SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Taze Anneye Notlar

Doğumdan önce, o hengamede unutursam diye kendime bebeğimle ilgili bazı notlar aldım. (Bu ‘not alma’ benim hayatımın hep bir parçası olmuştur. Yaşlılığım için bile şimdiden listem elimde; gelecekte çocuklarımı çileden çıkarmayayım diye...)

Herkes listesini, geçmişinde yaşadıkları problemler doğrultusunda kendi yapabileceği hatalara, kendine iyi gelmeyen davranış kalıplarına, ezberlenmiş yanlışlara göre revize edebilir.

‘Yeni Melis Anneye Hatırlatma Listem’ şöyle:

• Doğumdan sonra ilk günlerde not tutmak iyidir. Böylelikle bebeğin ne zaman, niçin ağladığını anlaman hız kazanır. (Hangi saat diliminde acıkıyor, ne zaman uykusu geliyor gibi.)
• ‘‘Onu emzirirken...’’ (Ona gülümse ve onunla göz teması kur. Şarkı söyle bebeğine, tatlı tatlı konuş oğlunla.)’le başlayan cümlelere takılma. Sütüm yetecek mi endişesi duymadan, huzurla, içinden geldiği gibi emzir yeter. Sadece göğsünün yara olmaması için bebeğinin tüm areolayı ağzına alması gerektiğini unutma.
• Onu sadece açken emzir. Stresini atmak için ağlıyorsa (hiçbir problemi yoksa- açlık, gaz, hastalık vs.), kucağında ağlamasına ve sinirini atmasına izin ver. Ağlamak kötü bir şey değildir, insanı kahkaha atmak kadar rahatlatır.
Onu bol bol kucağına al, ağladığında sakın yalnız bırakma. Sen etrafındakilere bakma, bebek senin bebeğin ve anne olan sensin. İstediğin kadar kucağında, istediğin kadar koynunda büyüt evladını. İlk bir sene içinde anne koynunda büyüyen bebekler, ileride kendilerine güvenli, bağımsız çocuklar oluyorlar.
• Bebeğinin kurduğu cümleleri düzeltmeye değil, ne anlatmaya çalıştığına odaklan ve onun kurduğu cümleye cevap verirken doğrusunu kur ki; onun da kulağına aşına olsun. Mesela, Sue’ya bakıp, ‘‘Köpek mama.’’ dediğinde, ‘‘Evet, köpek mamasını yiyor.’’ diye cevap ver.
Onunla yapacağın her şeyi, önce ona anlat. Bu ister doktor kontrolü olsun, ister arkadaş gezmesi... O bir çanta değil; birey. Ve seninle beraber, bir insan olarak, (kendi) yapacaklarından haberdar olmaya hakkı var.
Herhangi bir aktivitesini kesmeden önce ona haber ver. Yerde oyun oynarken, sanki bir eşyaymış gibi onu alıp, mama sandalyesine koyma. Daha önceden oyununu bırakacağını mutlaka bilsin ki; ne sana, ne yemeğine öfke duymasın. Kendini değersiz hissetmesin.
Onun yanında, gıyabında konuşma! Onu da sohbete dahil ederek, arkadaşının onun hakkında sorduğu soruyu cevaplayabilirsin ama bebeğin/çocuğun orada yokmuş gibi asla davranma. Annen sen yanındayken, senin hakkında sorulan bir soruya, sen orada değilmişsin gibi cevap verseydi mutlu olur muydun? Ha 3 aylıkken, ha 30 yaşındayken… Hiçbir şey fark etmez! Bebeklikten itibaren birey olduğunu kafana kazı.
Onu uyarmadan yanından ayrılma. (İleride oynayacağımız ce-ee oyunları, onu ayrılıklara alıştırma yarayacak en iyi oyunlardanmış.) Birden yok olman, onu sadece korkutur ve güven duygusunu zedeler. Böyle davranmak yerine ona gitmen gerektiğini, döneceğini anlat.
Korkularından bol bol gülerek kurtulmasını sağlayabilirsin. Tıpkı kendindeki gibi. Bir şeyden utanç duyduğumda hep gülerek anlatırım, üzerimdeki stresi atabilmek adına. Bu yüzden düşene gülünür, düşen kendine gülerse de durumun utancından çok daha kolay kurtulur.
Oyun oynarken, yardım istemedikçe onu düzeltme. Çözümü kendi bularak daha çok eğlenecek ve başarı elde etmiş olacak. Kendiyle gurur duyacak. Anlık değil, kalıcı öğreniyor olacak.
• Şekeri (herhangi bir şeyi) asla ödül olarak kullanma. (Bunu etrafımdaki herkes yapıyor. ‘‘Yemeğini yersen, bu çikolatayı yiyebilirsin.’’ Bakalım, kendimi bu cümleyi kurarken kaç kere frenlemeye çalışacağım?) Ödül, cezasının eş anlamlısıdır. Yapmaktan keyif aldığı şeylerden bile, çocuğu soğutabilir. (Bunu başka bir yazımda çok daha ayrıntılı anlatacağım.)
• Bizi taklit edecek; çocuklar ebeveynlerinin aynasıdır. Özür dilemeyi, teşekkür etmeyi, rica etmeyi ancak bizden duyarsa öğrenecek. Anne ve babasının yansıması olacak. Önce bizlere özenecek, her şeyi bizim bildiğimizi zannedecek, sonra bizi eleştirmeye başlayacak, en sonunda kendi doğruları olacak ama ilk başta ne öğreniyorsa bizden öğrenecek, o yüzden daha o konuşamıyorken bile kurduğumuz cümlelere, takındığımız tavırlara, bir krizi çözerken ki tutumumuza dikkat etmemiz gerekecek. O bizi doğduğu andan beri gözlemleyecek.
Ona hep saygılı davran! Tıpkı bir arkadaşına davranıyormuş gibi. Bazen aileler sınırları aşıp, kendi mallarıymış gibi çocuklarına istedikleri cümleleri kurabiliyorlar.
• ‘Hayır’ kelimesi pek de doğru bir kelime değil. Hızlıca müdahale etmek istiyorsan, ‘tehlikeli’ diyebilirsin. Yapamayacağı şeyi söylemek yerine, yapabileceği bir alternatif sunmak her zaman en iyi çözümdür.
Kaç yaşında olursa olsun, her türlü ceza, onun duygularını incitir.
• Unutma, hiçbir bebek kendini başkasının yerine koyamaz. Oyuncağını paylaşmadığında onu yargılama. Karşısındakine yanlış yaptığında, yaramazlık yapmıyordur, sadece kendine en uygun şekilde davranıyordur.

Her sıkıştığımda/daraldığımda, ruhen yorulduğumda/dolduğumda, bardak taştığında, Mir Kaya’ya karşı sinirlerime hakim olamayacağımı hissettiğim anlarda bunlara göz atıp, ertesi güne daha hazırlıklı başlayabileyim, bilinçaltımın beni gün içinde esir almasına izin vermeyeyim diye aklıma ilk gelenleri sıraladığım maddeler silsilesi. Kendime son not; ‘‘Etrafında duyduğun cümleleri değil, sana doğru gelen cümleleri kur bebeğine karşı.’’

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

https://www.instagram.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Bebek bu; ağlar!

Dün yeni doğum yapmış bir arkadaşımı ziyarete gittim. Herkes bebeği konuşuyor; yaptıklarını, ne kadar emdiğini, geceleri nasıl uyuduğunu, ne kadar küçük ve tatlı olduğundan bahsediyordu... Ama kimse anneden söz etmiyordu! En çok ‘‘Peki sen nasılsın?’’ sorusuna ihtiyacı olan kadına, kimse dönüp, bakmıyordu. Evet, yemek veriyorlar, evet suyunu eksik etmiyorlar ama ‘süt olsun’ diye. Anneyi düşündüklerinden değil yani, yine bebeğe faydası dokunacak hevesiyle.

‘‘Sen nasılsın can anne, güzel anne, taze anne, lohusa kadın?’’ diye sorum. İçimi acıtan bir gülümsemeyle cevapladı beni: ‘‘Beni yoran, üzen bebeğim değil de etraftan gelen yorumlar.’’ dedi. Bebiş her ağladığında, ‘‘Aç bu çocuk! / Doymadı ki! / Senin sütün yetmiyor herhalde? / Yok, yok gazı var. Gazını çıkart, emzirmeye devam et, yetmedi ona o kadar emmek.’’ cümleleri helak etmiş kadıncağızı.

Mir Kaya’ya hamileyken, bir sürü arkadaşımdan bu hikayeleri dinlemiştim. Omzumda ağlayanlar, dayanamıyorum mesajları, gecenin bir vakti dertleşmek için çalan telefonlar... ‘‘Ben bu çocuğa yetemiyorum! Olmuyor! Beceremiyorum anneliği! Sütüm de yetmiyormuş zaten...’’ Anlayacağınız, -miş/-muş dünyası! İnsanın, ‘‘Bak sen şu kerata anneye, niye daha çok süt üretmiyorsun canım?! Annen seni böyle mi besledi? Kayınvaliden kocanı aç mı bıraktı? Ayıp, ayıp bebeğini aç biilaç, ağlatmaya hakkın var mı hiç?’’ diyesi geliyor dişlerini sıkarak.

O kadar üzülüyorum ki; lohusa haliyle etrafındakilerin ağzının payını veremeyen yeni annelere... İlk bebeğimde bu yorumlara çok hazırlıklıydım, gardımı almıştım bu tarz cümlelere ve yapıştıracaktım cevapları... Güya... Ama gün geldi; bu kadar provaya/bebeğin ağlamasının ‘dünyanın en doğal olayı’ olmasını kendime anlatmama rağmen, acınacak hale düştüğüm günler olmadı değil. Şimdi daha hazırlıklıyım, bir kere ‘tecrübesiz’ yaftalamasının kurbanı olmayacağım. Bir çocuk büyüttüm. (Tıpkı eskilerin dediği gibi...) Gayet de sağlıkla büyüdü çok şükür. Demek ki; ‘‘Becerebiliyormuşum ve kimsenin yorumlarına ihtiyacım yokmuş.’’ bilinciyle dinleMEyebileceğim etraftan gelen önerileri.

Hamile anne, yeni anne, taze anne sözüm sana... Bebek bu; ağlar! Acıkır ağlar, gazı olur ağlar, uykusu gelir ağlar, uyanır ağlar, yorgun hisseder ağlar, canı sıkılır ağlar, , doğum travmasından kurtulmak ister ağlar, . Bebek dediğin ağlar. Her ağladığında sebebi farklıdır. Bebeğinin ne zaman, niçin, neden ağladığını senden daha iyi kimse bilemez. Sadece sorunu bulup, hızlı müdahale etmek önemlidir. Açsa emzir, altı pisse değiştir, gazı varsa çıkart, diğer tüm dertleri için de kucağına al, sarıl, senin sevgini hissetmesini sağla yeter.

Sözüm babalara... Annelerin üzerine gelen o kadar fazla dış ses var ki; bir de karını sen üzme. Sütünün yetip, yetmediğiyle yargılama. Buna ancak doktor karar verir. Çocuğun her ay kafası büyüyor, boyu uzuyor, kilo alıyorsa, bebeğinin ağlamalarında anneye dönme! Yardımcı ol eşine. İlk günden kucağına al bebeğini. Sen de altını değiştir. Emzirmek dışında annenin yapabileceği her işten sen de sorumlusun. Sen babasın ve babalık, bebek konuşmaya başladığında değil, ilk günden başlıyor, bunu unutma. Ve en önemlisi... Lütfen dışarıdan gelen uğultuları, sen sustur. Onlarla birlik olmak yerine, lohusa haliyle (uykusuzluk-yorgunluk-hormonlarla cebelleşen) bütün seslerin incitebileceği eşine destek ol.

Sözüm büyüklere, ele-güne... Siz bizleri büyütürken, biz her ağladığımızda memeyi ağzımıza dayadıysanız da biz öyle yapmayacağız! Bebeğimizi susturmak için sütümüzü/mememizi susturucu olarak kullanmayacağız. İhtiyaçlarını gidereceğiz ama ağlamaya devam ediyorsa, ağlamasına, içinde biriken sinirini boşaltmasına izin vereceğiz. Onları bebeklik çağında memeye bağımlı, ileride de bunun etkisiyle (yemeğe, televizyona, uyuşturucuya) herhangi bir şeye bağlı bireyler yapmayacağız! Onları ağlarken, pışpışlayıp, susturup, nefeslerini tutmalarına izin vermeyeceğiz.

Mir’i doğurduğumda, eşime ‘‘Fikriniz sorulmadığı sürece, anneliğim hakkında yorum beyan etmeyiniz!’’ yazısını başucuma assak ya, demiştim. Herkes meraklı yorum yapmaya...

‘‘Aman evladım, bu çocuk çok çıplak; üşütecek vallahi.’’ yorumu duymayan anne var mıdır mesela? ‘‘Teyzem senin vücut ısın düşmüş olmasın? / Ben annesi olarak, üşütsün de hasta olsun o kadar isterim ki teyzeciğim. Bayılıyorum, nezle olmasına, o sümüklere, inan. En sevdiğim atraksiyon; o hasta, ben uykusuz, endişeli... Hayatımıza renk geliyor.’’ cevabını yapıştırasım gelirdi ama kırmamak için susardım. Peki teyze düşünüyor mu hiç; anneyi tenkit etmenin saçlarını nasıl diken diken ettiğini.

Bebek ağlar: ‘‘Besle Melis. Zaten 2 saat önce çok iştahlı yiyememişti. Senin sütün mü az kuzum?’’ laflarına, ‘‘Yok, ya bebeğim aç kalsın. Umurumda değil ki! Anne olarak, oğlumun kilo alıp, almamış olduğunu takmıyorum. Amaannn, her öğünde de doyacak diye bir şey yok ya!’’ gibi şeyler püskürtmek isterdim yüzlerine.

El, toplum, akrabalar, etraftakiler, yakınlar… Ey ahali inanın ki; her anne sizden çok düşünür çocuğunu. Ve inanın ki; ne kadar tecrübesiz de olsa içinde bir annelik barındırır. Genlerinde var. İzlemlerinde, gözlemlerinde var. O güne kadar yetiştirilme tarzı öyle. Yaşam gidişatında annelik güdüsü barındırıyor. Okuyor, soruyor, öğreniyor. Daha hamile kaldığı ilk gün, o ‘anne’ oldu. Senden çok daha iyi bir anne; kendi çocuğu için! Eğer ki; yetersiz hissederse, merak etmeyin, sizden yardım isteyecektir. Ama o size sorana kadar ne olur sessiz kalın, gözlemleyin ve yeni anneye güvenin. Sizin de başınızdan geçti, o günleri hatırlayın. Bir kadının, başka bir kadının canını acıtmasını gerçekten aklım almıyor. Farkında olmadan yapıyor olabilir ama konuşmadan önce boğazlarındaki boğumları kullansınlar lütfen. Üzmesinler lohusayı. Zaten yorgun, halsiz, yeni yaşamına alışmaya çalışıyor... Bir de başkaları üstüne gitmesin!

Bırakın el yordamıyla öğrensin anneliği. Siz çok mu mükemmeldiniz? Haydi mükemmeldiniz de, niye sizin kazık kadar olmuş evlat, dört dörtlük (4/4'lükte ne demekse?!) olamadı? Niye bugün bu kadar mutsuz bir toplum olduk? İzin verin de daha mutlu çocuklar yetiştirmeye . Amacımız, seven-sevilen insanlar olmalarını sağlamak; o yüzden lütfen bize biraz güvenin, bizi destekleyin.

https://www.facebook.com/bebekolduannedogdu/

https://www.instagram.com/bebekolduannedogdu/

Yazının devamı...

Doğum sancısı değil, ‘dalgalanma’

Mir Kaya’ya hamileliğim boyunca 30 yıldır bilincime işlenmiş ‘‘Doğum acısı hiçbir şeye benzemez. / Doğum sancısı gibisini bilmem. / Sen daha kan aldıramıyorsun, nasıl doğuracaksın? / Öyle, böyle bir ızdırap değil...’’ cümlelerinin yerini, ‘‘Her şey yolunda gidecek, kolaylıkla, sağlıkla bebeğimi kucağıma alacağım. Doğum, doğanın bize bir armağını. Tarlada kadınlar tek başlarına doğururlarken, ben hastanede koca bir ekiple mi yapamayacağım?’’ cümleleriyle değiştirmeye çalıştım. Tabii ki; kolay olmadı... Dile kolay, bir ömür doğumun ne kadar da zor bir deneyim olduğunu dinleyerek büyüyorsun, sonra da ‘‘Bu doğal bir süreç, zor olmayacak, kolaylıkla bebeğim gelecek.’’ diye kendini ikna etmeye çalışıyorsun. Ama 9 ay, bilinçaltımdaki bilgi kirliliğini temizlemek için az da bir süre değildi. Yaptığım doğum meditasyonları, olumlamalar beni başarılı bir doğuma her geçen gün biraz daha yaklaştırıyordu.

Mir’in doğumuna fazla zaman kalmadığını hissettiğim dönem kendime bir not listesi yapmıştım. Her güne başucumda duran maddelerle başlıyordum. Doğum kasılmaları sırasında belki bu liste elimde olamayacaktı ama bilincim/ruhum süreci bedenime hatırlatacaktı.

Şimdilerde yine-yeni-yeniden, bu sefer de Atlas’ın doğumu yaklaşınca, liste tekrardan yatağımın kenarında yerini aldı...

01- En önemli madde, Ina May’in kelime dağarcığıma hediye ettiği bir yenilikti; doğum sancılarına, sakın ‘kasılma’ deme! Onlar ‘dalgalanma’! Seni bebeğine yaklaştıran dalgalar... Onu kucağına alabilmen için en büyük adımlar. Bu dalgalanmalar içinde coşkuyla yükselecek ve yavaş yavaş çekilerek, en sonunda seni bebeğine kavuşturacaklar.

02- Dalgalanmalar ilk başladığında, belli-belirsiz hissedilirken, biraz uyumaya çalış, daha sonra enerjiye ihtiyacın olacak. Bebeğini kucağına alacağın sırada dinç olmalısın, ıkınmak için gücün olmalı.

03- Dalgalanmalar başladığında açsan karnını doyur, bu besin ileride sana güç olarak geri dönecek. Hastanedeysen yemene izin vermeyecekler kusarsın diye ama kusmak sadece doğumun başladığını gösterir, korkma, bu iyi bir şey. Ve yanında dudağının kuruluğunu alması için su bulundur.

04- Dalgalanmaları daha şiddetli hissettiğinde, ılık su dolu küvette yatıp, beline masaj yaptırman, dalgaları yumuşatacaktır.

05- Dalgalanmalar sıklaşınca, kocanla bir yürüyüşe çık. Hastane koridorlarında volta atmaktansa, en yakın park, temiz hava iyidir. Yürüyüş sırasında mutlaka kocana tuttun ki; ani bir dalgalanma sırasında düşme.

06- Kocanla öpüşürsen, dalgalanmaları onunla paylaşabilirsin. Göğüsünün okşanması, rahim ağzının açılmasını hızlandırır. (Bu iki madde de hastane ortamında uygulanması kolay taktikler olmadığı için deneyimleyemeyeceğimi biliyordum ama aklımda bulunsun diye listeme koymaktan geri kalmamıştım.)

07- Doğumun doğal bir süreç olduğunu aklından çıkarma, kendine ‘her şeyin yolunda olduğunu’ sürekli fısılda. Louise Hay, doğum sırasında söylenmesi gereken olumlama olarak şu cümleyi önerir: ‘‘Bu bebek şimdi mutlu ve harika bir yeni hayata başlıyor. Her şey yolunda.’’ (Kendimiz inanmasak da sürekli tekrarladığımız sürece, beynimiz kabullenip, vücudumuza hükmedecektir. Doğum olumlamasını Mir Kaya’ya kavuşmama çok az kaldığında, farkında olmadan yüksek sesle söylüyormuşum ki; doktorum ‘‘Tabii ki her şey yolunda.’’ diye beni onaylamıştı.)

08- Nefes almayı unutma! Hatta yanındaki kişinin sana bunu hatırlatmasını söyle. Birlikte nefes alın.

09- Doğum 1-2 gün sürebilir. Bu çok normal, herkesin tecrübesi farklıdır. Sen kendine güven, kendini onayla, başarabilirsin, başaracaksın!

10- Doğum odasında fonda sessiz bir tını olarak Mozart çaldır. (Mozart’ın bebekler ve hayvanlar üzerinde ayrı bir etkisi var. Bunu başka bir yazımda paylaşacağım.)

11- Doğumdan önce annenin tecrübelerini dinle. Sürecini iyice öğren. Seni, kardeşini nasıl doğurmuş? Muhtemelen ikinizin doğumu benzerlikler gösterecektir.

12- Doktorunla doğumunu önceden saniye saniye konuş. Tüm süreci bilerek orada ol. Doktoruna güven ama dümeni kendinden başkasının ellerine bırakma!

13- Hastane odasında ne kadar az kişi olursa, senin için o kadar iyi olur. Mümkünse sadece eşinle git, ailene-yakınlarınıza geç haber verin.

14- Doğum sırasında, yattığın doğum koltuğunun kollarını itme, aksine kendine doğru çek. Çenen, omuzların karnına/aşağı doğru eğik olsun ki rahat, kuvvetli ıkınabil.

15- Doğumdan sonra bebeğini koynuna koyduklarında onu hemen emzir. Ona teşekkür et, ‘‘Hoş geldin.’’ de. (Ben Mir Kaya’ya ‘‘Bana çok yardımcı olduğun için teşekkür ederim. Bunu birlikte başardık. İyi ki geldin. Seni seviyorum. Hoş geldin.’’ demiştim. Sanki söylediğim her şeyi anlamış gibi gözlerimin çok derinlerine bakmıştı. O an ve o bakış ömrümün mucizesidir.)

Sonuç olarak, evet, başardık! Bebeğim Mir, bir an bile yanımdan ayrılmayan, elimi sıkı sıkı tutan, gerektiğinde masaj yapan, sürekli beni telkin eden, durmadan yüzümü öpen eşim, kızının 9-10cm açılması sırasındaki dalgalanmalarında gözlerinin içine bakma cesaretini göstererek ‘‘Çok az kaldı.’’ diyen annem, tüm hastane protokolünü ve hastane odası süslemelerini halleden az sayıda yakınım, kendi doktorum tatilde olduğu için beni sadece üç gün önce tanıyan ve doğal sürecin normal bir şekilde işlemesini sağlayan doğum doktorum ve onun ekibi bir elden Mir Kaya’yı sağlıkla, istediğim gibi dünyaya getirdik. Bu bir ekip işi ve o ekipteki herkes çok kıymetli. Önceden yaşanacakları bilmek, etrafındakilere güvenmek, doğum odasında huzursuz olmamak rahat bir doğum, hızlı açılma için önemli. Sonrası zaten kendiliğinden, doğallıkla geliyor...


Hastana Gereklilik Listesi

A) Anne için:

01- Hastaneye giderken giyilecek rahat bir kıyafet (Bilinmedik zamanda gelen dalgalanmalar sırasında '‘Ne giyeceğim?'’ derdi olmaması için önceden hazır olması rahat oluyor.)

02- 2-3 gecelik (önden düğmeli olması emzirmeyi kolaylaştırıyor) ve sabahlık (Aslında bir gecelikle bile hastaneden çıkılabilir ama kanamalar, fotoğraf çekimleri derken yedek gecelik iyidir ve doğum sonrası hastane koridorları aşındırması için sabahlık şarttır.)

03- Rahat giyilip, çıkarılabilecek terlik.

04- Çorap (Kan kaybından sonra ayaklar üşüyebilir.)

05- Lohusa tacı (Süs önemli), toka, saç fırçası

06- Emzirme sütyeni

07- 3 adet iç çamaşırı

08- Ped ve kağıt lohusa kilodu (Hastaneden veriyorlar ama çantada olmasının faydası var.)

09- Göğüs ucu kremi, göğüs pedi

10- Hamile yastığı (5. ayımdan itibaren, doğuma kadar onsuz adım atamadım, bir kere de huzursuz bir uyku uyumadım.), emzirme yastığı (Hastanede hiç kullanmadım ama boyun-sırt ağrısı çekenler için rahat olabilir.)

11- Nemlendirici krem (Elleriniz, bacaklarınız kuruyabilir.)

12- Makyaj malzemeleri (Süs çok önemli. Tabii ki; bebeğe makyajla yaklaşamazsınız ama doğumun ardından göz altlarına bir kapatıcı fotoğraf çekimi öncesi gerekli.)

13- Şampuan, saç kremleri vs. (Hastane vermiyorsa, her ihtimale karşı.)

B) Bebek için:

01- 2 adet hastane çıkışı, çorap, eldiven vs. (Hastane çıkışı diye satılan setlerde zaten gerekebilecek tüm ürünler oluyor. Aslında bir adet bile yeterli çünkü hastanede kaldığı süre boyunca hastanenin verdiğini giyiyor.)

02- Mevsimine göre battanine, pike, örtü

03- Farklı boyutlarda tülbent (Mesela, büyük olanı hastanede bebek yatağının içine çarşaf yapmıştım.)

04- Bebek bezi (Hastane vermiyorsa.)

05- Islak mendil (Hastane vermiyorsa.)

06- Bebek yağı (Bebeği hemşireler yıkadıkları için şampuan, krem-yağ tarzı şeylere ihtiyaç olmuyor ama yanınızda bulundurabilirsiniz.)

07- Emzik, biberon (‘‘Ben kesinlikle bebeğime emzik, biberon kullandırtmayacağım.’’ dememe rağmen, her ihtimale karşı diye hastane çantamda bulundurmuştum.)

08- Ana kucağı ve (gerekliyse) Isofix

C) Hastane için:

01- Masa süsleme malzemeleri (Çok abartmamak lazım, bebek dünyaya geliyor, nişan-düğün olmuyor.)

02- Lohusa şerbeti (Hastanede ikram edilmesi istenirse. / Bana hastanede, açık ürünler çok hijyenik gelmediği için evde ikram etmiştim, bol bol kendim de tüketmiştim. İzmir usulü lohusa şerbeti tarifini bir ara vermeliyim zira bayağı lezzetlidir, çok tatlı değildir, lohusalara süt yapması için birebirdir.)

03- Fotoğraf makinası veya doğum fotoğrafçısı (Hatıralar çok değerli. İleride bebeğinizle ilk sohbetlerinizde ciddi malzeme oluyorlar.)

04- Tüm anne-bebek kıyafet ve eşyaları için ufak bir bavul/çanta.

Yazının devamı...

''Sütüm yetiyor mu?'' endişesi

Her yeni anne gibi siz de okumuşsunuzdur şu tarz öneriler; ''Emzirirken bebeğinle göz teması kur, ona gülümse, şarkı söyle (Dünyanın en bad sesine sahip olsan bile, ona güzel gelecektir.), onu sevdiğini dillendir, tatlı tatlı konuş onunla… ("Aaa ısırıyorsun ama! Canım acıyor, olmaz böyle!" falan deme.) Tatlı olacak; ses tonun da, kelimelerin de!''

O zaman emzirmeye başlamadan önce ne yapıyormuşuz? Şu dudaklara bir gülücük yerleştiriyoruz, ah yetmedi ninnilere başlıyoruz, biraz sevgi sözcükleri ilave ediyoruz... ‘‘Evraka! Şimdi emmeye başlayabilirsin, tüm ortam senin için hazır evlat!’’

Tam olarak öyle olmuyor işte!

Şöyle ki; tıpkı bilirkişilerin dediği gibi, ninni söyledim, çocuk türküsü çığırdım, Alibabaaaa'nın demekten dilimde tüy bitti, bir türlü Mir'e emerken şarkı sevdiremedim. Bir yandan lıkırdatarak emer, bir yandan da eliyle ağzımı kapatırdı. (''Sus be kadın, bir huzur ver! Güzel güzel içiyoruz, başımı ütüleme.'' falan diyordu herhalde.) Sustuğum an huzurlu bir yüz ifadesiyle emmeye devam ederdi. Emzirmek dışında, o kadar çok gözlerinin içine bakarak onu sevdiğimi söylerdim ki; bir de emzirme sırasında sevgi cümleleri onu çok sıkardı, sessizlik isterdi. Gülümsemek mi? Zaten ona bakınca, otomatikman yüzüm gevşer, gözlerimin içi gülerdi. Çok tatlı emerdi. ''Sütüm az mı acaba?'' diye kendimi strese sokmadığım her emzirme keyif, ''Yok, yok az geldi.'' düşüncesiyle geçenler ise ızdıraptı; ''Doymadı.'' gözyaşlarıyla son bulurdu.

O yüzden, emzirme döneminde annelerin en büyük endişesi olan ‘‘Sütüm yetiyor mu?’’ korkusunu sıfırlamak için yapmamız gereken ilk şey; ‘‘Yok şöyle emzirmelisin, yok böyle yapmalısın…’’ Hepsine kulağını tıkayacaksın! Sen annesin, zaten hislerin/duyguların güzel, özel ve bilgili. Nasıl hissediyorsan, öyle davranacaksın!

Bir kere, her bebeğin birbirinden farklı olduğunu unutmamak gerekiyor ve kendi bebeğimizi bizden daha iyi kim tanıyabilir ki? Ne anneannede, ne komşuda, ne de bilmemkim teyzede! O yüzden o kulaklar tıkanacak ele güne! ‘‘Ah bu yavru aç. Yok, yok bu çocuk doymadı. Ah senin sütün mü yetmiyor kızım vah vaaah?’’ lafları bir kulağından giriş yapacak, beyninde yer etmeden, diğer kulağından çıkıp gidecek. Unutma; bebeğinin içmek istediği kadar vücudun süt üretecek. Zaten sen sütün yeterli mi hissedersin ve tedbir alman gerekirse, ona göre beslenirsin. Kendini gözlemleyeceksin, bir süre sonra hangi gıda sana ne kadar süt yapıyor göreceksin. Senin memen, senin sütün, senin bünyen; kendine önce zaman ver, sonra güven!

Sakin ve bebeğinle yalnız olduğunuz bir yerde emzir. (Başkasına emzirme show'u yapmazsan daha bol süt üretirsin.) Rahat otur. (Sırtın, belin ağrımasın.) Yanına bir bardak su al. (Giden süt, gelen suyla süte dönüşsün ki; emzirirken kesin susarsın.) Ve saatin başucunda dursun. (Kaç dakika hangi memeyi emzirdiğini bil.)

Bu kısım biraz ‘yapmalısın’ noktasına gelebilir ama bu öneri çok doğru; göğsünü tut ve bebeğinin sadece göğüs ucunu değil, olabildiğince areolayı (memenin kahverengi kısmını) ağzına almasını sağla ki; göğüsün yara olmasın. Hem göğüs ucun küçükse bu yöntemle bebeğinin emmesi daha rahat olur.

Emerken uyuya kalırsa, uyandır. Kıy gitsin, sonra yine kolaylıkla uykuya dalacak. Yanağına parmağınla bastır, çenesini hareket ettir, olmuyor mu, ıslak mendille alnını sil. O devam eder emmeye, 2 dakikada doymadı çünkü. Biraz emsin yav, hem gıdasını alsın, hem senin bünyeye sinyal çaksın: "Anneeee, süt üret, burada büyümeye çalışıyoruz." desin. Ama bebeğinin mide kapasitesini kendininkiyle karıştırma! Onunki ufacık. Ay sonunda boyu, kilosu, kafa çapı büyümesi yolundaysa, bebeğin de mutluysa besleniyor demektir.

İki meme arasında gazını çıkartırsan, daha rahat emer. Ama Mir ara verdiğimizde hep ağlardı. Sonunda gazını çıkartmayı tercih ederdi mesela. O yüzden bebeğini dinle, gözlemle. Tüm cevapların her zaman onda olduğunu unutma.

Hah, tüm bunlara rağmen gerçekten sütün onun için az mı? Olabilir… Annelik sadece bebeğini emzirmekten ibaret olsaydı, hepimiz dünyanın en mutlu bireylerini yetiştirirdik. Doktor kontrolünde ek takviyeyle bebeğinin karnını doyurursun olur biter. Onun senden esas beklediği mideyi değil, ruhunu doyuracağın sevgi dolu kucaklar.

Instagram: www.instagram.com/bebekolduannedogdu

Facebook: www.facebook.com/bebekolduannedogdu

Yazının devamı...

Sevilen çocuk eşittir mutlu birey

Mir Kaya'ya hamile kalmaya karar verdiğimde (Artık hepimiz çocuk sahibi olmak için bir zaman dilimi belirliyoruz, öncelikle şartları ve kendimizi hazırlıyoruz.) kendimi bu konuda geliştirebilmek için bolca okudum, etrafımdaki doktorlara, pediatristlere, psikologlara, pedagoglara bilmediklerim hakkında danıştım, aklıma yatan bilgileri kendime aldım, bana uzak fikirleri beynimin beri tarafına öteledim. Ve öğrendiğim en yararlı gerçeklik; kendi çocukluğumu çözümleyemezsem, çocukluğumda yaşadıklarımı farkına varamazsam, çocuğuma ne hissettireceğimi ve geleceğini ne şekilde etkileyeceğimi asla bilemem! 30 senedir beynime/ruhuma işlenmiş davranış kalıpları, filtreden geçmeden, çocuğumu yetiştirme tarzımda pörtleyiverir; kimisi doğru olur, kimisi yanlış... Ve ben, bunun ayrımına varamam!

"Ama geçmişime dönüp, ilk önce çocukluğumu, sonrasında ergenliğimi irdeleyebilirsem, o zaman kendimi ve çocuğumu evren için sevgi dolu bir birey olarak yetiştirir; bu toplumu ileriye taşıyabilirim." diye düşündüm ve o günden sonra çocuk gelişimini ikinci aşama olarak bir kenara bırakıp, öncelikle kendim ve geçmişimle ilgili çözmem gereken soru işaretlerime odaklanmaya karar verdim.

Evet; mutlu bir hayatım vardı, kendimi sevdiğimi düşünüyordum, kendimle gurur duyuyor ve kendimi onaylıyordum ama gerçekten mi? Tüm hamileliğimi, kendimle ilgili farkındalığımı arttırarak geçirdim. Ömrüm boyunca devam edeceğim, geçmişimi şeffaf bir şekilde sorgulamamı sağlayan nefes eğitimim, hamileliğim sırasında bana yol gösteren Reiki eğitmenim, huzurlu bir yaşam için Piki egzersizlerim, kolay bir doğum için yoga, doğum meditasyonu çalışmalarım derken oğluma ve anneliğe hazırdım!

İnsanların geleceğini, yaşayacağı hayatlarını, geliştirdikleri kişiliklerini, yapacakları seçimleri daha anne karnından itibaren onlara karşı tavırlarımız belirler. Doğum sırasındaki travmaları, iletişim kurmaya çalıştıkları gözlem dönemleri (bebeklikleri), ilk yılları (çocuklukları) yani aile hayatları geleceklerini şekillendirmekteki en önemli etkendir. Benim de Mir'i büyütürken bolca yanlışlarım olacak ama her farkına vardığımda tekrarlamamak için çaba göstereceğim. Kimi zaman göremeyeceğim bile hatalarımı ama ne olursa olsun, onun "sevginin ta kendisi" olduğunu, sevilen ve onaylanan bir bebek/çocuk/insan olacağını ona hissettireceğim. Doğduğu ilk andan itibaren onun bireyliğini kabul ederek yaşıyorum. Ona sadece sevgi beslemiyorum, ona saygı da duyuyorum. Ona bilincimin bir yerlerine yerleşmiş, kalıplaşmış yanlışlarla değil, düzeltmeye çalıştığım bilgilerle yaklaşmaya çalışıyorum. Elimden geldiğince mutlu bir çocuk yetiştireceğim çünkü benim için başarının tek cevabı "mutluluk". Okul hayatında birinci olmanın önemini, kürsülerdeki alkışları, iş hayatındaki saygınlığı, her konuda mükemmel olma isteğimi çoktan bıraktım. "Mükemmel" kelimesinin anlamı, geçmişimi araştırmam/kendimi geliştirmem süresince manasını yitirdi. Artık tüm çocuklar (bireyler) için tek bir dileğim var; mutlu (huzurlu, sağlıklı) olmaları.

İşte siz de bu köşede kimi zaman hamileliğimi nasıl rahat geçirdiğimi (neden klasik gebelik sorunları olan mide bulantısı/yanması, bel ağrısı vs. yaşamadığımı), normal doğuma nasıl hazırlandığımı, kimi zaman ise oğlumla olan ilişkilerimden yansımaları okuyacaksınız. İlerleyen günlerde de karnımdaki veletin/Atlas'ın hayatımıza dahil olmasıyla beraber kardeşlik ilişkilerini ve bir ebeveyn olarak iki oğluma yaklaşımlarımı bulacaksınız. Eh tabii bir de hayatımızın en gereksiz ama bu toplumun yetiştirilme tarzıyla, yaşamımızın en önemli parçası haline gelmiş, olmazsa olmazımız "el alem" de burada olacak. Her konuda bilirkişi olan, ağzına bir türlü fermuar çekemediğimiz el.

Sizlere Melis anne olarak, "Merhaba" diyorum, en heyecanlı ve zor olanından... Nasıl ki; ilk iş gününde elini-ayağını nereye koyacağını bilemezsin, çaktırmadan etrafındakileri süzer ve kendine sıcak bir gülümseyiş ararsın ya... Benim de parmaklar ve klavye birbirine karışmış durumda, bilgisayardan tatlı bir tebessüm arıyor ve mutlulukla, ilerleyen günlerde, huzurlu paylaşımlar yapmak için sabırsızlanıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.