SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Herkesi Aşka Davet Ediyor

Birçok kişinin sahnelerden tanıdığı ve geniş bir dinleyici kitlesine sahip Ayla ilk single çalışması ‘Aşk Olsun’la da müzik piyasasına iddialı bir giriş yaptı. Müzik hayatına türkü söyleyerek başlayan ve popla devam eden müzik yolcuğunu “Bağımsızlığını emeğiyle kazanmış bir kadınım” diyerek anlatan Ayla, ilk single heyecanını şu sözlerle dile getiriyor; diyor. “Aşk olsun” diyerek şarkısının nasıl böyle davetkar bir şarkı olduğuna da açıklık getiren Ayla; diyor.

“Aşk Olsun” şarkısı ve “Ayla yaza damgasını vuracak” haberleriyle gündemdesin ama kim bu yaza damgasını vuracak kız?

Ayla, Türkiye’nin birkaç şehrinde yaşamış ve farklı kültürlerle yoğrulmuş bir karakter. Yani hem Anadolu kültürüyle, hem batıda büyümenin getirdiği çok büyük bir birikimle ve hepsinin verdiği değişik bir alt yapıyla hayattan zevk almayı seven biri. Kendimi çok Anadolu’ya ait hissediyorum. Bağımsızlığını emeğiyle kazanmış bir kadın olarak özgürlüğüne düşkün ve verdiği mücadeleler soncunda bugününü kazanmış bir kadınım.

Müzik hayatın nerede ve nasıl başladı?

İzmir’de konservatuarda okudum ama müzik hayatım konservatuarın çok öncesinde başladı. Çok genç yaşta sahneye çıkmaya başladım. Bunun için de çok uğraştım. Dedim ya tam bir Anadolu kadınıyım diye, çünkü Anadolu kültürüyle yoğrulmuş bir ailede büyüdüm. Haliyle bu işe başlamak istediğimde “Şarkıcı olup ne yapacaksın?” gibi koruma iç güdüsüyle önüme koyulan engeller ve yasaklarla karşılaştım. Ama ben de kafama koyduğum şey konusunda engel tanımam ve mücadele ederim. Çünkü sevmediğim bir aşkın, işin içinde olmam ve ömrümü böyle bir şeye adayamam. Haliyle ben sevdiğim işi yapmalıydım ve mücadele vermeliydim.

Ailene karşı mücadele vermişsin ve geldiğin noktaya bakıldığında bu mücadeleyi kazanmışsın…

Ailem liseden sonra konservatuara girmeme izin vermedi diye inat ettim ve dört yıl boyunca üniversite için hiçbir tercih yapmadım. Ne kadar kararlı olduğumu gördüklerinde sonunda ikna oldular ve müzik yolculuğum başladı.

Konservatuara izin vermeyen aileni gece sahneye çıkmana nasıl ikna ettin?

Gece hayatıyla ilgili genel geçer önyargılar var biliyorsun. Ve babamın bu önyargılarını kırmak benim için de çok zor bir süreçti ama bunu da göze almam gerekiyordu. Çünkü toplumda da bizim mesleğimize karşı olan bakış açısı çok önyargılı. Hatta iş olarak görülmüyor ve seni mesleğin yokmuş gibi sayıyorlar. Bu yüzden bunun bir meslek ve iş olduğunu aileme ispatlamak sadece bir günde olacak bir iş değildi. Bunun için senelerce onları ikna etmek için çalıştım ve çok uzun bir yol kat ettim. Şimdi buna ikna oldular ve onlar da benim kadar işimi sahipleniyorlar. Çetin bir yol oldu ama sonu güzel oldu. Aşık olduğum iş için verdiğim emeklerin hiç biri zoruma gitmedi, yaptığım her şeye değdi.

Canlı müzikte ve sahnelerde bir marka haline gelmişsin. Yeni çıkan birçok isim konser ve sahne arayışındayken sen neredeyse full program yapıyorsun. Bu avantajın nedeni sahnelerde uzun yıllar geçirmen mi, çevre mi hangisi?

Sahneye küçük yaşlarda başlamanın avantajını yaşıyorum tabii ki. Çünkü çıkardığım bu şarkı benim için bir başlangıç değil. Benim zaten ilerleyen yolumun ilk kitlelere ulaşan meyvesi. Zaten müziğimi, sahnemi yaptığım yerlerde senelerdir hep bağlantılarım oldu ve dostluklarım devam etti. Bu işi yapan herkeste olduğu gibi sesini, müziğini daha büyük kitlelere duyurma arzusuna girmek için doğasında var ve bu çok güzel bir şey. Ama bu single yolumun başlangıcı değil aksine yolumun yarısı. Ama ben müziğe ilk başladığımda da canlı performans, sahne veya konser konusunda hiç sıkıntı yaşamadım. Belki de bu konuda hep pozitif olmamın da katkısı vardır ama işimi iyi yaptığıma inanıyorum.

Peki çıkardığın “Aşk Olsun” singleı müzik yolculuğunda hayalinin bir parçası mı yoksa sahneler için bir kartvizit mi?

Kesinlikle hayalimin bir parçası. Ne iş yaparsak yapalım işin içinde mutlaka ticari kaygılarımız oluyor. Çünkü sadece biz değil bize eşlik eden birçok emektar arkadaşımız bu işle geçimini sağlıyor. Ticari kaygılar gütmemek gerçek dışı olur. Ama single ile daha geniş kitlelere ulaşmak ve daha fazla kalbe dokunmak gibi bir imkanımız varken neden bunu kullanmayalım ki? Yolculuğumun ve hayallerimin en güzel meyvesini verdim…

Peki bu single daha önce olabilir miydi yoksa tam zamanında mı oldu?

Bu konuda ne çok kaderciyim ne de isyankar… Çok ortasındayım. Daha önce olabilir miydi bilmiyorum ama şuan yaptığım noktadan baktığımda dostlarımla beraber ürettiğim ve çok güzel insanlarla bir araya geldiğim harika bir iş. Şimdiki zamanın negatif bir etkisini görmediğim için daha önce olmalıymış gibi bir şey düşünmüyorum. Şuan da her şey çok güzel.

Ne olursa aşkla olsun dersek bu şarkı da bir aşkın eseri olarak mı çıktı?

Şarkı aşkı özleyenler için bir isyan ve aşka davet şarkısı. Yazmayı çok seviyorum. Hayatımın büyük bir bölümünde de hep kitaplar ve yazılar vardır. Neden “Aşk olsun” dersen, hayatımızda genel olarak pozitif duygulara hasret kalıyoruz. Benim de aşka hasret kaldığım bir dönemde yazdığım bir şarkıydı. Bazen aşkın gelmesini beklemek yerine, peşinden gitmek gerekir. Bu anlamda davetkar bir şarkı. Benim için böyle olan bir şarkı başkaları için neden olmasın diyerek güzel bir başlangıç yapmak istedim. Çünkü zaten atarlı giderli bir sürü güzel şarkı var ve zaten herkes eski sevgilisine isyan ediyor. Biz de yeni sevgiliye “Hadi gelsene” diye bir göz kırpalım ve davet edelim istedik.

Peki müziğe pop söyleyerek mi başladın?

Aslında ilk olarak türkü söyleyerek başladım. 9 yıl sadece türkü söyledim. Konservatuarı kazanıp İzmir’e gittiğimde hala Aydın’da sahne alıyordum. İzmir’ geçtiğimde ise sahnede türkü değil pop yapmam gerek diye düşündüm. Çünkü o dönem yapılan türkü sahneleriyle ilgili endişelerim vardı. Böylece pop söylemeye başladım ve çok da hızlı adapte oldum. Ne ben, ne de dinleyenler hiç yabancılık çekmedi. Oradan başlayan yolculuğum buraya kadar geldi.

Sonrası için planın ne?

Çok fazlayı arayı açmayı düşünmüyorum. Güzel projelerimiz olacak. Uzun bir konser takvimim var. Diğer projeler ise yavaş yavaş kesinlik kazanıyor. Eylül ayına hepsini yetiştirmeyi planlıyoruz.

İstanbul’un en popüler ve gizemli mekanında sahne alıyorsun. Bu yüzden single öncesinde de seçkin bir kitleye hitap ettiğini söylersem doğru olur mu?

Kesinlikle… Bunu tam nasıl açabilirim bilmiyorum ama İstanbul’a ilk geldiğimde Bengü’yle ve Oğuzhan Koç’la çalışmaya başlamıştım ve vokalist olarak onlara eşlik ediyordum. Hemen akabinde Umut Evirgen’le çalışmaya başladım. İstanbul beni çok güzel kucakladı. İlk defa gelmeme rağmen şanslıydım ve hiç tökezlemedim. Bütün her şey bu şekilde beni kucaklayınca çok büyük bir hevesle çalıştım ve harika bir kitleye ulaştım. Birçok meslektaşımın yaşadığı dezavantajı ben yaşamadım, güzel dostlar edindim. Benim hayatımın ve işimin her kısmında açıkçası dostluk var. Mesela klibimin yönetmenliğini de Umut Evirgen çekti. Dostluklarımın getirdiği bu bağla umarım işlerimiz daha da güzel devam edecektir. Dostlarım her zaman yanımda oldu ve kendimi hiç yalnız hissettirmediler. Bu şansımın farkındayım. Kader iyi ki bütün dostlarımla yollarımı kesiştirmiş.

İddian ne?

Hepimiz bir iş ortaya koyarken en iyi ve en güzel yere gelmesi iddiasıyla bir şeyler üretiyoruz. Ama iddiam, bizimle beraber müziğimizi paylaşan insanların kalplerine dokunabileceğimi söylemek olur. Evet hepsinin kalbine tek tek dokunabilirim. Bunun dışında çok büyük cümleler kurmayı kendime çok yakıştırmıyorum.

 

Fotoğraflar: Yiğit Danacı

Yazının devamı...

"Esnek Değilsen Kalıcı Olman Zor"

Yasak Elma dizisinin en sevilen karakterlerinden biri olan Ahmet Kayakesen yeni sezonda farklı projelerle seyirci karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Yedi yıllık oyunculuk serüveninin reklam filmleri çekerken kamera arkasında başladığından bahseden Kayakesen oyunculuktaki kaygılarını ise ilk yıllardaki zamanlarına dönerek anlatıyor. diyen başarılı oyuncu sözlerine şu şekilde açıklık getiriyor; “

Yasak Elma’yla yoğun bir tempoyu tamamladın nasıl bir sezondu, şimdi nasıl dinlenmeyi düşünüyorsun?

Keyifli bir sezon geçirdim şahsım adına. Dizi sezon arası verdi ama benim karakterimin hikayesi bittiği için diziye veda ettim. 30 küsur bölüm keyifle çalıştığım verimli bir iş oldu. Kendime vakit ayırabildiğim bir iş oldu Yasak Elma çünkü genelde oyuncular projeleri olduğunda pek fazla sosyalleşme veya kişisel gelişimlerine vakit ayıramazlar bu proje bana bu gibi şeyler için zaman tanıdı. Şimdi yaz arası, bir ihtimal film çekme gibi bir niyetimiz var ama net bir şey yok henüz.

Yasak Elma’da naif, sakin ve dengeleyici bir karakter olarak çok sevildin. Şimdi Yasak Elma sensiz ne yapacak çok merak ediyorum…

Yasak elma her halükarda devam eder… Bu söylediklerin açısından aslında Yasak Elma’daki rolümün karakterimle örtüşen bir çok yanı vardı. Hakan dengeleyici, bilge, saf ve temiz taraftaydı böyle olmayı Ahmet olarak da seviyorum esasen. Ama dizi bir entrika dizisi olduğu için bir yerde hikayesi bitti. Aslında bizim ekip olarak hikayemiz bitti. Ama tabii devam etmesini ister miydim, isterdim.

Hangi tür rolleri kendine daha çok çektiğini düşünüyorsun?

Çok fazla karakter konusunda bir takıntım yok. Hikaye içinde çıkarabileceğim her türlü karaktere hayat vermek isterim. Ama öyle net bir şekilde kafamda bir karakter profili çizmiyorum. Doğru bir hikayede iyi ya da kötü fark etmeksizin bir karakterle var olmak beni her türlü heyecanlandırıyor. Son yer aldığım projeler daha çok iyi ve naif karakterleri canlandırdığım işlerdi ama bunun tam aksi bir rol gelirse de aynı keyifle canlandırabileceğimi biliyorum. Yani bu anlamda bir kriterim yok hikayeyi benimsemem yeterli.

Senin kariyer yolculuğuna baktığımda aslında pek de aceleci olmadığını görüyorum. Son dizine gelene dek yer aldığın projelerin hep başrol ama senin sadece başrolle devam ederim gibi bir tavrın da yok. Yasak Elma’da ana cast olmakla beraber yardımcı oyuncu olarak izledik seni… Bu konuda neler söylemek istersin?

Bu konuda yani oyunculukta bir kriterim yok derken bunu kast etmiştim. Bir işi beğenirsem başrol de olurum, yan rol de… Kendimi öyle özel olarak koyduğum bir yer yok. Bu durum beni psikolojik olarak da etkilemiyor. Evet bir önceki sinema filminde ve dizide başroldüm ama bu dizide başrol oyuncusuna yardımcı oyunculuk yaptım ve bunu yaparken çok da keyif aldım. Bu noktada Onur Tuna’yı es geçemem çünkü onun gibi bir oyuncuya yardımcı oyunculuk yapmak aksine beni güçlendirdi ve mutlu etti. Yarın ne olur bilmiyorum.

Sektördeki belli yapımlarda kadrolaşmış oyuncuların yer alması ve yenilere yer açılmamasıyla, bir oyuncuya birbirinin devamı niteliğinde gelen benzer rollerin gelmesine bir yorumun var mı?

O taraf benim ilgilendiğim bir konu değil. Ben kendi işime, kendi projeme bakarım. İşimde elimden geldiğince en iyisini yapmak için yaşıyorum. O an hangi karakteri canlandırıyorsam ona yoğunlaşır ve kendi donanımımı yükseltmek için çabalarım. Bunları yaparken açıkçası sektörün bu tarafıyla fazla ilgilenmem çünkü pek fazla bildiğim şeyler de değil. Bana menajerim tarafımdan proje gelir beğenirim çalışırım, beğenmem çalışmam. Bu hayatım boyunca öyle oldu, olmaya da devam edecek. Öbür taraf, kadrolaşmış oyuncular veya diğer dış etkenler beni ilgilendirmiyor. İşimi layığıyla yapmak ve senaryoya hizmet etmek için varım. Herkes kalbinin ekmeğini yer.

Oyunculuktaki adımlarını hangi doğrulara tutunarak atıyorsun?

Her gün yeni insanlar tanıyoruz ve onlardan yeni şeyler öğreniyoruz. Ben de daha çok insanlardan beslenen bir yapıya sahibim. Bu konuda herhangi bir egosantrik yapıya sahip değilim. Herkesten bir şey öğrenmeye, bunu yaparken de keyif almaya çalışıyorum. Bu kişi benim oyuncu, yönetmen arkadaşım da olabiliyor, herhangi biri de… Herkesten bir şeyler alma taraftarıyım. Zaman geçtikçe ve bu etkileşim arttıkça da kendime dair geliştirdiğim şeylerin geri dönüşünü performansımdaki yükselişle alıyorum. Ama aslında işin özü doğru ve iyi bir insan olmaktan geçiyor. Doğru insan olursan, iyi bir oyuncu olursun. Çünkü oyunculuk benim gözümde hayatla doğru orantıda, sosyal zeka ve algılama yeteneğiyle yapılabilecek bir iş. İşin eğitimi bu mesleğin olmazsa olmazı ama önce kendimizi tanımak gerekiyor. Kendini tanıyamazsan oyuncu da olamazsın.

Kendini geliştirdikçe sende değişen neler olduğunu hissediyorsun?

Eksik yönlerim hala var ve bu olmaya devam edecek hayat boyu, ben olabildiğince kendimi geliştirmeye çalışıyorum ki bu gelişme hali hiç bitmeyecek. Bizim yaptığımız meslek biraz hayatla doğru orantılı ilerliyor. İnsanın şahsi donanımı sadece mesleki olmamalı, aksine hayata dair olmalı ki mesleğine yansısın. Şimdi kendimi geliştirirken ikili ilişkilerde nasıl davranmam gerektiğini, işimde hangi disiplinle adım atmam gerektiğinin farkına varıyorum. Bu farkındalıklarım arttıkça ister istemez her işe de yansıyor.

Yakın zamana yönelik kendine koyduğun hedefler neler?

Kaliteli bir projeye dahil olmak her zaman isteyeceğim şeylerden biridir. Kendimle ilgili yaptığım ufak tefek çalışmalar var. Hikaye yazıyorum, şarkı sözü yazıyorum ve yazdığım şarkıları elimden geldiğince okumak hayata geçirmek gibi minik adımlarım var. Hali hazırda yazmakta olduğum bir tiyatro metnim var bunu önümüzdeki senelerde sahneleme planım var. Bunlar benim kendim için yaptığım şeyler, hiçbir ticari beklentiyle projeleştirmek istemediğim şeyler. Hepsi kendimi iyi hissetmek adına yaptığım şeyler. Bu yaz dönemini de biraz daha verimli geçirmek taraftarıyım. Tatil yerine workshoplara, atölyelere yoğunlaşma planım var.

Peki sen kendin için mi yaşayanlardansın, başkaları için yaşayanlardan mı?

İnsanlar öncelikle kendileri için yaşarlar ki sonra dışarıya faydaları olsun, kendim için yaşıyorum fakat kendimdeki eksiklikleri yaşım ilerledikçe daha net görebildiğim için dışarıya karşı doğru bir insan olmak adına da yaşadığımı söyleyebilirim. Hedefim doğru bir oyuncu ve sanatçı olmak. Bunu elde edene kadar da kendimi zorlayacağım ve yoracağım. Bu olana kadar kendimden hiçbir zaman memnun kalmayacağımı biliyorum. Kendimi ne zamanki bu konuda tatmin olmuş hissedeceğim o zaman biraz daha rahatlamış olurum. Ama şimdi kendimdeki eksikleri giderme zamanı…

Mükemmeliyetçi ama tatminkar olmayan biri gibi duruyorsun öyle misin?

Biraz öyleyim… Her sabah uyandığımda daha iyisi nasıl olabilir ve ne yapabilirim diyen biriyim. Çünkü bir günümü boş geçirmek istemem. Hayatıma giren insanlar ve ailem bu durumdan biraz muzdarip çünkü mutsuz olduğumu düşünüyorlar. Ama aslında benimki mutsuzluk değil, iç dinamizmim gayet yerinde ve mutluyum. Çünkü iyi şeyler yaptığımı düşünüyorum. Her şey yolunda gidiyor.

Hayatı nasıl yaşamayı seviyorsun?

Hayatı olabildiğince dingin ve basit yaşamayı seviyorum. Yapı olarak da çok sakinimdir öyle uçlarda yaşamam. Kendimi her zaman naif bir şekilde ifade etmişimdir. Olaylar karşısında da mantık çerçevesinde belirlediğim bir şey vardır öyle davranırım. Biraz sakin kalırım başkalarına göre. Gece hayatım yoktur. Sevdiğim insanlar hep yanımda olsun isterim. Genelde evimde vakit geçirmeyi severim. Üniversite zamanımda Beyoğlu’nda çeşitli mekanlarda çalıştım o dönemim bana gece dışarı çıkma konusunda yeterince doymuşluk sağladı.

Peki özel hayatın ne durumda?

Hayatımda bir süredir kimse yok. İşime ve aileme yoğunlaştığım, pek fazla da sosyalleşmediğim için biriyle tanışamıyorum haliyle. İlişkiye kapalı falan değilim. Bir gün denk gelir, hayata aynı penceren baktığım biriyle tanışırız ve bir beraberliğimiz olabilir, kısmet…

Aşık olduğunda da bu kadar sakin kalabiliyor musun gerçekten?

Hayatıma biri girdiğinde daha verici olan tarafımdır. Elimden gelen her şeyi yapmaya gayret eder ve çok çabuk sahiplenirim. Ama bunu da tecrübelerime dayanarak belli bir seviyede tutmayı tercih ediyorum artık. Daha önceki yıllarımda hayatımdaki kişiyi hemen içime alır, sahiplenirdim ama bunun doğru olmadığını zamanla gördüm. Fikir ayrılığı yaşadığın birine kendini bu kadar açarsan zarar görüyorsun. Bu tecrübeyle artık bu konuda kendimi dengelemeye ve törpülemeye çalışıyorum. Ama bu benim karakterim ilişkilerimi samimi yaşamayı severim bu da bir gerçek. Tabii böyle bir durumda enerjimin yükseldiğini ve keyifli bir hale geldiğimi inkar edemem. Bu hali severim ama yüzde 100 o halde de kalamam onu da söyleyeyim. Ara ritimler iyi ve yeterli oluyor. Motive ediyor beni hem aileme hem de işime olan bağlılığımı artırıyor.

Sen evden dışarı çıkmıyorum diyorsun ama ben yine de sormak istiyorum… Çapkın mısın? Çünkü senle ilgili böyle bir algı var sanki buna ne diyeceksin?

Hiç değilim. İnsanlarla iletişim kurmayı sever bir yapım var sanırım bu beni algıda çapkın gösteriyor ama o öyle değil. Aksi zaten benim için çok yorucu olur. Hayatıma sürekli birilerini sokma taraftarı değilim. Arkadaş olarak bile böyle, dün tanıştığım insanı yarın hemen arkadaşım canım ciğerim diye içime alamam. Doğru insanlarla doğru birliktelikler kurmak isterim. Bu yönümden ötürü de hemen herkes öyle ne sevgilim ne de arkadaşım olamıyor . Ama karşımdaki kişi benim doğrularım paralelinde biriyse iletişim kurma konusunda çaba sarf ediyorum kabul.

Korkuların var mı?

Sektöre ilk başladığımda yüksek kaygılarım vardı. Oyunculuk öncesi reklam filmlerinde kamera arkasında asistan olarak çalıştım ve oynadım. Ama 2012’de çektiğim bir sinema filmiyle oyunculuğa tam olarak adım attım. 2013’te Kocamın Ailesi rol aldığım ilk dizi projemdi. Bu noktada ilk başladığımda kaygılarım oldu çünkü kamera arkasından geldiğim için işlerin setlerde nasıl ilerlediğini çok iyi biliyordum. Fakat buna ayak uyduracak kafa yapısına ve rahat bir bakış açısına sahip değildim. Bu durum hala da devam ediyor aslında.

Biraz açabilir misin nedir o rahat bakış açıları?

Biraz esnek olmak gerek, ödün vermek ve dışa dönük olmak gerek. Yeri geldiğinde kendi karakterinden feragat etmek gibi durumlar olabiliyor ve bende bunları asla yapan ve yapabilecek biri olmadım. Doğal, sade ve butik yaşadığım bir hayatım olduğu için bunlar bana uzak şeyler. Bu yüzden mesleğimde de kendi karakterimin dışına çıkamıyorum ve bu da biliyorsun ki bizim sektörde çok zor. Eğer bu tarz bir kafa yapısına sahipsen kalıcı olma ihtimalin azalıyor. Ama ne olursa olsun işini iyi yaparsan da mutlaka yeni teklifler geliyor. Bu yüzden kalmak istediğim gibi kalıp hayatımı mesleğime devam etme taraftarıyım. Zaman zaman endişelerim oluyor ama iş disiplinime ve ahlakıma çok güvendiğim için bu kaygılarımı kendi kendime çürütüyorum. Yani ben böyle olmaya devam edeceğim ve bu şekilde sektördeki yerim neresiyse onu kabul edeceğim ve fazlası için de hırslanmayacağım. Beni izleyenler, sevenler beni hayatlarına nereye koyarlarsa hayatıma oradan devam edeceğim.

Seni tanıyan herkese kendini doğru bir şekilde ifade ettiğini düşünüyor musun ya da düzeltmek istediğin bir şey var mı?

İnsanların tam manasıyla beni tanıdığını düşünmüyorum. Yedi yıldır sektörde birçok projede yer aldım, birçok kişiyle çalıştım ama insanlara yüzde yüz kendimi ifade ettiğimi düşünmüyorum. Zamanla belki bu da yolunu bulur. Bu mesleğin bize getirdiklerinden biri de topluma kendini açmak. Tabii ki kimse kimseyi yüzde yüz tanımak ya da evinin içine girmek zorunda değil ki, kimsenin bunları çok da merak ettiğini düşünmüyorum. Bu yüzden gözden uzak yaşamak konusunda kendimce bir yol çizdim. Ama hiçbir zaman da kimse beni tanımasın, kimseyle muhatap olmayayım kafasında değilim. Ayrıca şu an herkesle iletişimde olma halinden de çok mutluyum. Bu yüzden şu anki seviye benim için en ideali diyebilirim. Böyle kendimi çok iyi hissediyorum.

Yazının devamı...

Oyunculukta Gelir Azaldı

Oyunculuğunun yanı sıra sosyal sorumluluk projelerinin de aranan yüzü olan Burak Arslan yeni filmi İle seyirci karşısına çıkmak için gün sayıyor. Oyunculuğun yanında dijital medyaya da el atan Arslan sadece dizi oyunculuğu yapmanın kendine ihanet olacağını ve sürekli kendini geliştirmek gerektiğini söylüyor. Arslan sözlerine şöyle devam ediyor;

Burak seni her gördüğümde daha da bir fitleşmiş oluyorsun. Bunun özel bir sebebi var mı?

Aslında hayatımın en enerjisi düşük dönemini geçiriyorum. Yeni bir sinema filmi çektik onun yorgunluğu her şeyime yansıdı. Ama sabah sporumdan sonra tabii yorgunluk falan kalmıyor.

Daha yapılı bir halin vardı şimdi çok zayıflamışsın?

Rol için 9 kilo verdim. 20 gün boyunca sporu az yapıp, çok yiyerek 9 kilo verdim. Ama film sonrası eski halime tekrar geri çıkacağım, rol için böyle bir forma girdim.

Yeni filminin konusu ve senin rolün ne?

Bir asker filmi. Filmde doğulu bir askeri oynuyorum ve sürekli bir aksiyon halindeyim. Ama doğulu bir çocuğu oynarken normal halim gibi kaslı ve yapılı görünmem inandırıcı olmazdı. Gerçekçi olması gerektiğinden doğulu bir asker çocuk nasılsa öyle oldum. Bu film benim inanılmaz heyecanlandığım bir iş oldu çünkü gerçek bir hikaye anlatıyoruz. Film bölücü terör örgütünün doğudaki köylere yaptığı baskıyı anlatıyor. Örgütün suya zehir karıştırmasını ve buna ordunun müdahalesini anlatmasının yanında aslında Nilüfer diye bir çocuğun dramını konu alıyor. Ama film o kadar çok askerlerle iç içe ki asker filmi gibi algılanması çok normal. Çünkü altı başrolümüz var. Ve hepsi gerçekte yaşamış kişiler benim de canlandırdığım rol gerçekte yaşamış ve ekibin en saf ve masum olanı. Böyle bir karakter aslında çok özlediğim bir roldü. Çünkü arda arda hep kötü karakterler oynadım. Biraz daha masum bir karakteri oynamak çok hoşuma gitti.

Askeriye, kolluk kuvvetleri gibi yapımlar son dönemin en popüler işleri. Bu film sana geldiğinde hissine kapıldın mı?

Bu his bana Bordo Bereliler Suriye filminden sonra geldi. Çünkü filmin hemen arkasından İsimsizler diye başka bir asker işinde teklif aldım. Ama sinemada bunun ayrımını yapmıyorum çünkü film işi çok çok başka bir şey.

Askerliğini yaptın mı?

Hayır yapmadım ama her Türk genci gibi vatani görevimizi yerine getireceğiz. Ama şu an için daha iş odaklıyım. Vatana faydalı olmanın bence bin bir türlü hali var. Bazı insanlar bunu askeri görevini yerine getirerek yapar, bazıları da çalışarak yapar. Çünkü bizim yaptığımız iş topluma örnek olan bir iş. Burada daha faydalı olabileceğim bir alanda çalışmak varken kalkıp askere gitmek şimdilik benim için uygun değil. Enerjimin en yüksek olduğu çağda ve daha faydalı olabileceğim bir alan varken kalkıp gitmek olmaz. Bir de 6 ay bizim sektörde biliyorsun ki çok uzun bir süre. Ama çalışma tempom hafifleyince, tecilim de bitince vatani görevimi tabii ki yapacağım.

Sürekli çalışıyorsun ve yoğun bir tempo içindesin. Özellikle sosyal sorumluluk projeleri üzerinde sürekli bir uğraşın var. Bu durum rakiplerinin arasından sıyrılma çabası mı?

Bu konuda sana karşı çok samimi olmak istiyorum. Bu konuda beni en tetikleyen şeylerden biri hiçbir şeyin yapılmaması. Özellikle sosyal sorumluluk alanında… Yapılmak istenilen şeyler var ama yapılış şekli bana çok yanlış geliyor. Kör göze parmak sokmak gibi yapılıyor. Yapılan projeler bana yaratıcı gelmiyor adeta tek bir kişi elinden çıkmış gibi geliyor. Çünkü insanların sanatla ilgili bir fikri olsa da, sanatın buradaki en önemli odağının aslında toplum olduğunu fark etmiyorlar. Oyuncu ve şarkıcı olmak çok güzel şeyler mutlaka ama bunların bir yanının muhakkak topluma dayanması gerek ki bir katkısı olsun.

Peki sen bu sosyal sorumluluk projelerine nasıl başladın?

Ağrı’nın küçük bir köyünde yaşayan bir çocuğun okulda tahtaya, “Seni çok seviyoruz Burak Abi buraya gelmeni istiyoruz” diye yazıp fotoğrafını bana göndermesiyle başladı. Oraya gittiğimde gördüm ki genç yaşta olman bir şeyleri değiştirmen için bir engel değil. Gerçekten düşünüp, yaratıcı olmak ve katkı sunmak istersen bunu yapabiliyorsun. Benim de zamanım, enerjim ayrıca merakım var bu konulara. Bir de kendi jenerasyonumu çok önemsiyorum. Gençlere şans verildiğinde neler yapılabileceğini görüyorum. Kendim de bunun içindeyim. Bu projelerde kamera önüne geçtikçe kendimi iyi hissediyorum. Akabinde bunların işlerime yansıması iyi hissettiriyor. Mesela Kansersiz Yaşam Derneği ve Yeşilay ile yaptığım projeler çok güzel tepkiler alıyor ve beni bu konuda daha da tetikliyor. Bu projeler dolayısıyla insanlardan aldığım enerji de çok başka.

Sen sosyal sorumluluk projelerine katkıda bulunduğun gibi yakın arkadaş çevreni, sanatçı dostlarını da bu konuda örgütlüyorsun bu nasıl oluyor?

Aslında yaşımın küçük olmasından dolayı bu tarz şeylerde beni kırmıyorlar. Ben onlardan yaşça çok küçüğüm, yaptığım işi ne kadar önemsiyor ve saygı duyuyorlar bilmiyorum ama çıkılan niyet iyi olunca insanlardan kötü bir yanıt almıyoruz. Projeyi onlara anlatırken ne kadar inandığımı ve heyecanlandığımı gördükçe onlar da bu işe inanıyor ve bana katılıyor.

Peki bu projeler vesilesiyle hayatlarına dokunduğun insanlar seni nasıl biri yaptı ve de yapmaya devam ediyor?

Kansersiz Yaşam Derneği projesinde çocuklarla bir arada geldiğimizde çok duygusal anlar yaşanabiliyor. Projeyi gerçekleştirdiğimiz gün çocukların gözlerinde gördüğüm o mutluluk ve pırıltı, yüzlerindeki gülümseme, annelerinin mutluluğu başka bir şey yapmamam gerektiğini hissettirdi bana. Çok büyük bir manevi bir haz. O çocukların gözlerine baktığında hiç konuşmalarına gerek yok çünkü insanlardan ne beklediklerini ve istediklerini çok net görüyorsun. Tek istedikler şey ise gerçekten onlarla samimi bir şekilde ilgilenilmesi. Onun haricindeki tedavi süreçleri zaten titiz şekilde devam ettiriliyor. Ama bunun yanındaki moral ve müzik desteği onlar için çok büyüleyici bir şey. Mucizevi bir şey. Kanserin de ihtiyacı olan şey mucize enerjisi ve ben bu projelerde mutlulukla beraber bu mucizeyi o çocuklarda gördüm.

Bazı dernekler bu tarz projeleri ajitasyon üzerinden yapıyor sanki buna ne diyorsun?

Sosyal sorumluluk içine neyi katarsan kat derneklerimizin çocuğunun bu durumu ajitasyon yaparak bir popülasyon sağlayıp bir bağış toplamaya çalışıyorlar. Ama burada bağışın ve tedavinin ötesinde moral ve motivasyon gerçeği diye bir şey var. Her şey bu noktada o kadar hassas yürütülmeli ki çünkü önemli olan o noktada oradaki çocuğun mutlu olması. Derneklerin biraz daha bu konu üzerine eğilmeleri lazım.

Bu noktada sen kendi motivasyonunu nasıl yükseltiyorsun?

Kendimi motive etmekte en zorlandığım dönemi yaşıyorum. 25 yaşındayım ve tam karakterin, kişiliğin oturduğu, idol olarak örnek aldığın kişileri bir kenara bırakıp kendi duruşumu ve görüşümü oturtmaya çalıştığım bir dönem. Bu dönemlerde o kadar çok kendinle çatışıyorsun ki çünkü gergin bir ortamdan geçiyoruz, insanlar çok sinirli, yaratıcılık çok düştü. Çünkü insanların motivasyonu çok düştü. Böyle bir dönemde 25 yaşında bu heyecanlarla bir şeyler yapmaya çalışırken öyle enerjisizliklerle karşılaşıyorsun ki bırakma noktasına geldiğim çok oluyor. Ama o noktada yola çıktığım sebepleri hatırlıyorum ve ayağa kalkıp yola devam ediyorum.

Kansersiz Yaşam Derneğinin hayata geçirdiği ritim sınıflarının amacı nedir?

Kansersiz Yaşam ritim sınıflarıyla amacımız Kansersiz Yaşam Derneği ile Zuhal Müzikle kanserli çocukların tedavisine bir gelir elde etmek. Bu noktada ritim sınıflarına insanların gelmelerini bekliyoruz. Gerek Zuhal Müziğin eğitmenleriyle, gerekse bu projede yer almış ünlülerle beraber ritim dersi çalışıyoruz ve maddi bir gelir elde ediyoruz. Bu geliri de Kansersiz Yaşam Derneği’ne bağışlıyoruz. İstiyoruz ki hem çocukların ritim kulağı gelişsin ritim ve müzikle tanışsınlar, hem de kanserli çocuklarımızın bir nebze de olsa yaralarına merhem olalım.

Sürekli kendini geliştiriyor ve yeni şeyler öğrendiğini göz önünde bulundurursak oyunculukta işler beklediğin gibi gitmezse yan yollara sapar mısın?

Oyunculuk bir donanım salatası. Ne kadar ruhunu ve karakterini besleyen şey yaparsan, mesela ne kadar enstrüman çalarsan, ne kadar dil bilir, farklı ortamlarda bulunursan ve arkadaş perspektifin ne kadar farklı kesimlerden olursa o kadar iyi oyuncu olursun. Kendine döndüğünde donanımın ne kadar fazlaysa o kadar iyi bir aktör olursun. Bu yüzden bence bu işin bir yan yolu yok çünkü aslında her yan yol aslında ana yola çıkıyor. Ana yolları beslemenin yolu aslında yan yolların hep açık olması da diyebiliriz.

Peki senin oyunculuk dışında gelir elde ettiğin bir başka yol var mı?

Dijital medya şirketim var. Geleceği çok merak eden biriyim. Dijital medya dünyada öyle bir pay almış durumda ki ben burada oturup sadece dizi oyunculuğu yapmak kendime ihanet. Çünkü insan olarak kendime ne kadar faydalı olacağımı bilmem gerekiyor. Bunun içinde dünyada en uç noktalarda neler yapıldığını görmem gerekiyor. Benim için geleceğin sektörü dijital medyadır.

Hayatlarını sadece dizi oyunculuğuyla geçirenler sence kendilerine ihanet mi ediyor?

Evet ihanet ediyorlar. Oyunculuktaki gelir kapısı artık çok düştü. Gerçekten o kaşe dediğimiz şey o kadar eridi ki artık oyunculuk tek başına yetmemeye başladı. Bu kadar yetmediği zaman da gençler başka yerlere yönelmeye başladı. Eskiden tek bir işin ehli ol denirdi ama yeni dönemde bu görüş bir çöp.

Son dönemde oyunculuğun yanında müziğe yönelip sahne alan oyuncular, sanatın diğer dallarına yönelip sergi açanlar var. Bu durum için ne dersin?

Para için yapılmıyorsa ne isterse yapabilir bence. Ben kendimle ilgili de hep bunu söylerim, bir şeyi yaparken para için yapmamak önemli. Bir şey yaparsın para eder o başka ama para için bir şey yapmamak gerekiyor. Ama yapılan şeylerin tamamen maddi olduğunu görüyorum. Çünkü yapılan işler kalitesiz. Son dönemde yapılan şarkılara bakıyorum gerçekten hepsi o kadar aynı ki sosyal sorumluluk projelerini yapan kişilerle bu şarkıları yapan kişiler aynı bence. Bu kadar birbirinin aynısı iş nasıl çıkıyor anlamıyorum. Biz kitlelerin istediğini mi yaparız, yoksa istediğimizi yaparız ve kitleler seçer mi? Ticari olarak baktığında kitle için bir şey yapman lazım. Bu yüzden bu işin ticari yapmamak lazım.

Sence piyasanın yüzde kaçı bu işi ticari olarak yapmıyor?

Yüzde 10’dur. Çünkü bu işi para için yapmaya insanlar mecbur, ay sonu kira ve faturaları var. Bir de sanatçıların özgür ve yaratıcı olduğu yerlere bakın insanların refah düzeyleri yüksek ve gelecek kaygıları yok. Gelecek kaygısı olmayan bir insan yaratıcı bir iş çıkartabilir ama gelecek kaygısı olan biri tamamen para kazanmak için iş yapar. Ama Pazar kazanmak için yapılan işin kalitesi de vasat oluyor. Bunun daha ötesinde bir şey yok. Benim dijital medya alanına yatırım yapma amacım da bu. Bir gelir kaynağım varsa kendimle ilgili şeylerde seçici olabiliyorum. Ama öbür türlü ne iş olsa yaparıma dönüyorsun.

Yatırımlarını neye yapıyorsun?

Tamamen kendime, geleceğime ve eğitimime yatırıyorum. Bunun doğru olup olmadığını önümüzdeki beş yıl içinde öğreneceğim çünkü yaptığım yatırımlar uzun vadeli. Bu konuda kazanç sağlayıp sağlamadığımı da zaman gösterecek.

Sen kendine bu kadar yatırım yapıyor ve zaman tanıyorsun ama sektörde bu süre içinde şansla veya tesadüfen parlayan isimler oluyor. Bu durumun seni paniklettiği oluyor mu?

Sokağa çıkıp Ajdar dediğimizde tanımayan bir tek isim gösterebilir misin. Buradaki tanınmışlığın ya da kazandığın paranın benim için bir önemi yok. Burada nasıl tanındığın ve ne iş yaptığının önemi var. Bir günde de ünlü olabilirsin ama bunun kalıcılığı ve saygınlığı çok önemli. Bu ciddi anlamda yaptığın bir inşaata benzer. Temelin ne kadar sağlamsa bir depremden o kadar güçlü çıkarsın. Mesela kendini yetiştirmiş insanların yedikleri linçlerden çıkmalarına bak, çok sabırlı ve dirayetli çıkarlar. Ama kısa vadede şöhret olanlar en ufak bir linçte alaşağı olduğunu görürsün.

Herhangi bir linçe karşı kendini frenlediğin oluyor mu?

Frenlemiyorum ama kelimelerini sen seçebilirsin. Bir insanın yaptığı şeyi eleştirebilir ya da kötülersin. Ama benim felsefemde kötülemek yok. Eleştiri de yapıcı eleştiri olmalı. Kendini doğru şekilde ifade edersen seni anlıyorlar. Türk toplumu eleştiriye açık ama hakarete açık değiller.

Hiç yanlış anlaşılmadan dolayı linç edildiğin oldu mu?

Oldu. Futbolu bırakıp neden oyuncu olduğum sorulduğunda; cebimi değil, beynimi doldurmak istedim dedim. Söylediklerimin arkasındayım. Türkiye’de futbolda askeri bir düzen var. Bizde maalesef futbolda donanımlı bir insan değil bir savaşçı yetiştirilmeye çalışılıyor. Ben savaşçı olmak istemedim. Ben daha hümanist bir insanım, para kazanmayı değil daha çok hayatı seviyorum.

Bir sabah uyandın ve artık futbol oynamam mı dedin ne yaptın da milli takımı bıraktın?

Bir sabah uyandım ve ben bunu yapamam dedim. Şimdi bunu yorumlarsam bu bir kar-zarar analizidir. Ama o dönemde bir deli cesareti. Mesela hoca gece 22.00’da geliyor odanın elektrik kartını alıyor ve gidiyor. İki ay boyunca 50 tane erkekle aynı yerdesin ve tek konuştuğun konu ya kadınlar, ya rakip ya da dedikodu. Ama hayat bu değil ki… Çok askeri nizamdasın. Senin nasıl yaşayacağına karar veren bir yönetim var. Ben böyle bir hayat yaşayamam. Bunu futbol olarak şahsileştirmeyeyim ama memur da olamam. Gece çalışırken kendimi çok özgür hissederim. Gece çalışayım ama bana sabah dokunmasınlar tayfasındanım. Bu hayata bir kere geliyorsun ve hayat tereddüt etmek için çok kısa. Bugün oyunculuğu bırakıp şarkıcı olmaya karar versem ne kaybederim. En fazla başladığım noktaya geri dönerim ki benim başladığım noktada bir sıkıntım yok.

Al Pacino’nun öğrencisi olmak sana neler kattı?

Al Pacino ve Ryan Gosling hayat felsefemi etkileyen ve mentor olarak gördüğüm insanlar. Bu insanların tek derdi donanımlı olmak. Ryan Gosling dediğin adamın La La Land’ de 15 dakikalık piyano performansı var ve tek plan. Bunu yapabiliyorsan aktörsün, yapamıyorsan oyuncu. Oyuncu ve aktör olmak konusunda kesinlikle bir fark var.

Aylarca bu isimlerle aynı çatı altında kaldın ve eğitimlerini aldın ki Londra’da kalmaya devam edebilirdin neden geri döndün?

Ekonomik durumlardan dolayı. Avrupa Birliğine üye olan ülkelerden biri olmadığımız için burada üçüncü sınıf bir vatandaş gibi yaşıyoruz. Oradaki ekonomik durum çok farklı çünkü kur değiştiriyorsun. Para dolu sırt çantasıyla gidiyorsun ama change yaptığında o para bir cüzdana sığıyor, böyle bir değer kaybı varken, orada diğerleri 1 verirken biz 3 veriyoruz. Onlara yurt veriliyor bize verilmiyor mesela. Böyle durumlar olunca da iş ekonomik sebeplere kalıyor. İstiyorum ki son sınıfımı da okuyayım ve orada kalayım.

Yer aldığın projelerde göstermediğin hangi rengin kaldı?

Daha hiç rengimi görmediler çünkü göstermedim. Mesela enstrüman çaldığımı bugüne kadar hiçbir yerde konuşmadım. Çünkü Türkiye’de bunlar çok konuşuluyor ama hiç gösterilmiyor. Ve insanlar bundan o kadar çok sıkılmış ki… Kiminle konuşsan en az üç dil biliyor, beş enstrüman çalıyor ya da ya Londra’da ya da Amerika’da drama eğitimi almış. Ama iş ispatlamaya ya da göstermeye geldiğinde bunda bir eksiklik oluyor. Bu yüzden de ben göstermek istiyorum ki Kansersiz Yaşam projesinde insanlar enstrüman çaldığımı gördü.

Başrol veya jön olmak gibi bir tutkun var mı?

Al Pacino sence bir jön mü? Ben jön olmak istemiyorum aksine farklı ve zor bir karakter düşünüldüğünde akla ilk gelen kişi olmak istiyorum. Mesela daha pis karakterleri seviyorum. Çünkü gerçek olan karakterler bunlar.

Yazının devamı...

"Türkiye’de seni çirkin ve yeteneksiz olduğuna inandırıyorlar"

Hüseyin Karabey’in yönetmenliğini üstlendiği İçerdekiler filminde başrolleri Caner Cindoruk ve Settar Tanrıöğen ile paylaşan Gizem Erman Soysaldı başrolünü oynadığı ilk festival filmiyle hem Adana’da hem de Nürnberg Film Festivali’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünün sahibi oldu. Soysaldı hem ödül heyecanını hem de psikolojik gerilim türünde olan ve Adana Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan İçerdekiler filmini anlattı.

Melih Cevdet Anday’ın ölümsüz eseri İçerdekiler Hüseyin Karabey tarafından sinemaya uyarlanarak seyirciyle buluştu. Başrollerinde Gizem Erman Soysaldı, Caner Cindoruk ve Settar Tanrıöğen’in yer aldığı film ulusal ve uluslar arası festivallerden de ödülle döndü. Filmin başrolünü üstlenen ve oyunculuğuyla kendine hayran bırakan Gizem Erman Soysaldı da hem Adana Film Festivali hem de Nürnberg Türk Alman Film Festivali’nde ‘En iyi kadın oyuncu’ ödülünün sahibi oldu. Nürnberg’de verilen ödülde ise jüri ödül verirken gerekçeli kararını şu şekilde ifade ederek bir ilke de imza atmış oldu. Kararda Soysaldı için; ifadelerini kullandı.

Aldığı ödüllerin kendisi için çok önemli olduğundan bahseden Gizem Erman Soysaldı hem ilk defa katıldığı festivallerden ödülle dönmüş olmanın heyecanını hem de oyunculukta geçirdiği değişim ve dönüşümle beraber iktidar, irade ve özgürlük kavramlarının kendisi için ne ifade ettiğini bütün samimiyetiyle anlatıyor… Yurt dışına açılmak istediğini Londra’da bir ajansla anlaştığını da anlatan Soysaldı Türkiye’deki oyunculuk sistemini çarpıcı bir eleştiri getirerek şöyle diyor;

İçerdekiler filmi sonunda vizyona girdi… En başından beri filmin her aşamasında yer alan biri olarak vizyona girme heyecanını nasıl anlatırsın?

En başından beri yaratım sürecine de dahil olduğum için çok heyecanlıyım tabii ki… Fikir aşamasından itibaren Hüseyin’in (Karabey) yanında oldum. Film çekildi, postu yapıldı, festivallere katıldı, ödüller aldı ve vizyona girdi… Benim için rüya gibi inanılmaz bir şey bu yüzden çok mutluyum.

Kariyerindeki etkisini nasıl anlatırsın?

Bu filmle beraber ilk ödüllerimi aldım. İki tane oyunculuk ödülü getirdi bana. Bu yüzden ömrüm boyunca unutamayacağım anları yaşadığım bir şey ve kariyerim için de çok özel bir yeri oldu. Kariyerimi dönüştürdü. Caner Cindoruk ve Settar Tanrıöğen ile çalışmak çok özledi. Hüseyin’le ilk defa F Tipinde çalışmıştık bu bizim ikinci filmimiz oldu. İkinci kez onunla çalışmak yine çok özeldi. Bu yüzden İçerdekiler benim için unutulmaz bir yerde.

Ödül aldıktan sonra oyunculuğunu ispat ettin gibi bir his yaşadın mı?

Ödül almak hayal ettiğim bir şeydi. Zaten bu her oyuncunun hayal ettiği bir şeydir diye düşünüyorum. Ödül almayınca bu kötü bir oyuncu olduğunuzu göstermiyor ama isminizin okunduğu ve ödülünüzü aldığınız anın kesinlikle bir büyüsü var. Ben kendime başka türlü bakmıyorum ama belki başkaları farklı bakıyordur.

Küçük yaştan itibaren oyunculuk yapan ve birçok yapımda rol alan bir oyuncu olarak bu ödüllerin sana geç verdiliğini düşünüyor musun?

İlk defa oynadığım bir film festivallerde yarışma bölümlerinde yer aldı. Adana ilk ulusal, Nürnberg ilk uluslar arası festivaldi katıldığım. O yüzden geç kalmış saymıyorum. Şanslı olduğumu düşünüyorum.

Eşin Hüseyin Bey (Karabey) ile bu ikinci filmin. Hem bir eş hem de bir oyuncu olarak sette beraber çalışmak nasıl?

İlk defa F Tipinde beraber çalışmıştık ve ikimizde set öncesinde bu işi nasıl olacak diye gerilmiştik. Ama sonra bunu aştık. Dönem dönem de aynı projelerde farklı işler üstlendik. Mesela Hüseyin’in başka bir filminde oyuncu koçluğu yaptım, benim Teldolap çekimlerinde genel yönetmen oydu ya da film geliştirme atölyesinde beraberdik. İş konusunda birbirimizin reflekslerini biliyoruz. Bu filmde de onunla çalışmak benim için çok rahattı.

İçerdekiler’i bir de senden dinlesek…

İçerdekiler, Melih Cevdet Anday’ın 1965 yılında yazdığı bir oyun. Filmin ilk yarısı tutuklu ve komiser arasında, ikinci yarısı ise tutuklu ve genç kadın arasında geçiyor. Hatta filimde de oyunda da isimler yoktur bu şekilde karakterleri tanıyoruz. İlk yarı komiserin tutukluyu işlemediği bir suçu itiraf ettirme çabasıyla geçiyor. İkinci yarısı da son isteği olarak ziyarete karısını bekleyen tutuklu karşısında karısı yerine baldızını buluyor.

İzleyenlerden gelen ilk tepkiler, ilk yorumlar ne oldu?

yorumları yaptılar. Ama ben filmde oynamadan önce bunun bir gerilim filmi olabileceğini hiç düşünmezdim. Bence Hüseyin’in yarattığı atmosfer, kurgu, müzikler bunda çok etkili diye düşünüyorum. diyenlerden de çok etkileniyorum.

Filmde iktidar, işkence ve irade kavramlarının iç içe geçtiğini görüyoruz. Bu kavramlar için neler söylemek istersin?

Kişinin iktidar koltuğuna geçtiğindeki dönüşümü dehşet verici. İnsan olarak bu dürtü içimizde gerçekten var mı yoksa modernizm ve yaşadığımız bu şehir hayatı, politik düzen mi insanı bu hale getiriyor diye düşünüyorum ve sorguluyorum. Çünkü yerleşik olmayan düzende yaşarken şiddet, tecavüz, hırsızlık, mülk, sahiplenme yok. Ve bunların hepsi ataerkil düzenle sonradan gelen şeyler. Zaten bu sistemin amacı doğayı ve kadını hakimiyet altına almak. Dolayısıyla insanı suçlamıyorum ama ben bu durumu hep ataerkil sisteme bağlıyorum. İradeye gelecek olursak aslında bu da sürekli değişen, dönüşen bir şey. Filmde de kadın ve erkek sürekli birbirlerine verdiği tepkiyle biçim değiştiriyor. Bir yerde ego ya da savunma mekanizması oluyor…

Elde etmek isteyen, zalim oluyor fikrine katılıyor musun?

Katılıyorum, zaten filmde de aynen bu işleniyor. Bir de filmdeki kavramlardan beni en çok etkileyeni özgürlük kavramı. Mesela filmde komiser aslında içerde değil ama özgür de değil hep özgür olmak istiyor. Tutuklu ise filmin başında içerde ama sonunda özgürleşiyor hem de çok enteresan bir şekilde özgürleşiyor. Kadın ise aslında dışarıda. Ama içeride verdiği kararla özgürleşiyor.

Senin için özgürlük ne ifade ediyor?

Esnek biriyimdir. Bir işin uzmanı varsa o işi uzmanına bırakırım. Her zaman değişime ve dönüşüme açığımdır. Özgürlük konusu benim için çok önemli. Ama gerçekten ne kadar özgürüm bunu da sorguluyorum. Mesela şimdi “Amerika’ya gidebilir misin?” desen, işim var, çocuk var nasıl yapacağım diye düşünürüm. Özgür müyüm gerçekten ya da daha özgür olmak istiyor muyum diye düşünüyorum. Bu arada insanların hakkımda ne düşündüğüne takmam. Ne derler durumundan arındım. Bu yüzden daha rahatım ve özgürüm. Ne yapmak istiyorsam yapıyorum. Mesela önüme bir teklif geldiğinde içimden gelmiyorsa sırf para kazanmak için onu kabul etmiyorum. Çünkü hayatta mutsuz olmak istemiyorum.

Atölyelerle ilgili yeni yapacağın şeyler var mı?

Sinema sohbetleri yapmak istiyoruz. Böyle bir talep de var. Çünkü sinema geliştirme, kamera önü oyuncularıyla daha çok bir arada olmak istiyoruz. Bu atölye için biraz daha zaman var ama şimdiden kafamda dönmeye başladı. Hayalimde film projeleri, karakterler ve yurt dışında yapmak istediğim şeyler var.

Her zaman yurt dışına yönelik adımlar attın ve atmaya da devam ediyorsun. Sanki buradaki işlerden çok o tarafa daha yatkınsın gibi öyle mi?

Adana’da aldığım ödülden sonra Londra’da bir ajanstan teklif aldım. Şu an onların ajansında, sitesinde yer alıyorum… Ama 20’li yaşlarımdayken diziler için, neden beni gelip keşfetmiyorlar, aslında çok yetenekliyim durumuna girdim. Ama sonra o kafadan çıkabildim. Mesela Hüseyin’in söylediği çok önemli bir şey vardı; dedi. Türkiye’de sistem bu şekilde işliyor. İzin verirsen seni çirkin, kötü, yeteneksiz olduğuna anında inandırıyorlar. Çünkü bir dizide kendine bir yer bulamadıysan sen kötüsün, istenmiyorsun oluyor. Ben bunun farkına vardığımda yaratıcı sürecin daha çok içinde yer ala ala bu durumdan temizlendim, kurtardım kendimi. Bir de neden burada sıkışıp kalalım ki? Hepimiz dünya vatandaşıyız. Sınır dediğin ne ki? Her yerde çalışabilirsin.

Peki son dönemde hayatında kattığın yeni şeyler var mı?

Yogaya başladım. Sanki hiç yapamazmışım gibi geliyordu, çok aceleci bir tipim ve yogaya gittiğimde sanki kafamdakileri susturamazmışım gibi geliyordu ama meğerse öyle değilmiş. Bana çok iyi geldi. Benim için büyük bir keşif oldu bir daha bırakmayı hiç düşünmüyorum. Bunun dışında geçen temmuz ayından beri glutensiz besleniyorum ve çok mutluyum, herkese tavsiye ederim.

Yazının devamı...

İstanbul’un Mabedi Eyüp

Padişahların kılıç kuşanarak sultanlığa adım attıkları, çeşmesinden akan suyun kutsal sayıldığı, farklı gönüllerden yükselen onlarca dileğin göğe yükseldiği, havasının ulviyet koktuğu, Ramazan ayının en coşkulu yaşandığı semt Eyüp… Hz. Muhammed’in sancaktarı olan ilk Müslümanlardan Ebu Eyyüb el- Ensari’den adını alan Eyüp, Osmanlı tarihinin en zengin mimari eserleri sayılan türbeleri, Haliç’e tepeden bakan Pierre Loti’si ile günün her saati canlılığını yitirmeyen ve temposunu her geçen gün artırarak yaşan bir semt.

Haliç’in sonunda, Türklerin çok iyi bildiği ama yabancı turistler için pek de tanıdık olmayan bir yer var; Eyüp… Romantik aşıkların buluşma noktası olmasının yanı sıra Haliç’e karşı nostalji yaşamak isteyenlerin uğrak yeri Pierre Loti Kahvesi, duaların karşılıksız bırakılmadığına inanılan Eyüp Sultan Türbesi, Ramazan ayının vazgeçilmez eğlence adresi Feshane… Hepsi Eyüp denince ilk aklımıza gelen yerler değil mi?

İslam dünyası için kutsallığını yüzyıllardır koruyan ve hala etkisini yitirmeden her gün yüzlerce ziyaretçisine kucak açan, çeşmesinden akan suyun kutsal sayıldığı, avlusunu asırlık çınar ağacının süslediği Eyüp Sultan Camii ve Türbesi,Eyüp denince herkesin aklına gelen ilk yerdir. Hatta Osmanlı’nın İstanbul’a bıraktığı en büyük tarihi miraslardan da birisidir.

Ebu Eyyüb el- Ensari bilinen adıyla Eyüp Sultan, Ensarlar arasında İslamiyet’i ilk kabul edenlerden biridir. Ayrıca Müslüman olduktan sonra, Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmayarak, yaptığı bütün savaşlarda sancağını taşımış, Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye göç ettiğinde, onu evinde ağırlamasıyla, İslam âleminde “mihmandar-ı nebi” olarak anılmaya başlamış bir kişidir. Bilgeliğiyle de birçok hadis rivayet etmiş ve dini fetvalarda bulunmuş bir alimdir.

Hz. Muhammed yanında tüm savaşlara katılmış ve sancağını taşımış olan Ebu Eyyüb El-Ensari, son savaşı olarak Bizans’tan İstanbul'u almak için gelen İslam ordusuna katılmış. İlerlemiş yaşı nedeniyle bu yolculukta rahatsızlanmış. Vefatı durumunda, kendisinin İslam ordusunun ulaştığı en ileri noktaya defnedilmesini istemiş. 4 Mayıs 672 tarihinde vefat ettiğinde ise Ebu Eyyüb El-Ensari, vasiyeti gereği İstanbul önlerine defnedilmiş. Bizans’la yapılan bir anlaşmayla kutsal bir kişi olduğundan mezara müdahale edilmeyeceği sözü alınmış. İslâm ordusu kuşatmayı kaldırıp geri çekildikten sonra da, Bizans halkı yıllarca Eyyüb el-Ensari’nin kabrini ziyaret etmiş, onun hürmetine kuraklık zamanında kabrine gelip yağmur duasında bulunmuş. Fakat Latin istilasında Ebu Eyyüb’un türbesi de yıkılmış. Bu istiladan sonra zamanla Ebu Eyyüb’un kabri kaybolmuş. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u feth ettikten hemen sonra ise Hocası Akşemseddin’den Eyyüb el-Ensari’nin kabrini bulmasını istemiş. Akşemseddin istiare ve keşif yolu ile gece ışık topunun indiğini gördüğü mevkiyi, kabrin yeri olarak göstermiş. Burası kazıldığında iki kulaç derinlikte “Ebu Eyyüb’un mezarı burası” yazan bir taş bulunmuş ve bugünkü türbenin temelleri Fatih Sultan Mehmet tarafından atılmış olup bölge Eyüp Sultan ismiyle anılmaya başlıyor.

Ramazan ayı en kalabalık zamanı

Eyüp Sultan Camii’sine her giden kişi daha ilk anda, farklı gönüllerden yükselen onlarca farklı dileğin birleştiği ve Eyüp Sultan’ın kabrinin burada bulunuşuyla havasının iyice ulviyet koktuğu kutsal bir mekan olduğunu hissedecektir. Eyüp’ün manevi havasıyla, tabiatıyla, kültürel değerleriyle kendine has bir kimliği var. Türbe çevresinde ne zaman giderseniz gidin mutlaka bir hareket vardır. Yeni evli çiftler, sünnet çocukları, lokum dağıtan hayırseverler, şifa isteyen hastalar ve daha pek çok kişi Eyüp Sultan’ın çatısı altında toplanır ve her daim buranın canlılığını yaşatır.

Din turizminin en yoğun yaşandığı bölgelerden biri olması nedeniyle Eyüp Sultan, Ramazan ayı boyunca özellikle iftar ve sahur saatlerinde en kalabalık günlerini yaşar. Bayramlar da bu günlere dahil olmakla birlikte Eyüp Sultan’ın kutsallığı hürmetine burada edilen hiçbir duanın geri çevrilmeyeceğine inanılır.

Eyüp Sultan’ın kutsal bir zat olması nedeniyle Osmanlı döneminde de devletin önde gelen isimleri Camii çevresinde Külliyeler yaptırmış ve mezarlarını burada olmasını istemiş. Bu nedenle Eyüp Sultan Camii’nin etrafının birçok türbe ve külliye ile çevrili olduğunu görürsünüz. Ancak bunlardan en dikkat çekici ve görülmesi gerekenler, Mihrişah Valide Sultan Türbesi, Adile Sultan Türbesi, Zal Mahmut Paşa Camii, Hüsrev Paşa Külliyesi, Ayas Mehmet Paşa Türbesi olarak sıralayabilirim. Her biri kendi içinde mimari zenginliğe ve öneme sahip Külliyeler zamanında eğitim ve bilim yuvalarıyken günümüzde belediye tarafından sanat ve kültür etkinliklerinin adresi…

Tarihe tanıklık eden Cülüs Yolu

Eyüp Sultan’dan çıktıktan sonra Cülüs Yolu’nda bulunan görkemleriyle kendine hayran bırakan Mihrişah Valide Sultan ve Adile Sultan Külliyesi Türk barok döneminin en önemli eserleridir. Şimdilerde restorasyon nedeniyle kapalı olan bu yapılar zamanında bin kişilik bir kapasiteyle her gün ihtiyaç sahiplerine yemek yardımı yapmalarıyla da biliniyor. Padişahların kılıç kuşanmak ve sultanlığa ilk adımlarını bu türbelerin bulunduğu Cülüs Yolunda atmaları ve buradaki düzenlenen geçit törenleri dolayısıyla da tarihi bir öneme sahip.

Evliya Çelebei’nin; “Camilerin en güzeli Zal Paşa Camii ki; irem bağı içinde iki tarafı yol ve pek parlaktır. Osmanlı ülkesinde olan vezir camileri içinde bundan nurlusu yoktur. Üç yüz altmış altı cam billur ile süslüdür” dediği Mimar Sinan eserini görmemek ise Eyüp’e haksızlık olur. Mimar Sinan’ın en güzel ve estetik eserlerinden biri olan cami, Eyüp’te ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri. Ancak bu cami yapıldığı dönem halk tarafından pek ilgi görmezmiş. Nedeni ise Kanuni Sultan Süleyman oğlu Mustafa’yı öldürtmeye karar verince bu iş için Zal Mahmut’u görevlendirmiş. Cellatlara direnen Şehzade Mustafa’ya arkadan saldırarak öldüren Zal Mahmut, Şehzade Mustafa’nın ölümünden sonra Kanuni Sultan Süleyman tarafından ödüllendirilmiş ve paşalığa yükseltilmiş. Ancak halk tarafından çok sevilen Mustafa’nın Zal Paşa tarafından katledilmesine halk tepki göstermiş ve adını taşıyan bu caminin kapısını bile açmamış. Ama halkın bu tavrı da zamanla unutulmuş hadiselerden biri olmuş.

Çeşmeler diyarı

Sadece Eyüp’te 127 tane tarihi çeşme bulunuyor. Bunlardan 44 tanesi restorasyondan geçmiş olsa da kaybolan ve yıkılan onlarca çeşme var. Ancak Eyüp Belediyesi tarafından yaptırılan, görkemiyle göz kamaştıran Ebedi Eyüpsultanlılar Çeşmesi, yok olup giden bütün çeşmelerin ve Eyüp Sultan mezarlığında yatan şahsiyetlerin adına yapılmış bir anıt niteliği taşıyor. Eyüp Sultan Mezarlığı’nın girişinde bulunan çeşmede, burada yatmakta olan 600 tanınmış simanın isimlerinin yazmasıyla da dikkatleri üzerine çekiyor.

Taş işçiliğinin en güzel örnekleri burada

Ebedi Eyüpsultanlılar Çeşmesi yanından geçip mezarlık yolundan Pierre Loti’ye doğru çıkarken, nakış gibi işlenmiş, adeta bir sanat eseri gibi duran mezar taşlarını gördüğünüzde de şaşırabilirsiniz. Osmanlı mezarlıklarından biri olan Eyüp mezarlığı, taş işçiliğinin en güzel örnekleriyle dolu. Mezarlıkta yol almaya devam ettikçe ve taşlarda yazan edebi yazıları okudukça kendinizi mezarlıkta değil bir edebi kütüphanenin arşivinde hissedebilirsiniz. Sadrazam, vezir, asker, kadı, memur... Burada gömülü insanların dünyadayken ne iş yaptıklarını ise mezar taşlarına bakarak anlamanız mümkün.

Eyüp mezarlığında, Türk musikisi için yaptığı çalışmalarla bilinen Zekai Dede’nin, büyük hattat Ahmet Kamil Efendi’nin, Türk edebiyatına eserleri ve fikirleriyle iz bırakmış usta şair Necip Fazıl Kısakürek, son devrin önemli ve meşhur Nakşibendi şeyhlerinden Küçük Emin Efendi ve İstiklal Harbi’nde önemli mevkilerde bulunan Mareşal Fevzi Çakmak gibi birçok tarihi şahsiyetin mezarı bulunuyor.

Eyüp’te ayrıca yerleri tarih boyunca tahrip edilmiş ve korunamamış bu sebeple kaybolmuş bir cellat mezarlığı da bulunuyor. Eskiden cellatlar öldüklerinde Pierre Loti’nin yukarı tarafında bulunan Karyağdı Tepesi’ndeki cellat mezarlığına gömülürmüş. Hayatlarında olduğu gibi mezar taşlarında da bir gizlilik olan cellatlar, meslekleri itibariyle toplumdan soyutlandıkları için mezarları da sosyal hayattan soyutlanmış. Osmanlı’da cellatlar normal mezarlıklara alınmaz, gece gizlice gömülür ve mezar taşlarında isim, tarih yazılmazmış. Dikdörtgen, düz taştan ibaret mezar taşlarında hiçbir işaret bulunmamasının sebebi, öldürülen kişinin geride kalan yakınlarının, bunları mezar taşlarından bulup mezarlarını tahrip etmemesi düşüncesiymiş. Eyüp’teki bu cellat mezarları zaman içinde bölgedeki çarpık yapılaşmayla yok olmuş. Ama yine de Eyüp sokaklarında gezdiğimizde isimsiz dikdörtgen bir mezar taşına rastlarsanız bilin ki bir cellat mezarına denk gelmişsiniz demektir.

Pierre Loti Kahvesi

Haliç'in ünlü panaromasının seyredildiği bu tepeye adını veren Fransız edebiyatçı, asker ve romancı Pierre Loti... İstanbul'da uzun yıllar yaşayan ve gerçek bir İstanbul aşığı olan Pierre Loti'nin asıl adı Julien Viaud'dur. Ama biz onu İstanbul ile özdeşleşen büyük aşkı Aziyade’den, hüzünlü bir aşk hikayesinden tanıyoruz yani namı diğer Hatice’den...Bu destansı ve acıklı aşkın hikayesini bilmeyenler için hikaye ise şöyle; 1876’da subay olarak İstanbul’a gelen Pierre Loti, Selanik’te önce Osmanlı’ya, sonra da Aziyade adını verdiği Hatice adında Çerkez bir güzele sevdalanır. İstanbul’un destansı güzelliğinde tutkulu bir aşk yaşamaya başlayan çift, bugün Pierre Loti diye adlandırılan Rabia Hatun Kahvesi’nde buluşurlar. Haliç manzarası karşısında gizli gizli görüşen ikilinin aşkı, Fransız askerin ülkesinden acil olarak çağrılmasıyla beklenmedik bir anda son bulur. Ama ne Aziyade, ne de Pierre Loti birbirlerini asla unutamaz. Fransız subay bu hasrete dayanamayıp tekrar İstanbul’a geri döner. Ama döndüğünde hiç beklemediği bir şey duyar; Hatice, Loti’nin ona geri döndüğünü göremeden genç yaşında hayatını kaybeder. Pierre Loti bu acı ve hüzünle, kaybettiği sevdiği kadının dillere destan aşkını yazmaya karar verir. Ve ortaya onun için düşündüğü her bir satırı aşk ve hasret dolu Aziyade’yi bu tepede yazar. Ölümsüz bir aşk besleyen Fransız subay, Hatice’nin mezar taşının bir kopyasını da Fransa’daki evine yollatmış. Aziyade ve İstanbul’a olan aşkıyla bilinen Pierre Loti’nin sık sık gittiği kahve, işte bu hikâyesiyle ‘’Pierre Loti Tepesi’’ adını almış.

Eyüp Sultan Camii’de dua ettikten sonra Pierre Loti’ye çıkmak değişmez bir Eyüp ritüelidir. İster mezarlık içinden taş işleme sanatını göre göre yürüyerek çıkın, ister teleferik kullanarak kısa bir manzara keyfi yaşayarak çıkın ama Pierre Loti’de Altın Boynuz’a karşı mutlaka bir bardak çay içmeyi ihmal etmeyin. Tarihi dokusunu her daim korumuş Pierre Loti’yi eski Türk filmlerinde gördüyseniz buraya geldiğinizde kendinizi o film sahnesinde hissedebilirsiniz. Çünkü masa örtülerinden sandalyelerine kadar Pierre Loti Yeşilçam filmlerindeki o konseptini her zaman korumayı başarmış nadir nostaljik mekanlardan da biri. Bugün restore edilerek orijinal Türk mahallesi halinin yaşatıldığı bölge, turistik tesis olarak da hizmet veren mekanlardan oluşuyor.

Yok olan lezzetler

Eyüp, günümüze ulaşmayan ve yok olup gitmiş lezzetlerin de adresi. Hem Bizans hem de Osmanlı dönemi boyunca mandıra merkezi olduğundan İstanbul’un en iyi yoğurdu ve kaymağı burada yapılırmış. Son kaymakçı ise kapılarını 1950’de kapatmış. Yakın geçmişe kadar Eyüp kebapçıları da İstanbul’un en büyük şöhretlerindenmiş. Özellikle Eyüp’ün tandır kebabı emsalsiz sayılırmış ancak son tandır kebapçısı da 1958 yılında kapanmış ve yerine bir yenisi maalesef gelmemiş. Tek sevindirici olan ise o günlerden bugüne ulaşabilmiş geleneksel bir lezzetin olması… Eyüp Sultan’ı ziyaret edenler Halka Fırın’ın ürettiği yağlı halkadan almadan gitmezlermiş ki bu gelenek hala devam ediyor. Eyüp Sultan Camii’nin karşısında yer alan fırının halkasından tatmayı da ihmal etmeyin. Eyüp Sultan Meydanı’nda bulunan Ensar Konağı ise Osmanlı mutfağından birçok lezzeti tatma imkanı veren tarihi bir konak, uğramadan geçmeyin. Eyüp oyuncakçıları da bölgenin en meşhurlarındanmış. Ama bu değer de korunamamış ve fabrika ürünü oyuncakların piyasaya çıkmasından sonra buradaki tahta ve oymadan oyuncak yapan dükkanlar da teker teker kapanmış. Oyuncakçılar çarşısının yerinde ise dini ürünler satan mağazaları almış.

Feshane

1984 yılına kadar Haliç sanayileşmenin getirdiği çevre kirliliği ve bölgedeki fabrikaların atıklarını denize bırakmasıyla bataklık haline gelmiş ve yaşanmaz bir bölgeydi. Ancak 1984 yılında başlatılan ıslah çalışması ve fabrikaların şehir dışına taşınması Eyüp’teki hayatı tekrar hareketlendirdi. Haliç uzun uğraşlar sonucu atıklardan ve pisliklerden arındırıldı, balık canlılığı yeniden hayat buldu. Yeşil alan düzenlemeleri yapıldı ve refah seviyesi yükseltilmiş bir semt halini aldı. Bu ıslah çalışmalarından sonra Osmanlı dokuma ve fes fabrikalarından biri olan Feshane’de artık kültürel etkinliklerin düzenlendiği bir alan haline geldi. Günümüzde restorasyon gören Feshane Binası, özellikle Ramazan ayında çeşitli kültür ve eğlence organizasyonlarına ev sahipliği yapıyor.

Yazının devamı...

Yeni Bir Yetenek Doğuyor

Oyunculuğa 6 yaşında tiyatro sahnesinde adım atan Deniz Çom ilk olarak Bayrak oyunundaki performansıyla dikkatleri üzerine çekti. Ardından Savaşçı dizisinde Elsa rolüyle kamera karşısına geçerek aksiyon sahnelerinde de ne kadar başarılı olduğunu gösterdi. Tutkulu biri olduğunu söyleyen Deniz Çom bundan sonrası için canlandırmak istediği rolleri ise şöyle anlatıyor;

Deniz Çom'u tanımak gerekirse neler bilmemiz gerek? Kendinizden eğitiminizden ve ailenizden bahseder misiniz?

Annem de, babam da emekli memur. Kendimden bahsetmem gerekirse, bir yengeç burcu olarak duygusal, çekingen, daha içe dönük fakat bir yükselen yay olarak da evrendeki hemen hemen her şeye müthiş bir sevgi ve saygı duyan, yeni olan her şeyi keşfetmeyi çok seven, coşkulu ve tutkulu biri diyebilirim sanırım.

Savaşçı dizisinde sizi dikkat çekici bir rolle izledik… Böyle bir dizi ve rolle ekrana adım atmak nasıl hissettiriyor?

Gerçekten çok şanslı hissediyorum. Elsa hem mekaniği hem arka planı gereği çok isteyerek aldığım bir rol oldu. Saat 15:00'daki audition görüşmeme bir buçuk saat önce gitmiştim evde duramayıp. ‘Savaşçı’ya gelirsek, artık kemik bir seyirci kitlesine ulaşmış, sert çalışma koşullarına rağmen oya gibi işlenen ve gerçekten çok büyük emek harcanan bir iş. İyi ki böyle bir hikayenin parçası oldum.

Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz, bunun için bugüne dek neler yaptınız?

Oyuncu olmaya ilk karar verdiğim anı hatırlamıyorum ama sanırım ilk oyun oynadığım an kadar eski ve o kadar sıradan, doğal, kendiliğinden bir an olduğuna eminim. Sinemanın altın çağında, bolca film izlenen bir evde doğmuş ve parktan çok sinemaya giden bir çocuk olarak başka bir seçeneğim hiç olmadı sanki, aramadım da ve fikrim hiç değişmedi. İlk kez bir oyunla sahneye çıktığımda 6 yaşındaydım ve o günden beri hep bir şekilde tiyatroyla, filmlerle beraber yaşadım. Liseye kadar nerdeyse her yıl Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde hafta sonu kurslarına, akşam okullarına gittim; sonra üniversite yılları gelince konservatuara hazırlandım ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nü kazandım.

Oyuncu olmasaydınız ne yapıyor olurdunuz?

İnsan beyni ve psikoloji bilimi beni her zaman kendine çekmiştir. Galiba bu alanda bir şeyler yapardım. Gerçi bir yandan da tüm ihtişamıyla uzay merakım duruyor. Araya dansı da sıkıştırsak... Karar veremiyormuşum.

Konservatuar mezunu oyuncuların sektörde ayaklarının daha sağlam yere bastığını düşünüyor musunuz? Bu size ekstra bir özgüven veriyor mu?

Açıkçası bunun bir arayış haline yeni yeni gelmeye başladığını düşünüyorum. Hayatın her alanında olduğu gibi, oyunculukta da samimiyet kavramının gittikçe daha kıymetli olması, buna talebin artması tabii ki muazzam bir şey. Bizi çok ileri götürecek, kalıcı kılacak ve yaratıcılığımızı tetikleyecek bir durum. Kendi adıma konuşursam öğrendiğim her şeyi bu temelin üzerine kurmaya çalıştım ve okulum, hocalarım, sınıf arkadaşlarım bu anlamda çok büyük avantajımdı. Ama ben oyunculukta eğitimin biteceğine inanmıyorum. Her karakter, kurulan her an yeni bir şey öğretebiliyor. Bu yüzden o tarz bir özgüvenden bahsedemem.

Bayrak oyunundaki performansınızla dikkat çektiniz. Sizce bu oyun sizi nereye taşıdı?

Benim için çok uzun ve zor bir yolculuktu ‘Bayrak’. Çok sert bir oyun ve çok sağlam bir karakter vardı karşımda. Sezon boyunca 100'e yakın oyun oynadık ve bir sürü şehre turneye gittik. Bir oyunun, bir karakterin ilk okuma provasından demlenme sürecine kadar bütün serüvenine tanık oldum. Her oyun akşamı bütün anları tekrardan, ilk kez yaşanıyormuş gibi yaratabilmekle kafa yordum. Daha bir sürü şey… Her anına teşekkür ediyorum. Müthiş bir deneyimdi benim için.

Sektördeki oyuncu sayısı gün geçtikçe artarken siz aradan sıyrılmak için özel bir çaba göstermeyi düşünüyor musunuz?

Buna “özel” bir çaba diyebilir miyiz bilmiyorum ama yaptığım işin dünyadaki en sevdiğim şey olduğunu unutmamayı, çok çalışmayı ve kendimi geliştirmeyi hiçbir zaman bırakmamayı düşünüyorum.

Mesleğinizde mutlaka yapmam gerek dediğiniz neler?

Karşılıklı oynamak istediğim oyuncular, oynamak istediğim roller, çalışmak istediğim yönetmenler var elbette. Ama bunların yanında kamera arkasına geçip bir film yönetmeyi de çok istiyorum. Belki ilk etapta bir video art ya da kısa film olabilir. Bunun için bir fikir var aklımda, zamanı gelinceye kadar ara ara uğrayıp geliştiriyorum.

Hangi rollerin kadını olarak görüyorsunuz kendinizi?

Aksine bir rolün kadını olmak hiç istemiyorum desem daha doğru olur. Bir oyuncu olarak kendimi tekrar etmekten her zaman kaçınırım. Altından kalkabileceğim, bendeki karşılığını ifade edebileceğim, empati kurdurabileceğim, bir farkındalık yaratabilecek her hikaye benim için aynı düzeyde önemli ve acayip heyecan verici.

Peki ne tarz yapımlarda kendinizi göstermek istersiniz? Komedi, dram hangisi?

Bu soru da benim için bir önceki soruyla aynı. Bir senaryoda ya da metinde beni daha çok ilgilendiren şey türünden çok çatısı, vardığı nokta, o noktaya gidiş için seçtiği yol.

Oyunculuk dışında ilgilendiğiniz neler var?

Uzun zamandır pilates yapıyorum. Sporun yarattığı ruhsal etki bana çok yardımcı oluyor. Onun dışında bol bol film ve dizi izler, müzik dinlerim ve yakaladığım her fırsatta şehirden uzaklaşıp kendimi doğaya bırakırım.

Yazının devamı...

"Özgüvenim Dürüstlüğümden Geliyor"

Kariyerindeki yükselişine hız kesmeden devam eden Aybüke Pusat, başrollerini Vahide Perçin ve Kadir İnanır ile paylaştığı Kapı filmiyle de adından övgüyle bahsettiriyor. Ekranda olduğu kadar beyazperdede gösterdiği oyunculukla büyük beğeni toplayan Pusat, yer aldığı projelerle ilgili seçimlerini hep meydan okuyacağı, zor olandan yana yaptığını söylüyor. Fikir olarak her zaman çok açık biri olduğunun da altını çizen başarılı oyuncu kendine olan güvenini ise şöyle özetliyor;

Kapı nasıl bir film oldu?

İzlerken boğazınızın düğüm düğüm olacağı, herkesin izlerken kendinden bir parça bulacağı gerçek bir dram ve aile hikayesi. Hem çok sıcak ve ilişkileri çok gerçek, hem de ailenin geçmişten gelen acısına ortak olacağınız bir film. İlk sinema filmim olduğu için benim için çok ayrı bir yere sahip bu film. Her zaman sanat filmleri yapmak istedim. Bu film de buna çok iyi bir giriş oldu diye düşünüyorum. Bundan sonra umarım şansım açılır ve daha birçoklarını yapma fırsatı elde ederim.

İlk filminde böyle güçlü ve dev bir kadroyla kamera karşısına geçmen hem bir arkadaşın hem de bir izleyicin olarak beni bile çok heyecanlandırdı… Bu heyecanın sendeki yansıması nasıl oldu?

Böyle bir sette bulunduktan sonra “Çok güzel şeyler öğrendim, inanılmaz bir setti” demek işin en kolayı. Ama ben Vahide Perçin’le, Kadir İnanır’la, Erdal Beşikçioğlu’yla, Timur Acar’la, yönetmenimiz Nihat Durak’la aynı havayı soluduğum için o kadar şanslıyım ki onların nefes alış verişlerinden bile bir şey öğrendim. Bu bile çok acayip bir şey… Disiplinleri ve mesleklerine adanmışlıkları inanılmaz, hepsine ayrı ayrı hayran kaldım. Türk sinemasının gelişimini anlattıkları anılardan dinledim. Çekimler sırasında başlarından geçenleri birinci ağızdan dinlemek, kendi dönemlerindeki diğer efsaneleşmiş isimlerin hiçbir yerde duyamayacağınız hikayelerini dinlemek ve bunu bütün samimiyetiyle size anlatmaları nasıl büyük bir şans anlatamam. Bu durum herkese nasip olmaz.

Çok şanslısın… Bu şansının farkında mısın ve iyi değerlendirdiğini düşünüyor musun?

Evet farkındayım. Elimden geldiğince en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum ama insanoğlu nankör. 10 sene sonra büyük ihtimalle “Keşke şunu şöyle yapsaymışım” derim. Ama yine de bütün zamanımı, setin her saniyesini kaçırmadan hep onlarla geçirdim. Bu yüzden onlarla olduğum her an hepsinin bilgisini sonuna dek sömürdüğümü düşünüyorum. Bir de tabii ki şansa inanıyorum ama kariyerimde daha kontrollü ilerlemeyi seviyorum. Bu kontrol durumu beni çok yoruyor ama aksini yapamıyorum. Şimdi kolay bir yolunu buldum. Kalemi kağıdı elime alıp bir olayın artılarını eksilerini yazıp düşünüp karar veriyorum. Tabii bu arada işin en iyilerine de danışırım, fikir alırım ama yine de kendi bildiğimi de okurum.

Peki onlardan öğrendiğin ve “Artık yoluma ben de böyle devam edeceğim” dediğin bir prensibin var mı?

Vahide Perçin’den tek kelimeyle sabretmeyi öğrendim. Hayatımda gördüğüm en sabırlı, anaç, verici biri. Ama onun bendeki karışılığı başlı başına bir sabırdır. İnanılmaz bir olgunluk ve güven içinde. Ne olursa olsun kendinden o kadar emin ki “Benim doğrum bu, yıllardır bunu böyle yapıyorum ve çok da iyi yapıyorum, aynı şeyi bu rolde de yapacağım halini konuşmasa da, söylemese de hissediyorsunuz. Hiçbir şey yapmasa sadece dursa bile o havası yetiyor. Mesela anane torun sahnelerimizde o kadar güzel ve etkileyici oynuyordu ki karşılıklı sahnelerimizde ben çoğu zaman lafımı ve oyunumu unuttum, onun oyunculuğuna daldım gittim.

Vahide Perçin’in kendinden emin olma halini hayranlıkla anlatıyorsun ama sende de kendinden emin olma durumu bir hayli fazla… Bu durum oyunculuğunu ispat etmenden mi kaynaklanıyor sence?

Hayır ama ben zaten böyle biriyim, fikir olarak çok açığım. Cevap veremeyeceğim hiçbir şey yok. Çünkü sana güveniyorum, bütün açıklığımla buradayım, karşındayım, sana yalan da söylemem bana istediğini sorabilirsin düşüncesiyle hareket ediyorum. Hayatımın her alanında da bu açıklıkla durmaya çalışıyorum. Bu yüzden aslında öz güvenim bu açıklığımdan ve dürüstlüğümden geliyor. Bir de bilmediğim şeye bilmiyorum diyebiliyorum. İnsanlar bilmedikleri şey hakkında ahkam kesiyor çok şaşırıyorum. Bilmemek ayıp değil mutlaka öğrenirsin. Benim kilidim bir de bilmiyorum deme erdemini kazanmamla açıldı.

Kariyerindeki yükseliş sana neler hissettiriyor?

Doğru iş seçmek çok zor ve bıçak sırtı bir şey. Çünkü bazen istediğin veya hissettiğin şey doğru olmayabiliyor. Bu yüzden projelerimi çok özenli seçmeye çalışıyorum. Her seferinde daha zorunu, daha zor elde edilebilecek olanı, mücadele ve meydan okumak gerekeni seçmeye çalışıyorum.

Nedir bu meydan okumanın sebebi?

Çünkü kendimle derdim var. Kendimi mutlu ve başarılı görmek istiyorum. Yapmak istediklerim de bunu sağlasın istiyorum. Mutlu olmak istiyorum ve bu şekilde daha da mutlu olacağımı biliyorum tek sebebi bu.

Her zaman hayalinin başarılı ve mutlu olmak olduğunu söylersin… Oysa ki şu an zaten çok başarılı ve mutlusun…

Evet şu anda da mutluyum ama daha yolun çok başındayım. Daha mutlu olacak neler var neler…

Dans akademisi açma planın vardı, girişimlere başladın mı?

Hep söylediğim bir şeydir dans akademisi açmak istediğim. Çünkü en büyük hayalim mülteci kamplarındaki çocukları alıp dansçı yapmak. Mültecileri, ihtiyaç sahipleri çocukları, yetim ve öksüz çocukların dansa yeteneği olanlarını alıp tek bir sanat çatışı altında toplamak ve eğitmek istiyorum.

Zaman için oyunculuğa dair başlarda zorlandığın ama artık alışkanlık haline getirdiğin şeyler var mı?

Hala sete çok zor gidiyorum. Sahne geldiğinde hep bir hazırlık içindeyim. Hiç öyle hadi şöyle senaryoya göz atayım sahneye gireyim durumum hiç olmadı. Acaba böyle olan var mı? Bu duruma alışıldığını da düşünmüyorum. Çünkü düşünsene hayat gibi her gün başka birinin hayatını oynuyorsun ve çekiyorsun. Karakterine alışabilirsin ama her gün farklı bir sahne çekme haline alışamazsın.

Filmde etnik kökenleri ayrı olan insanlar arasında geçen bir hikaye izliyoruz. Bu tarz ayrımcılıklara ötekileştirmelere karşı tavrın ne?

Sevebilen insanın ırkı, dili, dini, cinsiyeti yoktur, önemli olan ötekine gösterdiğin sevgidir. Benim için hiçbir şeyin bir insanın nereden geldiği, dini, ırkı önemli değil. Hayvanlar bitkiler dahil her şeyi kalpten ve beyinden, bilinçli bir yerden severek davranmak gerekiyor. Zaten film de bununla ilgili. Bunun bir geçmişi ve dramı var ve biz de bu hikayeyi seyirciyle paylaşıyoruz. Ama kendi adıma böyle ayrımcılık ve ötekileştirme olmasını aklım almıyor. Bu ayrımcılığa inanmıyorum. Çünkü artık yıl olmuş 2019 ve insanların hala nasıl bunları düşündüklerine akıl sır erdiremiyorum. Böyle düşünen insanlara o kadar çok şaşırıyorum ki onları anlamaya çalışıyorum ama anlayamıyorum.

Bu duruma tepki olarak bu konuları işleyen filmlere pozitif ayrımcılık yapar mısın?

Çok isterim. Böyle filmler gelsin hemen yarın hatta bugün, şu an başlayabiliriz. Böyle filmler içinde olmak çok istiyorum. Mesela biri karşınıza geçip, “Ben hristiyanlardan nefret ediyorum” diyor. Onun fikrini değiştiremezsiniz ama yaptığın işle ona hissettirdiğin duyguyla onun kafasında bir lamba yakabilirsin. Benim insan olarak görevim bu. Ona öyle bir şekilde kendimi anlatmalıyım ki şimdi olmasa bile kafasında bir süre sonra bir soru işareti oluşsun. Bunu yaratıyor olmak bile müthiş bir şey. Ve ben bu soru işaretini yaratmak çok isterim.

Gördüğün toplumsal bir olay karşısında hemen harekete geçer ve müdahale eder misin yoksa durup izler misin?

Pasif davranmam ama asla bir can havliyle kendimi ortaya da atmam. Her şeyin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili bir yolu ve yöntemi var. Hiçbir şeyin farkında olmadan ortaya atlamak da, uzaktan izlemek de saçmalık. Herkes elini taşın altına koymalı bir kere. Ortada bir sorun varsa ilgili yardım kuruluşu neyse onunla yürünmeli. Aksi halde ekstra tepkili veya tepkisiz kalmak faydasız.

Son dönemde kafa yorduğun yeni şeyler var mı?

Psikolojiyle çok ilgilenmeye başladım. Kendimi ve başkalarını anlamak adına çok kitap okuyorum. Çünkü özellikle canlandırdığım karakterleri çıkartırken dıştan içe onu görmeye çalışıyorum. Halbuki bu yanlış bir şey, aksine içten dışa görmem lazım. Önce nasıl biri olduğuyla değil, nasıl hissettiğiyle ilgilenmem gerek. Bunu çok önceden fark etmiştim ama bunun kısa yolunu sosyoloji ve psikolojiyle buldum.

Senin arkadaşın olmak kolay mıdır?

Herkesi hemen severim, hemen benimser ve çok yakın olurum ama yakın arkadaşlarım bu durumdan pek hoşlanmaz. Şaka bir yana yardım etmeyi, derdini paylaşmayı çok severim tabi ki ama aynı zamanda çok da ketumumdur. Kötü günlerimi sadece yakın arkadaşlarımla geçiririm ve onlara daha çok sarılırım.

Son dönemde ülkemizde komedinin yeterli miktarda yapıldığını düşünüyor musun?

Kesinlikle komedi tüketilmiyor ya da tüketilmek istenmiyor bilmiyorum. Galiba insanlar gülmek istemiyor ya da yazılmıyor, yapılmıyor. Ama yapılmamasının nedeni de talep olmadığı için diye düşünüyorum. Güzel komedi işleri hep yayından kaldırılıyor, çok iyi yazılmış işler çekilmiyor. Sanırım dram daha çok seviliyor bizde. İnce mizah yapılan işler sevilmiyor. Ama komedi de oynamak en çok istediğim şeylerden biri.

İnsanların bilmesi gerek dediğin neler var?

Sosyal medya insanların hayatı değildir, gerçek değildir herkes bilsin. Çağın getirdiği bir şey orada yaşıyoruz ama ben yanlış anlaşılan sosyal medyadan çok korkuyorum. Sosyal medya, Instagram bir eğlence alanı, bir hayat tarzı değil. Ben bunu bu şekilde yaşıyorum ve herkesin de bilmesini istiyorum.

Neden?

Çünkü sosyal medya tacizinden herkesin olduğu kadar ben de muzdaripim. Bu konuya her zaman pasif-agresif bir yerde durmaya çalışıyordum ama artık çok sıkıldım. İnsanlara yapılan kötülükleri, ve yapılan hakaret içerikli yorumları görüyorum kızıyorum. Bunları yapanların hayatta yapması gereken daha önemli şeyleri vardır diye düşünüyorum. Lütfen kimse kendi eksikliklerini başkası üzerinden tatmin etmesin.

Sana yapılan yorumlara bakıyor musun?

Artık bakmıyorum. Eskiden ufak ufak takılıyordum ama artık bakmaya gerek görmüyorum. Pozitif yorumların hepsini alıyorum çok teşekkür ederim, iyi ki yazıyorsunuz. O yorumları bazen öyle bir anda görüyorum ki çok güzel duygular uyandırıyor. Ama enerji emicilerle işim yok.

Yazının devamı...

Farkındalık Yaratan Bir Film

Senaristliğini ve yönetmenliğini Ömür Atay’ın yaptığı başrollerinde Gözde Mutluer, Yiğit Ege Yazar ve Caner Şahin’in yer aldığı Kardeşler filmi seyirciden tam not almaya devamediyor. Bir namus cinayetinin gölgesinde birbirlerinin kaderini yaşamak zorunda kalan iki kardeşin hesaplaşmasının anlatıldığı filmi yönetmeni Ömür Atay ve başrol oyuncusu Gözde Mutluer anlatıyor ve “ diyor.

Kardeşler filminin çıkış hikayesi nedir? Bu filmi izleyenler ne hissetsin, ne düşünsün istediniz?

Ömür A: Kardeşler filmi, ‘’öteki’’ kavramı üzerine bir şeyler yapmak fikri üzerine ortaya çıktı ve yerel kodlarla kendimizi onların üzerinden tanımladığımız ilk ötekilerimiz olan kardeşlerimiz konsepti üzerinden şekillendi. Sanat sineması çizdiği çerçeve alanında geçişken sınırlar yaratır ve seyircisine bir düşünce ve kavram alanı bırakır. Toplumsal gerçekliğin sert ve bakılmayan bir alanını perdeye taşıyarak görünür hale gelmesi benim için kişisel olarak önemliydi.

Kardeşler filmiyle yollarınız nasıl kesişti, diğerleri arasından neden bu filmde olmak istediniz?

Gözde M: Hikayeye dahil oluşum aslında normal bir süreçte ilerledi. Cast seçimi sürecinde deneme çekimine katıldım. Ardından Ömür Hoca ile film ve Yasemin karakteri üzerine sohbetlerimiz oldu ve projeye dahil oldum. Ömür Atay çok uzun yıllardır işlerini ilgiyle takip ettiğim ve bir gün çalışmayı çok arzu ettiğim bir yönetmendi. Senaryonun da kendisine ait olması hevesimi daha da arttırdı. Çok saygı duyuyorum yönetmen filmlerine. Öğrencilik yıllarımdan beri hayalim tam da böyle projelerde yer almak ve gerçekten anlatılmak istenen hikayeye hizmet etmekti. Bir oyuncunun ancak böyle işlerle kendisini geliştirebileceğine inanıyorum açıkçası.

Filmle ilgili beklentiniz nedir? Gişe yapıp yapmasıyla ilgileniyor musunuz yoksa kariyerinize ve kendinize yaptığınız bir yatırım olarak mı görüyorsunuz?

Ömür A: Bir film yapmaya karar verdiğinizde ve filmi çekebildiğinizde ilk isteğiniz filminizi mümkün olduğunca çok insanın görebilmesi. Tabii ki vizyonda mümkün olabildiğince çok seyirciyle buluşmak istiyoruz. Dünyanın birçok farklı bölgesinde seyirciyle ilişki kuran bir film, dağıtım alanında ki zorlayıcı koşullar dışında kendi ülkesinde de seyirci bulur diye düşünüyorum.

Gözde M: Ortaya konulan iş elbette izlensin izleyene dokunsun isterim, asla kaygı boyutunda değil bir temenni şeklinde belki... Filmin çalışma ve çekim süreci, festival yolculuğu kısacası her parçası benim için gerçek bir yatırım bu bambaşka bir konu.

Bu film sizi nasıl bir yere taşıyacaktır ve kariyerinizde nasıl bir farkındalık oluşturacaktır?

Ömür A: Kısa film üretiminden geliyorum ve film üreten bir sinemacıyım. Kardeşler filmi, film seyircisiyle yeniden, başka bir hikaye üzerinden bir ilişki kurma fırsatı benim için.

Gözde M: Kardeşler filmi o farkındalığı çekimlere başladığımız anda oluşturdu bende aslında. Bu da sürecin bir parçası her senaryo her film başka bir şey yansıtabilmeyi sağlıyor izleyiciye.

Çek Cumhuriyeti'nde dünya prömiyerini yapmasının ardından nasıl tepkiler aldınız. Film farkını ortaya koydu diyebilir miyiz?

Ömür A: Kardeşler filminin dünya prömiyerini yaptığımız Karlovy Vary film festivali ve daha sonra davet aldığımız birçok uluslararası festivalde filmimizin algılandığını ve dünyanın farkı coğrafyalarında seyirci bulduğunu görmek beni ve ekibimizi çok mutlu ediyor. Birçok önemli festival programında yer bulmak bu farkın göstergesi olsa gerek. Bağımsız sinema doğası gereği daha özgür bir alan

Bağımsız sinema kendinizi daha özgür hissettiğiniz ya da bütün renklerinizi gösterebildiğiniz bir alan mı sizce? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Ömür A: Bağımsız sinema doğası gereği daha özgür bir alan. Piyasa ve gişe zorunluklarından daha özgür bir alan açıyor size. Ama unutmayalım ki bu alan, kapıları sonuna kadar açık ve sizi bekleyen bir alan değil aynı zamanda. Kişisel ifadenize ülkemizde her zaman davetiye çıkarılmıyor. Anlatacak kişisel bir hikayeniz ya da fikriniz varsa bu yolu siz kendiniz açıyorsunuz. Filminiz ise sadece Türkiye’de değil, tüm dünya sineması içerisinde kendine bir yer bulabiliyor.

Gözde M: Evet, kesinlikle öyle ama gösterebilmekten de ziyade gerçek rengi görebildiğin, onun üzerine kafa yorduğun bir alan bana göre.

Karakteriniz Yasemin nasıl biri ve filmdeki ağırlığı nedir?

Gözde M: Yasemin bana göre saf, insanlara çok çabuk güvenen ve asla umutsuzluğa düşmeyen, sağlam bir karakter. İki erkek kardeşin hesaplaşmasına doğru giden yolda Yasemin’in hikayeye girişi birçok şeyi depreştiriyor ve bastırılmış geçmişin gün yüzüne çıkmasını sağlıyor. Bu anlamda bir eleştirmen karakterim için “Katalizör görevi görüyor,” demişti. Çok doğru bence de.

Bu rolle 25. Adana Film Festivali’nde Türkan Şoray Umut Veren Genç Kadın Oyuncu ödülünü aldınız. Bu ödül bu tarz roller oynamanıza dair arzunuzu ve motivasyonunu artırdı mı?

Gözde M: Arttırmaz olur mu hiç. Çok mutlu etti ödül beni. Sadece ödül değil Adana Film Festivali’ne katılmak da farklı bir deneyimdi benim için. Orada olmak bile başlı başına bir mutlulukken ödül almak nasıl anlatacağımı bilemediğim bir duygu yaşattı gerçekten. Umarım böyle filmlerde daha çok yer alabilirim.

Kurbanların değil, katillerin dünyasında gezinen bir film Ömür Bey, namus cinayetini konu alan ve vicdanlarıyla savaşan iki kardeşin çatışma hikayesini anlatma tercihinizi hangi konuya bir tepki olarak açıklayabiliriz?

Ömür A: Kardeşler temelde bir namus cinayeti filmi değil. Filmsel zaman olarak aile içerisinde işlenmiş bir kadın cinayetinin dört yıl sonrasında başlayan ve kurbanların değil katillerin dünyasında gezinen, suça bulaşan iki erkek kardeşi merkezine alarak suç ve ceza ile toplumsal ve bireysel vicdan alanlarında hikayeleniyor. Suça itilen masumların, Kardeşler filmi özelinde diğer söyleyişle, suça itilen çocukların karanlık dünyasına odaklanıyor. Bu hepimizin anlaması gereken karanlık bir alan ve kaynağı aynı yer. Bu çocukları bazen kadın cinayetlerinde bazen politik cinayetlerde, çoğu zamanda mafya çeteleri içerisinde tetikçi olarak karşımıza çıkıyorlar. Beni harekete geçiren şey ise tepkiden çok bu karanlık alana sinema aracılığıyla yakından bakmak ve deşifre etmeye dayalı bir refleks diyebilirim.

Toplumsal sorunlara baktığımızda, topraklarımızda birçok üzeri kapatılan ya da hala yüksek sesle konuşmaktan imtina edilen problemler var. Hal böyleyken sizin üzerine yoğunlaşmak istediğiniz bir sonraki toplumsal gerçekçilik ne olacak? Ya da sürekli bu konulara yönelmek gibi bir çabanız ve tercihiniz var mı?

Ömür A: Bir film toplumsal sorunları çözemez ama farkındalık yaratabilir. Konuşulmayanı yüksek sesle söyleyebilir. Bir yönetmen olarak hayatın içinde kendisini hemen ele vermeyen yakından baktıkça anlayabildiğimiz hikayelerin daha fazla ilgimi çektiğini söyleyebilirim. Bu bazen toplumsal bir durum olmayabilir, bazen de çok özel ve kişisel bir alanda gelişen bir hikaye de olabilir.

Peki ya siz Gözde Hanım, toplumsal konuları işleyen yapımlarda rol almak ve mutlaka derdi olan hikayelerde yer almak gibi net bir karara sahip misiniz?

Gözde M: Senaryo iyi işlendiğinde zaten bir derdi oluyor. Şunu biliyorum; toplumsal konuları işleyen yapımlarda başka bir kuvvet başka bir cürret geliyor sanki insana. Elbette ben de o hissi çok seviyorum. Umarım hep böyle işlerin içinde yer alma şansına sahip olurum.

Film üretimini destekleyen ve düzenleyen yasaların iyileştirilmeli Filmlerinizde oditionlara verdiğiniz önemi nasıl anlatırsınız? Biliyorsunuz son dönemde isim yapmış birçok genç isim odition vermeye mesafeli yaklaşıyor siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ömür A: Audition film üretiminin doğasında olan bir şey. Çoğunlukla auditionlarda oyuncunun yeteneğinden çok karakterin o oyuncu üzerinde nasıl durduğuna da bakıyoruz diyebilirim. Bu süreçten uzak durmak o zaman uzak duranların problemi haline geliyor sanırım. Birisi gelir ve o rolü alır ve oynar.

Sinema kökenli bir yönetmensiniz ve birçok imza attığınız dizi de var. Ancak son dönemde ekranda yoksunuz, dizilere bir mesafeniz mi var?

Ömür A: Dizilere bir mesafem yok. Profesyonel olarak yönetmenlik aynı zamanda benim mesleğim. Son üç yıldır Kardeşler filmine odaklanmış olmam böyle bir algı yaratmış olabilir.

Yeni projeleriniz olacak mı? Sırada neler var?

Ömür A: Yeni bir filmin ön yazım çalışmasına başladım. Eş zamanlı olarak bir kurmaca belgesel de yapmak istiyorum.

Sektöre dair sizi rahatsız eden, değişmesi ve düzelmesi gerek dediğiniz neler var?

Ömür A: Film ve dizi üretim alanlarında birçok temel problemi var. Film üretimini destekleyen ve düzenleyen yasaların iyileştirilmesi ve sektörün problemlerinin çözülebilmesi için her şeyden önce meslek örgütlerinin güçlenmesi gerekiyor.

4N1K’da sizi daha enerjik ve girişken bir rolde izlemişken bu filmdeki rol ve oyunculukla ters köşe yaptınız diyebilir miyiz? Siz kendi oyunculuğunuzu nasıl değerlendirirsiniz?

Gözde M: 4N1K projesi her zaman minnet duyacağım bir iş benim için. Bir dönüm noktasının ilk basamağı oldu. Evet, çok hızlı bir temposu var ve bir romantik komedi bu anlamda ters köşe diyebiliriz Kardeşler için. Kardeşler aynı zamanda benim ilk şehir dışında çekimlerinde yer aldığım iş oldu. Eskişehir’deki çekimler oyunculuğuma gerçekten benim açımdan farklı bir boyut kattı. Yaprak karakterinin ritmiyle Yaseminin ritmi çok farklı uçlarda. Zorlanacağımı düşünmüştüm ve açıkçası korku doluydum. Ama bu duyguların hepsi Yasemin'i oynarken çok işime yaradı.

Daha çok hangi rollere yapımlara ağırlık verme niyetindesiniz?

Gözde M: Rol, tür veya yapım... Ayrımı kariyerimin hiçbir döneminde bu şekilde yapmak istemiyorum. İyi senaryo, iyi yönetmen, iyi ekip her zaman kalp çarpıntısı yaratır bende. Bir işi kabul ederken ben bu işin neresindeyim, oynadığım karakteri ne kadar sahiplenebilirim gibi soruların yanıtlarını arayarak seçmeye çalışıyorum projeleri. Ve elbette hisler, içimden bir ses ‘evet’ diyorsa benim ağzımdan da evet çıkıyor.

Kariyerinizdeki yükseliş, size karşı artarak çoğalan ilgiye hala şaşıyor musunuz yoksa artık alıştığınız bir döneme girdiniz mi?

Gözde M: Şaşırıyorum ve buna alışabilecekmişim gibi hissetmiyorum.

Hayatınızda bu günlerde neler var, neler üzerine kafa yoruyorsunuz?

Gözde M: 4N1K “4N1K Yeni Başlangıçlar” ismiyle Foxplay’de devam ediyor biz de haliyle setteyiz genelde. Resim yapmayı durdurmuştum farkında olmadan ona tekrar odaklanmaya çalışıyorum. Şan dersi almaya ve spor yapmaya da başladım, iyi bakmaya çalışıyorum kendime hem fiziksel hem de mental olarak. Çünkü oldukça yoğun bir dönemden geçiyorum.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.