SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

"İkinci Baharımı Yaşıyorum"

İkinci Bahar oyunuyla uzun süre sonra sahnelere geri dönen Simge Selçuk, oyunun da konusu olan genç kuşak ve orta yaş kuşağının aşka yaklaşımlarını değerlendirerek şöyle diyor;

İkinci Bahar oyununuz hayırlı olsun. Nasıl bir oyun, sizi bu oyuna ikna eden şey ne oldu?

Teşekkür ederim. İkinci Bahar oyunu için teklif geldiğinde önce oyunu okudum, tabi ki. Uzun zamandır tiyatro yapmıyordum, çok özlemiştim. Kadroda Cihat Tamer, Bedia Ener Öztep ve Emre Törün'ün olması bile yeterdi "Tabi ki, hemen" demek için ama yine de biraz önyargıyla başladım okumaya. "Yine klasik, alışageldiğimiz vodvillerdendir" demiştim içimden. Hem oyunun yönetmeni ve oyunu uyarlayan, hem de oyunda Doktor Haluk karakterini oynayan Serkan Budak o kadar güzel günümüze ve ülkemize göre uyarlamış ki oyunu… Okumak bile o kadar tatlı geldi ki bana, bir an evvel sahnede, o oyunun içinde olmak istedim. Şu an oyunumuzun ismi gibi sanki ben de "İkinci Bahar"ımı yaşıyorum. Allah nazarlardan saklasın harika bir oyunla, Bedia abla ve Cihat abi gibi çok değerli oyuncularla beraber olduğum için çok şanslıyım.

İki kuşak var, idealleri, hayalleri çok çalışmak, çok çok para kazanmak üzerine kuran bir genç kuşak ve solmuş çiçeklerin kendine özgü kokuları olduğunu geç de olsa fark etmiş olan diğer kuşak. Oyundan yola çıkarsak, siz hangi kuşaksınız?

Evet, oyunda da hem genç kuşağın, hem de orta yaş üstü kuşağın aşka yaklaşımlarındaki çatışması, naif ve eğlenceli bir şekilde seyirciye ulaşıyor. Günümüzde demeyeceğim çünkü bence her dönemde genç kuşak aşkı ya da ilişkileri hemen elde edip tüketmeye yönelik yaklaşıyor. Asıl değer verilmesi gereken manevi özellikler görmezden gelinip, başka kavramlara değer veriliyor; dış görünüş, popülarite, para-pul gibi... Ya da zorlu hayat koşullarından dolayı yürekteki kıpırdanmayı bastıranlar da var. Bu o yaşın doğası galiba, yadırgamıyorum. Ben hayatım boyunca hep kalbim nerdeyse oraya gittim. Bana aşkı yaşatan da kendine özgü o kokusudur. Çiçeğin rengi, güzelliği, ne kadar bal yapacağı önemli değil. O güzel koku da; kafaca anlaşmak, güzel vakit geçirmek ve temiz bir kalp demek.

Yaşa inanlardan mı yoksa enerjiye inananlardan mısınız?

Doğada her şey enerji ve doğadaki zaman sadece bir döngü, yenilenme. Bence topu topu iki tane mutlak zaman var; biri doğduğun gün, biri öldüğün gün. Benim inancıma göre bunlar Allah'ın takdiri ve değiştirilemeyecek şeyler. Ortadaki alan da kişinin enerjisine kalmış.

Sizin için zaman durmuş gibi görünüyor. 10 yıl öncesi ve sonrası fotoğraflarınızda eminim bir fark yoktur. Bu gençlik ve güzelliğin sırrı ne?

Aman efendim, teşekkür ederim iltifatınız için. Benim için yaşlanmak demek, solgun gözler, somurtan bir yüz ve hayatın binlerce güzelliğini ve mizahı fark edemeyen bir yürek demek. O yüzden ben yaşlanmayı hiç düşünmüyorum. Her durumda espri yapıp, o durumla eğlenebilmek ve her durumda sevebilmek... Bence hayat bu kadar. Nasıl dizileri, filmleri merak ederek izliyorsak, ben çoğu zaman "N'olucak acaba ileriki bölümlerde" diye merakla ve tutkuyla yaşayan biriyim. İlla ki film gibi extrem hayatlar yaşamamız gerekmiyor, her kişinin hayatı kendine özel bir macera.

Oyunlarınız yoğun ilgi görüyor. İzleyenlerin tiyatroya bu kadar ilgi göstermelerini ve giderek artan oyun çeşitliliği ve seyirci sayısı için ne düşünüyorsunuz? Sizce bu artışın sebebi ne?

Evet, diğer birçok tiyatro oyunu gibi bizim oyunumuz "İkinci Bahar"a seyircinin ilgisi ve beğenisi gerçekten çok yoğun. Bunu kendi işim olduğu için söylemiyorum. Salonu tıklım tıklım görmek ve o selamdaki alkışın büyük memnuniyetle çıktığını hissetmek ne kadar mutluluk verici anlatamam. Sanata ve emeğin kalitelisine ülkemizin değer vermesi, talep göstermesi bizleri çok şevklendiriyor. Sanıyorum organik gıdalar gibi sanata, kaliteli vakit geçirmeye olan açlığımızı doyurmak için artık taze, kanlı-canlı, hislerimizi ortak paylaşabileceğimiz yerleri daha çok tercih etmeye başladık, tiyatro gibi. Sanal her zaman sunîdir.

Sizi birçok farklı dizide izledik. Yakında yeni bir dizi olacak mı?

Hayır, bu ara maalesef olamayacak. Çünkü İkinci Bahar oyunu takvimi oldukça yoğun. Adeta leylek gibiyiz. Türkiye'nin her bölgesine uçuyoruz, her kesime tiyatromuzu götürmeye gayret ediyoruz. Oyun sonrası her bölgenin seyircisiyle tanışıp, sohbet ediyoruz. Ancak yeni yayın döneminde televizyon izleyicisiyle buluşmayı ben de çok isterim.

Peki ya sinema? Sinemaya karşı bir mesafeniz ya da siteminiz var mı? Neden sizi ekranda olduğu gibi sinemada sık göremedik?

Hiçbir sitemim ya da mesafem yok. Denk gelmedi diyelim, kısmet.

Hayalinizdeki rolü oynayabildiniz mi? Aklınızda kalan bir karakter var mı?

Hep söylerim; naif bir yapım olduğu için sert karakterler için düşünülmüyorum pek. Oysa çok fena ters köşe bir rolde de olabilirim.

Oyunculuk yapmadan hayatınızı idame ettirme lüksünüz var mı? Başka bir mesleğe karşı ilginiz var mı?

Hayatım boyunca çok küçük yaşlardan beri ekmeğimi oyunculuk, sunuculuk ve dublajdan kazandım. Çok şükür mutluyum. Birçok meslek yaptım tabii ama hepsi rol icabı.

Son dönemde kendinizde keşfettiğiniz, edindiğiniz yeni alışkanlıklar var mı?

Daha sağlıklı beslenmeye başladım. Bu anlamda herkes daha çok bilinçlendi zaten. Kendi öz değerimin daha çok farkına vardım. Daha önceden iyi bir insan olmayı etrafa, doğaya, insanlara, hayvanlara faydalı ya da en azından zararsız olmak demek diye düşünürken, bazen kendimi hor görmüş olduğumu fark ettim. Önce kendini şımartmanın ve sevmenin bize dikte edildiği gibi "bencillik" anlamına gelmediğini öğrendim.

Yazının devamı...

Seyahat Etmeden de Yaşarım

Üç yıldan beri 49 ülke gezen ve yüzlerce şehirde sayısız kişiyle tanışan ve hikayelerini dinleyen Seymen Bozaslan bu hikayeleri bir kitapta toplayarak herkesin beğenesine sunmaya hazırlanıyor. Seyahat bloggerı olarak tanıdığımız Bozaslan hazırladığı kitabıyla ilgili şöyle diyor; "

Seymen Bozaslan, kurumsal bir şirket çalışanıyken hobi olarak başladığı seyahat paylaşımlarıyla sürpriz bir şekilde gezgine dönüşen bir seyahat tutkunu. Onun hikayesi 2016 yılında Hollanda’da çektiği bir fotoğrafın National Geographic tarafından ajanda ve takvimlere alınmasıyla başladı. Ve gerisi geldi… Bir anda seyahat dünyasının kanaat önderi oldu dersem sanırım abartmış olmam. Birçok dergide seyahat yazıları yazdı ve yazmaya devam ediyor, Hürriyet Seyahat ve Sözcü gibi ulusal gazetelerde deneyimlerini okurlarla paylaşıyor.

Çektiği fotoğraflar gittiği rotalar, çıkardığı hikayeler ve anlatım dili o kadar seviliyor ki takipçileri her geçen gün artmaya devam ederken, okullardan ve resmi kurumlardan söyleşi teklifleri de ardı ardına geliyor. Bu talep karşısında hepsine yetişmeye çalışan Seymen Bozaslan’ı kurumsal hayatı bıraktığı zannedilmesin. O hala şirketinde çalışmaya ve hafta sonu tatilleriyle gitmediği rotaları keşfetmeye devam ediyor. Bu konuda iş arkadaşlarının kendisini desteklediğini ve motive ettiğini anlatan Seymen, kendisinin ise bu kadar sık seyahat eden bir iş arkadaşına karşı aynı tavırda olamayacağını söyleyecek kadar da samimi. Seymen’in bu samimiyetini ve açık sözlülüğünü takdir etmemek haksızlık olur...

Seymen'in yılda 20 bin km’den fazla yol yaparak üç yıl içinde 49 ülke gezmesini ve yüzlerce şehir tanıtmasını da ayrıca alkışlamak gerek. Çektiği fotoğraflar, seçtiği rotalarla, sürekli yeni insanlar tanıma ve yeni şeyler öğrenmeye karşı olan iştahı eminim takipçilerinin ufkunu açmaya daha uzun süre devam edecektir. Seymen bugüne dek öğrendiklerini, karşılaştığı ilginç hikayeleri ise sosyal medya dışında paylaşmaktan daha fazlasını yapmak için yeni bir adım attı. Seyahatlerinde tanıdığı yüz farklı insanın hikayesini anlatacağı kitabının hazırlığı için bugünlerde tatlı bir telaş içinde olan Seymen'le hem bu yeni heyecanını, hem yeni yolculuk planını hem de hakkında diğer merak edilenleri konuştuk, buyurunuz…

Kurumsal bir şirket çalışanından, bir gezgine evrilen hikayen nerede ve nasıl başladı?

Kurumsalda çalışmak herkes tarafından daha zor görülse de bence seyahat etmek isteyen insan için daha ideal. Hele ki hafta sonu iki gün size kalıyorsa ve yıllık izinlerinizi parça parça kullanmanıza izin veriyorlarsa, kurumsal şirkette çalışmak gezmek için teşvik ediyor bile diyebilirim. 52 hafta sonu ve 10 günden fazla resmi tatil var. Yılın 3’te biri gezmek için müsait yani. Hal böyle olunca bu zaman dilimini değerlendirdim ve biraz da tesadüflerle insanların gezgin dediği biri haline geldim.

İlk gezin nereye oldu? Bu seyyah modu, seyahat bloggerı işi nasıl gelişti?

İlk gezi yurtdışında Macaristan’a oldu. Yurt içi ise sürekli oluyordu zaten. Seyyah modu için beni teşvik eden bir takım şeyler oldu hayatta. Mesela 2016 yılında Hollanda’da çektiğim bir fotoğrafın National Geographic tarafından ajanda ve takvimlere alınması, Çok Gezenler Kulübü’nde yazı yazmam, Sözcü Gazetesi’nde seyahat ekinde yazı yazmam hepsi beni bir anda seyahat bloggerı denilen kavrama dahil etti. 3-4 sene önce ne yazı yazardım, ne fotoğraf çekerdim. Şimdi ise gerek yazılı gerek görsel olarak anlatmayı sever biri oldum. Yazdıkça keyif almaya başladım hatta dünyayı keşfederken kendimi de keşfettim diyebilirim. 3- 3,5 senedir de sürekli seyahat ediyor, yazıları güncel şekilde paylaşıyorum.

Seçtiğin, rotalar, çektiğin fotoğraflar, anlatım dilin hepsi çok profesyonelce buna ne diyeceksin? Bunun eğitimini aldın mı yoksa içinden geçtiği gibi mi aktı geldi bugüne?

Profesyonel olduğunu düşünüyorsan onur duyarım tabi. Bugüne dek hiç profesyonel fotoğrafçıyım veya yazarım demedim. Sevdiğim, keyif aldığım bir hobiyi profesyonelce yapmaya çalışıyorum. Bugüne kadar hiç fotoğrafçılık eğitimi almadım. Hatta işin ilginci birkaç şirketten personellerimize fotoğrafçılık eğitimi verir misiniz diye teklif bile aldım. Oysa ben bile eğitim almadım ki.. Çeke çeke öğrendim diyelim. Fotoğraf çekmekten, yazmaktan keyif alıyorum ama mutlaka eksiklerim vardır. İleride belki bunun üzerine eğitim alabilirim.

Medyada kurumsal bir firmada çalışırken, işi bırakıp kendini gezginliğe adadığın sanılmasın. Hala çalışıyorsun değil mi? Bu çalışma rutininde nasıl bu kadar çok yeri gezebildin? Bu zamanlamayı nasıl ayarlıyorsun?

Şuan evet hala ofis çalışanı olarak çalışıyorum 08-17.00 arası. 10 yıldır da aynı firmada hizmet veriyorum. Ben bu kadar geziyorsam ekip arkadaşlarımın desteği de var elbette. Ben şahsen yanımda sürekli gezen biri olsam daha farklı tepki verebilirdim. Sağ olsun destekliyorlar her seferinde. Planlama kısmını ise gerçekten zamanı doğru kullanarak yapıyorum. Mesela 5 ay sonrasında bir tarihe şuan belli olan bir seyahatim var. Hatta sponsor firmam ile Aralık 2019 için bile şimdiden seyahat planlıyorum. Erkenden ayarlamak benim için de iyi oluyor.

Bugüne kadar kaç km yol yaptın, dünyanın gitmediğin hangi noktası kaldı, sırada nereler var?

Oo çok ! İstatistik tutuyorum bazen. Yılda 20 binden fazla km kara yolu, 120 saatten fazla uçak yolculuğu yapıyorum. 3 yıldır bu tempoda seyahat ediyorum. Dünyada ise hala çok yer var. Dünya büyük! Ama kurumsal hayatta çalışmama rağmen yine de hatrı sayılır yer gördüğümü düşünüyorum. 49 ülke fena değil sanki. Ama yakın zaman planlarım içinde Kenya Nairobi var. Bu yıl içinde rotamı bu kez Afrika kıtasına çevirmiş olacağım. Tabii yurt içi ve Avrupa seyahatlerim devam edecek.

Senin için en büyüleyici rota hangisiydi?

Kategorilere bölerek söylerim bunu. Doğa anlamında kesinlikle İzlanda ! İzlanda Adası’nda nereye baksanız kendinizi fantastik bir filmde hissedersiniz. Aynı bölgede bir yanda buzulları, bir yanda gayzerleri, diğer yanda da ada boyunca yüzlerce şelaleyi görmek çok şaşırtıcı ve heyecan vericidir. Bizim artık çok nadir karşılaştığımız gökkuşağı ise bu adada hiç kaybolmuyor. Bu yüzden masal gibi büyüleyici ve mistik… Kültür anlamında ise İran. Çünkü şeriatla yönetilen bir ülkede insanların kendi dünyaları içinde özgürlüklerini yaşama çabaları ve buna buldukları çözümler çok ilginç. Özellikle kadınlar devlet baskısını en az hissedecekleri ortamlarda dünya standartlarında hatta medeniyette çığır açacak eğlenceler düzenliyor. O partilere türbanlarıyla gelip içlerinden bir Kim Kardashian çıkmasına şahit olmak da sürpriz olmuştu. Tabii bu durum sadece Tahran’da olduğunu da söylemeliyim. Diğer bölgelerden biri olan Şiraz’da Kaşgay Türkleriyle tanışma fırsatı buldum. Konuştuklarının yüzde 40’ını anladığım bir dile sahiplerdi. Kaşgay Türkleri hala göçebe hayatını devam ettiren, 6 ay köyde, 6 ay çadırda yaşayan bir azınlık. Onlarla iki gün boyunca çadırda geçirdiğim zaman da değişik ve keyifli deneyimlerimden biriydi. Bunlar dışında şehir hayatında Londra ve Madrid, fotoğraf çekerken keyif aldığım yer İtalya.

Hep tek mi seyahat ediyorsun, sevgilin yok mu? Mesela en romantik seyahatin hangisiydi? Sevgilin olmadığını var sayıyorum ve şunu soruyorum... Tek seyahat sıkıcı olmuyor mu?

Tek çok nadir. Genelde yakın arkadaşlarım olur yanımda. Sevgilim yok. En romantik seyahatim Kapadokya’da sevgililer gününde mum ışığında tek başıma yemek yemem olabilir sanırım. Tek seyahat fotoğraf çekmek, istediğim seyahati ve içeriği çıkartmak anlamında çok faydalı oluyor. Yanımda biri varken bunu yapmakta zorlanıyorum açıkçası. Ama huyuma suyuma yatkın bir ekip veya arkadaşımla geziyorsam onun da yeri ayrı tabi.

Evlenme teklif etsen nerede yaparsın bunu? Evlilik teklifi için fikir arayanlar için önerilerin ne olur?

Evlilik teklifi bence yere göre değil kişiye göre yapıldığı için Paris’te yüzük kutusu açarım, Roma’da diz çökerim gibi hayallerim yok. Evlilik teklifi için ısmarlama programların olmaması gerektiğini düşünüyorum. Kişilerin özel yeri neresiyse orasıdır doğru yer bence. Sonrasında kutlamak için seyahat etsinler derim.

Mesela 14 Şubat yaklaşıyor. Çiftlere aşk rotası çizsen, bu rota nereler olur?

Bence Prag, Paris, Roma her zaman önde gelen rotalardan. Ama gençlere mutlaka Balkanlara gitmelerini tavsiye ediyorum. Özellikle Saraybosna’yı mutlaka görmeliler. Hem çok ekonomik bir seyahat, hem de vizesiz. Ayrıca kültürümüze çok yakın ve halkı çok misafirperver ve bizi çok seviyorlar. Kendinizi asla yabancı hissetmeyeceğiniz bir yer.

Seni seyahatlerinde şaşırtan şeyler ne, en hoşuna giden şeyler neler oluyor? Takipçilerinle karşılaşman mı, önerilen yerlere gitmek mi, yeni insanlar tanımak mı, neler?

Ben yeni insanlar tanımaktan ve hikayelerini öğrenmekten keyif alıyorum. Bu yüzden en çok hoşuma giden şey kesinlikle yeni insanlar ve anıları. Takipçi kelimesi ben pek kullanmıyorum. Ama tanımadığın birinin hoş geldiniz demesi, merhaba demesi de çok güzel bir şey tabi. Hoşuna gidiyor insanın ne yalan söyleyeyim. Sağ olsunlar.

Seyahat ettiğin yeri yerlisi gibi mi yoksa turist gibi mi geziyorsun ?

Turist gibi gidip yerlisi gibi geziyorum. Mesela İran’da iç hat uçuş da yaptım, otobüs de kullandım. 5 yıldızlı otelde de kaldım, çadırda da kaldım, evde misafir de oldum. Bu tarz gezileri daha çok seviyorum. Turistik güzergahtan çıkmadan şehri, bölgeyi tanıyamazsın.

Bugüne dek gittiğin yerlerde yaşadıkların ve gördüklerin seni nasıl zenginleştirdi. Nasıl biri olmanı sağladı?

Norveç’e giremiyorum mesela. Yasaların ne kadar ağır olduğunu ve baskın olduğunu öğrendim. İran’da önyargı yıkmak gerektiğini anladım. Kuzey İtalya’da doğa nedir, tabiat parkı nedir tam olarak öğrendim. Bunlar ülkemle dış dünyayı kıyaslamamı öğretti tabi. Bizde neden böyle değil, böyle olsa keşke diye yorumlamaya başladım her şeyi. Ayrıca fotoğraf çekmek konusunda sabretmeyi öğrendim. Bazen bir insan veya hayvanı çekerken dakikalarca aynı pozisyonda kafasını çevirmesini beklediğimi bilirim. Özetle planlı olmayı, kuralın ne kadar önemli olduğunu, sabretmeyi öğrendim diyebilirim.

Bir gittiğin noktaya tekrar gitmek konusunda ne diyorsun?

Mutlaka giderim! Her gittiğimde aynı seyahati yapmaya gitmiyorum sonuçta. Her gidişte farklı bir şey keşfedersem tekrar gitmek sayılmaz diye düşünüyorum. Her yolculuk yeni bir hikaye.

Dünya üzerinde planladığın, istediğin tüm noktalara gidip bitirince ne yapacaksın? Tekrar sil baştan mı, yoksa anıları yazmak mı tercihin olur?

Yaşlanınca torunlara anlatacağım hikayem olur sanırım. Tekrar sil baştan yapmam düşük bir ihtimal. Ömrüm yetmez sanırım ama hikayelerimi mutlaka kaleme alacağım!

"

Sürekli keyfi gezmek, seyahatler, kafana esince gitmek sence bir bağımlılık mı? Sende bu bağımlılık ne durumda?

Büyük keyif aldığım bir gerçek. Her bilet satın alması bir hikayenin başlangıcı oluyor benim için. Her bilet, her yolculuk hayatımda anlatacağım bir anının ilk adımı desem yanlış olmaz sanırım. Bağımlılık değil de çok güzel bir alışkanlık. Dilerim eksilmeden devam eder.

Birgün seyahat edememekten korkuyor musun?

Hayır korkmuyorum. Çünkü seyahat etmeyi hayatımın merkezine koymuyorum. Seyahat etmeden de yaşayabilirim. Bu sadece hayatımın kıymetli bir parçası.

Seyahatlerde ilginç anıların da oluyor mutlaka. 3 tanesini anlatmak ister misin?

Malezya’da 65.katta bir binanın çevresinde dışarıdan turlamak. Bir tarafım uçurumken bunu yapmak çok ilginçti kesinlikle. Katar’da 40 metre yüksekte vince bağlanan bir yemek masasında yemek yemek. 360 dönen koltuk ve masada 45 dakika boyunca bir akşam yemeği etkinliği yaşamıştım. İsveç’te kuzey ışığı deneyimi gerçekten inanılmazdı ! Çok var ama ilk aklıma gelenler bu üçü oldu.

Markalarla işbirliklerin de var. Bu işbirlikleri nasıl oluştu, nereden buldular seni?

Bazen ben onları buluyorum, bazen onlar beni. Beraber oturup seyahatle markaların buluşacağı projeler yazıyoruz. Bu işbirlikleri hem benim sürekli güncel içerik yaratmamı sağlıyor hem de kendi bütçemle yapamayacağım seyahatleri gerçekleştirmeme ve doğru anlatmama vesile oluyor. Bu marka işbirlikleri sayesinde daha çok deneyim yaşıyor ve anlatıyorum. Takip eden insanlara da daha çok katkı sağladığımı düşünüyorum.

Instagram'da kampanya yapıyorsun hediye çekilişler yapıp, takipçilerini tatillere gönderiyorsun ve bütün masraflar sana ait. Bunların altından nasıl kalkıyorsun?

Açıkcası çoğu aldığım desteklerle gerçekleşti. Birine hediye ettiğim tatilde toplam harcamada bana ait olan kısım %20 civarında. Bu da benim sayfa tanıtımım için makul bir bütçe açıkçası. Hem insanlara hediye veriyorum hem de seyahat tarzımı daha çok insana gösterebiliyorum diye düşünüyorum.

Herkes blogger olmaya soyunuyor. Sen bu işe ilk başlayanlardansın. Bu saatten sonra bloggerlık, gezginlik için adım atanlar ne kadar başarılı olabilir sence, yoksa bütün köşe başları kapıldı ve çok şansları yok mu?

Özgün içerikle alakalı bir durum. Fakültesi yok, eğitimi yok. Doğru iletişimi kurabilen herkes blogger olabilir bence. Eskisi yenisi yok. İnsanların ihtiyacı olan ve bulamadıkları bir şeyi sen bulup içerik olarak hazırlıyorsan insanlara dokunabiliyorsan başarılı olursun bence. Önemli olan iletişimdeki uygun dil, güzel görsel ve özgün içerik. Ayrıca insanlar, manzarayı fotoğraflayan kişiyi takip etmekten daha çok keyif aldığını düşünüyorum. Mesela, bir blogger bir manzara paylaştığında aldığı etkileşim oranıyla, aynı manzara içinde poz verdiği bir fotoğrafın etkileşim oranı çok farklı olur. İnsanlar artık kişi takip etmeyi seviyor. Kişiselleşmiş hikayeyi önemsiyorlar bence.

Seyahetlerinde yanında olmazsa olmazların neler?

Fotoğraf makinesi ekipmanları ilk sırada kesinlikle. Onun dışında çantamın ağırlığını minimum düzeyde tutmak için az eşya ile seyahat etmeye çalışırım genelde.

Sırt çantası mı, valiz mi?

Sırt çantası kesinlikle !

Eve dönerken mutlaka gittiğin yerlerden aldığın neler var? Oluşturduğun bir koleksiyon var mı mesela?

Kupa koleksiyonu var sadece. Magnet almam pek. Ama kupa bardakları biriktiriyorum. Şuan 70 civarında farklı şehirden bardak var sanırım.

Bütün hikayeleri yazdığın bir kitap var sanırım şuan değil mi? Ne aşamada?

Kitabı şuan yazıyorum evet. Yarısından fazlası tamamlandı. 2019 sonunda raflarda yerini alacak umarım. Yolda tanıştığım kişilerin hikayelerini anlatacağım bir kitap. Yüz farklı hikayesi olan kişiyle tanıştım bunları sadece kendime saklamak haksızlık olacaktır diye düşünüyorum. Hepsi ilham veren hikayeler, okuyanların da seveceğine eminim.

Üniversitelerde, liselerde ve özel şirketlerde söyleşiye gittiğini görüyorum. Neye göre programlıyorsun bunları ? Neler anlatıyorsun ?

Yol hikayelerim, tanıştığım insanları, deneyimlerimi paylaşıyorum. Seyahat eden, etmek isteyen insanlarla bir araya gelip sohbet etmek hakikaten büyük keyif aldığım bir şey. Şu ana kadar 20-25 okulda söyleşiler yaptık. Benim için de güzel bir hatıra oluyor kesinlikle. Bunları paralı sanan çok insan oluyor. Fakat öğrenciye yaptığım sunumlarda asla maddi kazanç düşünmüyorum. Öğrenciye bedava ! Seyahat etmek ile ilgili hayal kuran bir gence gidip parayla şöyle gezilir böyle gezilir demek samimi gelmiyor bana. Bir gence dokunabiliyorsam, hayal kurmasının sadece milli piyango bileti kazanmakla paralel olmadığını anlatabilirsem ne mutlu bana.

Yazının devamı...

O Bir Yeniden Doğuş Elçisi

Ceren Saltoğlu 1,5 yıl gibi bir sürede 130 kilodan, 58 kiloya düşerek kendini baştan yaratan ve yeniden doğanlardan biri. Kilo verme sürecini ve yaşadıklarını anlatan Saltoğlu şimdilerde kilo vermek isteyenlere Rebirth koçluğu yapmaya hazırlanıyor.

Kilo problemi olanların ilk tercihi ve son yılların en popüler uygulamalarından biri olan obezite cerrahisi her geçen gün başarı oranını yükseltmeye devam ediyor. Özellikle Türkiye’de yapılan bu operasyonların sayısı başarı oranlarıyla beraber yılda 17 bine kadar çıktı. 31 yaşındaki marka sorumlusu Ceren Saltoğlu da yaptığı diyetlerden sonuç alamayınca bu yöntemi deneyen ve tüp mide ameliyatıyla hedefine ulaşanlardan.

Ceren duygusal yeme bozukluğu sebebiyle uzun süreden beri kilolarıyla savaşan biri. Diyet yaparak 50 kilo verdikten sonra, daha fazlasını geri alınca son çare olarak mide küçültme ameliyatı olmaya karar veriyor. Ceren’in yeniden doğuş hikayesi de bu noktada başlıyor. 1,5 yılda üzerindeki ve hayatındaki 72 kilo gibi bir fazlalığı hayatından atmayı başarıyor. Ve deyim yerindeyse Ceren 130 kiloyla başladığı bu macerayı, 58 kiloyla başarıyla tamamlayarak yeniden doğuyor. Onun bu değişim ve dönüşüm sürecini izleyen, görenlerden biri olarak istikrarı, disiplini ve kararlılığı hem ilham verici, hem de hayranlık uyandırıcı diyebilirim.


Ceren verdiği kilolardan ve hedeflediği kiloya ulaşmaktan çok mutlu ama asıl hikayenin ise zayıfladıktan sonra başladığını söylüyor. Kilo kaybına bağlı deri sarkmalarının, kilolu olmaktan daha rahatsız edici olduğunu anlatan Ceren bunun için de bir dizi estetik operasyon geçirmeye devam ediyor. Bu yeni fiziğiyle kendini yeniden doğmuş gibi hissettiğini anlatan Ceren, diyor.

Yaşadığı bu 1,5 yıllık süre içinde kazandığı tecrübeleri aynı yoldan gidecek olanlarla paylaşmak isteyen Ceren Saltoğlu, bu durumu şöyle anlatıyor; Ceren yeniden doğuş ve kedini baştan yaratma hikayesini ise bütün detaylarını şöyle anlatıyor….


Ceren yeniden doğuş hikâyen ben dâhil herkese ilham veriyor. Değişim ve dönüşümün harika! Seni tanıyanlar için bile gurur verici. Sen ne diyorsun bu duruma?

Öncelikle çok teşekkür ederim bunları duydukça çok mutlu oluyorum. Ben de kendimle gurur duyuyorum. Bu sebeple buna Rebirth diyorum aslında. İstikrar ve sabır başarının anahtarı. Çok kolay bir yol değildi, zorlandığım çok zaman oldu ama hep sonunu düşündüm ve o günü bekledim.

Bu değişime, tüp mide operasyonuna ne zaman karar verdin? Bu zamana kadar neden bekledin?

Aslında bu değişimi hep çok istiyordum. Tüp mide öncesi diyet ve sporla 50 kg verdim ama ben duygusal yeme bozukluğu olan biriydim. Hayatımda bir şeyler istediğim gibi gitmeyince kendimi abur cubur havuzuna atıyordum. Verdiğim kiloları geri alınca kendime çok kızdım. Ama tekrar bu yolu tek başıma yürüyecek gücü bulamadım kendimde ve mide küçültme operasyonuna karar verdim.

Şimdi keşke daha önce yapsaydım diyor musun?

Bazen bunu ben de düşünüyorum. Bu değişimi daha önce yaşasaydım şuan hayatımda ne farklı olurdu diye sorguluyorum. Bazen de doğru zaman bu zamanmış demek ki diyorum yani kaderci yönüm ağır basıyor. Doğru zamanda doğru yerde oldum çünkü bunu gerçekleştirene kadar birçok konuda birikimim, deneyimim oldu. Eğer daha önce yapsaydım belki şuan sahip olduğum bakış açısına sahip olmazdım.

Her şey tüp mide olmanla mı başladı? Nasıl bir zayıflama süreci geçirdin?

Tüp mideye karar verdiğim gün tamamen değişmeye karar vermiştim. Bu yüzden zayıflama sürecim çok rahat ve heyecan dolu geçti. Sabırsızlıkla hedefime kavuşacağım günü bekliyordum ve tamamen bugüne konsantreydim. Bu yüzden bu sürecin her anının zevkini aldım. Bu bir eğitim süreciydi benim için…

Tüp mideyle ne kadar sürede, kaç kilo verdin? Kaç kiloyla başladın ve şimdi kaç kilodasın?

2017’nin şubat ayında tüp mideli oldum ve 130 kiloyla operasyona girdim. Şuan 58 kiloyum. Ama operasyondan bir buçuk sene sonra hedef kiloma ulaşmıştım. Şimdi de keyfe keder kilo verme ve koruma sürecindeyim. Toplamda 72 kilo gibi bir fazlalığı hayatımdan çıkardım.

Kilo verdikten sonra toparlanma ameliyatları da oldun. Obezite cerrahisi sonrası estetik operasyonlardan hangisini oldun ve başka olacak mısın?

İşte bu soru çok iyi oldu. Benim hikâyem esas kilo verdikten sonra başladı. 50 kilo verdiğimde hiç sarkmamıştım ama bu operasyondan sonra hızlı kilo verimine bağlı olarak çok sarktım ve bu durumdan hiç hoşnut değildim. Bu yüzden sarkıklarımı toparlatmak için obezite cerrahisi sonrası estetik, 360 lifting denilen bir dizi operasyona karar verdim. Operasyonum doktorum Dr. Selçuk Aytaç tarafından ikiye bölündü. İlk operasyonumda kol germe, karın germe, yüze yağ enjeksiyonu ve meme dikleştirme yapılarak protez eklendi. Sırada bacak germe ve revizyonlarım var.

Şimdi eski fotoğraflarına baktığında neler düşünüyorsun? Nasıl bir hisse kapılıyorsun?

Hafızamdan eski halimi tamamen sildim sanırım. Eski fotoğraflarım bana hiç benmişim gibi gelmiyor. Sanki hep böyleymişim gibi. Bazen arkadaşlarım eski fotoğarlarımı atıyor, önce algılayamıyorum ve bu kim diyorum. Şaka yapıyorum. Bir kez daha kendimle gurur duyuyorum. Benim için bu bir başarı ve yeniden doğuş gibi…

Daha fit bir vücuda sahipsin. Peki bu fitlik kendini daha seksi ve daha öz güvenli hissettiriyor mu? Normalde her bedende bu hissedilebilir tabii ki ama sende durum neydi? Bu konuda en çok hoşuna giden şey ne oldu?

Kilo verdiğimde hayalini kurduğum bir ben vardı ve şu an hayalimin bile ötesindeymişim gibi hissediyorum. Ben kiloluyken de özgüvenliydim çünkü kilomu kabul etmiştim. En obez halimle Bodrum’da maykoniyle pareosuz dolaştığımı biliyorum. Türkiye’de kaç kadın buna cesaret edebilir? Ben de esas özgüvensizlik kilo verimi sonrası deri sarkmalarıyla oldu. Bu yaz 36 bedenle özgürce bikini giyemedim. İlk defa vücudumu saklama gereği hissettim. Kısa kollu t-shirt giyemedim. Vücut germe operasyonlarından sonra kilo verdiğimi ve fit olduğumu hissediyorum. Vücudumla inanılmaz barışığım, aynanın karşısında saatlerim geçiyor. Narsistliğe doğru giden bir durumum olabilir, eyvah! Şaka bu yana eskiden yüzümü çok beğenirdim şu an kendimi çok beğeniyorum ama eskiden de kendimi seksi buluyordum…

En çok ne giymeyi, ne yapmayı, ne yemeyi hayal ederdin ve elde ettin?

Kiloluyken yapmak isteyip yapamadığım iki şey vardı. Biri yamaç paraşütü biri de dalış. Bu yaz inşallah ikisini de gerçekleştireceğim. Giyime gelince bugüne kadar giyim zevkimi hep başkaları üzerinde kullandım. Artık kendime çalışıyorum. Bikini, kısa etek, düşük bel pantolon, renkli dar taytlar. Hepsine kavuştum. Yeme konusunda da ben artık yemek için yaşamıyorum, yaşamak için yiyorum. Şu an bir beslenme danışmanım var. Dengeli beslenmeyi öğrendim. Bu konuda da takipteyim.

Yüzüne de bu kilo kaybından sonra müdahale ettirmen gerekti mi?

Evet. Yüzümde yorgun bir görüntü oluştu. Operasyon sırasında yağlarım liposuction ile alındı ve yanaklarıma transfer edildi, kısaca kendi yağımdan yanaklarıma yağ dolgusu yapıldı. Şahane bir şey bu.

Aynaya baktığında gördüğün bu şahane kadın, bu yeniden doğuşundan sonra neler yapacak?

Melis bugün sayende yeterince şımardım. Çok teşekkürler güzel düşüncelerin için. Kilo verdikten sonra yakın arkadaşlarım bana “Rebirth” sün sen, yeniden doğdun dediler. Yeniden doğuş elçisiyim, tüm yeniden doğmak isteyenlere de bu uğurda şifa vermek, yoldaşlık etmek ve bu değişimi onlarla birlikte yaşamak istiyorum. Yeniden doğmak demek yanlış anlaşılmasın, bu geçmişi unutmak veya eski benden vazgeçmek değil. Bir kere midem bile yeniden doğdu. Düşünsene yeni doğan bir bebek bir süre sıvıyla beslenmiyor mu? Aynı şey. Bu değişim sadece beden değişimi olmamalı. Yeni bir ben diyorsak kilo aldıran psikolojik sebep neyse onu bulmalı ve düşünce olarak yenilenmeliyiz. Bu yüzden bu yolda ben yaptım siz de yaparsınız demek ve göstermek istiyorum. Kilosunu verip vücut germe operasyonuna karar verenlerin bu yolda tüm evrelerinde yanında olacağım, onlara koçluk yapacağım. Onun dışında da çok sevdiğim ve yapmaktan mutluluk duyduğum bir mesleğim var. Hayat sürprizlerle dolu ama bundan sonrası için düşüncem; bana huzur veren, duygusal yeme bağımlılığımı devreye sokmama neden olmayan çatılar altında yer almaya kararlıyım.

"

Kilosundan şikâyetçi kişiler için önerilerin, yaşadıklarından yola çıkarak tavsiye edeceğin şeyler neler olur?

Öncelikle şişmanlık psikolojik bir hastalık. Bunu kabul etmeleri gerekiyor. Ben operasyon geçirdim diye herkes mutlaka geçirsin diyemem. Sağlıklı beslenerek kilo vermeyi denesinler, hayatlarına mutlaka sporu soksunlar. Yapamıyorlarsa cerrahi operasyona başvursunlar. Bu konuda da kendilerine gerçekten iyi bir ekip bulsunlar. Artık birçok kişi bu işi ticarileştirdi. İyi araştırsınlar. Her ne yaparlarsa yapsınlar önce kendileri için yapsınlar. Unutmasınlar ki; kilo vermek bu yolun ilk aşaması, çok fazla verilen kilolarda deri sarkması kaçınılmaz. Vücut germe operasyonları bu yolun ikinci aşaması. Zira tüp mide olmakla iş bitmiyor.

Peki sonra?

Sonrası çok önemli! Hedefini tamamla, yaşadığını hisset. Başlamak için asla geç değildir. Hedef eğer iyi görünmek ise, estetik cerrahiden yardım almak çoğu zaman şart olabiliyor ancak bu şekilde hedefe ulaşılabildiğini ben bizzat yaşayanlardanım. Spor ve sağlıklı beslenmek ise bu yolun vazgeçilmezi. Yorucu ve kolay olmayan bir yol ama başarmak imkânsız değil.

Sosyal medyada rebirth bileklikleri görüyorum bunun hikâyesi ne diye?

Kilo verme sürecinde bir bileklik aldım ve takarken hedef kiloma ulaştığımda bu bilekliği uğur getirmesi için bir başka uğura ihtiyacı olana hediye edeceğim diye içimden geçirdim. Gün geldi ve bileklik bana olan görevini tamamladı. Artık benden çıkıp diğer sahibine ulaşma zamanı gelmişti ki; sosyal medyadan hedeflerinizi, hayallerinizi ve bu uğurda neler yaptığınızı bana yazın dedim. Aralarından biri beni çok etkiledi. Kocasına aşık, işinde yükselmiş başarılı bir kadın, anne olmak istiyor ve tedaviler oluyordu. Bir yeniden doğuş bilekliğinin anne olmak isteyen bir kadına verilmesinden daha anlamlısı olamazdı. Bilekliği yolladım ve kısa sonra güzel haberi geldi. Şu an dünya tatlısı ikizleri var. Ben de vücut germe operasyonlarına girerken bir sürü rebirth yıldız bileklik yaptırttım ve tüm sevdiklerime, uğura ihtiyacı olanlara hediye ettim, hala da ediyorum.

Bu röportajı okuyup hayallerini ve hayalleri için neler yaptıklarını yazan bir kişiye de bu bilekliklerden gönderelim mi?

Tabii ki çok sevinirim. Sosyal medyadan sana veya bana ulaşsınlar. Direk mesaj atsınlar. Haydi iki kişi de benden olsun. Aralarından çekiliş yapıp üç kişi seçip, gönderelim…

Yazının devamı...

"Okan Bayülgen'le Evlenirim Sanıyordum"

“Aşk Uykusu” albümüyle müzik dünyasına adım atan ve dikkatleri üzerine çeken Gizem Tuncer aslında bu dünyanın içine doğmuş biri. Diğer ünlü çocuklarının aksine o, babası Mahmut Tuncer’in şöhretinden faydalanmaktan kaçınan ve sadece yeteneğiyle ön planda olmak isteyen bir isim. Tuncer bu duruma şöyle açıklık getiriyor:

Gizem Tuncer müzik dışında yakında oyunculuktaki iddiasını da ortaya koymaya hazırlanıyor. Okan Bayülgen’le aynı sahneyi paylaşacağı “Harem Kabare” müzikalinde seyirci karşısına çıkacak Tuncer, Okan Bayülgen’le çalışmanın kendisi için büyük bir şans olduğunu söyleyerek ona olan hayranlığını ise şöyle anlatıyor:

Bugünlerde hayatında neler oluyor, var mı yeni heyecanlar?

Evet, güzel şeyler oluyor hayatımda. Şu an birkaç dizi için görüşmeler yapıyorum. Ekranda olmayı planlıyorum. Şarkı aramaya devam ediyorum. Hande Ünsal’dan bir şarkı beğendim. Ozan Doğulu ile bir çalışma yapmak istiyorum. Hatta onunla bir iş yaparsam çok mutlu ölebilirim. Bunu ona da söyledim. Bunların üzerine yoğunlaşmış vaziyetteyim. Ama en önemli heyecanım Okan Bayülgen’le bir müzikale başlamış olmam. Okan abinin de içinde bulunduğu “Harem Kabare” diye bir müzikal. Provalarına devam ediyoruz. Ama henüz diğer oyuncuları ve konuyu söylemem doğru olmaz. Devamı sürpriz olsun…

Okan Bayülgen’le nasıl bir araya geldiniz?

Babam Okan abinin Show Radyo’daki programına konuktu. Koşarak babamla gittim yanına. Adamın sesini bile duyduğumda heyecandan bayılacaktım. Bayılıyorum ona. En sevdiğim sanatçılardan biri. Çok sanatçı hayranı ve meraklısı değilim. Zaten hepsinin arasında büyüdüm. Ama Okan abiyi başka seviyorum. Radyo’da yanına gittiğimde ondan bir şeyler istedim ve “Daha sonra Dada’ya gel konuşalım” dedi. Dada’ya gittiğimde şu an müzikalde oynadığım roldeki kişinin oyundan ayrıldığını öğrendim ve onun yerine ben girdim. Pat diye kendimi işin içinde buldum. Okan abi benim için çok kıymetli. Bu iş için onu nasıl ikna ettiğimi de bilmiyorum ama beni sevdiğini düşünüyorum.

Okan Bayülgen’le çalışmak nasılmış?

Onunla olmak, çalışmak bence büyük bir şans. Aslında sana bir şey itiraf edeyim mi? Ben çocukken Okan Bayülgen’e âşıktım. Büyüyünce onunla evleneceğimi falan sanıyordum. Çocukluk işte… Hatta ben küçükken babam Okan abinin programına konuk olduğunda annem, “Hadi git babanla programa, evlenme teklif edersin” diye dalga geçer, eğlenirdi benimle. Biri karşısında asla çekinen ve utanan biri değilimdir ama ilk Okan abiyi gördüğümde kilitlendim kaldım. Çünkü o kadar bilgili ve donanımlı bir adam ki ona “Ne haber?” demeye bile çekiniyordum. Ama şimdi provalar vesilesiyle haftanın dört günü beraber çalışıyoruz ve ondan çok fazla şey öğreniyorum. Çok keyifliymiş onunla çalışmak. En çok hayran olduğum, saygı duyduğum, kıymet verdiğim adamlardan biri.

Dizi görüşmeleri yapmaya başladın… Oyunculuk istediğin bir şey miydi yoksa gelen tekliflerin sürekliliği mi seni buna çekti?

Lisede tiyatro okudum. Bu yüzden uzun zamandan beri aslında bu iş bana göz kırpıyordu ve hep çok iyi geri dönüşler alıyordum. Hayat akışında seni bir yere götürüyor ve sen o akışa dirensen de direnmesen de bir şekilde dahil oluyorsun. Bugüne her şeyi planlayarak gelmedim. Zaten ilk albümüm “Aşk Uykusu” milyonlar satmadı. Beklediğim kadar iyi gitmedi açıkçası.

Sence eksik olan neydi de iyi gitmedi? Başlangıçta babanla bir şeyler yapsaydın daha iyi olurdu diye düşünmedin mi hiç?

Bizim dönemin çocukları nasıl olduysa hepsi şarkıcı oldu. Yeteneği olup bunun eğitimini alanların hakkını yiyemem ama evde oturup dururken canı sıkıldı diye şarkı yapanına, sonra da annesinin babasının elinden tutup göze sokanına saygı duymuyorum. Böyle olunca işin suyu çıktı. Bu yüzden ben babamla görünmek istemedim. Çünkü elini nereye sallasan ya birinin oğluna ya da kızına çarpıyordun. Bende öyle bir algıyla çıkmak ve görünmek istemedim. Meraklısı da değilim zaten. Hâlâ da babamla bir şey yapmanın çok tatlı duracağını düşünmüyorum. Benim buna ihtiyacım yok. Birçok konuda yetenekliyim. Bu konuda mütevazı olamam. Babamı basamak gibi kullanmam. Yılların sanatçısına bunu yapmak zaten çok ayıp bir şey. Bunu kendime yakıştırmıyorum. Babamı çok seviyorum, o benim bir parçam ama iş hayatında kendi ayaklarım üzerinde durmak istiyorum.

Mahmut Tuncer’in kızı olmanın sana getirdiği avantajlar kullanmadın mı yani?

Tabii ki bana açtığı kapılar oldu. Ama iş konusunda babamın ekmeğini hiç yemedim. Keşke yeseydim demem bekleniyor belki ama demek içimden gelmiyor. Ama bir prodüktörün kapısına “no name” bir isim olarak gitmek var, bir de Mahmut Tuncer’in kızı olarak gitmek var. Böyle olduğunda kapılar daha rahat açıldı ve kullandığım yerler oldu. Ama bunun ilerisine giden bir durum değil bu. Babamı magazinsel anlamda kullanmak bir seçimdi. Onunla tanınıp bilinirlik kazandıktan sonra devam etmek de vardı tabii…

İdo Tatlıses’te olduğu gibi değil mi?

İdo’yu buna örnek veremem; çünkü İdo 4 yaşındayken de şöhretti. İdo’nun hayatı hep merak edilirdi. Onun babası hep magazinin içindeydi, benimki o kadar içinde olmak istemedi. Ama burada İdo’nun yeteneğini göz ardı edemeyiz. Onun bir yeteneği vardı, çok zeki ve eğlenceliydi. Bu yüzden onun zaten böyle başarılı olacağı belliydi. Yeteneği olmasaydı bu kadar öne çıkamaz ve yerinde sayardı ama aksine iyi gidiyor.

Ne kadar özgür hissediyorsun kendini?

Saygıdan gelen bir apolet taşıyorsun sırtında. Mahmut Tuncer’in kızısın ve babanın yıllarca çalışıp edindiği bir yer ve koruduğu bir saygı var. Bu yüzden öyle jartiyer giyip seksi pozlar veremezsin ki zaten ben öyle şeyler de yapmam. Yırtıcı bir aslan değilim, giysem de bana bakılmaz zaten. O tarafları da sevmiyorum. Sükse yapayım, sıçrayayım, dikkat çekip tanınayım diye bunları yapmam. Üzerimdeki bu sorumluluğu da severek taşıyorum. Bendeki kendini frenleme ve oto kontrol aileme, babama duyduğum saygıdan gelen bir şey.

Ön plana çıkmakla ilgili ne düşünüyorsun?

Her gece partilerde gezen, alkolden köşelerde bayılan, çılgın davetlerin aranan yüzü ya da dilini çıkartıp Instagram’da zıplayan bir kız değilim. Benim herkesin annesinin genç kızlığı gibi bir ruh halim var. Bu yüzden sevmiyorum kopuk hareketler içinde olmayı. Festivallerde garip kıyafetler giyip koşabilirdim de. Ama bana göre sivrilik, öne çıkmak böyle olmaz. Açıkçası kendimi herkesten zeki buluyorum. Kimse IQ’mla kolay kolay savaşamaz. Bir kere bunu yapmak için çok fazla kitap okumaları lazım. Çünkü ben yıllardır kitap okumayı geçtim, resmen yiyorum. Her türlü konuyu okuyup geliştirmeye, bilinçlenmeye ve öğrenmeye adadım kendimi. Bu yüzden bana verileni hemen almam, salak değilim. Öyle bacaklarımı açmama, çılgınlar gibi koşmama gerek yok yani öne çıkayım diye…

Kendini geliştirmek için farklı şeyler okuyup deneyimlerken hiç başka yönlere kayma arzun ve ilgin olmadı mı?

Öyle çantamı alıp İsviçre’ye gideyim, kamp yapayım kafasında da, yeni bir şey keşfedeyim dünyayı değiştireyim kafasında da değilim. Kendimi güvende hissetmek isterim ve öyle bir yerde yaşamak isterim. Ben sanatçıyım, sanat yapıyorum, sanat yaparak da öleceğim. Ama eğer avukat olsaydım hiçbir davayı kaybetmezdim. Korkunç bir şey yapmamış biri olduğu sürece müvekkilimi memnun ederdim. Fakat benim genlerimde sanat var…

En büyük zaafın ne sence?

Beni herkes saf ve vicdanlı tarafımdan vurabilir. Tanıdığım adam da, tanımadığım kadın da herkes vurabilir. En büyük zaafım duygusal ve hassas olmam. Zaten sanatçıysan duygusalsın demektir. Duyguları olmayan biri sanatçı olamaz. Bir insanın maddi manevi zor durumda olduğunu gördüysem, duyduysam onun için bir şey yapmazsam uyuyamam, içim el vermez. Bu yönümü bilenler görenler tarafından da çok dolandırıldım. Hiç gerçek dostum yok. Aradığımda koşup gelecek kişi sayısı ikiyi geçmez mesela. Hiç kadın arkadaşım da yoktur. Birçok ünlü kadın dostum vardı ama hepsinden kazık yedim. Kadınlar hiç sevmez beni.

Neden?

Eğer bir insanın ezik olduğu bir dönemde yanında olan sensen, o insan bir gün ünlenip sınıf atlıyorsa senin yanında olmanı istemiyor. Kötü gününde, aç gününde yanında oluyorsun ama iyi gününde sana da cephe alıyor. İki cebi para görsün, az dillensinler ilk sana tırnak çıkartıyorlar. “Biz senin nerden geldiğini biliyoruz, bize de mi hava atıyorsun” dediğimizde de iyice tribe giriyorlar. Çünkü seni gördükçe o ezik günleri hatırlıyor. Bu yüzden iyi gününde seni yanında istemiyor. Bundan zarar gördüm, bu yüzden kadınlarla pek fazla arkadaşlık etmiyorum. Çok sinsiler.

"

Peki ikili ilişkilerin nasıl? Seni tavlamak zordur diye düşünüyorum…

Bir insan beni anca yüreğiyle tavlayabilir. Para dediğin şey bir kâğıt, yırtıp atabilirsin. Çok parayı sevmem. Ailem beni hiçbir zaman parayla şımartmadı. Bir dönem garsonluk bile yaptım. Evet zor. Beni çeken şey insanın kalbidir. İlla ki davul bile dengi dengine. Zaten hayat görüşü uymayan bir insanla birliktelik kuramazsın. Aşk çok kıymetli bir duygu. Bazı insanlar tek başınalığı beceremez hayatta. İçi boş bir birlikteliktense tek başıma kalırım. Bazı çiftler biliyorum, ne saygı ne sevgi kalmamış, buna rağmen 10 küsur yıldır birlikteler. Ben tek eşlilikten yanayım. Sürekli farklı isimlerle anılmayı kendime yakıştıramıyorum. Hayat boyu kaç kere âşık olur insan bilemem. Aşk gerçekten aşk ise amenna. Kadın özel olmalı. Kıymetini bilenle el ele olmalı. Ben bir ilişki yaşıyorsam uzun yıllar devam etmeli. Bazı şeyleri çabuk tüketmek günün getirisi tabii. Ben bunu seçmiyorum.

Takıntıların var mı?

Temizlik takıntım var. Bulunduğum ortamın hijyeninden emin olmak isterim. Çanta ve ayakkabı takıntım da vardır. İyi markaların çanta ve ayakkabılarını almayı severim. Allah’a şükür kendi paramı kendim kazanıyorum, kimseye hesap vermeden de istediğimi alıyorum, yiyorum, içiyorum.

Oyunculuğa nasıl yaklaşıyorsun?

Oyunculuğa iyi bir rolle başlamak isterim. Şarkı söylemek ve oyunculuk iç içe bir şey benim için. Oyunculuğun ve şarkıcılığın yaşı yok. Buna ne zaman başladığın, yaşın bence önemli değil. İnsanlar ekranda seni izlediğinde sevecek mi o önemli. Mesela ne maharetlerle, zahmetlerle birini televizyona çıkartıyorlar. Ama insanlar onu izlemekten çok sıkılıyor. Bu yüzden ekran da, insanlar da seni sevecek. Bu anlamda en beğendiğim oyuncu Nurgül Yeşilçay. Onun başarısını çok takdir ediyorum.

“Oyunculukta onun gibi olmak isterim” diyor musun?

Hayır, kimse gibi olmak istemem, kendim gibi olmak isterim. Parmakla gösterip de “Şunun gibi olmak isterim” diyebileceğim biri yok. Eğer bir kişi, başka biri gibi olmak istiyorsa onlar benim gibi olsun. Bence her rolün altından kalkabilirim. Özellikle komediye kendimi çok yakın hissediyorum. Kesinlikle insanlar komedide beni çok sever ve başarılı bulur. Ama dramda da iyi ağlatırım. Ekran karşısında çok rahatımdır, iyi iş çıkartırım yani.

O zaman her rolü oynarsın diyebilir miyiz?

Müjde Ar’ın “Ağır Roman”da oynadığı rolü ben oynayamam. Seçici olmak iyi bir şey değil ama benim öyle bir rolü oynayacak kadar cesaretim yok. Bu hep beyaz atlı prensini bekleyen, kırlarda koşan, çimlerde yuvarlanan rolleri isterim demek değil, karakter yoğunluğu ve ağırlığı olan rollerde oynamak isterim tabii. Ama bu soru belki de benim için erken oldu. Bugün böyle düşünüyorum belki yarın fikrim değişebilir de.

Oyuncular dizileri değerlendirirken karakter yerine, senaryodaki replik sayısına bakarak karar veriyor. Repliği çoksa varım, azsa yokum diyor. Sen ne diyorsun bu duruma? Gün gelir sen de böyle yapar mısın?

İnsanlar iyice manyaklaştı. Sürekli sevilmek, beğenilmek ve en iyi olmak, en birinci olmak istiyor. Ben de tabii ekranda görünür olmak isterim, arkadan iki kere geçen adam olmak istemem ama replik de saymam. “Ayla” filminde mesela Çetin Tekindor’u en son sahnede görüyoruz. Böyle bir usta replik mi saydı şimdi. Bence çok çirkin bir yaklaşım. Kariyerinin belli bir noktasına gelene kadar belki daha çok görünmek isteyenler bunu yapıyordur. Bu da onların tercihi ama çirkin.

Üç sene sonra seni neler yapmış biri olarak göreceğiz?

Eğer hayatta olursam hâlâ şarkı söylüyor olurum. Onlarca yıl sonra bile herkesi çok eğlendirebilen biri olmak istiyorum. Şu an İstanbul’daki sahnelerde ağırlıklı olarak çıkıyorum ama şehir dışına da ağırlık vereceğim. Müzikal yapmış olacağım. Gerisi benim için de sürpriz sanırım. Ama çok çalışacağımı biliyorum. Çok gencim ve genç olmanın avantajlarını kullanıyorum. Boş durmam illa ki yapacak bir şeyler bulurum ve yaparım.

Yazının devamı...

Olaylara Tepkisiz Kalıyoruz

Börü filminde izlediğimiz Murat Arkın, 15 Temmuz gecesinde yaşananlara ilgili halkın tepkisi için çarpıcı bir tespitte bulunarak şöyle diyor; ","Millet olarak ilginç reflekslerimiz var. Uzun bir süre olaylara tepkisiz kalabiliyoruz. Bıçak kemiğe dayanınca gerekli adımları atıyoruz. Sonra tepkisizliğimize geri dönüyoruz".

15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimini ve Polis Özel Harekat Taarruz Timi’nin kahramanlıklarını korkusuzca beyaz perdeye taşıyan Börü filminde Kemal karakteriyle izlediğimiz Murat Arkın oyunculuğuyla bir kez daha övgüyü hak ediyor. 15 Temmuz gecesini anlatan bir projede olmanın kendini çok gururlandığını anlatan Arkın o geceye dair daha çok anlatılacak hikaye olduğunu söyleyerek,"15 Temmuz belki sadece bir geceydi. Ancak o gün yaşananlar yılar süren bir birikimin getirdikleri. Bırakın iki saatlik bir sinema filmi ile anlatmayı, ciltler dolusu ansiklopedilere konu olacak içeriği mevcut" diyor.

15 Temmuz gecesi yaşananların halk tarafından ne kadar ciddiye alındığı yönündeki gözlemlerini de Arkın,"Millet olarak ilginç reflekslerimiz var. Uzun bir süre olaylara tepkisiz kalabiliyoruz. Bıçak kemiğe dayanınca gerekli adımları atıyoruz. Sonra tepkisizliğimize geri dönüyoruz" şeklinde paylaşıyor.

Murat Arkın, babası usta oyuncu Cüneyt Arkın'ın izinden giderek oyunculuktaki iddiasını gün geçtikçe ortaya koysa da kendini ispatlama çabası ve hedefinde olmadığını söylüyor. Arkın "Yaptığım her işte, üstlendiğim her görevde yapılabileceğin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Kendini bilen bir insanın başkalarına bir şey ispatlamak gibi bir hedefi olmayacağı kanaatindeyim" diyor.

Börü filmi sizin için nasıl bir deneyim oldu?

Börü projesine; dizisi ve filmi bir bütün olarak bakıyorum. Börü dizisi için yaptığım hazırlıklar sinema filmi için bir altyapı oluşturdu. Diğer yer aldığım tüm projelerden çok farklı bir deneyim oldu. Spordan zihinsel hazırlığa, silahlı taktik eğitime geniş bir yelpazede kişisel hazırlık sürem 10 ay gibi bir zamanı kapsadı. Oyunculuğumda daha önce gösterme fırsatı bulamadığım yanları sunabilme imkanı bulduğumu düşünüyorum. Bana emanet edilen Kemal karakteri zekasıyla, duygularını saklayabilmesiyle, sosyopatlığı ile hayat verirken müthiş haz aldığım bir karakter oldu.

Filmin konusu 15 Temmuz gecesi yaşanan gerçek olaylara dayanıyor... Bu filmi ve rolü tercih etmenizde etkili olan bir sebep miydi? Diğer sebepleri neydi?

Börü dizinin son bölümü 15 Temmuz gecesi bombardımanların başlaması ile bitiyordu. Sinema filminde yer almamın en doğal sebebi bir devam projesi olması. Ancak şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bir Börü hayranıyım. Sadece gerçekleri korkusuzca dile getiren, o gece yaşananları; duyguları, duygusuzlukları, kahramanlıkları, hainlikleri, vatan, millet ve ulus olma bilincini ekrana başarıyla yansıtan bu projenin bir parçası olmaktan hayatım boyunca gurur duyacağım.

Tüm hatlarıyla bu film 15 Temmuz gecesini izleyenlere anlatabilecek mi?

15 Temmuz belki sadece bir gece idi. Ancak o gün yaşananlar yılar süren bir birikimin getirdikleridir. Bırakın iki saatlik bir sinema filmi ile anlatmayı, ciltler dolusu ansiklopedilere konu olacak içeriği mevcut. Alper Çağlar bence en doğru kararla, bu filmin sadece Türkiye sınırları içinde kalmayacağını da bilerek, anlatılması gereken kısımları işledi. İzleyenler yer yer "Ben de ordaydım" diyecek çünkü aslında Türk halkının her bireyi birer Kemal. Turan, Barbaros, Kaya, Ömer, Baran, Asena, Behçet, İrfan, Osman, Turgut. İzleyenler filmi aynada kısacası kendilerini izleyecekler.

Börü'nün peşinden gelecek projeler için nasıl etkisi olacaktır?

Börü projesinin, dizisi ve sinema filmi ile bir bütün olarak Türkiye'de çok önemli bir proje. Alper Çağlar ve tüm yapım ekibi, oyuncular, yönetmenler, kamera önü ve arkası, tüm ekip büyük emekler verdi, ter akıttı, kan akıttı. Korkusuzca çok önemli mesajlar verildi. Börü sinema filmi ile altı bölümlük dizinin finali yapıldı ama bence Dağ II gibi Börü de Türkiye'de bir ilk ve bundan sonra gelecek projeler için bir referans oldu. Türk halkının cesur yüreğindeki yüksek sesle haykırışı ekranlara taşıdı. Korkmadık, savaştık.

Sizce o gece yaşananlar yeterince ciddiye alındı mı yoksa sabah olunca herkes yaşamına devam mı etti?

Millet olarak ilginç reflekslerimiz var. Uzun bir süre olaylara tepkisiz kalabiliyoruz. Bıçak kemiğe dayanınca gerekli adımları atıyoruz. Sonra tepkisizliğimize geri dönüyoruz. Ertesi sabah eski yaşamına devam edemeyen şehit aile ve yakınlarına sabır diliyorum. Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, her yeni nesil kendinden bir önceki nesle hayatlarını borçlu olarak dünyaya geliyor. Umarım gerekli dersleri almışızdır.

Filmde gerçek bir yumruk yediniz, gerçekten kaşınız patladı... Rolün gerçekçiliği için çekilen bir cefa mı demeliyiz buna? Siz nasıl anlatırsınız? Benzeri sahneler için sınırınız nedir?

Babam hep söylerdi. "Yumruk atmasını değil yumruk almasını bileceksin". Ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Uzun saatler çalışmanın da sebep olduğu reflekslerde yavaşlama, yumruktan kaçamamama sebep oldu. Babam okuyorsa röportajı ona söylüyorum. Can Nergis'in hiçbir suçu yok. Kaza sonrası yemek arası verip çekime devam ettik. Allahtan hemen sonrasında final sahnemizi çektik çünkü o geceden sonra iki hafta tek göz mosmor dolaştım. Bu ve benzeri sahneler için bir sınırım yok. Sahnelerin gerçekçi görünmesi için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.

Siz Murat Arkın olarak ülkeniz için ne kadar fedakar ve gözü kara olabilirsiniz?

"Mevzuubahis vatan ise gerisi teferruattır" demiş Atam.

Babanız Cüneyt Bey (Arkın) her zaman sizle gurur duyduğunu söylüyor ve sizi her zaman desteklediğini belirtiyor. Ondan bu cümleleri duymak nasıl bir motivasyon oluyor? Sizce bu konuda abartıyor mu, mütevazı mı davranıyor?

Babam bu cümleleri bana kendimi bildim bileli söyler. İlkokul hatta belki daha öncesinden bu yana. Her defasında da ilk kez duyuyormuş gibi heyecanlanırım. Bunu bana Cüneyt Arkın olarak değil babam olarak söylediğini bildiğim için heyecanlanırım. Bir babanın oğlu ile gurur duyması ne muhteşem. Onun bu güvenini sarsmamak çok büyük bir sorumluluk ve yük. Bu sorumluluk beni hep daha iyiyi, daha zoru başarmak için motive eder.

Peki oyunculukta kendinizi ispatladığınızı düşünüyor musunuz ya da böyle bir çabanız var mı, hiç oldu mu?

Kendimi oyunculukta ispatlama gibi bir hedefim olmadı. Yaptığım her işte, üstlendiğim her görevde yapılabileceğin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Kendini bilen bir insanın başkalarına bir şey ispatlamak gibi bir hedefi olmayacağı kanaatindeyim. Kaldı ki böyle bir hedef bence insanın kendisini geliştirmesi açısından kısıtlayıcı olabilir. Kendini ispat ettiğini düşünerek gevşeyebilir. Dolayısıyla kendini ispat etmek derdine düşmek yerine bir öncekinden daha iyi işler çıkarmaya çalışmak oyunculukta hep bir adım için hedef koymak bence daha mantıklı.

Oyunculuk sizin için bir gereklilik mi, hobi mi yoksa babadan kalma genetik bir miras mı? Siz bu konuya nasıl bakıyorsunuz?

Uzman yazılımcılığı ve oyunculuğu birlikte yürütüyorum. Her iki mesleğim de hayatıma ayrı bir renk katıyor. Birbirinden çok farklı meslekler gibi görünse de ikisi birbirini muhteşem tamamlıyor. Canlandırdığım karakterlerden çok şey öğreniyorum. Yazılımcılık iyi matematik bilmeyi gerektiriyor ve oyunculuğumda bu matematiği kullanıyorum. Dolayısıyla oyunculuk hayatımın bir vazgeçilmezi. Babamın da matematiği oldukça iyidir. Oyunculuğu zaten tartışılmaz. Oğlu olarak ondan bana miras genetik özellikleri elbette inkar edemem.

Yeni projeleriniz olacak mı? Sırada neler var?

Bu soruyu ben de kendi kendime zaman zaman soruyorum. Beni neler bekliyor bilemiyorum ama hayat bir şekilde bize bir kapı açmak için bir yol buluyor. Ben açılan o kapılardan geçmeden önce her zaman yaptığım gibi tartıp biçeceğim, kararımı öyle vereceğim.

Hakkınızda yanlış veya eksik bilindiğini düşündüğünüz düzeltmek istediğiniz şeyler var mı?

Olduğum gibi yaşadığım, yaşadığım gibi olduğum için hakkımda yanlış bilinen bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Yazının devamı...

‘Zamanda Safranbolu’ Ustalık Eserimiz

Usta belgeselci Suha Arın’ın yönetmenliğini yaptığı ve Safranbolu’yu UNESCO Milli Kültür Listesine girmesine büyük katkı sağlayan ‘Safranbolu’da Zaman’ belgeseli, Arın’ın öğrencileri Kemal Sevimli, Nesli Çölgeçen ve Yalçın Yelece yönetmenliğinde ‘Zamanda Safranbolu’ adıyla yeniden yorumlandı.

Kemal Sevimli, Nesli Çölgeçen ve Yalçın Yelece’nin, hocaları Suha Arın’a saygı ve vefa niteliğinde yaptıkları ve ‘ustalık eserimiz’ dedikleri belgesel için üç yönetmenin de temennisi kendi öğrencilerinin de bunu devam ettirmesi. Üç usta isimin öğrencilerine çağrısı ise şöyle; “Bir dileğimiz var; biz de bu filmi Suha Hoca’nın yaptığı gibi öğrencilerimizle birlikte çektik. Bizim öğrencilerimiz de yıllar sonra kendi öğrencileriyle bir Safranbolu filmi yapsın.”

Safranbolu'da Zaman belgesinin yeniden çekilme hikayesi nedir?

Nesli Çölgeçen: Suha Arın hocamızın kardeşi Reha Arın yaklaşık 3 yıl kadar önce, “Safranbolu’da Zaman filminin 40’ıncı yıl dönümü geliyor o filmde çalışan asistanları olarak yeni bir film yapsanız ne iyi olur” diye bir fikir attı ortaya. Bu film bizim bireysel kariyerlerimizde de önemli bir kilometre taşıydı. Onun sayesinde sektörde daha iyi bir yer edinmiş, mesleğe daha sıkı tutunmuştuk. Ayrıca bu fikir hem Safranbolu’yu yeniden filme çekerek anmak hem de Suha Hoca anısına bir belgesel yapmak fırsatıydı. Üçümüz de tereddütsüz “Varız” dedik. Fikri gerçekleştirmek, özellikle finans desteği bulmak epey bir zamanımızı aldı, 40’ıncı yılına yetiştiremesek de filmi 2 yıl gecikmeyle bitirdik. Zaman içinde Safranbolu’da ne oldu sorusu üzerine inşa ettiğimiz filmin adını da “Zamanda Safranbolu” koyduk.

Kemal Sevimli: Rahmetli hocamız Suha Arın ile 42 yıl önce yaptığımız ‘’Safranbolu’da Zaman’’ belgeseli sizin de bildiğiniz gibi, hem kamuoyunda Safranbolu’nun bilinirliğini sağladı, hem de Safranbolu’nun UNESCO Milli Kültür Listesine girmesine sebep oldu. Kısaca Safranbolu’ya Safranboluluların da belirttiği gibi değer kattı. Doğrusu Safranbolulular da bizlere takdirlerini esirgemediler ve her fırsatta bunu dile getirdiler. Geçtiğimiz 8-10 yıldan bu yana “Yeni bir Safranbolu filmi yapalım. Safranbolu’nun bugünkü halini belgeleyelim” dilekleriyle karşılaşıyorduk. Nihayet Safranbolu Kültür ve Turizm Vakfı önderliğinde bu yıl bu isteği yerine getirdik. 15 yıl önce kaybettiğimiz hocamız için de bu çalışma bir vefa ifadesi oldu. Biz, 42 yıl öncesinin üç öğrencisi her birimiz önemli işlere imza attık. Örneğin Nesli sinema alanında büyük başarılar kazandı, Yalçın televizyon dizilerinde yıllarca unutulmaz işler yaptı, ben de televizyon reklam filmi alanında binin üzerinde film çektim, kurumsal filmler, eğitim filmleri vb. pek çok iş yaptım, ödüller kazandım. Ancak üçümüz de belgesel film alanındaki çalışmalarımıza hep devam ettik. Hakikaten de belgesel alanında üçümüzün de övgüyle söz edilen eserlerimiz, pek çok ulusal ve uluslararası ödüllerimiz var. Zamanda Safranbolu Belgeseli ile birlikte gerçekleştirdiğimiz ilk film. Belli mi olur belki bundan sonra da birlikte yeni işler çıkarabiliriz.

Yalçın Yelece: Zaman, kent, mimari gelenek, çevre koruma bilinci ve insan… Belgesel sinemaya duyulan saygı ve sevgi… İşte 42 yılı bir araya getiren ögeler ve öykü…

Safranbolu’da 42 yıl içinde neler değişmiş, neler aynı kalmış? Değişmeyen değerleri sıralamanızı istesem nasıl bir sıralama yaparsınız?

N.Ç: Bir kere Safranbolu kurtulmuş. 42 yıl önce Safranbolu yok olmak üzereydi, bu süre içinde insanlar ve kurumlar harekete geçmiş ve Safranbolu’yu kurtarıp koruyarak dünyaya bir kültür mirası olarak armağan etmişler. Yıkılmakta olan birçok konak restore edilmiş, müzeler açılmış, mimarinin çeşitli ekler ve değişikliklerle bozulması önlenmiş, hamam, han restore edilmiş ve benzeri birçok olumlu iş yapılmış. Ama belki de en önemlisi halkın koruma bilincinin daha fazla artmış olması, evlerine, kasabalarına daha fazla sahip çıkar hale gelmiş olmalarıdır. Safranbolu artık emin ellerdedir.

K.S: Hepimiz ustalığımızın zirvesindeyken bu çalışma bizi iyi ifade eden bir eser oldu. Film adından da anlaşılacağı gibi zaman içinde Safranbolu´yu anlatıyor. Kışıyla, baharıyla, yazıyla, yağmuruyla, gecesiyle, gündüzüyle zaman içinde Safranbolu’yu anlattık. Ayrıca Safranbolu çevresi, tarihi, topografyası da bu filmde konu edildi. Bu yönüyle de amacına ulaşmış bir film oldu. Her filmin yapıldığı koşullar ve başlangıçtaki hedefleri nedeniyle ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir. Bence Zamanda Safranbolu başarılı bir çalışma oldu. İzleyicilerden şimdiye kadar hep olumlu geriye dönüşler aldık, izleyenler çok beğendiler. Filmin çok büyük bir kısmını hareketli kameralar ile çektik. Drone’lar, DJI Roninler kullandık. 4 K formatında 50 saat civarında görüntü çektik. Filmin uzunluğu 40 dakika. Filmimizde özgün müziğimizi yapan Nadir Göktürk’ün ve Can Göktürk’ün katkılarını unutmamak gerekiyor, müziklerimiz hakikaten muhteşem oldu. Ayrıca bir sinema hocası olan eşim Arzu Sevimli filmin her aşamasında benim her anlamda yardımcım oldu. Desteklerini anmadan geçemem…Suha Arın’ın öğrencisi olmak çok çalışmayı ve kusursuz işler yapmayı gerektiriyordu, bizler de hala bu özelliklerimizi devam ettiriyoruz.

Y.Y: Elbette değişmez görünen zaman ve insan başrolde. Çerçeveyi ise, yine insanın insana duyması gereken saygı ve mimari koruma bilinci tamamlıyor.

Suha Arın'ın yönetmenliğindeki ilk belgesel Safranbolu'nun UNESCO'nun dünya mirası listesine girmesine büyük katkı sağladı. Sizin yönetmenliğinizdeki bu ikinci belgesel ne gibi katkı ve avantajlar sağlayacaktır?

N.Ç: Gelişen teknolojinin sağladığı olanaklarla filmimiz çok daha geniş kitlelere kolaylıkla ulaşacak ve Safranbolu’nun bütün dünyada daha çok tanınmasına neden olacaktır. Bir umudum da film, turizmin ortaya çıkardığı bazı uyumsuzlukların ve olumsuzlukların farkına varılmasını sağlayacak, kültürel korumayı ve turizmi birbirlerini yıpratmayacak şekilde dengelemenin gerektiğini özümseterek insanları ve kurumları bu konuda çalışmalar yapmak üzere harekete geçirecektir. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Başka neler olacağını ise zaman içinde hep birlikte göreceğiz. Ama bir dileğim var; biz de bu filmi Suha Hoca’nın yaptığı gibi öğrencilerimizle birlikte çektik. Bizim öğrencilerimiz de yıllar sonra kendi öğrencileriyle bir Safranbolu filmi yapsın.

Y.Y: Dünya mimari koruma listesi, insan bilincinin ayrılmaz bir ögesi. Bu bilince yapılacak her katkı, onun güçlenmesine ve zamana karşı direncine katkıda bulunacak.

Bu ikinci belgesel, ilkinden daha iyi oldu gibi bir iddianız var mı?

N.Ç: Hayır. İkisi de bizim için çok kıymetli, çok değerli ve çok anlamlı. Hatta Suha Hoca’ya ve onun öğretilerine layık bir film yapabildiysek ne mutlu bize.

Y.Y: Daha iyi olmak isteği, bir iddia olmaktan çok, daha yararlı olabilmek arzusudur. Bazen bir şeyleri pekiştirmek, bilinenleri yinelemekten öte anlamlar taşır ve değerlidir.

Kemal Sevimli, Nesli Çölgeçen ve Yalçın Yelence üçlüsü olarak ortak benzer projeleriniz olacak mı? Şimdilerde hangi projeler üzerine çalışıyorsunuz? Hem ortak hem de bireysel olarak neler yapmak istiyorsunuz?

N.Ç: Biz 40 yıl önce bu süreçten geçtik zaten. Bugün bir araya gelmemizin nedeni Safranbolu ve Suha Hoca anısına tek bir proje içindir. Ama zaman ne gösterir bilemem. Benim bireysel olarak bazı uzun metraj proje geliştirme çalışmalarım ve özel bir üniversitedeki öğretmenliğime devam edip deneyimlerimi öğrencilerime aktarma isteğim var.

K.S: Ben şahsen hiç durmuyorum, araştırmalarım, yazılarım, senaryolarım sürekli gelişiyor. Kişisel olarak belgesel üretimlerime devam etmeyi istiyorum. Araştırmaları yapılmış, projesi bütünüyle oluşturulmuş on civarında çekilmeye hazır belgesel projem var. Çoğunluğu kültür belgeseli. Ülkemiz kültürüne ve değerlerine ilişkin projeler bunlar. Türkiye’de belgesele sponsor bulmak büyük bir sorun. Sponsor bulunduğunda çekimlere hemen başlanabilecek çok değerli projelerim hazır.

Y.Y: Bu bir düşünce ve akıl birliğidir. Kendisini hem ortak ve hem de bireysel olarak defalarca kanıtlamıştır. Yeniliklere daima açıktır. Ve açık olacaktır.

Suha Arın'ın asistanı, öğrencisi olmak nasıl bir deneyim ve nasıl bir ayrıcalıktı?

N.Ç: Benim için büyük bir şanstı. Görüntüyle anlatma sanatını ondan öğrendim.

Y.Y: Bir sinema ustasının, bir belgeselcinin asistanı olmak, mesleği öğrenmek ve devam ettirebilmek adına eşsiz bir deneyimdi. Aynı zamanda da eşsiz bir ayrıcalık.

Belgesel ve sinema konusunda öncü isimlerin başında geliyorsunuz. Yıllar içindeki bu sektördeki gelişmelerden ve üretilen içeriklerden memnun musunuz nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konudaki öneri, tavsiye ve eleştirileriniz neler olur?

N.Ç: Benim için garp cephesinde yeni bir şey yok. Eskiden de zamanın teknik ve içerik anlayışına uygun iyi ve kötü filmler yapılıyordu bugün de günün teknik ve içerik anlayışına uygun iyi ve kötü filmler yapılıyor. “Öneri, tavsiye ve eleştirileriniz neler olur” sorunuza gelince kelin ilacı olsa önce kendi başına sürerdi derim. Çünkü ben bu işi her şeyden önce bir sanat olarak görüyorum. Sanatta iniş çıkışlar, belirsizlikler, bilinmezlikler, arayışlar, yeni keşifler, hatalar, buluşlar, dahice fikirler, kötü fikirler, iyi işler, kötü işler hep vardır ve olacaktır. Yeter ki seyirciyi duygu ve ekonomik sömürme niyetiyle yapılmamış filmler olsun.

K.S: Belgesel Sinema’nın ülkemiz için bir sektör olduğunu henüz söyleyemeyiz. Belgesel film alanında hala yapılacak o kadar çok iş var ki… Temel sorun maddi kaynak. Ama yılmadan çalışmaya devam etmek gerekiyor.

Yazının devamı...

Aşkı Doğru Kişiyle, Doğru Zamanda Yaşıyorum

Oyunculuk serüveni üç yıl önce menajeriyle tanışması üzerine başlayan Kubilay Aka mesleğindeki istikrarlı yükselişine devam ediyor. Vatanım Sensin dizisiyle oyunculuğa adım atan Aka, Çukur dizisinde hayat verdiği Celasun karakteriyle de en dikkat çeken isimlerin başında geliyor. Bu hızlı yükselişin kendini zaman zaman korkuttuğunu söyleyen Aka, “Dün neredeydim, bugün neredeyim dediğim oluyor. Bu bazen korkutuyor çünkü her şey çok hızlı oldu. Bu durumu kontrol edebiliyor muyum diye dışarıdan kendime de bakıyorum ve bu değişimi minimum seviyede tutmaya çabalıyorum” diyor.

Bugünlerde ilk başrol heyecanını yaşadığı Aşk Bu mu? Filmiyle de izlediğimiz genç oyuncu aşka, hayata ve hayallerine dahil samimi açıklamalarda bulunuyor. Miray Daner’le ilişkilerini ve ona olan aşkını her fırsatta dile getiren Kubilay Aka, “Aşk doğru kişiyle yaşadığın sürece dünyanın en güzel şeyi. Mesela şuan ben aşkı doğru zamanda, doğru kişiyle yaşadığım için çok mutluyum. Her insanla yaşanamayacak, sadece doğru insanla yakalanabilecek bir heyecan” diyerek bu durumun kendini daha çok güçlendirdiğini söylüyor.

Aşk Bu mu? ikinci sinema filmin nasıl bir deneyim oldu senin için?

Arif V 216’da oynadıktan sonra bu film ikinci filmim oldu. Ama benim için özelliği ilk başrol oynadığım bir film olması. Çekimlerimiz çok keyifli geçti, çok sıcak bir ortamımız vardı. Benim yine çok mutlu bir şekilde içinde çalıştığım bir işti.

Sence bu filmle hangi yönünü göstermiş oldun?

Bu filmde oynadığım Umut diğer oynadığım rollerden biraz daha kıvrak, esprili, sevecen ve tatlı bir tip. Profesyonel ve çok zeki bir hırsız. Aşık olduğu kızın hastalığını öğrendikten sonra ona yardım etmeye çalışan ve uğruna her şeyi feda eden biri. Yine bazı yerlerde bıçkın delikanlı yönü var ama genelde tatlı bir adam. Bu rolün de beni gelecek için farklı bir yere hazırladığını düşünüyorum. Filmdeki rol arkadaşım Afra Saraçoğlu’yla da çok iyi bir partner olduğumu düşünüyorum. Güzel bir enerji ve iletişim oldu aramızda. Umarım aramızdaki bu durum beyaz perdeye de yansır diye düşünüyorum.

Peki sizinki nasıl bir aşk hikayesi?

Filmde hem gülüp, hem ağlayıp hem de heyecanlanacaksınız. Çünkü çekerken bu duyguları ve fazlasını bize yaşatan bir film oldu. İnsanların izledikten sonra mutlu olacağını ve aşkım kıymetini, değerini bir kez daha anlayacakları bir aşk hikayesi. Aslında Yeşilçam filmlerindeki o imkansız aşk, zengin kız, fakir oğlan durumu var…

Aşkın acısı var, izi yok sözüne ne diyorsun? Sende izi olmayan acısı kalan şeyler oldu mu?

Bu aslında filmin genelini anlatan bir cümle… Bende çok şükür öyle acısı kalan hikayelerim olmadı. Zaten daha 23 yaşındayım. İnşallah da olmaz. Hiçbirimiz öyle el bebek, gül bebek büyümedik ama hiç acısını hissettiğim, dramatik bir olayım olmadı. Şu an çok mutluyum ve umarım böyle acılı olaylar yaşamam.

Aşk acılı bir şey mi sence?

Asla… Doğru kişiyle yaşadığın sürece dünyanın en güzel şeyi. Mesela şuan ben aşkı doğru zamanda, doğru kişiyle yaşadığım için çok mutluyum. Acının değil, mutluluğun izi var diyebilirim.

Miray’la (Daner) ilişkiniz başladıktan sonra aşka dair sende neler değişti?

Aşk büyük bir sorumluluk. Ama bir yandan da güzel ve özgürce yaşadığımız bir şey. Her insanla yaşanamayacak, sadece doğru insanla yakalanabilecek bir heyecan. Öyle insan önüne gelene aşık olamıyor ya da aşık olmak istiyorum deyince olmuyor. Aşk bu aralar beni daha çok motive ediyor. Kendimi çok güçlü ve mutlu hissettiriyor. Yapamayacağım dediğiniz bir şeyi aşık olduğunuz bir insanla yapma gücünü kendinizde bulabiliyorsunuz. Arkadaşınız, sırdaşınız, sevgiliniz, her şeyiniz olunca zaten aşk oluyor. Aşk bunları kattı.

Aşk sence filmdeki gibi her şeyin üstesinden gelir mi?

Kesinlikle… Aşk her şeyin üstesinden gelir çünkü iki kişi tek yürek olduktan sonra bence yapamayacağı bir şey yok.

"Evlilik ve evliyim demek benim için önemli"

Sen bayağı aşk adamıymışsın. Peki romantizm konuşundu da aynı mısın?

Onu karşı tarafa sormak lazım ama özel günleri atlamam, arada küçük sürprizler yaparım. Aslında romantiklik değil de karşımdakini mutlu etmeye çalışıyorum. Ben de çok kolay mutlu olabilirim. Karşımdakinden büyük isteklerim yoktur.

Evliliğe sıcak bakıyor musun? Bu senin için önemli mi?

Açıkçası benim için evlilik ve evliyim demek önemli. Bizim için bunları düşünmek için çok erken ama ileride yıllar sonra bir aile kurup çocuk sahibi olmak çok isterim.

Hayallerine ulaştığını ya da yaklaştığını düşünüyor musun?

İkisini de düşünüyorum. Her hayalime ulaştığımda yeni bir hayal kuruyorum. Kısmetse bütün hayallerime böyle tatlı tatlı ulaşmak istiyorum. Bunun için sürekli çalışıyor ve çabalıyorum. Küçüklükten beri en büyük hayalim oyuncu olabilmekti. Ama bunun için çok adım atmadım. Menajerim Ufuk Ergin’le karşılaştım ve bir şekilde şans kapım aralandı. Bunu da olabildiğince iyi değerlendirmeye çalıştım. İlk hedefim oyuncu olmaktı ama istiyorum dediğinizde hemen de oyuncu olunmuyor. Bunun için çok çabalanması gerektiğini ve öğrenilmesi gerektiğini, hiçbir zaman oldum dememek lazım onu gördüm. Aslında bir sonraki hayalim ve planım ne bilmiyorum. Çünkü sadece bu işi en iyi şekilde yapmak istiyorum.

Üç yıllık bir oyunculuk geçmişin var. Bu kadar kısa süre içinde hem kendini kabul ettirdin, sevdirdin, hem de başrole kadar yükseldin. Bu konuda neydi seni farklı ve şanslı kılan?

Üç yılda Çukur, Vatanım Sensin, Arif V 216 ve Aşk Bu mu? yapımlarında rol almak büyük şanstı. Çok güzel hocalarla ve oyuncularla çalışmak aslında beni şanslı kıldı. Bence enerjisel bir durum. Kalbin temizse hayattan neyi çağırıyorsanız size onu veriyor.

Bu hızlı yükseliş seni korkutuyor mu?

Dün neredeydim, bugün neredeyim dediğim oluyor. Evet bazen korkutuyor çünkü her şey çok hızlı oldu. Bu durumu kontrol edebiliyor muyum diye dışarıdan kendime de bakıyorum ve bu değişimi minimum seviyede tutmaya çabalıyorum.

Anı mı yaşarsın yoksa plan programın var mıdır?

Planlı olmak ve ne yapacağımı bilmek benim için önemli. Birkaç adım sonrasını görmek isterim. Belirsizlik ve kararsızlık hoşuma gitmez. Sadece ne insanları zorlamak, ne de zorlanmak isterim. Bir şeyi içimden geliyorsa yaparım gelmiyorsa yapmam.

"Feminen birini de, deli birini de oynarım"

Çukur dizisinde her karakterin olduğu gibi, canlandığın Celasun’da bir fenomen oldu. Senin de Celasun gibi deli dolu tarafların var mı?

Adanalıyım ben… Sinirli biri değilim ama sonuçta içimizde o bıçkın ve hırçın delikanlı var. Daha farklı rolleri oynamak isterim… Mesela bir deliyi ya da daha yumuşak bir adamı oynamak isterim. Kalıplaşmış bir rol şartım yok. Çok feminen bir karakteri de oynarım, çılgın ezber bozan bir rolü de… Çalıştıktan sonra hepsi içimden çıkar.

Bu bıçkın delikanlı rolleri ya üzerine yapışırsa?

Bundan korkmuyorum ve yapışacağını da düşünmüyorum. Çünkü normalde daha naif, sakin ve merhametli biriyim. Oyuncunun işi ne verilirse onu oynamak diye düşünüyorum.

Aynı zamanda müzikle de ilgileniyorsun. Hayko Cepkin’le yaptığın “Gamzendeki Çukur” düeti 70 milyon izlendi. Devamı gelecek mi? Var mı benzer projeler?

Söz yazmaya devam ediyorum. İlk şarkımın böyle ilgi görmesi çok çok mutlu etti beni. Hüsrana uğramamak çok büyük bir şeydi benim için. Şarkıyı dinleyen beğenen herkese tekrar teşekkür ederim. Aşk Bu Mu? Filmi içinde de izleyenleri bir sürpriz bekliyor. Çok güzel bir şarkı yaptık. Bakalım burada yorumumu beğenecekler mi? Elimde birkaç tane daha benzer parça var ama onları da özel günlerde, özel bir yerlerde söylemek istiyorum. Albüm yapma gibi bir hevesim yok ama özel bir günde istenirse neden söylemeyeyim…

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.