SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Etrafa Çocuğunuzun Göz Hizasından Bakın!

Mir'e hamileyken, çocuk gelişimi hakkında bol bol araştırma yaptım, okudum, danıştım. Kendime aldığım en önemli notlardan biri de "Dünyaya onun hizasından bak." olmuştu. Somut olarak… Onun boy seviyesine in ve neyi, ne kadar görebildiğini anla. Eğer koşulları kötüyse, düzelt.


Bu uyarı aklımın bir köşesinde durduğu için, Mir'le sohbet ederken, hep çömeldim. Ona laf anlatmaya (o an yapmak istediğinin neden tehlikeli olduğunu açıklamaya) çalışırken göz hizasına indim. Ne bileyim, bir çocukla tanışırken, onunla aynı boyutlarda olmaya özen gösterdim, onları önemsediğimi hissetsinler istedim. Veya araba koltuğuna oturttuğumda, başımı onun başıyla birleştirip, oradan dışarıyı/yolu ne kadar görebiliyor, "Aaaa Mir, köpeğe bak." dediğimde köpeği görebilecek yükseklikte mi diye kontrol ettim.


Ama her zaman insan öğrendiğini uygulayamıyor işte... Çünkü beyin böyle işliyor; hatalar yaparak doğruyu öğreniyor, kural bu. Gün içi kendi koşturmacalarım sırasında, bir çok kere Mir’in neden öfkelendiğine anlam veremeyip, kendimin de sinir sınırlarımın aşıldığını fark ediyorum. Sesim yükselebiliyor, hemen alçalıp özür de dilese o yüksek tonlama, ağızdan çıkmış oluyor bir kere cümleler ve kırılmış oluyor o kalp bir kere. Evet, hemen tamir edildiği taktirde, anne-çocuk arasında iletişim kopukluğu uzun devam etmediği sürece düzeliyor ilişkiler çünkü çocuklar affedici ama ne gerek var böyle gerginliklere... Diyeceğim o ki; Mir’in hizasından bakmayı hatırladığım an, çoğu zaman düğüm çözülüyor.


Mesela, ailecek yemek yerken biz, Mir birden masaya çıkmak isteyebiliyor. Ben de ona herkesin sandalyede oturduğu gibi oturarak yemeğini bitirmesini, yemek masasına tırmanılmayacağını anlatıyorum ama kendisinin hiç umurunda olmuyor. Eh, çorba yere dökülüyor, pis ayaklar masaya değiyor derken, benim sinirler geriliyor. Sonra birden bir aydınlanmayla, aklım başıma geliyor; onun boyutlarında oturuveriyorum sandalyeye. "Offf! Ne sıkıcı bir masa sohbeti." O kadar aşağıdayım ki; milletin yüzünü değil, sadece çene hareketlerini görebiliyorum. Oysa gözlerine bakabilmek, mimiklerini yakalayabilmek önemli olan. Hele ki konuşmaya yeni başlayan biri olarak, hem yüzünü, hem de ağız hareketlerini takip etme derdinde olan bir velet için çok daha sıkıcı. Onun kısalığında, elim, kolum bile zor hareket ediyor, yemek yemeğe çalışırken. O an hak veriyorum, "Masaya tırmansam yeridir." diye düşünüyorum. Hemen gerginlik hissimin yerini, oğlum için çabalama eylemi alıyor. "Haydi seni de bizim hizamıza getirelim." diyorum. Yastıklar dolduruyorum altına, yükseltiyorum sandalyesini. İşte o zaman onun da keyfi yerine geliyor, problem de çözülmüş oluyor. Anlamlandıramadığı ama içten içe hissettiği eksiklik hissini ortadan kaldırdıktan sonra her şey daha keyifli oluyor onun gözünde.


Düşünsenize... Sürekli sizden 3-4 kat büyük birileriyle yaşıyorsunuz. Çok uzun. Elleri, ayakları aşırı büyük. Kolları, bacakları sizin bir kaç misliniz. Sanki dev bir aileye sahipsiniz, bir siz ufacıksınız aralarında. Zor olurdu değil mi? Kendinize çözümler bulurdunuz, onlar gibi olabilmek için. İşte Mir’in yaptığı da bu oluyor. Yolda biz yürürken, o koşuyor. Benim adımlarıma yetişmeye çalışıyor kendince. Benim bir adımım, onun üçüne denk geliyor. Araba koltuğunu sevmiyor, dışarıyı yeterince göremediğinden... Önündeki upuzun ön koltuğa kös kös bakarak, sıkıcı bir seyahat geçirmeyi kim ister ki? Belki yolu izleyemediği için midesi bulanıyor. Sokakta bir arkadaşımla karşılaşıp, sohbete dalınca ben, "Anne, anne..." diye iki çift laf ettirmiyor. O kadar aşağıda ki; yalnız hissediyor, konuşmaları yeterince duyamıyor. Oysa kucağımda olsa, işler değişir. Komidinden almak istediği şeye uzanıncaya kadar önündeki her şeyi yerlere saçabiliyor, parfüm şişesi kırabiliyor. Oysa, sandalyeye çıkmış (çıkarılmış) olsa, kolu arkaya uzanabilse, işler değişir. Oysa, arabada bizim görebildiğimizi görebilse (gösterilecek imkan sağlansa), koltuk o kadar da sıkıcı olmaz. Oysa, ona ait malzemeler, onun uzanabileceği yükseklikte olsa, kendine/etrafa zarar vermeden istediğini elde eder. Oysa, evde ona uygun yükseltiler olsa, istediğini elde edemediği için ağlama krizlerine girmez. Elini rahat yıkayabilir, istediği zaman dişlerini fırçalayabilir, suyunu alıp, içebilir... Bize muhtaç gibi yaşamaz. Kendi ihtiyaçlarını karşılayıp, kendiyle gurur duyabilir.


Bu yüzden onlara çözümlerle gelmeliyiz. Hayata onların gözünden bakmayı unutmamalıyız... Hem mecazi, hem de gerçek anlamda. Eğer onların hissettiklerini çözümler ve ihtiyaçlarına çare bulabilirsek o zaman onlarla birlikte geçirdiğimiz vakitler çok daha keyifli olur. Ve her annenin zorlandığı ‘sabır(sızlık)’ duygusu, daha az vukuattan ötürü kolaylaşır. Onlar mutlu olur, bizlerse gerilmeyiz.


Onlar hiç bizim yerimize geçmediler, bizim gözümüzden olayları göremezler. Ama biz eskiden çocuktuk... O günleri biraz düşünüp, hatırlamaya çalışmak zor değil. Onların hissettiklerini anlamak imkansız değil. Çocukluğumda annemler beni (kendimce) üzdüklerinde, şu cümleyi söylerdim... "Ama siz çocuk oldunuz, isteseniz ne hissettiğimi hatırlayabilirsiniz ama ben hiç ebeveyn olmadım, sizin nasıl düşündüğünüzü bilemem ki!"

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Emzik bırakma

Mir Kaya’ya hamileliğim sırasında ‘emzik kullanımı’ hakkında çok okudum, danıştım. Günümüzde (genellikle) pedagoglar emziğe karşılar, yaptıkları mantıklı açıklamalardan ötürü ben de çok tepkiliydim. Değil hastane çantama emzik koymak, eve bile bir adet olsun edinmemiştim. Mir emzik kullanmayacaktı!

Gelin görün ki; okunanlarla, yaşananlar farklı. Dinlenenlerle, edinilen tecrübeler uyuşmuyor. Mir Kaya laktoz intöleransı olan bir bebekti. Her emmenin sonu sancılı gaz seansları başlardı. Küçük bir kısır döngü içerisindeydik; laktozu sütünden ayrıştıramayan ve çocuğunu anne sütüyle beslemek isteyen bir anne ama bunu tölere edemeyen bir bebe... Annem ‘‘Emzik verelim, çocuk yatışsın.’’ dedikçe, ‘‘Hayır! Emzik hayatımıza girmeyecek!’’ cevabını alıyordu benden.

Amacım, Mir Kaya ağlarken, emziği ağzına tıkıp, onu susturuyor pozisyonuna düşmemekti. Halbuki zamanla fark ettim ki; her bebek/çocuk ihtiyacı doğrultusunda, kendisi için bir obje seçiyor. Kimisinin bebeği, kimisinin havlusu, kimisinin battaniyesi, kimisinin yastığı olurken, işte benimki de emziği tercih edebiliyormuş meğer...

3 ayın sonunda, Mir rahatlıkla uykuya dalabilsin diye pes edip, emziği deneme kararı aldım. Ve daha önce niye bu yola baş vurmadığıma hayıflandım. Şöyle ki; hiçbir zaman sinirinden ağlarken, ‘‘Al ağzına şu emziği de sus.’’ diye emziği tıkıştırmadım ağzına. O ağlarken kucağıma aldım, bol bol ağlayıp, sakinleşmesine izin verdim. Sarıldım, öptüm, onu sevdiğimi söyledim. O ağlarken, susturmaya çalışmadım, sinirini atmasına, enerjisini boşaltmasına izin verdim. Ağlamak ve gülmek kendimizi rahatlatmamız için en iyi yol. (‘Bebek bu, ağlar’ yazımda daha uzun anlatmıştım.)

Tüm bebekliğinde sadece uykuya dalarken kullandı emziğini. Uykusunda da ağzından atar, (uyanmaz) uyumaya devam ederdi. Sonraları kendi tercihiyle gün içinde de kullanmaya başladı, genellikle diş çıkardığı dönemlerde, emzik isteği artar, sonra yine emzikten uzaklaşırdı. Tıpkı diğer konularda olduğu gibi emzik konusunda da ona saygı duydum, ihtiyacı doğrultusunda kullandı, gerek görmediğinde bir kenara bıraktı.

Ama ne oldu? Öncelerde ‘‘Emzik ver kızım bu bebeğe.’’ diye başımın etini yiyen teyzeler, Mir 1 yaşını gelince ‘‘Aaaa kazık kadar olmuşsun sen, o ağzındaki ne! / Abisin sen abi, at onu bakııım. / Kızım sen erken memeden kesin herhalde, yetmemiş bu çocuğa süt. (O sırada hala emziriyorum ama emzirmiyor da olabilirdim. Tatsız bir olay yaşamış sütüm de kesilmiş olabilirdi. Emzirmek istemiş, hastalıktan ötürü emzirememişte olabilirdim. Bu konu ayrı bir konu ama bazen insanlar çok acımasız olabiliyorlar. Hemcinslerimize karşı düşünmeden davranabiliyoruz ve ben bu duruma çok üzülüyorum. Yorum yapmak genlerimizde var sanırım. Eleştirmeye bayılıyoruz. Ne yazık ki öğüt vermek en sevdiğimiz iş, hem de karşı taraf talep etmeden...)’’ gibi hiç hadleri olmayan yorumlarda bulunmaya başladılar.

İlk başlarda ben de geriliyordum. ‘‘Mir, çıkar şu emziği.’’ diyebiliyordum ona. Bilinçaltımdan ‘‘Rezil olduk ele güne.’’ cümlesi pörtleyiveriyordu. Sonra bu konu hakkında düşündüm, beni neden bu kadar rahatsız ettiğini keşfetmeye çalıştım ve bu konuyu çözdüm kendi içimde. (Canımızı sıkan, bizi rahatsız eden her şeyin cevabı bizde-geçmişimizde-yaşanılanlarda-bilinçaltımızda... Biraz deşmek, üzerine uzun uzun düşünmek, geçmişe gitmek, bizi tedirgin eden konuyu çözümlememiz için en sağlıklı yol.) Şimdilerde hiç utanmıyorum oğlumun emziğinden. İstesem şu gün, o emziği bıraktırırım. Ama sadece emziği çöpe atmış, bir kaç gün Mir Kaya’nın huzursuzluğunu çekmiş, sonralarda da unutturmuş olurum. Bu hiç zor değil. Sadece 4-5 günlük sabra bakar. Fakat burada önemli olan, ‘emziğin artık hayatımızda olmaması’ değil, Mir Kaya’nın ona ihtiyaç duymaması. Benim onun elinden emziği almam sadece materyali ortadan kaldırır ama semptomu sıfırlamaz. Burada yapmak gereken, Mir’i gözlemlemek ve ne zaman memeye ihtiyaç duyduğunu keşfedip, o ihtiyacını ortadan kaldırmak.

Bir çok pedagogun ‘emzikten uzak durun’ demelerinin en büyük sebebi, ailelerin bebeklerinin ağlamalarına izin vermeyip, emzikle onları susturup, sinir boşaltmalarına imkan sağlamamaları. Ben bunu yapmadığıma göre, emzik Mir hayatından çıkarmak istediği sürece onunla kalabilir. Şu gün oğlum 2 yaşında ve sadece uykuya dalarken emzikten yardım alıyor, bazen de gün içinde arkadan bize merhaba demeye çalışan ama bir türlü teşrif edemeyen dişlerini kaşıyor; yani ona ihtiyacı var. Bir süre sonra bu ihtiyaçlar bitecek, o da emziği istemeyecek.

Ama yine geldiğimiz nokta aynı! Düşününce sorun hiçbir zaman Mir’de olmadı. Bendeydi! Gereksiz yere dert ettim ‘el ne der?’ mevzuunu ve emzik konusu içimi yedi. Ne zaman bu konuda rahatladım, işte o zamanlar dışarıdan gelen eleştirilere oğlumun da kulaklarını tıkadım. Her laf işittiğinde, onun yerine cevabı ben yapıştırdım. Çocuklarımızın ihtiyaçlarını başka insanların hoşuna gitmiyor diye ellerinden çekip, alamayız. Yapabileceğimiz şey, o ihtiyacın sebebini bularak, hayatındaki eksikliği gidererek bağımlılığını ortadan kaldırmak.

Bu konuyla ilgili bir araştırma okumuştum (hatırlayamadığım için maalesef kaynak veremiyorum). Olay İngiltere’de yaşanıyor. 5 yaşında emzikli bir çocuk, yeni bir okula başlıyor. Sınıfta emzik kullanan başka bir çocuk bile yok. Öğretmenler ve ailesi, çocuğun arkadaşlarını örnek alarak, emziği bırakacağını düşünüyorlar. Bir hafta sonra baktıklarında sınıfta emzik kullanmayan bir-iki çocuk dışında kimse kalmıyor. Bunun üzerine fark ediyorlar ki; emziğe başlayan diğer bütün çocuklar, ebeveynlerinin zoruyla, istemeden emzikten uzaklaştırılmışlar. Ama emzik kullanmaya geri dönmeyen çok az sayıdaki çocuklar, emziğe artık ihtiyaçları olmadığını düşünüp, kendi seçimleriyle bırakan çocuklar.

Bu araştırma bana iyi bir ders olmuştu. Mir Kaya’nın emziğe ihtiyaç duyduğu noktaları sıfırlayıp (mesela dişlerini tamamlaması gibi), ondan sonra ona emzik kullanmamasını teklif edeceğim. Bu ayrılış, geriye dönüşü olmayacak bir kopuş olmalı. Bunun için de Mir’in emzik ihtiyaçları ortadan kaldırılmalı. Benim ona karşı anneliğim konusunda herhangi bir eksikliğim varsa keşfedip, onu tamamlamalı, sonra oğlumdan beklenti içine girmeli. Objeyi ortadan kaldırmak, bağımlılığını sıfırladığım anlamına gelmeyecek ama sorununu çözümlemek, materyali ebediyete kadar çöpe götürecek.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Bir doğum hikayesi

İlk bebeğine hamile kadınlar, başkalarının doğum hikayelerini merak ederler çünkü önlerinde bilinmez bir yolculuk vardır. Hele ki; o yaşına kadar ‘‘Dünyanın en acılı anı.’’ olarak büyütülmüşlerse, içlerinde gizliden gizliye bir korku barındırırlar. ‘‘Acaba nasıl başlayacak? Ne kadar sürecek? Nasıl sonuçlanacak...’’ soruları beynini kemirir durur.

Ama ikinci hamilelikte, doğuma yaklaşım aynı değildir. Artık yaşanılanları tecrübe etmiş, biliyorlardır; başkalarının hikayelerine ihtiyaç duymazlar. Zaten kaç kişiden bu süreci dinledilerse, hepsinin anlatımında farklılıklar vardır. Aynı kadın yaşıyor bile olsa, birinci ve ikinci doğum birbirinden ayrışır. Her sürecin yaşanılanı kendine hastır. Her bebeğin olduğu gibi...

Atlas’ın doğumunu soranlar oluyor. Sizin yaşayacaklarınızdan çok farklı da olsa anlatayım...

Atlas bana Mir’inkinin tam tamına tersine bir tecrübe yaşattı mesela. Kısaca Mir’den bahsetmem gerekirse, beklenilenden erken (38.6’ıncı günde) gelerek, doktorum tatildeyken, beni tanımadığım birinin ellerine teslim edip, bana upuzun gelen 36 saatlik bir doğum yaşatmıştı. (Aslında 2 gün doğum için gayet normal bir zaman dilimi.) Ama hepsinden önemlisi başarılı-sağlıklı-müdahalesiz (vakum, forseps) normal doğum yapmıştım.

Atlas ise ikincilerin aksine (ikinci bebeklerin birinciden erken doğması beklenirmiş) daha geç (39.2) geldi. Ha doğdu, ha doğacak diye beklerken biz, Mir’de beraber olduğum doktorumun tatile çıkma tarihi geldi, çattı. Son kontrolümde Atlas’a ‘‘Beni beklemeden sakın doğma!’’ diyerek vedalaştık. Yine doktor değiştireceğimden o kadar emindim ki! Gerçi bu defa, tanımadığım biriyle doğuma girecek olmak beni endişelendirmiyordu, kanıksamıştım durumu. (Evet, doktor çok önemli. Tanıdığın, bildiğin biriyle rahat hissediyor olman doğumu kolaylaştırır ama doğumu yaptıran doktor değil, kadının kendidir, bunu unutmamak gerekiyor.) Tabii, yine işler beklediğim gibi ilerlemedi...

Tam doktorumun tatilden döneceği gün, sabaha karşı 04:00’da regl sancılarıyla uyandım. ‘‘Oleeey, kavuşuyoruz!’’ diye karnımı okşadım, ‘‘Hoş geliyorsun oğlum.’’ ve gittim tekrar yattım. Uyumam, dinlenmem, doğum için güç toplamam gerekiyordu. Sabah 10:00 gibi uyandığımda, nişan (kanlı mukus) geldiğini fark ettim ve doktoruma mesaj attım. İlk doğumumda olsa, ellerim titreyerek telefon açardım, oysa bu sefer sürecin o kadar da hızlı ilerlemeyeceğini farkındaydım. (Söylediğim gibi her kadının doğum hızı farklı olur. Kimisi nişan geldikten üç gün sonra doğurur, kimisi üç saat sonra. O yüzden doktorunuzla iletişim halinde olmanız önemli.) Doktorum anında cevap yazdı, ‘‘Merak etme, ben akşam üstü İstanbul’dayım. Kasılmaların 5 dakikada bire düşünce hastanede buluşuruz.’’ Tamamdır! Buluşuruz...

Tüm günü evde Mir’le oynayarak, hastane için son hazırlıkları bitirerek geçirdikten sonra güneşin sıcaklığını yitirmesiyle, kendimi alışverişe attım, annemler ve eşimle. Kafamı dağıtmak iyi gelecekti. Daha da önemlisi uzun bir yürüyüş doğumu hızlandıracaktı. Saatlerde sokaklardaydım. Dalgalanmalar (Yazı boyunca ‘kasılma-ağrı-sancı’ yerine Ina May sayesinde sözlüğüme eklediğim bu kelimeyi kullanacağım) 7 dakikada bire düşmüş ve hissiyatını biraz arttırmışlardı. İçimden sürekli Louise Hay’dan öğrendiğim ‘doğum olumlaması’nı tekrar ediyordum: ‘‘Bu bebek şimdi mutlu ve harika bir yeni hayata başlıyor, her şey yolunda.’’

Acıktığımı fark ettiğimde saat 21:00 olmuştu. Annem durmadan, ‘‘Nasılsın? Hastaneye gitmek ister misin?’’ dese de, ‘‘Henüz değil.’’ diye cevaplıyordum. (İlk hamileliğim olsaydı, çoktan soluğu hastanede almıştım. Bu sefer tecrübe konuşuyordu.) Hep beraber yemeğe gitmeye karar verdik. Bulunduğumuz yerden 1 kilometre uzaklıktaki yere yürümek istedim. Sanki yürüdükçe dalgalar şiddetini azaltıyordu. Yemeği yerken, kasılmaların 5 dakikada bire düştüğünü fark etmemle, o gece hastaneye yatacağımdan emin vaziyette, ‘‘Şimdi bunları yiyorum ama bir kaç saat sonra hepsini kusacağımdan adım gibi eminim.’’ demiştim. Durumu doktoruma haber verdim, hastanede buluşmak üzere sözleştik.

Yemeğin ardından yine yürüyerek eve geçtiğim gibi kendimi banyoya attım. Ilık bir duşun iyi geleceğini biliyordum. Banyodan sonra kendimi o kadar yorgun-halsiz hissediyordum ki; annem ‘‘Hadi biraz uyu, uyanınca hastaneye gideriz.’’ dedi ama dalgalanmalar artık uyumama izin vermiyordu. Bazen 5, bazen 4, bazense 3 dakikada bir dalga geliyor, yaklaşık 20 saniye boyunca içimde yükseliyor ve sakinleşerek yine çıkıp, gidiyordu. Düzensiz olduğu için sakindim (doğumun başlaması için kasılmaların düzenli gelmesi gerekir), yine de artık hastaneye gitme vakti gelmişti. İki araba eşyayla (oda süsleme malzemeleri çünkü organizasyon şirketiyle anlaşmaktansa, her şeyi kendi ellerimle hazırlamayı tercih etmiştim) hastanenin yolunu tuttuk.

Acile giriş yaptığımızda Cumartesi akşamı 01:00’dı. İlk muayenemin ardından 3 cm açıklığımın olduğunu, beni odaya yerleştireceklerini söylediler. Odaya yerleşmemiz, tansiyon vs. kontrolleri, diğer protokollerin halledilmesiyle dalgalanmalarımın arası iyice daraldı ve hissiyatı arttı. O sırada annem ve Tayfur odayı benim yönlendirmemle hazırlamaya başlamışlardı. Ben epidural (Normal doğumu destekleyenler, epidurale başvurulmasının yanlış olduğunu, bu sürecin doğal bir süreç olduğunu, her kadının kendi başına ilaçsız doğumu gerçekleştirebildiğini söyleseler de, günümüzde şehir imkanında, epidural desteğinin alınabileceğine inanıyorum. Şunu da ilave etmem gerekir, tabii ki epidurale ihtiyacımız yok, bağda-bahçede doğursaydık herhangi bir deste alamayacaktık ama ağrı hissiyatınız fazlaysa, eh hastanede de bu imkan varken, diretmenize de gerek yok. Herkesin kendi tercihi...) istediğimi söylediğim sırada 6 cm’e ulaşılmış bir açılma olduğunu fark ettik. İlacın verilmesine kadar 8 cm’lik bir açılma olmuş, saati de 05:00 etmiştik. Epidural almadan 4 cm-8 cm aralığınca duraksız, ciddi hissedilir dalgalanmalar yaşıyor ve durmadan olumlamamı tekrar ediyordum. Maksimum 2 saatlik yorucu bir dönem yaşamıştım. Sonunda ilacın verilmesiyle, biraz rahatladım ve doğumu beklemeye başladım.

Saat 06:00’da doktorum, ‘‘Hadi gidip, Atlas’ı alalım.’’ dediğinde, dalgalanmaların varlığını anlayabiliyor/ kasıklarıma yaptığı baskıyı hissediyor ama ilacın rahatlatmasıyla şiddetini fark etmiyordum. Sadece heyecan basmış; ağlamaya başlamıştım. Doğum fotoğrafçımız Gaye (Yön) önde, eşim Tayfur’un eli elimde, annemi öpüp doğumhaneye gittik. Kesisiz bir doğum gerçekleştirmek için 6 kere ıkınmam gerekti. Mir’de 3. ıkınmada bebeği kucağımıza alınca, 3.’den sonra bebek gelmeyince korkmaya başladım. Tayfur’un desteği, doktorumun ekibinin sakinleştirmesiyle, 4. Ikınmadan sonra bebeğin başına ulaşmıştık. Çok uzun bir doğum gerçekleştiriyormuşum gibi geliyordu. İşte insan, bir önceki doğumundan daha hızlı ve kolay olmasını bekliyor. Yine de çok kolay ve hızlı bir doğumun sonunda Atlas bizimleydi! Sağlıkla, müdahalesiz (vakum, forseps) kucaklarımdaydı! İşte ben buna, ‘başarılı doğum’ derim! Sağlıkla bebeğimi kucağıma alıp, onu hemen orada emzirebildiysem, gözlerinin içine bakıp, ‘‘Hoş geldin Atlas, sevgiyle seni bekliyorduk, iyi ki geldin. Senin de yardımınla çok kolay bir doğum gerçekleştirdim. Canımmm.’’ diyebildiysem bu doğum benim için başarılıdır.

Evet, herkesin hikayesi, herkesin doğum tecrübesi, süreci farklı. Ama normal doğum yapmayı düşünürseniz, annenizden doğum şeklini dinleyin. Size en ince ayrıntısına kadar anlatsın. Sürece yabancı olmayın, yaşayacaklarınızdan haberdar olun. Nişan gelmesi, suyunuzun gelmesi, kasılmalarınızın düzenli aralıklarla başlaması doğumu başlatır, bu durumlarda ve kafanıza her takılan soruda (kanama olması vs. gibi) doktorunuzu aramaya çekinmeyin, saat kaç olursa olsun... Beni en geren konu bu olmuştu: ‘‘Ya gecenin bir vakti suyum gelirse...’’ Gelsin, ne olabilir ki? Hastaneye gider, acilden giriş yapar, doktoruma haber verdirtirdim.

Doğumun başladığını düşünüyorsanız, eğer ki imkan dahilindeyse biraz uyuyun. Gerçekten sonrası çok yorucu ve uykusuz geçiyor. Doğuma girmeden önce gücünüzün olması önemli. Ilık duş almak, küvetiniz varsa ılık suyun içinde eşinizden belinize masaj yapmasını istemek çok rahatlatıyor. Açsanız yemek yiyebilirsiniz ama bu kusmanıza sebep olacaktır. Kusmak kötü bir şey değildir. Doğumun başladığını gösterir. (O duraksız dalgalanmalar sırasında, akşam yediğim tüm yemeği kustum. 3 kere. Kusmayı hiç sevmememe rağmen rahatlıyordum. Doktor, kusmanın doğumun yaklaştığını gösterdiğini, hissettiğim kasılmaların kusmamı sağladığını söylemişti.) Olumlamaları tekrar edin. Düşüncenizi cümlelere yöneltmek ve beyninize o yönde sinyal göndermek doğumunuzu kolaylaştıracaktır. Bol bol yürüyüş yapın, hem açılmanızı hızlandıracak, hem de dalgalanmaların şiddetini hissetmenizi azaltacaktır. Eşinizle doğum öncesi konuşun, size en büyük destek ondan gelecektir. Sizi sakinleştirsin, nefes almanızı hatırlatsın, elinizi tutsun, belinize masaj yapsın, güzel cümlelerle sakinleştirsin, sizi öperek dalgalanmaların şiddetini sizinle paylaşsın, güler yüzüyle size güç olsun. Ve... Önce kendinize, sonrada seçtiğiniz doktora ve ekibine güvenin. Doktorunuzdan talepleriniz varsa doğum öncesi en ince ayrıntısına kadar konuşun, doğum sırasında hiçbir soru işaretiyle kafanızı meşgul etmeyin. Doğum yıllardır dinlediğimiz gibi zor, hayatımınız en acılı süreci değil. Sadece bilincimiz bu düşüncelerle doldurulmuş. Düşüncelerimizi ve kendimizi normal doğuma hazırladığımız sürece beklediğimizden çok daha kolay, hızlı, sağlıklı yani başarılı bir doğum gerçekleştirebiliriz.

İkinci doğum mu? Bilindik heyecanlar ama yepyeni bir mutluluk. Bambaşka bir sıcaklık. Sanki ilkmişçesine yaşanılan ayrı bir sevinç, tatlı bir huzur. Ve inanın, ilkinden bilinen doğum dalgalanmalarından ötürü/ başkalarından dinlediğimiz hikayelerden çok daha rahat olduğunu öğrenmekle, öncekine göre kolay ve hızlı bir süreç.

facebook.com/bebekolduannedogdu - instagram.com/bebekolduannedogdu

Yazının devamı...

Kardeş ilişkilerinde ebeveyn tutumu

Atlas'ın doğumu yaklaştığında etrafımızdaki herkes meşhur soruyu sormaya başlamıştı: "Atlas gelirken, Mir Kaya'ya ne hediye getiriyor?" Bizse eşimle bir karar aldık; Mir'e hiçbir konuda yalan söylemeyecek, onu kandırmayacaktık. Evet, hastane odası için yeni bir oyuncak aldık ama Atlas tarafından gelen değil, bizim verdiğimiz bir hediyeydi. Amacımız; küçücük bir hastane odasına tıkıldığında, farklı bir oyuncağı, yani yeni bir eğlencesi olmasıydı.

Şimdilerde Atlas'ı Mir'in kucağında görenler soruyorlar, "Hiç kıskanmıyor mu?" diye. Hayır, beklediğim gibi bir kıskançlık yaşamıyoruz. Belki bizim tavrımızdan, belki yaşının küçük olmasından, belki de Mir'in karakterinden... Veya hepsi birden! Sadece Mir uyumak istediği zaman ikimizin (ana-oğul) yalnız kalmamızı, daha doğrusu bebenin benim kucağımda olmamasını istiyor. Bundan daha doğal ne olabilir ki?

Peki başka neler mi yapıyorum? Doğumdan önce Mir'le eve gelecek yeni bebek hakkında çok konuştuk. Hala anlatmaya devam ediyorum... Atlas'ın bana ihtiyacı olan bir bebek olduğunu, dişleri olmadığı için yemek yiyemediğini, o yüzden sadece benim sütümle beslendiğini söylüyorum. "Yazık, aç kalmasın, gel beraber karnını doyuralım." diyorum. Atlas'ı emzirirken, mutlaka Mir'le göz teması kuruyorum. Hiç gizli kapaklı emzirmedim. İçerilere kaçmadım. Odalara saklanmadım. Öyle bir tavır, Mir'i çok daha fazla endişelendirirdi. "Annem gizlenerek bir işler karıştırıyorsa, bunda bir sorun var, demek ki doğru bir şey yapmıyor." düşüncesine kapılırdı. Emzirme sırasında Mir'e bakıp, göz kırpıyorum; bu aramızda sevgi gösterisi anlamına gelen küçük bir işaret. Sanki Atlas'tan gizliymiş gibi kısık sesle konuşuyorum onunla, "Karnını doyursun, sonra onu yatağına yatırıp, seninle oyun oynayalım." diyorum. Bir elim Atlas'ta, diğeri Mir'in saçlarında, yüzünde, kollarında oluyor. Sürekli seviyorum, okşuyorum büyük oğlumu. Birbirimize gülümsüyoruz daimi.

Emzirme dışında Atlas'la ilgili tüm işlerime, (istemesi durumunda) Mir'i de dahil ediyorum. Altını değiştireceğim zaman "Haydi, Atlas'ın bezini getir de altını değiştirelim." diyorum. Keyifle içeriye koşuyor, bez almaya. Mesela, ilk banyosunun sularını Mir dökmüştü, çok eğlenmiştik.

Atlas'a dokunmak istediğinde ona hiç mani olmadım. Sert bir hamle yapacağını hissettiğim zaman niye yumuşak sevmemiz gerektiğini anlattım. Çocuklar belki ağzımızdan çıkan her kelimenin manasını bilmiyor olabilirler ama ne dediğimizi çok iyi anlıyorlar. Atlas'ın yanında zıplama oyunları oynarken bile "Yapma, dur, tehlikeli, bebeğe gelecek." gibi sert ifadeler kullanmadım/kullanmıyorum. Oyununu başka yöne doğru çekmeye çalışıyorum. Evet, hep tetikteyim; yanlışlıkla bebeğe zarar vermesin diye... Ama Mir bunu hiç farkında değil çünkü ona gergin gülücükler atmıyorum, gerçekten içten gülümseyerek izliyorum kardeşinin yanında yaptığı hamleleri. Zaten zarar vermeye yönelik davranmıyor, bilmediğinden "Anne bak göz." derken, gözünü çıkarma girişiminde bulunabiliyor ama o sırada "Bebeğin gözü acıyacak." diye sesimi yükseltmek yerine, usulca parmağını kendi gözüme doğru yöneltip, "Evet, bak bu da benim gözüm." diyorum.

Kesinlikle zorla bebeği sevdirmeye çalışmıyorum. İlla "Kucağına al, öp, cici yap." gibi yönlendirmelerde bulunmuyorum. Ondan bekliyorum. İstediği zaman seviyor/öpüyor, istemediği zamanlar uzak duruyor. Bebeği sevmek zorundaymış gibi hissettirmiyorum, öyle bir zorunluluğu da yok zaten. Ben ona bu misyonu yüklersem, bebeği sadece annesi istediği için seviyormuş gibi gözükür, annesini mutlu etmek için sever. Ama ben, onun -miş gibi yapmasındansa, kalıcı bir bağ kurmasını tercih ederim.

Her şeyden önemlisi, bizim evde "Sen artık ağabey oldun." lafı yasaklı. Herkesin diline pelesenk olmuş bu cümleyi, her defasında önlüyorum. Onlara da anlatıyorum... Mir daha iki yaşında bebeklikten, çocukluğa geçmeye çalışan bir minik. Ona 'abi' sıfatını nasıl yükleriz? Ciddi bir sorumluluk. Ve gereksiz bir yük. Atlas için bile 'kardeş' diye üzerine basa basa söylemiyoruz. Adı ya Atlas, ya da bebe ama "Kardeşin" değil.

Kimi zamanlar, Mir bebekten sitem etmeden, ben ediveriyorum. Mesela tam Mir'le birbirimize sarılmış, aşk yaşarken, Atlas ağlamaya başlarsa, "Amaaan Mir, bu da bazen çok ağlıyor, yoruluyorum doğrusu." diyorum. Gülümsüyor bana. "Dur, onu susturayım, sonra yine yanına geleyim." deyince, hiç itiraz etmeden kollarındaki annesini, evdeki diğer bebeye gönderiyor. Atlas'la ilgilendikten sonra mutlaka sözümde duruyorum; kaldığımız yerden oynumuza/ aşkımıza/ sohbetimize devam ediyoruz.

Tüm bunlar dışında, ciddi uykusuzluğuma rağmen, gün içinde elimden geldiğince Mir'le baş başa vakit geçiriyorum. Onu uyuturken, sürekli onu ne kadar sevdiğimi anlatıyorum, öpücükler içinde, sarmaş dolaş yatıyoruz. Nasıl keyifli anlar, her ikimiz için de...

Kim olduğunu hatırlamıyorum ama bir psikolog/pedagog veya psikanalistin bir yazısıydı; eve gelen yeni bebek, evdeki çocuk için rakiptir. Siz ne kadar onu hala eskisi gibi sevdiğinizi de söyleseniz, onun kalbi kırılır. Bu tıpkı eşinizin bir gün yeni bir kadınla eve gelip, "Sana olan sevgim hiç değişmedi ama bundan sonra falanca da bizimle yaşayacak. İnan ikinizi aynı derecede seviyorum." demesi gibi bir şey diye ilk çocuğun duygularını anlatıyordu. Hep bu düşünceyle yaklaştım Mir'e. Her sinir anını tatlılıkla atmasına izin vermeye çalıştım/çalışıyorum. Uzun ağlama seanslarını kucağımda, ona sarılarak geçirmesine izin veriyorum. Ağlamak rahatlatır. Anne kucağında ağlamak, hem rahatlatır, hem güvende hissettirir.

Şimdilerde her şey çok yeni. Atlas daha 1 aylık. (Bugün tam 1 aydır hayatımızda! Yeri gelmişken kutlayayım.) Bundan 5 ay sonra durumlar değişir mi bilemem ama şu lohusalık dönemimde, hormonlarım tavan yapmışken, Mir Kaya'nın böylesine sevgi dolu olmasına, kardeşine anlayışla yaklaşmasına ihtiyacım vardı. Erken konuşuyor olmak istemem ama ilişkilerimiz böyle devam ederse, evde işler yolunda gidecek demektir.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

https://www.instagram.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Yenidoğan Bakımı

İlk bebeğinizi dünyaya getirdiyseniz, yeni anne olarak, ‘‘Bu yenidoğanla şimdi ben nasıl başa çıkacağım?’’ düşünceleri sizi sarıp, sarmalıyor. Neyse ki; Türk’üz ki; hastaneden eve ilk döndüğümüz günler mutlaka bir aile büyüğü bizimle oluyor. Onun yönlendirmesi sayesinde sudan çıkmış balık halimizi biraz olsun üzerimizden atabiliyoruz. (Gerçi yurtdışında da size yönlendirilen bir ebe birkaç günde bir size eğitim vermeye, sizi kontrol etmeye ve sorularınızı yanıtlamaya geliyor. Profesyonel bir yardım alıyorsunuz. Hangisi daha sağlıklı bilemiyorum ama ben yine de anne sıcaklığındaki desteği tercih ediyorum.)

Yeni anneler bol bol okuyup, araştırdıkları için biraz daha kendilerine güvenle hareket etseler de duymadıkları-görmedikleri-araştırmak akıllarına bile gelmediği bir durumla karşılaştıklarında ‘‘ diye kalıveriyorlar. O yüzden ilk günler nelere dikkat etmek gerekir konusuna ucundan değinmek istiyorum.

Gerçi iki senede hastaneden öğrendiğim bütün kurallar değişmiş. Mir Kaya’da (2015) hastaneden çıkarken hemşirelerin yaptığı uyarılarla, Atlas’ı (2017) hastaneden eve getirirken söyledikleri yapmam gerekenler bayağı farklık gösterdi. Aklımda kalanları size aktaracağım...

01- Öncelikle Mir hastaneden çıkarken, bana sormuşlardı: ‘‘’ diye... Atlas’ta böyle bir soru bile yok! Artık bebekler hastaneden çıkarken yıkanmıyorlar.
a. Evde, göbek bağı düştükten 1 gün sonra ilk banyosu yaptırılıyor. Göbek bağı düşene kadar da vücudunu silinerek temizlemek gerekiyor.
b. Mir Kaya’da bebeklerin her gün banyo yapması, gelişimine katkı sağlaması açısından önemliydi: ‘‘’’ diye tembihlemişlerdi. Atlas döneminde ise ‘‘Haftada 2 banyo yeterli.’’ dediler. ‘‘Yok, her gün yıkamayı tercih ederim.’’ deyince ben, ‘‘O zaman 2 kere şampuan yapın, diğer günler sadece duru suyla 5 dakika yıkayın.’’ dediler. Bence bebekleri banyo yapmak rahatlatıyor, o yüzden yatmadan önce akşam 19:00 sularında her gün banyo yaptırmak iyidir.
c. Banyo yaptırırken, öncelikle vücudunu, en son kafasını yıkamak gerekiyor.
d. Kafasından su dökerken mutlaka kulaklarını baş parmaklarınızla kapatmanız gerekir ki; içine su kaçmasın. Yüzünü de elinize temiz su alarak, az bir suyla yıkayabilirsiniz. (Sabahları kendi yüzünüzü yıkadığınız gibi.)
e. Banyo öncesi bebeğin bütün kıyafetlerini hazırlarsanız, banyodan çıkar çıkmaz kurulayıp, giydirebilirsiniz. Böylelikle bebeğiniz üşütmez. Aksi taktirde, banyo sonrası ‘‘Ne giydirsem?’’ hazırlığı uzun sürecek, bebek ıslak şekilde sizi bekleyecektir.
f. Bebeği yıkayacağınız leğeni üşümemesi için mutlaka biraz suyla doldurun. Ayrıca bir başka yerde şampuanları durulamak için ayrıca su bulundurun. Tasla temiz suyu, bebeğin üzerine dökersiniz. Eğer suyun ısısını ölçmeniz için termometreniz yoksa, vücudunuzun en hassas bölgesi olan dirseğinizle suyun sıcaklığını anlayabilirsiniz. Dirseğinize su ılık geliyorsa, bebek için de uygundur.


02- Her ne kadar hastanede böyle bir bilgi vermeseler de, Mir Kaya’da uyguladığım şeyi, Atlas’ta da sürdürüyorum... Her banyo sonrası bebek yağıyla, bebeğin vücuduna masaj yapmak hem bebeğin kaslarını güçlendirir, hem de rahatlatır. Tüm vücudunu ovalayın. Yüzüne de masaj yapabilirsiniz.


03- Kulak burun boğazcılarla, çocuk doktorları bu konuda ayrışıyorlar... Bebek kulak çubuklarıyla bebeğiniz kulağının sadece dış kısmını temizleyebilir, banyo sonrası kurumasını sağlayabilirsiniz ama kulağın içine doğru çubuğu sokmayın. KBB’ciler ise ‘‘Kulak çubuklarını eve bile sokmayın.’’ derler. Bu kural kendiniz için aklınızda bulunsun.

04- İlk hafta bebeğin iyi beslenmesi bilirubin değerlerinin yükselmemesi için önemli. Bebek sürekli uyuyor ve güzel emmiyorsa, doktor kontrolüyle sarılığının yükselip, yükselmediğini kontrol etmek gerekiyor.


05- İlk günler tırnakları çok yumuşak olduğu için kendiliğinden kırılıp, düşecekler; tırnak makasıyla kesmeye gerek yok.


06- Erkek bebek bile olsa, annelerden alınan hormonlar sayesinde bebeklerin göğüslerinde sertlik olabilir... Mir Kaya’da hiç bu konuya değinmemişlerdi ve etrafımdaki teyzeler, ‘‘Göğsünü ovala, sertliği dağıt.’’ demişlerdi. Çocuk doktoru olan yengeme danıştığımda, ‘‘Halk arasında ovala, bezeyi dağıt derler ama bu işlem o sertliğin kalıcı olmasına bile sebep olabilir, sakın dokunma 40 gün içinde göğüsleri kendiliğinden yumuşayacak ve normale gelecek.’’ demişti. Atlas’ta hastane de uyardı; ‘‘Bebeğin memelerine hiç dokunmuyoruz, onlar kendiliğinden düzeliyor.’’ dediler. (Teşekkürler, biliyorduk.)


07- Yüzünde ve vücudunda kırmızı, üzeri beyaz noktalı kabarcıklar/benekler (sinek ısırığına benzer) olabilir, süte alışma döneminde normaldir, 40 gün sonra kendiliğinden geçecektir.


08- Bebeğin kafasına/bıngıldağına dikkat etmek gerekir. Özellikle evde, büyük çocuk varsa, ekstra olarak önem vermek gerekebilir. Bam-bam-bam şakayla karışık kafaya geçirmemesi-bıngıldağın darbe almaması çok önemlidir.


09- Bebeğin burnu tıkanıksa emmesini zorlaştıracağı için doktorunuza danışarak, serum fizyolojik damlayla yumuşatılabilir. Eğer yeterli gelmezse nazal burun aspiratörüyle boşaltmak bebeği rahatlatır.


10- Bebeğin gözünde çapaklanma olursa, doktorunuza danışarak, serum fizyolojik damlayla silinip, göz pınarlarındaki tıkanıklığın giderilmesi için doktorunuzun gösterdiği şekilde masaj yapılarak, tıkanıklık giderilir.


11- Bebeklerin ağzının içinde; dillerinde/damağında/yanaklarda beyaz kalıntılar oluşabilir, bunlara pamukçuk denir. Candida enfeksiyonunun neden olduğu bir tür mantardır. Halk arasında ‘‘Karbonatlı su ve steril gazlı bezle temizleyebilirsiniz.’’ dense de doktor kontrolünde ilerlenmesi daha sağlıklı olacaktır.


12- Erkek bebeğinizi sünnet ettirmek istiyorsanız, ilk 20 gün içinde lokal veya genel anestezi almadan yaptırabilirsiniz.


13- Bebeğinizi emzirirken, tüm areolayı ağzına aldığından emin olun. Yoksa göğsünüz yara olabilir. Göğsünüzde hissettiğiniz, elinize gelen süt bezelerini emzirme sırasında aşağı doğru itip, boşalmasını sağlayın ki; sertleşip, içinin daha sonra müdahaleyle boşaltılmasına gerek olmasın. Eğer ki; emme sırasında yumuşamıyor ise, emzirme öncesi ılık bir duş aldıktan sonra emzirmeyi deneyin.
a. Emzirme sonrası, göğüs ucu koruyucu kremlerdense, anne sütü sürmeniz daha sağlıklı olacaktır.
b. Emzirme sırasında bir memenin 15 dakika emzirilmesi gerekmektedir. 5 dakika emzirip, diğerine geçerseniz, bebek doyacak fakat sütün en yararlı kısmı olan son bölümünü içemeyecektir. Maksimum emzirme süresini totalde 45 dakika olarak düşünebilirsiniz.
c. Emzirirken bebeğinizin burnunun açık olmasına dikkat edin. Burun kısmını göğsünüzle kapatıyor/tıkıyor olabilirsiniz. Bir parmağınızda boşluk kalması için memenizi bastırarak, bebeğin rahat nefes almasını sağlayabilirsiniz.
d. Bebeğinizin emme ihtiyacı olmadığı ama göğüslerinizde hassaslık olan dönemlerde sütünüzü sağarak, biriktirebilirsiniz. Eğer ki; bebeğinizin uyanması yakınsa bir göğsünüzü mutlaka ona ayırın. Sağdığınız sütü oda sıcaklığında 3 saat, buzdolabında 3 gün, buzlukta 3 ay, derin dondurucuda 6 ay saklayabilirsiniz.
e. Dondurulmuş sütü, biberon ısıtıcısında, ısıtıcınız yok ise bir kabın içine ılık su doldurup, süt poşetini ılık suda çözdürebilirsiniz. Isıtılan sütü biberona aldıktan sonra elinizin üzerine veya bileğinize 1-2 damla süt akıtarak sıcaklığını kontrol etmeyi unutmayın. Eğer süt teninize sıcak gelmiyor/ılık ise bebeğinize içirebilirsiniz.


14- Hastane hemşireleri, Mir Kaya’da ‘‘Her emzirmeden sonra altını mutlaka değiştirin.’’ demişlerdi. Ben bu kuralı evde ‘ olarak değiştirmiştim çünkü emzirme sonrası alt değiştirirken, gözler fal taşı açılıyor, gece uykuları alt üst oluyordu. Atlas’ta ise hastane kuralı, ‘‘Her emzirme öncesi altını mutlaka değiştir.’’ olarak revize etmiş ama ben kendi sistemimle devam ediyorum, zira bana en uygunu bu şekilde. Anneye ve bebeğe göre değişebilir...

15- Bebeklerde anneleri en çok endişelendiren konulardan biri de gün içinde yaptığı kaka sayısıdır. Bizim doktorumuzun bir lafı vardır; ‘‘Sadece anne sütüyle beslenen bebek, 1 günde 10 kaka da yapabilir, 10 günde 1 kez kaka da yapabilir.’’ Ama bebeğiniz kaka yapmadığı sürece gaz problemi, karın ağrısı yaşıyorsa doktorunuza danışmanızda fayda vardır. Yine doktor kontrolünde, fitil/ilaç öncesi bir peçete yardımıyla poposuna zeytinyağı sürerek yumuşamasını sağlayabilirsiniz. Ayrıca, gün içinde minimum 4 kez çiş dolu bez değiştirdiğiniz sürece, bebek besleniyor demektir.


16- ‘‘Annenin beslenme şekli, sütünün artması için neler tüketmesi gerekir?’’ bilgilerini ise bir önceki yazımda bulabilirsiniz.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

https://www.instagram.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Anne Sütü Nasıl Arttırılır?

Emziren bir anneyle sohbet ediyorsanız, konu mutlaka döner dolaşır süt arttıran yiyeceklere gelir. Lohusaya da bu konuda verilen tavsiyeler kesinlikle bitmez. Bebeğimin 15 günlük döneminde şunu söylemek isterim ki; en sevdiğim öneri uyku! Eğer uykumu güzel alır ve dinlenirsem sütüm artarmış. Her duyduğumda bir gülme tutacak oluyor ki; onun yerine bir hüzün kaplıyor içimi... "Uyku derken?" diye sataşasım geliyor karşımdakine. Uykusuzluğun da verdiği bir sinir durumuyla, "Hangi uyku arkadaşım, gel yenidoğanla akşam sen ilgilen de ben mışıl mışıl uyuyayım." cümleleri dilimin ta ucuna kadar yanaşıyor. O yüzden ben size "İyi bir uyku çekin ki; sütünüz artsın." demeyeceğim, zira bu durum ancak 4-5 saat deliksiz uyuyan annelerine ait bir lüks.

Ama dinlemek isterseniz başka tavsiyelerde bulunabilirim. Bir kere her anne bilmelidir ki; . Etraftan gelen "Senin sütün az herhalde, bu bebek belli ki aç." ı sütü daha da yok eder. O yüzden ne yapıyoruz? Kulakları tıkıyoruz. Hem dış seslere, hem iç endişelere... Sütün yeter, merak etme. Gerçekten yetmiyor ise, doktorun seni uyarır, sütüne ek olarak, takviye mama verirsin, dünyanın da sonu değildir bu durum. O yüzden rahat ol ve bak gör; bu rahatlık sana süt olarak geri dönecek.

Kendini sürekli sınava sokar gibi sütünü sağıp, "Ne kadar çıkıyor?" diye denemelere girme. Sütünü biriktirmek istiyorsan amenna, sağ, buzluğa at. (3 kuralını unutma; oda sıcaklığında 3 saat, buzdolabında 3 gün, buzlukta 3 ay! Derin dondurucun varsa 6 aya kadar...) Ama bebeğinin emmesiyle, makineyi birbirine karıştırma. Zira bebek beslemek duygusal bir iş. Makinene sarılsan da, onunla tatlı tatlı konuşsan da bir bağ kuramayacağın için sütün de eşit miktarda gelmeyecek, bunu aklından çıkartma. Anlayacağın; bebeğin bollukla içerken, makinen yarım biberon doldurabilir.

Bol bol emzir. Ne kadar emerse, o kadar süt olur. Anne vücudu der ki; ''Bu bebek güzel emiyor, daha çok süte ihtiyacı var, ben daha fazlasını üreteyim.'' Emzirmek, sütü arttıran 1. kuralsa, ikincisi de su tüketmek. Günlük sıvından taviz verme. İç içebildiğin kadar. 2 litre suyun yanında, 1 litre de diğer sıvıları mideye indirmeyi unutma. Ekstra olan sıvıların içinde adı üstünde lohusa şerbetini deneyebilirsin. Diğer isimleriyle (kaynayarak pişmesinin yanında, kaynar kaynar içildiği için adını aldığı) kaynar veya kızamık şekeri olan bu şerbet bana güzel süt yapıyor mesela. (İzmir/Gökseli usulü tarifini aşağıda bulabilirsin.) Onun dışında çok tatlı olmayan kompostoyu ve doğal/aktardan aldığın rezeneyi ihmal etme. Çay-kahve yerine rezeneyi tercih edebilirsin.

Herkesten aldığın önerileri tek tek dene çünkü hangisi sende işe yarayacak belli olmaz. Her bünye, her anne birbirinden farklı, tıpkı her bebekte olduğu gibi... Ben ancak bana iyi gelenleri söyleyebilirim. Yan komşun kendine, annen sadece ona süt yapanları sıralayabilir. Emzirme döneminde bir sürü öğütle karşılaştım. Kimisi işe yaradı. Kimisi de fos çıktı. Yani söyleyen zatta işe yaramıştır da, bende işlemedi. O yüzden süt arttırma konusunda annelerin yine kendilerini dinlemeleri gerektiğini düşünüyorum. Bazısında çok süt yapan, diğerinde gaz yapabiliyor. Birine süt içmek çok işe yararken, benim gibi laktoz intoleransı olan bebekli annede insanı çuvallatabiliyor. Gerçi bu durum da tartışma konusu çünkü doktorlar, ''Annenin gazı bebeğe geçmez.'' dese de, bende durumlar farklıydı. Ne gün gazlansam, Mir o gün daha çok kıvranırdı. O yüzden ben, ilk aylar gazlı yiyeceklerden/sütten uzak durmayı tercih etmiştim. Birçok arkadaşımda işe yarayan, süt yapan hazır çaylar, bende mide krampı yapmıştı; bünye.

Bunların dışında, yemeğini önüne koyan biri varsa öğününde ve iyi beslenmek önemli. Tabii yalnızsan bebeğine bakmaktan, kendine sıra gelmesi zor. Hem yorgun olursun, hem vakitsiz. O yüzden bizim kültürün şu bir arada yaşama olayı, ilk günler için nimet. Anneler lohusa kızlarına baksın, taze anneler de yenidoğanlarına; herkes kendi çocuğuna... ''Ne pişmeli? '' derseniz... Yeşil bana çok etkili. Sardırabilecek birini bulabilirsen, zeytinyağlı yaprak sarması benim göğüslerimi süt doldurur, belki senin de... Yaz günüyse ve Ege'den bir el size börülce gönderebilirse, o da çok güzel süt yapar. Zaten ''Sebze, meyve, protein, bakliyat, karbonhidrat tüketin.'' diyorlar. Ee ne kaldı ki geriye? İşte dediğim gibi... Deneme, yanılma yöntemi. Kendine ne iyi geliyor bulabilme... Ama çok hızlı çözüyorsun, merak etme! Hemen göğüslerde yediğin gıda hissediliyor. ''Hah, buldum yemem gerekeni!'' diyorsun. Bunlar dışında hızlıca denenebilecek; yulaf ezmesi, fesleğen, koyu yeşil yapraklı sebzeler (s arma , börülce , semiz otu , ı spa nak , pazı... mevsimine göre...), dereotu, dut, üzüm, havuç, yoğurt (süt gaz yapar ama yoğurt candır), tatlı olarak hurma, sütün yağ oranını arttırmak için ceviz-badem, kahvaltıda peynir-yumurta, akşamları balık, daha önce de söylediğim gibi lohusa şerbeti, rezene ve hepsinden önemlisi bol su şarttır!

Yukarıda saydıklarımdan daha faydalısı ise; etrafa karşı silahları kuşan, kulakları tıka, gönül rahatlığıyla emzir. Biz anneler, bebeklerimize yeteriz, hiç merak etme! Endişe, korku en büyük düşmanımız. Her ay yeni endişeler beynimi kemiriyordu. ''Herkes beceriyor bebeğini doyurmayı, ben yetiremiyorum sütümü.'' gibime geliyordu. Bu konuda söyleyebileceğim tek şey var: Kendime eziyet etmişim!


Lohusa Şerbeti Tarifi / www.gokseli.com
1/2 kg kızamık şekeri
1 bardak toz şeker (tatlı istenirse daha fazla konmalı ama çok tatlı olmasının süte hiçbir yararı yok)
3-4 çubuk tarçın
25-30 adet karanfil
Büyükçe bir tutam ıhlamur (stresi azaltır, rahatlama sağlar)
İsteğe bağlı zencefil (ben sevmediğim için koymuyoruz)
10 bardak su

Yapılışı:
Kızamık şekeri, toz şeker ve su kaynatılır. Diğer tüm baharatlar tülbentin içine sarılır ve kaynayan şerbetin içine atılarak, kısık ateşte yarım saat kaynatılır. Kaynarın içinden tülbent çıkarıldıktan sonra şerbet servise hazırdır. Hem sıcak, hem soğuk servis edilebilir. Saklarken, buzdolabında muhafaza etmeniz gerekir.

Üzerine:
250 g. çiğ badem ağartılır, ikiye ayrılıp, fırında 150 derecede kavrulur. Yalnız çok dikkat etmek gerekir çünkü birden/çok çabuk renk değiştirir. Hafif pembeleşince fırından çıkarılıp, soğumaya bırakılmalıdır. Bademleri kavanoza alıp, buzdolabında uzun süre yumuşamadan saklayabilirsiniz.

Not: Görselde gördüğünüz gibi üzerine bol badem ilave ederek, sıcak veya soğuk servis edebilirsiniz.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

https://www.instagram.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Kucakçı Bebe

Eskiden yayınlanan Aileler Yarışıyor Programı'nı ve son etabını bilirsiniz herhalde... 100 kişiye sorduk: "Bir lohusaya/yeni anneye etrafındakiler en çok hangi eleştiride bulunur?" desek; katılımcıların yarısı "Bu bebek çok ağlıyor, ." cevabını verirken, diğer ellisinden de "" yanıtı gelir diye düşünüyorum.

Bingo! Sütü yetmeyen bir anne, kucaklarda dolanan bir bebe! Geçmişin- günümüzün- (bizim nesil de bu kafada devam ederse) geleceğin en yaygın lohusa problemi Neyse ki; işin aslı tam tersi. Bebek ağlayabilir, aç olmasa da. Bebek kucakta da büyür, ağlamasa da. İlk bir sene boyunca anne tenine temas eden, anne kollarında olan bebekler, bir senenin sonunda bağımsız ve kendine güvenli çocuklara dönüşüyorlar. O yüzden varsın söylesin karşı komşu teyze, eleştirsin anneanne-babaanne ama siz, bebeğinizi kucağınıza almaktan korkmayın, çekinmeyin. Bol bol göğsünüzde yatırın, kokusunu içinize çekin. Uzun uzun sarılın, kulağına onu sevdiğinizi fısıldayın.

Bir bebek için daha huzurlu bir yer düşünebiliyor musunuz? Ten. Anne-baba ısısı. Sırf bu yüzden bebek doğar doğmaz annenin göğsüne yatırıyorlar. Yurtdışında, doğum anında, baba tişörtünü çıkararak, çıplak vücuduna yaslıyor bebeğini. Bunların hepsi doğum travmasından kurtulmak, yepyeni dünyaya, ısı farkına, ışık bolluğuna daha kolay adapte olmak için gerekli maddeler. Doğal doğumu destekleyen doktor/ebeler, bebeği tüm gün anne ve babayla sarılmış vaziyette yataklarında bırakıyorlar. Düşünün; 9 ay boyunca ısısı değişmeyen, karanlık bir ortamdan, annenin sıcaklığından ayrılan bebiş, soğuk-ışıklı-bağımsız bir ortama geçiyor. Henüz kollarından, bacaklarından bile habersiz. İstemsiz hareket eden uzuvları olarak görüyor onları. Öyle ki; o kollar hareket ettikçe, kendisini uykudan uyandırıyor. Zor bir süreç onun için. Alışmak, anlamak, kanıksamak vakit alıyor. Bu geçiş dönemini de anne kollarında atlatmaları kadar doğal ne olabilir ki!

Ayrıca "Kucakçı olunca ne oluyor?" düşünmek gerek. Bir ömür kucakta mı geçiyor? Hangimiz günün bir kaç saatini annemizin kollarında geçiriyoruz şu anda? Anne şikayetçi değilse, bebeğine sarılmak ona da huzur veriyorsa başkaları annenin bebeğini büyütme tarzını yaftalasa kaç yazar? Evet, gün geliyor kollar ağrıyor, evet bazen boynu tutuluyor ama o sarılma duygusu anneye huzur veriyor, emziriyorsa sütünü arttırıyor, beynine giden sevgi sinyalleri sayesinde anne kendini daha güçlü-kuvvetli hissediyor. Bebeğin tarafından bakarsak, zaten kucaktan daha ideal bir yer olamaz.

Mir ilk doğduğunda çok gazlıydı. Reflüsü yoktu. Neyse ki, bana en zor gelen; kolik problemi de olmadı ama emdikten sonra laktoz intoleransı olduğu için karnı ağrırdı. Ona en iyi gelen yer kollarımızdı. Uykuya dalsa bile, yatağına koyduğumuz an uyanırdı. O yüzden, uzun sarılma-kucak seansları gerçekleştirirdik. O dönem bildik, bilmedik teyzeler (maalesef ki) fikir beyan etmekten hiçbir zaman geri kalmadılar. Kimine cevap verir, Mir’in sağlık problemini anlatır, kimine de pes eder söylediklerini yapar, yatağına götürürdüm. Eh, yatağına koymamla yaygarayı basması bir olurdu. "Ben size söyledim." dememe fırsat vermeden, bebeğimi ağlatmakla kalmaz bir de lafı işitirdim; "" Cevap vermezdim ama lohusa halimle içimde fırtınalar kopardı... "Evet teyzeciğim, oldu. Karın ağrısıyla, kendini yırtarcasına ağlarken, ‘sırf kucakçı olmasın’ diye oğlumu yatağında bir başına bırakmadığımdan oldu. Zor anlarında annesi yokmuş gibi davranmadığımdan... Bu eleştirileri işiteceğimi bile bile her daim kucağıma aldığımdan oldu. Bu paha biçilemez bu anları değil 15 yıl sonra, 5 sene sonra bile çok özleyeceğimi bildiğimden, dilediğim kadar ona sarıldığım için oldu. Karnındaki durmak bilmez hareketleri ellerimle ısıtmaya çalıştığımdan, belki anne enerjisi işe yarar diye düşündüğümden oldu. Öyle havlu ısıtıp koymalar, kalp sesleri dinletmeler veya bilumum ev aleti sesleri hiçbir işe yaramadı çünkü ağrısı vardı ama bilir misin, anne kucağı derdine derman oldu. Her kafadan çıkan farklı yorumlar, dinlediğimiz tecrübeler, önerilen bütün damlalar... Denedik, olmadı çünkü her bebek birbirinden farklı. En iyi ilaç aile kucağıydı. Sordum kendi kendime, ‘Rahat bir annelik geçirmek mi? Yoksa mutlu bir çocuk yetiştirmek mi?’ Tahmin ettiğin cevabı seçtiğimden Mir kucakçı oldu teyzem." laflarını yapıştırmadım hiçbirinin yüzüne... Yutkundum, sustum, derin nefesler aldım.

İlk bebek, yeni annelik, tecrübesiz bir süreç ya; sorgulardım kendimi. Ay bu çocuk kucaksız uyumayacak mı, hep böyle kucakta mı kalacak, yanlış yapmışım ve geriye dönüşü yok mu? (Çünkü sürekli "Artık çok geç, kucakçı olmuş bir kere." lafları...) Kendimi yedim, bitirdim bir dönem. Zamanla hiç te öyle olmadığını gördüm. Gün geldi, yanımda yatarken, kendi kendine uykuya daldı. Uzuuun yatak uykuları sırasında, kucağıma almamak için zor tuttum kendimi. Özlüyordum. Kucağımda olduğu her an için de şükrettim; bundan değerli an var mı? Daha sonraları yürüdü, koştu. Şimdi o kadar az kucakta ki; sürekli sıkıştırasım, kucağımdan indirmeyesim geliyor ama nafile; onun gözü topta, filede. Gün içinde gelip, gelip sarılması, yanaklarıma öpücük kondurması yanıma kar kalan sayılı anlar şu günlerde.

O yüzden korkmayın! Kucaktan daha kıymetli bir sevgi gösterisi olamaz bebeğinize. İstediğiniz kadar kucağınıza alın. Ağladığında yalnız bırakmayın. Evet, kucağınıza almazsanız kendi kendine ağlamamayı/susmayı/yatışmayı/uykuya dalmayı/gazını çıkarmayı öğrenecektir ama sadece "Ağlasam da gelmiyorlar ki!" duygusuyla susacaklar, ağlama sebebi/semptom ortadan kalkmayacak, sırf ağlaması duracak. Fakat bunun aksine kucağınızda olursa, bu hayattaki ilk kapısı/dayanağı/annesine olan güveni artacak, "Annem, her ihtiyaç duyduğumda benim yanımda." diyecek, böylelikle önce kendini güvende hissedecek, ardından kendine olan güvenini kazanacak ve hayata karşı güçlü adımlarla ilerleyebilecek. Kucak iyidir, candır. Keşke tüm bebeler kucakçı olsa da, dünya sevgi dolu, daha bebekliğinde hayal kırıklığına uğramamış, bu sayede de insanlara karşı güven ve sevgi dolu bireylerle dolup, taşsa...

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

https://www.instagram.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Lohusa Gelgitleri

Şimdi şöyle bir gerçek var; ilk günler düşündüğünüz pembe dünyanızdan çok uzak olabilir... Eşiniz sabah işe gidiyor, akşam geldiği gibi bebekle ilgileniyor ve siz havadan sudan konulardan iki çift laf edemiyorsunuz. İlk defa anne olmuşsanız, hiç tahmin etmediğiniz bir uykusuzluk düzeniyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Ne kadar kendinizi dışarıdan gelen uyarılarla, o uykusuz gecelere hazırladığınızı düşünseniz de, yaşamakla dinlenen kadarını bilmek aynı olmuyor. Yorgunluk insanı yıpratıyor, sinirlerini bozuyor. Hormonlar zaten yükseklerden uçup, her sabaha solunuzdan kalmışsınız izlenimi veriyor. Kimse en çok ihtiyacın olan "Nasılsın?" sorusunu sormuyor ama "Annelik dünyanın en güzel duygusu değil mi?" deyip, duruyor.

Evet, öyle. Daha Mir Kaya doğduğu an ilk kucağıma aldığımda anlamıştım hayatımda en sevdiğimin o olacağını ama ilk günler kendinizi hiçte "en güzel duyguda" hissetmiyorsunuz. İstisnalar kaideyi bozmaz tabii ki. Çok güzel uyuyan bir bebek, gazsız bir yavru her şeyi değiştirebilir. Sosyal medya mı? En son bakılacak yer. İnsanı bunalıma sürükler, o derece. Herkes kusursuz anne, herkes çok mutlu, herkes bakımlı-güzel; her şey tıkırında işliyor o platformlarda. Ama sizin içinizde fırtınalar kopuyor. Kendinizle çelişiyorsunuz, kendinize kızıyorsunuz bu kadar yorgun ve çaresiz hissettiğiniz için. Kimseye diyemiyorsunuz; "Ben iyi değilim. Ben beceremeyeceğim herhalde..." diye. "Nasıl dünyanın en güzel olayını bu kadar zor atlatıyorum?" sorgulaması sadece içinizde. Düşünceler konuşuyor, diliniz telaffuz etmeye utanıyor.

Çünkü ilk günler bir şeyleri yetiştirmek, bebeğin ihtiyaçlarını karşılamak için bir araçsınız sadece. Kahve mi? Unutun. Soğuk karnıyarık bile ‘hiç beslenememekten’ iyidir. Duş mu? 2 dakika ya var, ya yok. Çişinizi hızlıca yapın zira içeride ağlayarak sizi bekleyen bir yavru var. İçinizdeki fırtınalara, bir de dış ses eleştiriler eklendi mi, tamam! Ağlayıp, rahatlamak en iyisi. Hafif loş bir odada bebeğinizle geçen uzun geceler...

Ne mi yapmalı?

Diretmeyin, annelik en kutsal görev, en eğlenceli meslek, en büyük sevgi olabilir... Ama yorgunsanız, yorgunsunuz; destek alın. Kocanızdan, annenizden, yakın arkadaşlarınızdan.

Gösteriş yapmayın, o gün bunalmışsanız açın bir arkadaşınıza anlatın, gerekirse "Ben bu anneliği hiç sevmedim." deyin. (Zaten inanın bebişiniz uykuya daldığı an o duygunuz bitecek, ona bakıp bakıp "İyi ki!" diyeceksiniz. Annelik biraz çelişkiler dünyası, uyanıkken "Biraz uyusun da karnımı doyurayım." dersiniz, uyur; "Uyansa da biraz sevsem, özledim." diye düşünürsünüz.)

Kimseyle süt polemiğine girmeyin. Bol bol emzirin. Sütünüzün yetip, yetmeme endişenizi çocuk doktorunuzla konuşun, illa tanıdık biriyle paylaşmak istiyorsanız da çok yakın arkadaşınızla dertleşin.

Bebek çok vaktinizi aldığı için o uyurken, bir şeyler yapma gereği duyuyorsunuz. Biraz sosyal medya, biraz tv, biraz kitap. Bunlar çok güzel de mutlaka gün içinde onun bir uykusu sırasında siz de uyuyun. En etkili dinleme yöntemi 20 dakikalık zinde uykulardır. Saatinizi kurun, kalkmak istemeseniz bile kalkın. İnanın ki; 1 saatlik kestirmeden size çok daha iyi gelecektir.

Bebeğinizin 40'ını beklemeyin. Yaz-kış demeden kendinizi kocanızla bir kafeye atın. Dışarı çıkmadan önce makyajınızı yapın (bebeğe zarar vermeyecek ama aynada kendinizi güzel görmenizi sağlayacak şekilde). Keyif yapın. Sohbet edin. Konu hep bebek oluyor ama güzel anlardan bahsedip, gülümsemenizi sağlıyor.

Emzirmekle ilgili sağlık probleminiz yoksa tabii ki bol bol emzirin ama bazı geceler de mola verin. 23:00'te emzirdiniz ve bebek 01:00-02:00'de uyanıp, tekrar mı karnını doyuracak; bırakın eşiniz buzluğa attığınız sütlerden biberonla versin. Şöyle bir deliksiz 5-6 saat uyuyun. Hem baba-bebek bağı da çok önemli.

O gün evde anneniz mi var, arkadaşınız mı... Onlara güvenin. Güvenin ve bebeğinizi teslim edip, uzun bir banyo yapın. Su şifadır. Lohusalık günlerinde en iyi rahatlama yöntemidir. Aklınız bebeğinizde kalmadan, ılık suyun yüzünüze değişinin tadını çıkarın. Banyodan sonra kremlenin. Kendinize bakın. Kadınlığınızı unutmayın. Annelik, kadınlıktan/dişilikten vazgeçmek değildir. Aynaya baktığınızda kendinizi beğenmenizse çok önemlidir.

Yardım istemekten çekinmeyin. Siz insansınız. Bir anne bile robot değildir (her şeye yetemez). Duyguları vardır. Ruhu bebeğine teslim olsa da kocasının sıcak kollarına en çok ihtiyaç duyduğu zamandır. Tatlı bir arkadaş tebessümü o göz pınarlarını doldurmaya yeterlidir. Anne (kendi anneniz) kucağı o günlerde her şeye bedeldir. Ve bebeğinizin o kokusu... Gözlerinizin içine bakışı, bilip-bilmedik kıkırdamaları, masum uykuları, löklöklök emmeleri, parmağınızı avucunun içinde sıkıca tutuşu, o ağlamanın sizin kucağınızın huzurunda bitişi... Hepsi kendinizi dünyanın en özel insanı hissetmenizi sağlar. İşte gerçekten sihirli bir değnek değmiş ve siz prensese dönüşmüşsünüzdür. Ta-ta-ta-taaam!

Zor mu zor! Kabullenin. İç dünyanızı etrafınızdan gizlemeye çalışmayın. Dış dünyadaki yorumlara aldanmayın. Lohusalık, hele ki ilk defa anne olan biri için çok farklı. Hele ki; çalışan bir kadın için bambaşka. Uykusuz, sürekli evde, bakımsız, daima güçlüyüm görünümünde kendini feda etme hali. Ama aynı zamanda doyamadığınız bir duygu. Her geçen günün mucizesinde şükrettiğiniz, her sabaha bir yenilikle uyandığınız, ertesi günü iple çektiğiniz bir sevgi.

Anneyseniz, aramıza hoş geldiniz; hepimiz biraz çift düşünceliyiz. Hem "ya sabır" deriz, hem de yaşadıklarımıza doyamayız; hatta 2.lere hamile kalırız. Ve ilk anne, lohusa anne, 3 aylık bebeği olan anne bil ki; geçecek. Anahtar kelime bu: Ge-çe-cek! Gün gelecek uyuyacaksın. O gün gelecek bebeğini rahatlıkla annene teslim edip, kocanla baş başa yemeğe çıkacaksın. O günler gelecek; çocuğunla tatil yapmanın ne kadar keyifli olduğunu yaşayacaksın. Geçiyor. O gelgitler, yorgunluk, umutsuzluk, yalnızlık hissi bitiyor.

Not: Şu an ilk hamileliğini yaşayan anneler, bu karamsarlığım için beni eleştiriyor olabilirler ama o gün gelince, "Yalnız değilmişim." diye beni hatırlayıp, rahatlayacaklar. :)

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

https://www.instagram.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.