yaşındayken ailece Kanada’ya göç ettik. Ama lise zamanı Türkiye’ye geri döndüm. Liseyi burada okudum. Ardından üniversite için Toronto’ya yerleştim ve York Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü'nde eğitim aldım. Ama son 10 yıldır İstanbul’dayım. Çünkü Kanada’da robot gibi yaşamaktan, insanların iletişimsizliğinden sıkıldım. Türkiye’deki komşuluk ilişkileri, insan ilişkileri, sıcaklık hiçbir yerde yok ve burayı çok seviyorum. İstanbul’a aşığım. İstanbul’u erkek arkadaşım gibi görüyorum.

İstanbul aşık ve bu şehri erkek arkadaş boyutunda tanımlayan bir sanatçı olarak, bu durum eserlerinize nasıl yansıyacak, ya da yansıtacak mısınız?

Şu an için yansıtmayı düşünmüyorum. Ama belli de olmaz. Her şey olabilir. Şu an sadece İstanbul’la gizli gizli aşkımızı yaşıyoruz.

Farklı kültürlerde ve sürekli yer değiştirerek yaşamak size neler kattı neler götürdü?

Bana hem artıları oldu hem de eksileri. Dünya hem alıyor hem veriyor. Çocukken Kanada’da çok boğulurdum. Özgüveni düşük bir çocuktum ve diğer çocuklar benle hep dalga geçerdi. Hiç sevmezdim bu yüzden. Ama Türkiye’de hiç böyle bir şey yaşamadım, burada okurken çok mutluydum ve daha rahattım. Farklı yerlerde olmak farklı duygular yaşattı.

Sizin eserlerinize bakanlar neler görmeli?

Ben duygularımı ve hayat felsefemi katarak resimlerimi yapıyorum. Ama benim o resmi yaparken hissettiğim duyguyu, resmi gören de aynı şekilde hissetmesi gerekmiyor. Çünkü herkesin o anki ruh haline ve yaşam şeklinde göre hisleri farklı olacaktır. Zaten herkesin aynı şeyi görmesini istemem.

“Dünya bizi reddediyor çünkü doğru yerde değiliz”

Midland Series’i nasıl ortaya çıktı?

Bir gün İzmir’de Kordon’da otururken kendimi çok yalnız hissettim. Denizi izlerken sarı bir çöp poşetinin denizin üzerinde yüzdüğünü gördüm. Dünyanın bir parçası olsak da yanlış yerde yanlış zamanda bulunabiliyoruz. Aynı denize atılan bir çöp torbası gibi… Deniz çöp torbasını içine almak istemiyor ama o torba denizin dibine girmeye çalışıyor. Sürekli bir savaş halinde ya da dans halinde gibiydiler. Aynı insanlarla dünya arasındaki gibi. O çöp poşetinin halini kendime benzettim. Dünyanın bir parçasıyız ama dünya bizi reddediyor. Çünkü doğru yerde değiliz. Bu eserleri de hep bu ilhamla çizdim. Ben buraya aidim ama şu an dünya beni kabul etmiyor duygusuyla yapıldı her bir eser.

Peki çağdaş sanat içinde siz kendinizi nerede görüyor ve nasıl konumlandırıyorsunuz?

Hiç böyle bir konumlandırma yapamıyorum. Her sanatçı birbirinden farklı. Sadece kendim için sanat yapmıyorum. Ama kendi dilimde konuşmak ve kendimi bu şekilde insanlara ifade etmek benim için daha önemli. İnsanlarla bu şekilde, eserlerimle konuşmayı daha çok seviyorum.

Sizce bir eserin değerini üzerindeki fiyat mı belirliyor yoksa sanatçının emeği ve ismi mi belirliyor?

Bence ikisi de belirliyor. Tabii ki bu tabloları kendi duvarlarım için yapmıyorum. Satılması için yapıyorum. Ama her biri benim doğurduğum ve bebeklerim gibi olan resimler. Sevdiğim ve değer veren insanların duvarında olmasını isterim.

Yazının devamı...

Ne niyetle bakılıyorsa o görülüyor

Geçen hafta 34’üncüsü düzenlenen Best Model Of Turkey yarı final elemeleri Sofitel Taksim İstanbul’da yoğun bir katılımla gerçekleşti.

Pandemi kuralları gözetilerek sadece yarışmacılar ve jüri üyelerinin katılım sağladığı yarı final gününde her bir yarışmacının heyecanını ve hevesini birebir gözlemleyen jüri üyelerinden biriydim. Türkiye’nin dört bir yanından hatta yurt dışından bile best model olma hayaliyle gelen yarışmacıların heyecanı ve hevesini görmek Best Model Of Turkey’in bir 34 yıl daha aynı istikrarla devam edeceğinin kanıtlarından biriydi.

Yarı final elemelerine 90 kadın, 190 erkek yarışmacı katıldı. Doğrusunu söylemek gerekirse her biri potansiyel bir best modeldi ve oylama kısmında işimiz bir hayli zordu. Yarı final elemeleri çok keyifli, olması gerektiği gibi ve çok özenli geçekleşti ve bitti. Ancak salondan yarışmacıların talebiyle çekilen ve sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraf yarı final keyfini gölgeledi ve adeta yarışmayı amacından saptırdı.

Yayınlanan fotoğrafta erkek yarışmacılar yerde oturmuş, kadın yarışmacılar ayakta poz veriyor. Alanın dar oluşu, kadraja her yarışmacının sığma gayretiyle çekilen bu fotoğraf köle pazarına, mülteci kampına ve hatta kasap vitrinine bile benzetildi. Buna pek şaşırmadım. Çünkü bir fotoğrafa hangi niyetlerle bakarsanız onu görürsünüz. Eğer siz bu fotoğrafa alanın el verdiği koşullarda, her yarışmacının fotoğrafta olması için verilmiş bir poz olarak bakarsanız tüm yarışmacıların Erkan Özerman’la yarı final hatıra fotoğrafı çektirdiğini görürsünüz. Ama eğer siz yine bu fotoğrafa aşağılayıcı ve küçük düşürücü niyetlerle bakarsanız bir köle pazarı görürsünüz. Bu tamamen bakış açısıyla ilgili. Bu yüzden Erkan Özerman ve onunla bütünleşen bu yarışmanın büyük haksızlığa ve gereksiz bir linçe uğradığını düşünüyorum. Yarışmanın özüne dönecek olarsak; yarı final sonuçları noter huzurunda değerlendirilmeye devam ediyor. Finale kalan isimler netleştiğinde ise eylülün ikinci haftası düzenlenecek Best Model Of Turkey finaliyle Türkiye’nin yeni best modelleri taçlanacak.

Şahan’a karşı bu çifte standart ve samimiyetsiz tepkiler neden?

Türkiye’de en güldüğüm, en sevdiğim ve en çok saygı duyduğum isimlerden biri Şahan Gökbakar. Komedyen, oyuncu, yapımcı kimliklerinin yanı sıra harika bir eş ve baba olması, vicdanı, sağduyusu ve mütevazılığıyla da her zaman farkını ortaya koyan, kimseyle derdi olmayan, olduğunda da açık yüreklilikle bunu paylaşan çözüm odaklı biri.

Geçen hafta Şahan Gökbakar yazlık evinin önüne yaptırdığı kendine özel iskelesine “Özel mülktür girilemez” tabelası koyarken fotoğraflandı. Sonrası her zamanki gibi “Denizler plajlar hepimizindir” naraları atanlarla süre gelen bir tepki yumağına dönüştü. Açık adres verip, konum belirtip, evin hedef gösterilmesinden bahsetmiyorum bile! Ne büyük ayıp, haksızlık ve de bir ailenin yaşadığı yeri açıkça ifşa etmek incelenmesi gereken sosyolojik bir vaka! Size ne kadar samimi geldi bu naralar, bu cümleler ve bu adres ifşası bilmem. Ancak Şahan Gökbakar’ın kendi bütçesiyle değer kattığı ve oluşturduğu evinin önündeki kumsal ve iskeleye ortak olmak isteyen tekne tatilcileri bunu gidip otellerin plajlarına yapabildiği gün belki Şahan’ın da kendi özel mülküne yapma hakkını kendinde görebilir. Bana bu çifte standart tepkileri ancak o zaman samimi ve gerçekçi gelebilir. Bugün herhangi bir sitenin önündeki iskeleye veya kumsala değil ayak basmak önünden geçilmeyeceği kabul ediliyor ve geçilmiyorsa, başka birine ait bir alanın da önünden geçilemeyeceğinin ve kullanılamayacağının bir kabulüdür. Ve Şahan tam da bu noktada her mülk sahibinin normal olarak yapması gerekeni yapmış bir uyarı tabelası asmış. Hem de yine tüm mütevazılığı ve kendi elleriyle…

Neslican’ın hayatı film oluyor

Hepimizin sosyal medyadan hayata tutunma azmiyle tanıdığı Neslican Tay’ın hayatı film oluyor. Genç yaşında üç kez yakalandığı kanser hastalığını yenerek hayata tutunan ancak dördüncü kez nükseden hastalığa yenik düşen Neslican Tay’ın öyküsü ‘Demir Kadın Neslican’ filmiyle seyircisiyle buluşmak için gün sayıyor. Senaryosunu Nalan Merter Savaş’ın kaleme aldığı, yapımını CNS Production, K.A. Yapım ve Ceylan Yapım’ın üstlendiği ‘Demir Kadın Neslican’ filminde Naz Çağla Irmak, Deniz Uğur, Mesut Akusta, İlker Aksum, Yurdaer Okur başta olmak üzere Zeynep Elçin, Ahmet Haktan Zavlak, Özge Sezince Varley, Şeyma Peçe, Hasan Denizyaran, Cansu Fırıncı, Meral Çetinkaya, Sedef Şahin, Nisa Sofiya Aksongur gibi birçok başarılı isim kamera karşısına geçiyor. Neslican Tay’ın güzel hatırasına adanan duygu yüklü bu filmi beklemek, Onu tekrar görmeyi beklemek gibi… Neslican’ın azim dolu hikayesi eminim tüm izleyenlere ilham olacaktır.

Yazının devamı...

"Yol, yol olmaktan çıkıp çileye dönüşüyor"

Kariyerine oyuncu olarak başlayan ve şimdilerde oyuncu koçluğu yaparak devam eden Yağız Serdar Kötük, ilk kitabı Ya Selâm ile başka bir yönünü ve yaşam felsefesini okuyucuyla buluşturuyor. Yaşadığı acı kayıplardan sonra kendini keşfetme sürecinde tasavvufla tanışan ve bulduğu şifa ile bilgeliği herkesle cömertçe paylaşmak isteyen Kötük kitabının her satırında okuyucuya kendini sorgulatacağı farklı bir bakış açısı sunuyor… Yolunu bulmak, kendini tanımak isteyenlere rehber niteliğinde bilgiler aktaran ve yazdığı şiirlerle niyetini dile getiren Kötük yaşadığımız bu zaman diliminde herkesin özünden uzaklaştığını söylüyor. Kötük kitabını yazma niyetini ve okuyanların neler bulmasını istediğini anlatarak; “Bambaşka yerlerde kendimizi aramaya çıktık, uzaklaştığımız yerin neresi olduğunu bilmeden. Bu yüzden de yol, yol olmaktan çıkıp, çileye dönüşüyor. Okuyana bu kitap nerede olduklarını ve nereye gideceklerine dair bir pusula olur umarım” diyor.


Ya Selâm çok derin bir kitap, her sayfasında farklı şeyler sorgulatıyor okuyana. Ancak sen bu kitabı hangi niyetlerle yazdın? Bu kitap okuyanlara neler katmalı?

Kendi özlerine dönmeleri en büyük isteğim, bizler yaşadığımız yerdeki hazineyi fark etmeyip, özümüzden uzaklaştık ve bambaşka yerlerde kendimizi aramaya çıktık, uzaklaştığımız yerin neresi olduğunu bilmeden. Bu yüzden de yol, yol olmaktan çıkıp, çileye dönüşüyor. Okuyana nerede olduklarını ve nereye gideceklerine dair bir pusula olur umarım.

Bu kitap senin hangi yolculuğunun eseri?

Kendimi aradığım ve kendimi bulduğum zamanların eseri diyebilirim. Kendimi kendimde aramaya başladım. Sonra hareket etmeye başladım, o hareket beni kendimle buluşturdu. Ben de fark ettiklerimi yazdım.

Şiire ağırlık vermenin özel bir sebebi var mı?

Evet, aslında şiir mi denir tam bilemiyorum çünkü ben bunları yazarken insanların kendilerini bulma yolculuklarında sorularına cevap olsun diye yazdım. Zahirde hepimiz başımıza gelen her olaya soru sorup cevap arıyoruz. Ben aradığım tüm cevapları kitapların sayfalarında buldum. Sorumu sorup, herhangi bir kitabın rastgele bir sayfasını açar ve orada yazan cümleyi kendime cevap bellerdim. Okuyanlarında sorularına cevap bulması için son bölüme 77 tane “Ya Selâm” serisi yazdım, belki nefislerine cevap olur diye...

“Mucizeyi görmeyen gözlerimizin körlüğü açılsın ki, biz de görmeye başlayalım”

Peki Selâm nedir? Selâmın hikmeti ve mucizesini nasıl anlatırsın?

Bence her bir kul dünyaya bir selamla yollanır Allah tarafından, dünya içinde bu selamı bulsun diye. Bizler kaosun içinde birbirimizin selamını bile alamıyoruz, oysa insanlardan önce yaşam bize selam veriyor. Doğa her güneş açtığında, yağmur her yağdığında bize selam verirken, bizler bunların mucizesini bilmiyoruz, fark edemiyoruz. Mucizeyi görmeyen gözlerimizin körlüğü açılsın ki, biz de görmeye başlayalım, belki ondan sonra selâmı alabiliriz.

Tasavvuf öncesi ve sonrası hayatında neler değişti?

Daha anlayışlı olduğumu hissediyorum, teslimiyet içinde. Yaşamın verdiği her duruma kabullenişlik var, bu bahsettiğim kadercilik değil, bu bahsettiğim güven duygusu, benim için olan şeylerin hep hayırlı olduğuna inanmaktan bahsediyorum.

Bu bilince ulaşmak, kendine ve bu dünyaya dair keşfettiğin şeyler için neler okudun, nerelere gittin, kutsal topraklar, kutsal kitaplar hayatının ne kadarını kapladı ve kaplıyor?

Hep okuduğum ve tavsiye ettiğim kitap “Yuvaya Yolculuk”. Bu kitaptaki karakteri okurken güçlü bir bağ kuruyorsunuz ve bu bağ sizi okurken şifalandırıyor. Bali’de bir süre kaldım sonra Türkiye’ ye dönüp Umre’ ye gittim ve Umre sonrası hissettiğim hiçbir şeyi dünyanın hiçbir yerinde hissedemedim, tamamlanma hissi tüm ruhumda tezahür etti. Birçok meditasyon, birçok tapınakta yaşadıklarım aslında Kabe’nin fragmanı gibiymiş. Bizden önce gelmiş, yaşamış insanların söylediği sözleri, yazdıkları kitapları benimseyip, deneyimlemek çok mühim, umarım herkese nasip olur.

Kitapta da bahsettiğin kamil insan olma halini nasıl açıklıyorsun. Kamil insan ne demek ve nasıl olunur?

İnsan-ı Kâmil olmak, ah ne derin bir konu! Yüzyıllardır üstüne konuşulmuş, deneyimlenmiş. Var olan bilgiden anladığım kadarını paylaşayım; ikiliğin ortadan kalktığı bir bilinç, yani şirk koşmanın bittiği, güven duygusunun ruhla tezahür ettiği, varlığımızı ispatlamaya gerek duymadığımız, tam olduğumuz, bütün olduğumuz bir haldir. Her maddede Allah’ı görmek, herkeste O’nun tecelli ettiğini bilerek yaşamak... Bu yol öyle kolay bir yol değil, nasıl olunurla ilgili bir tarif vermek edepsizlik olur, ben niyet ettim, niyetim nasibe dönerse, o zaman deneyimlemiş olurum.

“İnsan olmak büyük bir incelik ister”

İnsan olmanın farkına nasıl varılır?

İnsan, kendi duygularını tanıyabildiğinde, hissedebildiğinde, kendisiyle bağlantıda kaldığında insan olmanın farkına varabilir. İnsan olmak büyük bir incelik ister, şefkat ister, önce kendi canının farkına varman gerekir, önce kendi oluşuna rızalık vermen gerekir, rızalık makamına geldiğinde, insan olduğunu hissedebilir ruh...

Bu dönemde herkes hayat amacını sorguluyor ama bulamıyor. İnsanlar hayat amacını nasıl bulabilir?

Hep söylediğim gibi, kendini bulduğunda, kendini tanıdığında insan kendi nefsini terbiye etmeye başlar. Onu yönetmeyi öğrenirse, hakikat kapısı onu marifete ulaştırır, marifet açıldığında insan Allah’a verdiği ikrarı yani sözü hatırlar, bunu hatırladığında hayat amacını bulabilir. Umarım herkes hizmetini hatırlar.

Senin hayat amacın nedir?

Ne güzel soru, yaşadığımı hissetmek ve hayatı dolu dolu yaşamak ilk amacım diyebilirim.

Hayatta erdemli ve adaletli olmak ne kadar zor ne kadar kolay. Erdemli ve adaletli olmayı başarmak için ne yapmak gerek?

Hem çok kolay, hem çok zor... Adalet bana göre 4 kapılı bir dergah. Önce adaleti kalbinde açması gerekir insanın, o adalet dengesini bulmalı. Denge için doğa ile bağlantı kurmak gerekir. Toprağı hissetmeli kalp, sonra sessiz kulları yani hayvanları, çocukları, kadınları. Bu 4 kapıdan geçmeyi bilirsek, adaletin içinde durmuş oluruz, içinde durduğumuz adalet bizi erdemli bir insana dönüştürür.

Genel olarak tüm dünyada insanlarda dinden soğuma durumu artmaya başladı. Sence insanlar dinden neden soğuyor? İnsanların inançlarının sarsıldıkça yanlış enerji arayışlarında olduğunu düşünüyor musun?

Eğer temeli sağlam bir bilgiye sahipsek, kimse bizi bildiğimizden vazgeçiremez. Biz yargılamayı çok severiz, özellikle bizim yapamadığımız, başaramadığımız her şeyi önce yargılarız. Ben insanların dini de böyle bilmeden, deneyimlemeden bir kaç kişinin yaptığına bakarak kendilerinden uzaklaştırdıklarını düşünüyorum. Ben kimsenin nefsinin benim kararlarımı etkilemesine izin vermiyorum ve bu inancımın içinde durmayı, deneyimlemeyi tercih ediyorum.

İnsanlar dinden/inancından soğumak, uzaklaşmak yerine önce doğru kaynaklardan araştırmalı, düşünmekten kaçmamalı, konu hakkında sadece fikir sahibi olmak yerine, bilgi sahibi olmalı ve deneyimlemeli. İnsanların bilgi sahibi olmadan, deneyimlemeden özlerinden uzaklaştığını düşünüyorum.

Bu dünyada doğana mı üzülmeli, ölene mi?

Yeni doğana verdiğimiz sevinç ve kutlamayı biri öldüğünde yapamıyoruz. Neden ölümün kutlu olmasına izin vermiyoruz! Oysa ölüm bir vuslat ve ölen kişi Allah’a kavuşurken, bizler ölümün isyanına düşüp, yolumuzu bozuyoruz. Bu bahsettiğim yanlış anlaşılmasın, gidenin arkasından yas tutmalıyız, yüreğimizdeki yangının içinden geçmeliyiz ve çıkmalıyız. Bizler çıkamıyoruz, yas tutamıyoruz ve işler karışıyor. İçinden geçip gitmeyi bildiğimizde her şey bambaşka oluyor.

Oyuncu olma niyetiyle başladığın eğitim ve kariyer yolculuğun bugün bambaşka bir noktada. Ancak biz seni sahnede ya da kamera önünde izleyebilecek miyiz? Oyunculuğa karşı tutumun ve kararların nedir?

Zaman ne gösterir bilmiyorum ama şu an için oyunculuktan çok uzakta bir yerde değilim, oyuncu koçluğu yapmaya devam ediyorum, içime sinen bir şey olursa, tekrardan yapmam gerektiğini hissedersem olabilir.

“İçimdeki yangınla kendimi pişirmeyi tercih ettim, piştikçe demlendim”

Ulaştığın bu bilinç seni nasıl besliyor? Kendini izlediğinde neler gözlemliyorsun?

Bu bilinç yolculuğu beni tamamlıyor, her gün yeni bir şey keşfetmek, anlamak, idrak etmek ve sindirmek kolay olmuyor. Her yeni bir gün bambaşka bir deneyime açılıyor ve ben bu deneyimlerin içinde edeple durmaya çalışıyorum. Kendimi izlerken neyi neden yapıyorum diye bakıyorum, seçimlerimi nefsime göre yapmak yerine, hepsinin bir manası olmasına dikkat ediyorum. Bazen ne kadar aceleci olduğumu fark edip, sabırlı olmayı öğretiyorum kendime, her şey bitti dediğimde yeniden başlıyor, o yüzden gözlemlerim hiç bitmiyor.

Kitabın başında hikayenden bahsediyorsun zorlu bir dönemden geçirmişsin... Seni tanımak isteyenler için kendini nasıl anlatırsın?

Çıkmazlar yaşadığım her anda durdum ve “Bir dakika, buradan başka bir yere gideceğiz” dedim, bunu derken sakin değildim yanlış anlaşılmasın, öfke içindeydim, kızgındım, küstüm ve en önemlisi kurban haldeydim ama bu duyguların hepsi kendimeydi, anlayamıyordum, kördüm göremiyordum sonra niyet ettim gözümdeki körlüğün gitmesi için ardından hareket ettim, hareketle birlikte düzen geldi. Yani içimdeki yangınla kendimi pişirmeyi tercih ettim, piştikçe demlendim.

Çok derin bir şekilde tasavvufla ilgileniyor ve ona göre yaşıyorsun. Ancak sosyal medyada bu yönünü yansıtmadığını görüyorum. Bu tasavvufi tarafını gizemli tutmayı mı tercih ediyorsun?

Benden daha derin yaşayan insanlar vardır elbet, saygısızlık yapmak istemem. Aslında elimden geldiğince kendimi sırlamaya ve sırrın içinde kalmaya çalışıyordum ama sıradanlığın içerisindeki sırrı bulunca bunu anlatmaya karar verdim ve insanlara bir selâm da ben vereyim istedim, Ya Selâm.

Yazının devamı...

“Akıllı siyaset yapan liderler kadın hareketini desteklemeli”

Bugüne kadar Kadın Girişimcileri Derneği (KAGİDER), Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) ile Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER) başta olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşunda imzası bulunan başarılı iş kadını ve kadın hakları savunucusu Nur Ger bu kez kurucu başkanlığını üstlendiği YANINDAYIZ Derneği ile toplumdaki cinsiyet eşitsizliğine karşı reform niteliğinde yeni adımlar atıyor. Cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele eden YANINDAYIZ Derneğini diğerlerinden ayıran en büyük özelliği hedef kitlesinin ve rol modellerinin erkekler olması. Dernek, erkeklerden erkeklere köprü olmak amacıyla kurulan Türkiye’deki ilk sivil toplum kuruluşu… Amacı ise toplumsal cinsiyet eşitliğinde tam eşitliğe gidilecek yolda özellikle erkeklerde zihniyet ve davranış değişimini yaratmak.

“Ekonomide ve toplumda karar vericilerin, yasa koyucuların ağırlıklı erkekler olmasından dolayı zihniyet değişiminin erkeklerden başlaması şart” diyen Nur Ger, bu konuda erkeklerle işbirliği yapmanın doğru olmadığına dair görüşler için ise, “Gerçek bakış açısı cinsiyetsizdir” diyor ve ekliyor; “ Biz önce insana bakıyoruz. Her zaman insanın insan olmaktan doğan temel haklarının doğal olarak teslim edilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Ataerkil düzen erkeklere de çok büyük roller yüklüyor ve onlar da bu rollerin altında eziliyorlar. Bize dayatılan bu rolleri öne çıkarmadan yaşayacağımız bir kültür inşa etmemiz gerektiğine inanıyoruz.”

20 yılı aşan süredir kadın hakları savunucusu olarak birçok farkındalık yaratan başarılı projeye imza atan Nur Ger, bu hak arayışının sebebini ise; “Eşitsizliğe maruz kalınca hak savunucusu oluyorsunuz. ‘Ben de bir erkeğin tüm yeteneklerine ve duygularına sahibim, neden kadın olduğum için bir adım arkada kalayım ki’ deyip eşit çizgiye gelebilmek için kendinizi üç ya da beş, bazen bin kez daha derin kalıpları yıkarken buluveriyorsunuz” sözleriyle açıklıyor. Nur Ger ile hem kurucu başkanlığını yaptığı YANINDAYIZ Derneği ile hedeflerini, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kalkması için yapılması gerekenleri ve toplumdaki zihin dönüşümünün neden erkeklerden başlaması gerektiğini konuştuk…

Nur Hanım biz sizi TESEV, KA-DER ve KAGİDER Dernekleri’nin kurucularından biri olarak ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda uzun yıllardır yaptığınız çalışmalar sonucunda büyük farkındalıklar yarattığınız girişimlerinizle tanıdık. Bugün geldiğimiz noktada yaptığınız çalışmaların meyvelerini alıyor olmak ne hissettiriyor?

Açıkçası bazı konular hiç ama hiç düzelmeyecekmiş gibi geliyor ama bir bakıyorsunuz zaman içinde yol alınmış. Ben 20 yıl önce her mahallede bir kreş dedim. Sayın Ekrem İmamoğlu’nun ana planına girdiğini duyunca çok sevindim. Keza erkeklerin toplumsal cinsiyet eşitliğine dahil olması fikri 14 yıl önce oluştu. TÜSİAD’ın “Tek Kanatla Geleceğe Uçamayız” fikri tohumuydu. 11 yıl sonra YANINDAYIZ olarak yeşerdi ve doğdu. Bunun gibi çok örnek sıralayabilirim. Çorbada tuzum olduğu için çok mutluyum.

Zaman içinde aldığınız sonuçlar size ne kadar tatmin etti? Daha iyi sonuçlar olabilirdi fikrine katılıyor musunuz? Daha iyi sonuçlar önündeki en büyük ve aşmakta zorlandığınız engeller neler oldu mesela?

Hayır, ‘sonuçlar beni hiç tatmin etmedi, daha iyi sonuçlar alınabilirdi’ görüşüne katılmıyorum. Tüm kadın örgütleri, dernekler ve sivil toplum kuruluşları çok çalışıyor. Bu düzende alınabilecek en iyi sonuçları alıyoruz. Zaten ana işimiz sürekli engelleri aşmak olduğu için bu işin doğasında var. İnsanlık tarihi kadar eski bir olgu olan ataerkillikle mücadele ediyoruz.

Bir iş kadını olarak eril dünyada güçlü duruşunuzla hep ilham verenlerden biri oldunuz. Bu gücünüzü kaybetmeden ve duruşunuzu hiçbir koşulda bozmamayı nasıl başardınız? Neydi sizi hep diri tutan ve hala tutmakta olan?

Çok teşekkür ederim. Benim değerler ve ilkeler üzerinden yaşayarak onlardan hiç ama hiç ödün vermemem yaşamımı hep zor alanda mücadele etmek olarak belirledi. Ama başka türlüsünü hiç düşünmedim. Beni bugün de diri tutan inandığım değerlerin evrensel doğrular olduğu ve onlardan ödün verirsem var olamayacağım olgusudur. Bir de hep bir adım ileride olmazsam gerilerim diye düşünürüm, o da insanlarla iletişimde çok yorucudur. Çünkü vasat sizin hep kendisine uymanızı ister.

“Eşitsizliğe maruz kalınca hak savunucusu oluyorsunuz”

Sizin bir kadın hakları savunucusu, toplumsal cinsiyet eşitliği için savaşan biri olmanıza neden olan şey neydi? Bu hak arayışı yolculuğuna çıkmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Galatasaray lisesi yıllarından başlayarak eşitsizliğe maruz kalınca hak savunucusu oluyorsunuz. “Ben de bir erkeğin tüm yeteneklerine ve duygularına sahibim, neden kadın olduğum için bir adım arkada kalayım ki?” deyip eşit çizgiye gelebilmek için kendinizi üç ya da beş, bazen bin kez daha derin kalıpları yıkarken buluveriyorsunuz. Galiba çocukluğumdan itibaren mücadeleci, araştırmacı ve söyleneni mutlaka kendi süzgecimden geçirerek inandıktan sonra savunan bir kimliğim. Dolayısıyla da siyah kuğu olmanın tüm olgularını yaşadım.

Kurucusu olduğunuz derneklere bir yenisini daha eklediniz… YANINDAYIZ Derneği’nin amacı nedir? Hangi toplumsal sorunlarla mücadele etmek için bu dernek kuruldu ve farkı diğer derneklere göre ne oldu?

YANINDAYIZ, toplumsal cinsiyet eşitliği savunusunu yapmak üzere yola çıkan ve “Kadınların YANINDAYIZ” diyen bir dernek. Hedef kitlesi ve rol modelleri erkekler. Dernek, erkeklerden erkeklere köprü olmak amacıyla kurulan Türkiye’deki ilk sivil toplum kuruluşu. Dünyada iki örneği daha var. İlki Brezilya çıkışlı ve Amerika merkezli, pek çok ülkede şubesiyle birlikte çalışma yapan “Promundo” diğeri ise Avustralya’da kurulan “Male Champions of Change”.

Temel amacını ne?

YANINDAYIZ’da temel amacımız toplumsal cinsiyet eşitliğinde tam eşitliğe gidilecek yolda özellikle erkeklerde zihniyet ve davranış değişimini yaratmak. Ekonomide ve toplumda karar vericilerin, yasa koyucuların ağırlıklı erkekler olmasından dolayı zihniyet değişiminin erkeklerden başlamasının şart olduğunu düşünüyoruz. YANINDAYIZ’ın amacı başta kadına yönelik şiddetin sonlanması olmak üzere, eğitim, sağlık, çalışma hayatı, ev emeğinde ortaklık gibi hayatın tüm alanlarında tam eşitliğin sağlanması için farkındalığı artırmaya yönelik faaliyetler sürdürmek.

Çalışmalarınız sonucu toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı ne gibi farkındalıklar oluştu? Nasıl geri dönüşler aldınız?

Özellikle iş dünyasında yaptığımız eğitimler sonrasında aldığımız geri bildirimler hep olumlu şekilde gerçekleşti. Katılımcıların “Biz bunun böyle olduğunu bilmiyorduk” söylemleri bizi kimi zaman gülümsetti kimi zaman ise aslında toplumsal cinsiyet konusunun ne kadar farkında olunmadığını da gözler önüne serdi. Eğitimlerimizde uyguladığımız “Skorun kaç?” uygulaması ile toplumsal cinsiyet eşitliği skorunu katılımcılara göstererek onlara birer ayna tutuyor ve yüzleşmelerini sağlıyoruz. Bir bakıma kendilerinde oluşan farklılıkları görmelerine sebep oluyoruz. Bu durum yalnızca iş dünyası için geçerli değil elbette. Üniversite seminerleri ya da farklı sivil toplum örgütleri ile yaptığımız çalışmalarda da benzer sonuçları görebiliyoruz. Özellikle ataerkil düzende erkeklerin bu eşitsizliğe karşı adım atmaları ve atacak olmalarını belirtmeleri bizler için çok değerli.

Erkeklerin de yoğun katılımıyla çalışmalarını sürdüren bir sivil toplum kuruluşu YANINDAYIZ Derneği… Bu durum cinsiyet eşitsizliğine karşı çalışmalarınızda ne gibi artılar sağlıyor?

Klasik feminist bakış açısında sorunun çözümünün hedefinde erkekler olduğu için erkeklerle iş birliği yapmak doğru bir bakış açısı değilmiş gibi gözükür. Oysaki gerçek bakış açısı “cinsiyetsiz” olmalı. Biz önce insana bakıyoruz. Her zaman insanın insan olmaktan doğan temel haklarının doğal olarak teslim edilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Ataerkil düzen erkeklere de çok büyük roller yüklüyor ve onlar da bu rollerin altında eziliyorlar. Bize dayatılan bu rolleri öne çıkarmadan yaşayacağımız bir kültür inşa etmemiz gerektiğine inanıyoruz. Bu yaklaşımımız birçok insana örnek oluyor, iş dünyasından birçok erkek derneğimize üye olmak için geliyor, toplumsal cinsiyet eşitliği hakkında bilgi sahibi olup bünyesinde bulunduğu firma içine de bu anlayışı yayıyor.

“Ülke olarak toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ilerlemiyor aksine giderek geriliyoruz

Sizce toplumsal cinsiyet eşitliği olsa ne olurdu? Çok büyük bir kitle değişimin bir fark yaratmayacağına inanıyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Toplumda yaşayan tüm bireylerin her anlamda tam eşitliğe ulaşması elbette çok değerli olurdu. Eğitimden sağlığa iş yaşamından politik katılıma kadar birçok alanda eşitsizliğin olmaması demektir.

Küresel cinsiyet eşitliği endeksinde dünyada kaçıncı sıradayız? Bu sıralamada sizin ön görülerinize göre atılacak adımlarla ne kadar sürede, ne şekilde yer değiştirebiliriz? Ya da bu zamana kadar ne kadar iyi sonuçlar alabildik?

Dünya Ekonomik Forumu’nun 2006’dan beri her sene yayınladığı Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’na göre Türkiye geçtiğimiz yılda cinsiyet eşitliği endeksinde 156 ülke arasında 133. sırada yerini aldı. Bu sıralama geçen sene 153’te 130’du. Raporun ilk çıktığı 2006 yılında 115 ülke arasında 105. olduğumuz da göz önünde bulundurulursa, ülke olarak toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda ilerlemediğimiz, hatta giderek gerilediğimiz gayet açık. Bahsettiğimiz oldukça uzun bir yolculuk. Özellikle siyasi otoritenin bu anlamda üzerine çok önemli roller düşüyor. Bu zamana kadar endeks puanları yüksek görünse de gerileyen bir yapı görüyoruz. Önemli olan bu gerilemenin farkına vararak gerekli adımların atılmasıdır.

Cinsiyet eşitliği mücadelesi sizce sadece siyasi bir hareket haline geldiği zaman mı net sonuç alacak? Bu anlamda siyasette bir hareket görüyor musunuz?

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği savunusu yapmak zaten siyasi bir duruştur. Kadın hakları savunuculuğu bizatihi insan hakları ve demokrasi mücadelesinde kadınların YANINDA durmak anlamına gelir. Bir ülkenin kadınları haklarını elde ederken o ülkenin adalet hukuk ve eşitlik düzenini değiştirirler ve ülkeyi geliştirirler. Akıllı siyaset yapan liderler kadın hareketini desteklemelidir. Hedeflerine kadınları almalıdırlar. Böylece hem iktidara gelirler hem de ülkenin demokratik bir ülkeye dönüşmesini sağlarlar.

“İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, tek taraflı feshedilmesiyle mücadele eden yaklaşık 400 kadın örgütünün YANINDAYIZ”

Peki İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması konusundaki fikriniz nedir? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

İstanbul Sözleşmesi, YANINDAYIZ olarak üyelerimizle birlikte önem verdiğimiz ve mutlaka uygulanması gereken yasal bir metindir. Bu sözleşme ile kadınların her türlü şiddet ve ayrımcılıktan korunması, kadınlarla erkekler arasında eşitliğin yaygınlaştırılması, kadınların güçlendirilmesi ve bu amaçlar için hükümetler tarafından kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlanması ve bu konularda uluslararası iş birliğinin yaygınlaştırılması hedefleniyor. Bu sözleşme, ülkemizin en önemli gündem maddesi olan toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve ev içi şiddetin ortadan kaldırılması için ilgili tüm mekanizmaların harekete geçirilerek bütüncül bir yaklaşım ile, sorumlu kuruluşların ve kolluk kuvvetlerinin etkili bir biçimde iş birliği yapmalarının kanunlar ile yapılandırılmasını zorunlu hale getiriyor. İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, en önemlisi tek taraflı feshedilmesini önleme konusunda mücadele eden yaklaşık 400 kadın örgütünün YANINDAYIZ diyoruz.

Yakın zamanda Türkiye’nin ilk ‘İlçe Bazında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’ni hazırladınız. Sonuçlarla ilgili bilgileri paylaşır mısınız?

Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla dünyada ve Türkiye’de ilk kez, Kanada Büyükelçiliği Finansmanı ve İstanbul Üniversitesi’nin desteğiyle “İlçe Bazında Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi” raporunu hazırladık. Çalışmada 100 bin ve üzeri nüfusa sahip olan 234 ilçe belediyesi için karşılaştırılabilir ve sürdürülebilir endeks hesaplaması yaptık.

Eşitsizliğin ülke içinde coğrafi mekanlar arasında farklılaştığını ortaya koyan bu rapora göre, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde ilk ona giren ilçelerden beşi İstanbul’da, üçü İzmir'de ikisi Çanakkale ve Ankara'da yer alıyor. İstanbul'da sırasıyla Kadıköy, Bakırköy, Beylikdüzü, Beşiktaş ve Şişli; İzmir'de ise sırasıyla Karşıyaka, Bayraklı ve Bornova yüksek puanlarla listede bulunuyor. Politik katılım ve karar alma skorunda da Kadıköy, Karşıyaka, Bakırköy, Beylikdüzü ve Çanakkale Merkez cinsiyet eşitliğinde ilk sıralarda. Okuma yazma bilme oranından lisansüstü mezunu oranına kadar 4 farklı göstergenin ele alındığı eğitim skorunda da İstanbul'dan Beşiktaş, İzmir'den de Bornova ilçeleri başı çekiyor. Endeksin daha fazla çözüm odaklı olması açısından ön plana çıkarılması gereken skorların alt skaladaki skorlar olması gerektiği göze çarpıyor. Böylece üretilen ve devreye sokulan çözüm önerileri ve eylem planlarıyla birlikte Türkiye genelinde bir skor yükselmesiyle birlikte, cinsiyet eşitsizliği açısından oluşan yarık da kapanabilecek.

Bundan sonrası için öncelikli hedefleriniz neler?

Toplumsal cinsiyet eşitliği alanında eğitim faaliyetlerinin yaygınlaştırılması öncelikli hedeflerimiz arasında. Özellikle mavi yaka çalışanlara yönelik eğitim programları ve üniversite öğrencilerine yönelik eğitim programları ile öncü olan bir dernek olarak çalışmalarımıza devam etmek istiyoruz. Toplumda söylem değişikliği oldukça önem verdiğimiz bir konu, bu anlamda da özellikle sosyal medya çalışmaları ve eğitim çalışmaları ile toplumsal cinsiyet eşitliğinin söylem değişikliği dönüşümüne katkı sağlamak istiyoruz.

Geçtiğimiz günlerde kocasının sistematik taciz, tecavüz ve şiddetine maruz kalan ve eşini öldüren Melek İpek emsal bir kararla meşru savunmadan tahliye edildi. Toplum Melek İpek’in tahliyesiyle adeta bir oh çekti ve bu karardan çok memnun oldu. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz? Bu durum sizce artık kadınların kurban rolünden çıkıp savaşmaya başladığının örneği olarak değerlendirilebilir mi?

Nefsi müdafaa hali hukukta yeri olan bir edim. Dolayısıyla olayı bu çerçevede değerlendirmek lazım. Önemli olan şiddet atmosferinin ve ikliminin ortadan kaldırılması ve başta kadına ve çocuğuna yönelik şiddet olmak üzere şiddetin her türlüsüne karşı çıkılmasıdır.

“Gençlerimizin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda eski nesillere kıyasla çok daha duyarlı”

Ataerkil zihniyet dönüşümü sizce başladı mı? Erkeklerin sosyal hayatlarında toplumsal cinsiyet eşitliği için rollerinden vazgeçmeleri bu dönüşümü ne şekilde hızlandıracaktır? Ve tabii erkekler bu rollerden kolaylıkla vazgeçebilirler mi?

Gençlerimizin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda eski nesillere kıyasla çok daha duyarlı olduklarını görüyorum, ancak maalesef zihniyet dönüşümünü tam anlamıyla sağlamış değiliz. Ataerkil zihniyet hayatımızın her alanında karşımıza çıkmaya devam ediyor. Bu dönüşümün sağlanmasında, kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadelede erkeklerin aktif katılımları çok ama çok önemli. Kolaylıkla veya zorlukla, erkekler kalıplaşmış cinsiyet rollerinden vazgeçmeleri gerektiğinin farkındalığında olmalılar. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitsizliğine ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa neden olan her türlü engel ve önyargı ile mücadelenin, erkeklerin daha çok ve aktif katılımları yoluyla başarıya ulaşacak.

Peki ya kadınlar bu noktada neler yapmalı neler yapmamalı?

Yıllardır verdikleri mücadeleye devam etmeliler. Pes etmemeli ve haklarını savunabilecekleri tüm alanlarda yer almalılar. Özellikle sivil alanda verilen mücadelelere destek olmalı, gönüllü katkı sağlamalıdırlar. Neler yapılmaması da aslında çok net ortaya çıkıyor.

Bir kısım antifeministler yapılan girişimlerin sadece şehirli kadınları kapsadığını ve kırsala etki etmediğini, kırsalda yaşayan kadınların hassasiyetleri göz önünde bulundurulmadan onlar adına konuşulduğunu ve hatta kadınların bundan rahatsızlık duyduğunu söyleyerek eleştiriyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Kırda yaşayan kadın ataerkil düzeni ve ikinci sınıf insan olma durumunu sonuna kadar yaşıyor. Tabii ki eğitimli ve ekonomik olarak bağımsız olunca haklarını önce şehirli kadınlar arıyorlar. Onlar özgürlüklerini elde etmiş oluyorlar. Dolayısıyla da onlar ortaya rol modeli olarak çıkana kadar hiçbir şey değişmiyor. Ne zamanki şehirli kadın ve her meslekte kadın görünür oluyor o zaman kırsal bölgedeki kadın da “Aaa bu mümkündür” deyip o da hak talebinde bulunuyor. Bu doğal bir süreç, ben bir yanlış görmüyorum. Şimdi esas görmemiz gereken rol modelleri eşleriyle birlikte çekirdek aileyi oluşturan ve rol modeli olarak eşit ve adil konumları savunan erkekler olmalı.

Son söz olarak neler eklemek istersiniz?

Türkiye’nin en büyük sorununun toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu düşünüyorum. Eğer bu sorunu çözebilirsek, ekonomik hayattan eğitime kadar birçok başlıkta ilerleme kaydedebiliriz. YANINDAYIZ Derneği olarak hedefimiz, halen yürüttüğümüz Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi’nde hayatın her alanında en yüksek skor olan 1’e yaklaşmaktır.

Yazının devamı...

10K koşusuyla hayata dönüyoruz

12-13 Haziran tarihlerinde Kadıköy Belediyesi’nin de katkılarıyla Caddebostan’da düzenlenecek Amazfit Cadd10k Koşusu’na sayılı günler kaldı. Pandemi döneminde birçok yarışın askıya alınmasından sonra yoğun bir katılımla gerçekleşecek koşuya şimdiden 2 bin atlet kaydını yaptırmış durumda. 16 yaşını dolduran herkes koşuya katılabilecekken aynı zamanda 10K koşusu dışında gençler için de paten yarışı ve çocuk koşusu da olacak. ‘Hayata dönüyoruz’ mottosuyla yarış gününe hazırlanan atletlerin yanı sıra kendisi de şampiyonlukları bulunan eski bir atlet olan koşunun organizatörü Ozan Demir bu koşunun sporcuların normal hayata dönüş adımlarından biri olacağını söylüyor. Atletizm kariyeri boyunca pek çok koşu organizasyonuna katılan ve birçok başarılı dereceyle ülkesine geri dönen Ozan Demir, “Artık ülkemize başarılı spor organizasyonları kazandırmak istiyoruz. Ve bu hayallerimizi gerçekleştirebilirsek şampiyon olmuş kadar haz duyacağım” diyor. 12-13 Haziran Amazfit Cadd10k koşusu ardından faaliyet takvimine göre yeni etkinlikleri de paylaşan Ozan Demir; “Eskişehir’de spor festivali ve koşu yarışımız olacak. Daha sonra Runtheisland Bozcaada koşusu, Kadıköy Yarı Maratonu Ve Spor Festivali, Karşıyaka 10k koşusu bu sene planladığımız diğer etkinliklerimiz arasında” diyor.

Kadıköy Belediyesi Amazfit Cadde 10k Koşusu ve Spor Festivali’ne sayılı günler kaldı. Bu pandemi döneminde bu festival sporculara ve izleyenlere nasıl bir nefes olacaktır? Nasıl bir hayata dönüş bekliyor bizi?

Evet! artık geri sayıma başladık. Tüm dünyayı etkileyen pandemiden dolayı geçen sene yapmayı planladığımız Cadde10k koşumuzu 13 Haziran’da yapacağız. 12 Haziran Spor Festivali, 13 Haziran koşu yarışı olacak… Uzun bir aranın ardından böyle bir etkinliği yapacağımız için oldukça heyecanlıyız. Sporcular ve seyirciler açısından da heyecanlı bir bekleyiş var. Biz pandemi koşullarına uygun şekilde gerekli tüm önlemleri alarak insanlara biraz da olsa normal hayatlarına dönmelerini sağlamak istiyoruz. Hayata dönüyoruz mottomuz bu düşünce ile ortaya çıkmıştır.

10k Koşusunda yer almak için gerekli şartlar neler?

16 yaşını doldurmuş olan bütün bireyler koşu yarışımıza katılabilir. 10k koşu yarışının dışında, Paten yarışımız ve çocuk koşumuz da olacak.

Katılım nasıl? Pandemi öncesi ve sonrası katılım oranları ve sporcuların performansları ne oranda değişiklik gösterdi veya gösterecektir sizce? Pandemi ve kısıtlamalar sporcuları nasıl etkiledi?

Koşuya katılmak isteyen herkes www.cadde10k.com.tr adresinden 5 Haziran’a kadar kayıt yaptırabilir. Şu an için 2 bin kişiyi geçtik kayıtlarda. Sporcuların performansları açısından değerlendirirsek belirsizlikler ve yasaklardan dolayı antrenmanlarından geri kalan sporcular olacaktır. Performans açısından olumsuz etkilenseler de parkurumuzun hızlı ve düz olmasından dolayı yine de iyi dereceler çıkabileceğini düşünüyoruz.

“En iyi derecem 2 saat 23 dakikaydı”

Sizin de ödüller ve şampiyonluklarla geçen bir atletizm kariyeriniz var. Bu kariyerinizi devam ettirecek misiniz yoksa sınırın diğer tarafına geçip sadece izleyen mi olacaksınız?

Evet 14 yıllık bir atletizm kariyerim oldu. Birçok mesafede çeşitli Türkiye şampiyonluklarım ve balkan şampiyonluklarım var. Kariyerime yeni bir yolda devam etme kararı aldım ve spor organizasyonları yapan bir şirket kurduk. Şimdi burada başarılı spor organizasyonları ile kariyerime devam ediyorum.

Bugüne kadar en unutamadığınız şampiyonluğunuz ve koşunuz hangisi oldu?

Kariyerim boyunca unutamayacağım çok fazla yarışım oldu. Ama bunların arasında en unutamadığım Çek Cumhuriyeti’nde yapılan Prag maratonuydu. Orada koştuğum 2 saat 23 dakika kariyerimde ki en iyi derecem oldu. Şirketimizin adı da buradan geliyor.

Şampiyonluk hazzını tekrar yaşamak ister misiniz? Bu hissi yaşamaya ne kadar yakınsınız?

Şampiyonluk hazzı tarifi oldukça zor bir his. Tekrar yaşamak ister misin sorusuna şöyle cevap verebilirim. Artık ülkemize başarılı spor organizasyonları kazandırmak istiyoruz. Ve bu hayallerimizi gerçekleştirebilirsek şampiyon olmuş kadar haz duyacağım.

“Gelişime açık bir ekibiz ve hedefimiz büyük ses getirecek uluslararası organizasyonlar düzenlemek”

Büyük bir etkinlik düzenleme hazırlığındasınız... Atletizmden sonra spor festivalleri düzenlemenizi sağlayan itici güç veya sebep neydi? Mesela bu katıldığınız yarışların organizasyonunu beğenmediğinizden mi oldu?

Atletizm yaparken ulusal ve uluslar arası bir çok organizasyona dahil oldum. Atletizm kariyerimi bıraktıktan sonra çeşitli şirketlerde yönetici pozisyonda çalıştım. Ancak hayalim kendi şirketimi kurup spor organizasyonları yapmaktı. 2018 yılında bunu gerçekleştirdim. Uluslararası birçok organizasyona katılım sağladım ve burada ki gözlemlerim ülkemizde yapacağımız etkinliklerimizde bize fayda sağladı.

Son dönemde herkes alanında uzman olmayan kişilerin etkinlikler düzenleyerek organizatör olarak ortaya çıkmasından çok rahatsız. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu konu zamana muhtaç bir konu aslında. Zamanla eleniyor işin uzmanı olmayan kişiler. Etkinliğe katılan insanlar deneyimliyor ve gözlemliyorlar. Herkesin organizasyon yapması veya organizatör olarak anılması bizim mesleğimizin geleceği açısından sorun yaratacağını düşünüyoruz.

Peki sizin ister sporcu kimliğiniz ister organizatör kimliğinizle olsun mutlaka yapmam, düzeltmem ve geliştirmem lazım dediğiniz neler var?

Biz gelişime açık bir ekibiz. Hedefimiz ileride çok büyük ses getirecek uluslararası organizasyonlar düzenlemek. Türkiye’de yapmayı planladığımız organizasyonlarımızı yurtdışında da yapmak istiyoruz. Bu yüzden kendimizi yurtdışındaki organizasyonları takip ederek geliştirmeyi planlıyoruz.

Haziran sonrası yeni etkinlikleriniz olacak mı?

12-13 Haziran Amazfit Cadd10k koşumuzun ardından şu an için faaliyet takvimine göre; Eskişehir’de spor festivali ve koşu yarışımız olacak. Daha sonra Runtheisland Bozcaada koşusu, Kadıköy Yarı Maratonu Ve Spor Festivali, Karşıyaka 10k koşusu bu sene planladığımız diğer etkinliklerimiz.

Yazının devamı...

"Her oyunculuk metodu zamanla gücünü yitiriyor"

Mavera dizisinde Kutluk rolüyle yeni bir tarihi karakterle izlediğimiz Erdem Ergüney oyunculuğun yanında uzun süreden beri oyuncu koçluğu ve menajerliği de yapan bir isim. Sektöre birçok yeni isim kazandıran Ergüney gençlerle çalışmanın kendisini de zinde tuttuğunu söyleyerek, “Gençlerle çalışmak, değişen zamanın ruhuna ayak uydurmak, farklı bakış açılarını anlamak oyuncu olarak beni de zinde ve diri tutuyor. Karşılıklı öğrenme süreci yaşıyoruz” diyor. Genç oyuncuların sektörde var olma çabalarını yorumlayan başarılı oyuncu; “Tecrübelerimin ve gözlemlerimin bana öğrettiği şu; gençler günümüzde sonuç odaklı yaşıyor. Gençlerden çok umutluyum” diyor. Metot oyunculuğu hakkında da konuşan Erdem Ergüney bir metot yerine asıl olanın her oyuncunun kendi yöntemini oluşturması gerektiğini söylüyor ve şöyle diyor; “Bence farklı metotları bilmek oyuncunun farklı bakış açısına sahip olmasını sağlar. Ancak nihayetinde insan çok değişken bir canlı ve her metot zamanla gücünü yitiriyor. Asıl olan her oyuncunun kendi yöntemini belirlemesidir. Unutmamalıyız internet ve dijital dünyanın bu derece baskın olduğu bir çağda iki saatlik piyeslerden, 10 dakikalık video içeriklerine geçişi ancak kendi metotlarımızı oluşturarak yakalayabiliriz.”

TRT 1’de yayınlanan Mavera dizisi hayırlı olsun. Sizi genellikle başarılı işlerde izliyoruz. Hoca Ahmed Yesevi’nin hikayesini anlatan Mavera dizisini kabul etmenizdeki en önemli sebep neydi? 

 Uzun soluklu, kalabalık kadrolu ve büyük prodüksiyon isteyen dizilerde oynamak, seyircilerin izlemekten keyif aldığı dizilerde yer almak, öncelikle şanslı biri olduğum manasına geliyor benim için. Her oyuncu gibi bende oynadığım tüm dizilerde bir takım kriterlere özen göstermeye gayret ediyorum. Senaryo, anlatım biçimi, diyaloglar, içeriği önemli, sonra yönetmen, oyuncuların kimler olduğu, yapım şirketi ve bana önerilen rolün dizi içeriğine katkısı. Mavera dizisi içinde değerlendirmelerimi bu yönde yaptım. Tarihi bir kişiliği, onun yaşam hikayesini nasıl işlediğine baktım. Zor olanı seçmişti senaristler. Tarihi ve dini bir kişiliği dine yaslanmadan kendilerince dönemin şartlarını da sergileyecek bir içerikle anlatmaları temel seçim nedeni oldu. Bana önerilen rolün anlatımdaki yeri ve tabi ki hemen öncesinde Payitaht Abdülhamit dizisinde beraber çalıştığım insanlardı. Keyifli ama zor bir işi kısa zamanda tüm imkanları kullanarak seyircimize ulaştırmaya çalıştık, umarım başarmışızdır.

 

Dizide nasıl bir karaktere hayat veriyorsunuz?

 Kutluk, yüzyıllardır yaşanan trajedinin bir örneğini sunuyor dizide, kendi halinde otacılık ve çobanlık yaparak yaşayan bir Yörük. Obasındaki insanlara, yardıma ihtiyacı olanlara şifa dağıtmaya çalışan, yüreği sevgi dolu merhametli bir adam. Gücü eline geçiren zalim bir topluluğun saldırıları sonucunda sevdiklerini, dostlarını kaybediyor. Kızı ve oğlu ile beraber yeni bir hayat, bir umut, bir başlangıç için Bağdat'a göçüyor. Maalesef değişen bir şey olmuyor. Bağdat'ta da güç sahibi olanlar zulümlerini yağdırıyorlar onun ve yeni yerleştiği obanın üstüne yaşama tutunmasını Hace Ahmed Yesevi sağlıyor.

Dönem işleri gerek prodüksiyon gerekse oyunculuk anlamında zorlu işlerdir bu bağlamda siz neler söylemek istersiniz? 

Büyük prodüksiyonlar kapsamlı ve uyumlu çalışmayı mecbur kılan işler oluyor. Kalabalık oyuncu kadrosu, kalabalık ekip, çok fazla mekan, çok fazla malzeme ve ekipman, koordinasyon oluşunca beraber çalışmak çok keyifli hal alıyor. Dönem işlerinin kendine has bir havası oluyor. Kostümler, dekorlar, tarihin içinde yolculuk başladığında sorunların üstesinden geliyorsunuz.

Hikaye ve karakterinizle ilgili tarih kitaplarını inceler misiniz? Tarih kitaplarında gezinirken sizi şaşırtan bilgiler oldu mu? 

 Eğer tarihsel bir dizide oynayacaksam, zamanımın elverdiği ölçüde dizinin geçtiği dönemi, o dönem içindeki yaşam tarzını, konuşma biçimini anlamaya, öğrenmeye ve uygulamaya çalışıyorum. Tarih kitaplarından belli başlı toplumsal olayları öğrenebiliyorsunuz, savaşlar, isyanlar, göçler gibi ama sosyal yaşam, ilişkiler, davranış biçimi gibi olguları senaryonun oluşturduğu kurmacanın içerisinde yönetmen ve oyuncu arkadaşlarınızla beraber elimizden geldiğince ortak bir dille seyirciye göstermek bize kalıyor.

“Yapımcının ve oyuncunun ne beklediğini iyi bilen biri menajer olmalı”

Biz sizi başarılı oyunculuğunuz ile tanıdık ancak bir yandan da menajerlik yapıyorsunuz. Sizce oyunculuğu bilen bir menajer ile çalışmanın avantajları nelerdir? 

Evet bir yandan menajerlikte yapıyorum, bu soruyu beraber çalıştığım oyuncu arkadaşlarımın yanıtlaması gerek aslında ama ben şöyle ifade etmek isterim, oyuncunun içinde var olacağı işten ne beklediğini, nasıl bir bakış açısı olduğunu bilen, bunun yanında yapımcının oyuncudan beklentilerini bilen ve karşılıklı dengeyi gözeten birinin menajeriniz olması sizi rahatlatan bir durum olsa gerek...

Özellikle yeni gençlere destek olup bireysel oyunculuk dersleri verdiğinizi biliyoruz. Gelecek nesilden umutlu musunuz? Sizce gençlerin bu yolculukta özellikle nelere dikkat etmesi gerekiyor?

 Uzun yıllardır farklı platformlarda birçok oyuncuyu veya oyuncu adayını çalıştırdım. Nihayetinde menajerlik çalışmalarıma başlarken profesyonel oyuncuların yanı sıra meslek hayatının başlarında olan oyunculuk bölümü mezunu gençler ve hiç eğitimi olmayan meslek olarak bu işi yapmak niyetindeki insanların arasından seçtiklerimle atölye çalışmaları yapıyorum. Gençlerle çalışmak, değişen zamanın ruhuna ayak uydurmak, farklı bakış açılarını anlamak oyuncu olarak beni de zinde ve diri tutuyor. Karşılıklı öğrenme süreci yaşıyoruz.  Tecrübelerimin ve gözlemlerimin bana öğrettiği şu; gençler günümüzde sonuç odaklı yaşıyor. Süreçten keyif alarak, tüm yaşama yayılan bir keyifle oyunculuğu meslek olarak önce kendilerinin anlamasını ve bunu seyirciye iletmelerini sağlamaya çalışıyorum. Gençlerden çok umutluyum elbette işimizin temel unsuru usta- çırak ilişkisi edinim paylaşılınca güzel.

“Farklı metotları bilmek oyuncunun farklı bakış açısına sahip olmasını sağlar”

Oyunculuk metotlarında sizin savunduğunuz ve uyguladığınız metot hangisi ve neden?

Birçok oyunculuk metodu var dünyada. Bunlar daha çok kişilerin zamanla geliştirdiği ve oyunculara katkı sağlaması derecesinde ekol oluşturan metotlardan daha bireysel düzeyde olanlara kadar değişkenlik gösteriyor. Bence farklı metotları bilmek oyuncunun farklı bakış açısına sahip olmasını sağlar. Ancak nihayetinde insan çok değişken bir canlı ve her metot zamanla gücünü yitiriyor. Asıl olan her oyuncunun kendi yöntemini belirlemesidir. Unutmamalıyız internet ve dijital dünyanın bu derece baskın olduğu bir çağda iki saatlik piyeslerden, 10 dakikalık video içeriklerine geçişi ancak kendi metotlarımızı oluşturarak yakalayabiliriz.

Önümüzdeki dönemde yapımcı veya senarist olarak kendi filminizi ya da dizinizi yapmak istiyor musunuz? 

Zamanın neler göstereceğini bilemiyorum, dizi sektörü kendi dinamikleri olan bir yapı. Daha teknik ve matematik bir iş ve o işin profesyonelleri gayet başarılı işlere imza atıyorlar. Kendime ait bir senaryo ile kendi filmimi çekmek fikri henüz hasıl olmadı.  Ben herkesin üzerine çalıştığı, en fazla zaman ayırdığı işi yapması gerektiğini düşünüyorum. Yeterince zaman ayırabilirsem neden olmasın.

Sektördeki dijital gelişmeler sonrası sektörü nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnternetin ve ona bağlı dijital alanların gelişmesi çok güzel ve yaratıcı bir duruma işaret ediyor. Tiyatro ve performans sanatları sokaktan salonlara, oradan beyaz perdeye, derken beyaz cama doğru evrildi. Şimdi ise adeta mekansız -zamansız -kuralsız, dünyanın herhangi bir yerinden bir iş yapmak isteyen birinin bir fikri varsa hayata geçirmek için kendine bir kanal açması ve izleyicisi ile buluşması sınır tanımaksızın gerçekleşebiliyor. Büyük bir özgürlük, eşsiz bir yaratıcılık imkanı yeter ki bir fikriniz olsun ve onu izleyici ile buluşturmanın yöntemini oluşturabilin. Kalıplardan, dogmalardan uzak yeni bir anlayış biçimi oluşuyor günümüzde.

Yazının devamı...

“Her kadın doğuştan birer organizatör”

Yıllardır Türkiye’nin en ses getiren organizasyonlarına imza atan, etkinlik ve eğlence sektöründe sarsılmaz bir marka olan Banu Noyan bugünlerde yeni bir heyecan içinde. Kısa süre önce İstanbul Etkinlik Sendikası’nın Bölge Başkanı seçilen Banu Noyan aynı zamanda ‘Biraz Söz Dinle’ kitabıyla da okurlarıyla buluşmak için gün sayıyor. Yıllardır podyumda büyük beden modellerin yürüdüğü defilelere imza atan, markalara moda üzerine danışmanlıklar veren ve Doya Doya Moda programında da jüri üyesi olarak izlediğimiz Noyan “Türk kadınlarının çoğunluğu modayla ilgili ve şık” diyor. Kadınların sadece görünüşleri ve bedenleri üzerinden değerlendirilmesinin adil olmadığını söyleyen Noyan her kadının aslında doğuştan bir organizatör olduğunu söylüyor ve bunun kesinlikle herkes tarafından takdir edilmesi gerektiğinin altını çiziyor.

İstanbul Etkinlik Sendikası’nın İstanbul Bölge Başkanı seçildiniz, tebrik ederim... Pandemi ve uygulanan yasaklar sonrası etkinlik geleneklerinde sizce neler değişecek?

Teşekkürler, benim için onur verici bir görev. İstanbul gibi bir lokasyonda binlerce etkinlik sektörü, iş vereni ve çalışanı var. Çok sorumluluk isteyen bir iş. Ben de bunca yılını bu sektöre vermiş biri olarak elbette faydalı olmalıyım. Sadece pandemi gibi talihsiz bir dönemde bu görevi almış olmak işimizi çok zorlaştırdı. Sektörümüzün durumu ortada, malum. Çünkü işimiz insanları bir araya getirmekken bunu yapamadığımız günlerdeyiz. Hep birlikte yaşayarak süreci deneyimliyoruz.

Bir süredir event, organizasyon ve danışmanlıklarda görüyoruz ki artık herkes menajer, basın danışmanı ve organizatör. Bu duruma yorumunuz nedir? Profesyonel olmayanların varlığı markaları ve sektörü nasıl etkiliyor?

Maalesef hem de dolu dolu maalesef. Ehli olmayan, deneyimi sadece evde arkadaşının doğum günü ya da bir okul konserini yapmış olan birinin, dev markaların ve özrü olmayan işlerin sorumluluğunu almalarını anlayamıyorum. Onlara bu işleri verenlerin cesaretlerini ise hiç anlamıyorum. Bir sanatçının ya da sanatçı adayının, marka yönetimini bilmek bir birikim, tecrübe ve pratiklik gerektirir. Bunu yapamayanlar sonra da fiyasko işlerle dört bir yanı sarıyorlar. Sonuç bu!

Yaptığınız yarışmalar ve televizyon programıyla büyük beden hanımların sözcüsü oldunuz neden?

Aaa evet öyle gibi oldu. Gerçi bu benim için yeni bir durum değil. 1997’den bu yana bu yarışmayı büyük beden manken yarışması olarak XL Model adıyla yapıyorum. Büyük beden konusunda sektöre hem büyük beden mankenler kazandırdım hem de büyük beden modasıyla ilgili birçok markaya danışmanlık yaptım.

Sizi en son Doya Doya Moda programında izledik şimdi sırada yeni projeler olacak mı?

Programdan ayrılalı tam 1 sene oldu. Ne şanslıyım unutulmadı. Yaşasın, bu çok mutlu ediyor beni. Evet pandemi sayesinde her şey, her an değişiyor. Televizyonu çok sevsem de sevilmek ve güvenilmek çok güzel. Kısmetse yeniden ekranda buluşuruz. Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş.

“Sadece verdiğimiz kiloların konuşulması hiç adil değil”

Sizin kadınları bedenleri ve kilolarıyla barıştırmak gibi hayat gayeniz olduğunu söyleyebilir miyiz?

Kilolarıyla barıştırmak mı yoksa özgüvenlerini kilo yüzünden kaybetmelerine tepkim mi bilemiyorum. Ama hanımların her şeyi fiziksel özellikleri olmamalı. Tüm kadınlar bence doğuştan birer organizatör. Aynı anda birçok işi bizler yapabiliyoruz. Beyler bizim kadar becerikli değiller. Hal böyleyken sadece alıp verdiğimiz kiloların konuşulması adil değil. Takdir etmeyi de beylere hatırlatmış olayım. Kilo alınır verilir ama becerileri edinmek kolay değil. Beyler, kadınlarınızın kıymetini bilin lütfen. Üzmeyin bizi azıcık itina, sevgi ve şefkat göstermek bu kadar zor olmamalı.

Büyük beden stillerde püf noktaları neler oluyor?

Doğru iç çamaşırı, doğru çorap, doğru ayakkabı ve daha ufacık ama önemli detaylarla bir anda iki beden fark edersiniz. Buna emin olun. Azıcık özen gösterin.

Sizce hanımlar nerde ne giyeceklerini biliyorlar mı?

Ah ciddi yarama tuz bastın. Yine genelleme yapmayalım ama bilmeyenler çok diyelim. Feci bir durum bu. Aslında benim jürisinde bulunduğum Doya Doya Moda’da günlük konseptler vererek nerede ne giyinilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştık. Yine sadece hanımlar değil beyler de bilmeli nerede ne giymesi gerektiğini. Örnek, kahvaltıya giderken ne giymeli ile bırakın gece davetlerini, 5 çayı davetindeki giyinme tarzımız aynı değil. Ben bunu kendi akademimde verdiğim Sosyal Hayatın Temel Kuralları dersimde anlatıyorum.

“Modayı önemseyen ve şık kadınlar çoğunlukta”

Türk kadınları şık mı?

Genelleme yapmak hiçbir konuda doğru olmaz. Sadece şunu söylemeliyim; modayı önemseyen ve şık hanımlar çoğunlukta.

Hanımlarla alışverişe çıkmak onlara bir şey beğendirmek zor değil mi?

Valla acayip keyif aldığımı söylemeliyim. Zaten sezonluk gardırobunu yapmam için benimle çalışan hanımlar ve beylerle aynı kafadayız. Tıpkı evinizi emanet ettiğiniz mimar gibi kafalar uymalı ki güzel işler çıksın. Böyle olunca, beğendirmek diye bir şey olmuyor. Birlikte beğenmiş oluyoruz zaten.

Koreograf olduğunuz için mankenleri giydirmeye alışıksınız sizin için beden fark ediyor mu?

Koreograf olmanın avantajı 25 yıldır ciddi bir deneyim ve tecrübe kazandırdı bana. Daha pratik olup askıya bakınca gözümle giydirmemi sağlıyor. Beden konusu benim için önemli değil dediğim gibi şık, doğru, rahat ve kişinin yaşam tarzına uygun olmalı. Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır.

“Eski modellerin yeri dolmuyor”

36 beden olursan şık olursun ama 46 beden olursan ne giysen yakışmaz fikrine ne diyorsunuz?

Katiyen kabul etmiyorum. Feci rüküş 36 beden giyen kadın gösterebilirim. Sert girdim farkındayım ama, her 36 beden şık diye bir şey olamaz. Ben 46 beden giyip girdiği yerlerde kendine hayranlıkla baktıran kadınları gördüm. Bedenleriyle ilgili değil, seçimleriyle ilgili.

Yıllardır Türkiye’nin en ünlü isimlerini podyumda yürütüyorsunuz podyumlar neden yeni isimler çıkartmıyor?

Ooo işte bu çok zor bir soru. Bilsem de söylesem, eskilerin yerleri dolamıyor. Bence sebep gençlerin podyumdan ziyade, daha çok para kazanmak için televizyona geçmeleri, podyumda başlayıp ekrana geçiyorlar. Size onlarca böyle isim sayabilirim.

Aynı zamanda bir Sanat Akademi’si kurdunuz. Orada hangi dersler var?

2018 yılında Artistik Sanatlar Akademisi’ni kurdum. Doğru eğitimin önemine o kadar çok inanıyorum ki. İşte bunun için eğitimci kadromuza ve müfredatımıza çok önem veriyorum ve tek tek ilgileniyorum. Yürüyüş, oyunculuk, müzik, enstrüman derslerinin yanı sıra kısa süreli seminerler de oluyor.

“Kim benden sertifika almışsa, onun başarısız olma ihtimali yok”

Bildiğim kadarıyla büyük beden manken olmak isteyen onlarca öğrenciniz var sizce başarılılar mı?

Evet çok var. Tabii ki olacaklar. Çocuk modasını nasıl çocuklar tanıtıyorsa, büyük beden modasını da büyük beden mankenler üzerinde görmeliyiz. Eğitim verdiğim tüm büyük beden mankenler tam gaz çalışıyorlar. Bayılıyorum, gurur duyuyorum onlarla. Benden sertifika almışsa başarısız olma ihtimali yok. Altına imzamı atıyorum.

Alışveriş merkezlerinin organizasyonları Banu Noyan’dan sorulur derler nerden çıktı bu yorumlar?

Nerden baksanız 2000 yılından bu yana AVM’lerin birer yaşam merkezi olacağını söylemiş ve o doğrultuda projeler üretip etkinliklerinin dikkat çekmesi için özel çalışmalar yapmış biriyim. Çok emek verdim. Amerika, Dubai dahil dünyanın birçok ülkesine gidip kendimi geliştirdim. Bir başarı varsa emek, gayret ve çalışmanın sonucudur. En küçük organizasyonu bile laf olsun diye yapmam. Matematiği vardır bu işin.

Sizden yürüyüş eğitimi alanlar sadece model olmak isteyenler değil. Peki kimler, neden yürüyüş eğitimi almak için sizin okulunuza geliyorlar?

Bravo Melis, çok doğru… Evet öğrencilerimiz arasında yaşı, konumu ve vücut yapısıyla podyuma çıkmayacak hanımlar ve beyler de var. Yürüyüş dediğin mevzu aslında sosyal hayatımızda öyle önemli ki. Bir yerden içeri girerken, bir konuşma yapmak için kürsüye giderken bile o ortamdaki durumunuzun belirleyicisi olabilir. Partnerinizle gideceğiniz bir davette duruşunuz ve yürüyüşünüzle kendinize baktırırsınız.

Düğün dansını duyduk da düğün yürüyüş eğitimi almak enteresan değil mi?

Bana enteresan gelmiyor. Çünkü salona girerken yürüyorsunuz. Üzerinizde gelinlik ya da bir elbise var ve yüzlerce kişi aynı anda size bakıyor. Bu nasıl önemli olmaz? Hem de çok önemli ve heyecan verici anlar. Onları öyle zevkle hazırlıyorum ki, hatta gidebildiklerimde o an onların yanında olmak bana heyecan veriyor. Kalbim yerinden çıkacak gibi heyecanlanıyorum.

Peki size “Biraz Söz Dinle!” desem ne dersiniz?

Yeni çıkacak kitabımın adı derim! A7 yayın evinden çıkacak. Günlük gibi bir kitap. Karman çorman her şey var. Tıpkı hayatımız gibi… Gerçekten içinde her şey var. Gözyaşı, kahkaha, şaşkınlık, merak, tecrübe ve daha birçoğu… Banu’ca konuşur gibi yazdım. Asla laf olsun diye bir kelime yok yazılmış. Okuyanın benimle kahve içiyor, yemek yiyor gibi hissedeceği bir kitap diyebilirim. Eminim okuyanlar böyle düşünecek. Doğal ve samimi… Ben gibi… Bazen kızgın bazen fazla sakin, bazen gözünden ateş çıkan, bazen de yaşlarla dolu gerçekten ben gibi… “Biraz söz dinle” çok kullandığım bir cümledir. Şimdilik kitabımın adı oldu. Ben söz dinle diyorum da kendim söz dinliyor muyum merak edenler alıp okusunlar. Kapak arkasında çok özel isimlerin benimle ilgili cümleleri var. Tam bir çikolata çerez gibi atıştırmalık ve keyifli geleceğini düşünüyorum.

Kitabınızı okumak için sabırsızlanıyorum. Peki bu döneme dair eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sevgili Melis, enerjin, kahkahaların hiç bitmesin, çok yaşa. Tüm okurlara yürekten sevgilerimi gönderiyorum. Unutmayın hayat mucizelerle dolu. Gün doğmadan neler doğar. Pandemi geldi bizi yerle bir etti evet ama biz insanoğlu düştüğümüz gibi kalmasını da biliriz. Yılmak yok, biz neleri hallettik diyelim ve unutmayalım ki; “Bu da geçer ya hu”.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.