SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Kendini arama duygusu

Can Sarıçoban ‘Düşler ve Hiçlik’ adlı ilk kitabıyla okuyucuyu 'uzaklardaki bir geçmiş ve gelecek' arasına sıkışmış gencecik bir delikanlının gözünden, kimi zaman neşeyle, kimi zaman hüzünle, kimi zaman da nefesini tutarak eşlik edeceği eşsiz, ömre bedel bir yolculuğa çıkarıyor. Kitabın hikayesini ve hayatına dair diğer detayları kendisiyle konuştuk...

- ‘Düşler ve Hiçlik’ adlı kitabınızdan bahsedelim öncelikle... Hikayesi ve sizin için ifade ettikleri neler?

Aslında birçok şeyi aynı anda ifade ediyor diyebilirim. Uzun yıllar yaşadığım farklı ülkeler ve farklı şehirlerde düzenli olarak günlük tutmayı ihmal etmedim. Bunlardan yola çıkarak bir hikaye oluşturmak ve onları değerlendirmek istiyor, bir yandan da o yıllardaki ruh halinden tamamıyla kurtulmak, bir nevi zehri atmak istiyordum. Elbette geçmişte yazdıklarım, yalnızca yola çıkış noktaları oldu sonrasında hikaye bambaşka yerlere evirildi. İkinci olarak ise bir kitabı baştan sona yazma disiplinini elde etmek, bunu pratiğe dökmek istiyordum. Yıllardır buna içten içe bir karar vermiştim ve bu kararı geciktirmiş olmak beni huzursuz ediyordu. Son olarak da gelecekte yeniden yazmam gerekirse artık bu konuda daha yüksek bir motivasyon ve özgüven sahibi olduğumdan işlerin daha kolay olacağını düşünüyorum. Bunlar elbette rasyonel açıdan baktığımda karşıma çıkan cevaplar. Bunun dışından kitabı okuyanlardan aldığım geri dönüşler daha önemli oldu benim için. Genel olarak sürükleyici ve etkileyici bir hikaye yapısı olduğundan ve kitap bittiğinde kendilerinde duygusal olarak güçlü bir yer edindiğinden bahsedildi. Bunlar da sevindirici elbette.

- Kitabın baş kahramanı Atilla ile tanışma ve onu yazma hissiniz nasıl oluştu?

Romandaki anlatıcı ve Atilla tamamen hayali karakterler olsa da onları oluştururken hem geçmiş deneyimlerimden hem de çevremdeki insanlardan yararlandım. Bunlara çeşitli eklemeler yaptım. Bir tür sentezin soncunda ortaya çıktılar. Günümüzde şehirli; yetiştirme tarzına bağlı olarak, hem zayıf kalmış karakterleri, hem de kötücül özelliklerin ön plana çıkmış karakterleri, abartma sanatı kullanarak somutlaştırdım diyebilirim.

- Kitabınızda kaleme aldığınız kaybolma ve kendini arama duygusu yaşadınız mı?

Tam olarak romandaki baş karakter şeklinde olmamakla birlikte, elbette hayatımın belirli bir döneminde, özellikle de yirmili yaşlarımın başlarına kadarki yıllarda, kaybolma ve kendini arama duygusunu kesinlikle yaşadığımı söyleyebilirim. Bunun can yakıcı olduğu kadar sonraki yıllarım için son derece yararlı olduğu da bir gerçek. Bir süre için her şeyden uzaklaşarak hayatınız üzerine düşündüğünüzde ve bunları yazılı hale geçirdiğinizde, gelecek üzerine bir tür içgüdüsel yol haritasını da çıkarmış oluyorsunuz. Yanlış karar verme olasılığınız azalıyor, güdüleriniz ve mantığınız daha az çelişir bir hal alıyor.

- Hem bir sanatçı, hem de bir yazar olarak evrendeki görevinizin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Kendimi sürekli olarak geliştirmek ve daha fazlasını öğrenmek için elimden geleni yapıyorum. Kendimi asla yeterli görmeksizin hem akademik hem de entelektüel olarak ilerlemek için çaba sarf ediyorum. Elbette, ‘Ben kimim ve neden buradayım?’ sorusunun cevabını kesin olarak asla bilemeyeceğiz. Belki hayatta ne kadar ilerlersek ilerleyelim, bu muğlak sorunun cevapsızlığı bazen moralimizi bozacak. Çünkü bunun etkisine çok girecek olursanız, hiçbir şey hakkında fikir sahibi olmamak ile çok şey bilmek arasında hiçbir farkın olmadığını düşünme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Bu nihilist bakış açısını yok saymanın en büyük ilacı bir tür ödev edinmeniz. Kendimi sürekli geliştirmeye çaba sarf ederek ve çevremi de beslemeye özen göstererek, daha doğrusu yararlı işler yaparak ve yararlı hazların peşinden koşarak kendi yarattığım ödevleri yerine getirmeye çalışıyorum. Gelecekte de bu yönde eserler bırakmak en büyük hayalim.

- Siz aynı zamanda bir fotoğrafçı olarak tanınmış bir isimsiniz. Fotoğraf çalışmalarınızdan söz eder misiniz?

Fotoğraf üzerine yüksek lisansımın ardından bir süre Paris Moda Haftası’nda fotoğrafçı olarak çalıştım. Ayrıca farklı konser ve etkinliklerde fotoğrafçılık deneyimlerim oldu. Ancak Fine-Art fotoğraf dünyasına girişim, 2013’te Paris’teki ilk sergimle başladı. Çevre banliyölerindeki parklar ve ormanlarda çektiğim fotoğraflardan oluşan ilk sergim ‘Le Paysage De La Solitude’ oldu. Ardından Doğu Karadeniz’de çektiğim fotoğraflardan oluşan ikinci sergimi yine Paris’te gerçekleştirdim. 2014’ün sonunda İstanbul’a dönüş yaptıktan sonra ise Gama Galeri ile anlaştım ve her sene en az bir solo sergi projesi yapmaya gayret gösterdim. Yıllar içerisinde işlerim, klasik peyzaj fotoğraflarından siyah-beyaz portrelere oradan da daha renkli, post modern öğeler içeren işlere doğru bir evriliş sergiledi. Biçimsel olarak farklılaşmalarına rağmen ortak bir auraya sahip olduklarını düşünüyorum.

- Ayrıca kişisel sergileriniz de devam ediyor mu?

Bu sene Ekim ayının başında sekizinci solo projemi sergileyeceğim. Çekimlere en kısa zamanda başlamayı planlıyorum. Doğayı ve insan bedenlerini bir araya getirmeyi düşünüyorum. Bu kez yapı bozumdan biraz olsun dönüş yapıp, yeniden modern fotoğrafa yakın olacağımı zannediyorum.

Yazının devamı...

Ev güvenliği teknolojileri

İçinde bulunduğumuz modern dünyada, ‘güvenlik’ öne çıkan kavramlar arasında... Dolayısıyla akıllı teknolojiler, pek çok konuda olduğu gibi kişisel güvenliğimizde de devreye giriyor. Artık evinizi ses gücüyle kontrol etmeye, akıllı kilitlerle eve anahtarsız girmeye, iç dış mekan kameraları ve alarmlarla huzurun keyfini çıkarmaya hazır olun. Ev teknolojisindeki en son yenilikleri konusundaki tüm detayları Yale Akıllı Konutlar Başkan Yardımcısı Kate Clark ile konuştuk.

- Dünyada trend olan yenilikçi akıllı ev teknolojilerinin özelliklerini anlatır mısınız?

Tüketicilere sorunsuz bir kullanıcı deneyimi sunmak üzere birlikte çalışabilen ev teknolojisi çözümleriyle gelecekte dünyamız her zamankinden daha bağlantılı olacak. Bu, markası ne olursa olsun birden fazla ürünü bir arada kullanabileceğimiz anlamına geliyor. Örneğin, bir sağlayıcının akıllı kilitleri, diğer markaların kapı zillerine, güvenlik kameralarına ve ev alarmlarına bağlanabilecek, hepsini tek bir uygulama üzerinden çalıştırmak ve tercih edilen sesli asistan tarafından etkinleştirmek de mümkün olacak. Dolayısıyla markalar arasındaki stratejik ortaklıklar da artacak. Biz de, tüketicilere ek işlevler ve faydalar sağlamak amacıyla sesli asistanları ve en iyi ev paylaşım platformları gibi güvenilir iş ortaklarına önem veriyoruz.

- Yeni ev teknolojilerinin bize hayatı nasıl kolaylaştırdığını anlatır mısınız?

Uluslararası araştırmalara göre, tüketicilerin yüzde 84'ü yoğun hayatlarını kolaylaştıracak akıllı ev çözümlerine ilgi duyuyor, yüzde 85'i de bu tür ürünleri evlerini güvence altına almak için kullanmak istiyor. Akıllı ev teknolojileri evinizi sesinizin gücüyle kontrol etmekten, akıllı kilitlerle eve anahtarsız erişim sağlama (ve erişim verme) imkanı tanımaktan, evinizin iç ve dış mekan kameraları ve alarmları ile güvenli olduğunu bilmenin gerçek huzurunun keyfini çıkarmaya kadar, günlük yaşamı basitleştirmek ve zamandan tasarruf etmek için tasarlanıyor.

- 180 yıllık bilginiz ışığında size göre dijital dönüşüm dünyasında güvenlik teknolojilerinde başka hangi konular öne çıkacak?

Dünya giderek dijitalleştikçe ve hayatlarımızdaki tempo yoğunlaştıkça, tüketicilerin her gün karşılaştığı sorunları çözmek için markaların uzun yıllar içinde geliştirdiği güvenlik uzmanlığı ve yenilikçi ruhlarını kullanmaları daha önemli hale geliyor. Akıllı kilitler ve uygulamalar, zaman baskısı altında yaşadığımız hayatlarımızı kolaylaştırmak için eve kargo teslimatı, kısa süreli ev kiralama, temizlik veya bebek bakıcılığı gibi hizmetler dahil olmak üzere çok çeşitli benzersiz imkanlar sunmaya olanak sağlayacak. Akıllı kilit sahipleri, ulaşmayan kargo teslimatları ve uygunsuz teslim alma konumları gibi gündelik zorluklar konusunda artık endişelenmek zorunda kalmayacaklar.

- Siz teknolojik ve tüketici beklentilerini nasıl karşılıyorsunuz?

2020 yılı, tüketici davranışı açısından dönüştürücü bir yıl oldu. Biz de inovasyonu önceliğimiz olarak belirledik. Son yıllarda, büyük ölçüde tüketicilerin modern ve dijitalleşen yaşam tarzına uyacak son derece yenilikçi akıllı ev güvenlik çözümlerine yönelik artan talebini karşılamaya odaklandık. Mekanik güvenlik sektöründeki dijitalleşme büyümeye devam ederken, diğer markalar gibi misyonumuzu onların ihtiyaçlarını karşılamak için sunduklarımızı yenilemek ve sürdürmek olarak belirledik.

Yazının devamı...

Mersin’in üreten kadınları: Mersin Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi

Geçtiğimiz yıl sekiz kurucu ortak tarafından kurulan ‘Mersin Kadın Girişimi Üretim ve İşletme Kooperatifi’, tarım, turizm, tekstil, gıda ve hediyelik eşya satışı gibi pek çok projeyi bünyesinde barındırıyor. Kooperatif, gıdada doğa dostu üretimi desteklemek ve kente özgü yerel tohumların ve tarımsal ürünlerin korunmasını sağlamayı amaçlıyor. Tabii ki, merkezinde kadınlar var... Mersinli kadınların ürettiği tarım, gıda, tekstil ve hediyelik eşya üretiminin ve organizasyonun yapıldığı, kooperatifin kurucu başkanlığını da yine bir kadın yürütüyor: Meral Seçer… Kendisinden kooperatif ile ilgili detayları konuştuk.

- Kooperatifinizin kuruluş hikayesi nedir?

Kooperatifimiz, geçtiğimiz yılın Kasım ayında 8 kurucu ortak ile kuruldu ve hemen ardından ‘Mersinden’ markası ile üretime başladık. Bildiğiniz gibi, üretim ve ürettiğimiz ürünlerin sürdürülebilir bir şekilde ekonomiye kazandırılması, tüm Türkiye’nin olduğu gibi kentimizin de öncelikle ele alması gereken konuların başında geliyor. Bu anlamda yeni dönemle birlikte özellikle kadın üreticiler ayağında bu konunun üzerine çalışmalar ve projeler yapılması gerekliliğini gördük. Kuruluşumuzun hemen ardından bir çok alan da kadınlara istihdam yaratabileceğimiz üretim çalışmalarımıza başladık.

- Üretici kadınlarla buluşmanız nasıl gerçekleşti?

Mersin Büyükşehir Belediyesi Kadın ve Aile Hizmetleri Dairesi’nin ‘Gönüllülük Şubesi’yle birlikte Mersin’in 13 ilçesinde toplantılar düzenledik. Bu toplantıların amacı geniş coğrafyada farklı doku ve kültürlerde yaşayan kadınların sorunları, üretim alanları, ürünlerini hangi şart ve ortamlarda ekonomik kazanca dönüştürdükleri, bununla birlikte bu süreçte maksimum fayda elde edebilmek anlamında ihtiyaçlarının neler olduğunu tespit etmekti. Kadınlarımızla görüş alışverişinde bulunduk. Görüşmeler sonucunda yöremizdeki kadın emeğini değerlendirip, örgütleyip, var olan ya da yeni üretilecek ürünlere bir marka değeri katıp katma değere dönüştürecek, kadının sosyal ve ekonomik alanda var olmasının yolunun kooperatifleşmeden geçtiğine karar verdik. Kooperatifimizi bu düşünceler temelinde kurduk.

- Henüz çok yeni olan bu oluşum için 2020 nasıl geçti?

2020 yılı, kooperatifimiz için üretim yılı olduğu kadar stratejilerimizi ve sistemimizi de oluşturduğumuz bir yıl oldu. Bu amaçla geçtiğimiz Şubat ayından itibaren 71 katılımcımız ile tam 19 hazırlık toplantısı ve sonrasında yaptığımız çalıştay ile birlikte 2021-2024 dönemi stratejik planımızı hazırladık. Toplam 10 ortakla devam ettiğimiz 2020 yılında yaptığımız faaliyetler ile 305 kadının hayatına dokunduk. Birlikte üretimler yaptık. Eğitimler düzenledik. Ve hazırlamış olduğumuz stratejik planımızda da belirttiğimiz gibi amacımız 2024 yılı itibari ile 100 kadın ortak ve birlikte çalışacağımız kadın sayısında 1000‘e ulaşmak.

- Bu süreç için üretim alanınızı nasıl belirlediniz?

Üretim alanlarımızdan biri Silifke’nin Atayurt Beldesi. Buradaki en önemli motivasyonumuz, 1936 yılında Atatürk tarafından kurulan ilk Tarım Kredi Kooperatifi’nin ve kooperatifçiliğinin sembolü Gazi Çiftliği binasının burada olması. Tarihsel olarak baktığımızda, Mustafa Kemal Atatürk, milli mücadelenin ardından Cumhuriyet’i kurduğunda Anadolu’da her alanda topyekün ayağa kalkma hamlesi başlatır. O dönemde ülkenin yaşadığı zor koşullar içinde kalkınma aracı olarak kooperatifçiliği görmüş ve bu alanda büyük uğraşlar verir. Mersin’e yaptığı gezi sırasında Silifke bölgesinde satılık olan bu çiftliği 36 bin liraya bedelini kendisi ödeyerek satın alır.

Çiftlik, bakımsız ama içerisinde temiz su kaynağı bulunan 12 bin dönümlük bir araziydi. Ankara’ya döner dönmez çiftlikte neler yetiştirilebileceğine dair araştırmalar yapar. Yurt dışından kaliteli pamuk tohumu getirtip Silifke’ye gönderir. Çıkan pamuk uzun elyaflı ve kalitelidir. Bunlarla birlikte jüt, keten gibi lifli ürünleri de ektirir.At, keçi, tavuk, inek, koyun gibi hayvanların seçme ırkları bu çiftlikte çoğaltılmaya başlanır. Traktör ve tarım makineleri Anadolu’da ilk kez burada kullanılmaya başlanır. Bu fikirler ışığında 1936 yılında kooperatif kurmak için dilekçe verilir. Ve böylece Anadolu’da kooperatifçilik fitilinin ilk ateşlendiği yer Silifke Gazi Çiftliği olur.

- Mersin Büyükşehir Belediyesi’nden destek gördünüz mü?

Evet... Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin işbirliği protokolü ile çiftlik binası, kooperatifimizin de içerisinde yer aldığı, kadınların buluşup sosyalleşebilecekleri, kooperatif toplantılarının yapıldığı, çocukların ihtiyaç duydukları teknolojiye ulaşabildikleri, eğitim, atölye, kütüphane alanlarıyla da bilimin, eğitimin ışığında kadın üreticilerimize ve çocuklarına, Ata mirasını gelecek nesillere aktarabilmeleri yönünde yol açıldığı bir merkez haline getirildi.

- Kooperatifiniz şu an hangi projeleri yürütüyor?

Kuruluşumuzu yapar yapmaz ilk faaliyetimiz, süs bitkisi yetiştiriciliğine konu ile ilgili eğitimleri alan 20 kadın ile başlamak oldu. Yaklaşık 1.5 milyon adet çiçek üretimi yaptık. Tekstil alanında da yaklaşık 20 kadın işbirlikçimizle birlikte faaliyet gösteriyoruz. Kooperatif ortağı hocamız ile dışarıdan alınan özellik iş kıyafetleri olmak üzere siparişe göre her türlü tekstil üretimi yapılıyor.

Gıda üretiminde de ana hedefimiz Mersin’e özgü, spesifik veya coğrafi işaretli ürünler ile üretimde bulunmak. Bunun yanında diğer bir belirleyicimiz geleneksel yöntemlerle ve temiz üretim ile üretilmiş olması. Bu alanda çıkan ürünlerimiz şu anda sosyal medya hesaplarımız, yerel yönetimler, butik satış mağazaları aracılığı ile satışı yapılıyor.

- Kooperatifin öne çıkan yöresel ürünleri hangileri?

Atalık tohumdan üretilen sarı buğdaydan yapılan bulgur, un, erişte... Yine Ata tohumundan ekilen Kisecik köyünün yerli domateslerinden domates konservesi, Torosların kendiliğinden yetişen harap vişnesinden yapılan Vişne reçeli, organik tarım ürünü şeftali reçeli, Silifke’ye özgü Çilek reçeli, incir reçeli, andız pekmezi, Akdeniz güneşinde kurutularak yapılan domates salçası, Toros konar-göçerlerinin çerezi kavurga, Mut ilçesine özgü fıstıklardan üretilen fıstık ezmesi en özel ürünlerimiz arasında yer alıyor. Bu yıl ürün çeşitlerimiz artarak devam edecek.

- 2021 yılında faaliyete geçireceğiniz projeleriniz var mı?

Öncelikli projemiz, Darısekisi Köy Projesi... Toroslar’da bir dağ köyü olan ve şimdilerde ise Darısekisi Mahallesi olarak geçen bu bölgenin kadim kültürü olan konar-göçerlerin de yaşam tarzının yaşatıldığı ve tanıtıldığı bir turizm alanına dönüştürülmesi için çalışmalarımızı başlattık. Burada da bölge kadınları ile yöresel üretimler yapılacak. Organik tarım, toprak ve suya dair başta olmak üzere kadın ve çocukların ihtiyaç duydukları eğitimlerin verileceği bir alan planlıyoruz. 2021 Haziran ayı itibari ile faaliyete geçireceğiz.

Bir diğer proje, Uluslararası Göç Örgütü ve Mersin Büyükşehir Belediyesi ile birlikte başlatılan güneş enerjisi ile çalışan kurutma alanı projesi. Burada yaklaşık 25 kadınişbirlikçiile birlikte bölgeye özgü ürünler kurutularak satışa sunulacak. Şu an kurulma aşamasında, Mart ayı itibari ile faaliyete geçmesi planlanıyor. Ayrıca Toros Dağları’nda hayvancılık yapan veya bu yetiştiriciliği öğrenmek isteyen 100 kadına kaz civcivi vererek dönem sonunda kadınlar tarafından yetiştirilen kazların satışa hazır hale getirilmesini sonrasında satışını hedefliyoruz.

Yazının devamı...

Hollywood’un yıldızı Türk: Mustafa Yazıcıoğlu

Türkiye’de yaptığı akademik kariyerinin sonucunda sektördeki uzmanlığı ile tanınan ve bilinen Türk besteci Mustafa Yazıcıoğlu, yer aldığı projeler ile dünyanın da önde gelen isimleri arasında anılıyor. Film müziği çalışmalarına Amerika’da başlayan ve kariyerini Los Angeles’ta sürdüren Yazıcıoğlu, ilk deneyimini 2005 yılında yönetmenliğini ‘Yüzüklerin Efendisi’ üçlemesinin yönetmeni Peter Jackson’un yaptığı ‘King Kong’ filmindeki asistanlığı ile yaşadı. Türkiye’deki ilk uzun metraj film çalışmasını, 2010 yılında yönetmenliğini Ahmet Faik Akıncı’nın yaptığı ‘Kubilay’ filmi ile gerçekleştirdi. Yazıcıoğlu, bugünlerde film müziği alanındaki en büyük projem dediği Oscarlı aktör ve film yapımcısı Forest Whitaker’in yapımcılığını, Alex Ardenti’nin de yönetmenliğini üstlendiği ‘The Driver’ filminin müziklerini besteliyor. Şimdilerde yeni single'ı M.O.N.O.L.O.G.U.E'un heyecanını yaşayan Yazıcıoğlu ile müziğe ve yeni projelerine dair konuştuk...

- Öncelikle müzik yolculuğunuz nasıl başladı?

1981 yılında Polonya’nın Varşova kentinde doğdum. 7 yaşımda ailemle birlikte Türkiye’ye geldim. Müzik eğitimime 6 yaşımda piyano dersleri ile başladım. 15 yaşıma kadar klasik piyano repertuvarı çaldım. Daha sonra Prof. Dr. Elsner Barteleo ile bestecilik, kompozisyon ve orkestrasyon çalışmaya başladım. İlk bestelerimi solo piyano için bestelemeye başladım. Lise dönemimdebir yandan Feyza Sönmezöz ile piyano çalışmaya devam ederken bir yandan da Prof. Dr. Server Acim ile kompozisyon, armoni ve orkestrasyon çalışmaya devam ettim. Onunla çalışırken kendisinin ilk tiyatro müziği çalışmalarına da tanıklık ettim. Görüntü ve müziğin büyülü dünyası beni içine almıştı. Çocukluğumun kült filmi, ‘Geleceğe Dönüş’ üçlemesindeki Alan Sylvestri imzalı filim müzikleriyle tanışmak film müziği besteleme isteğimin asıl oluşmaya başladığı ve tutkuya dönüştüğü dönem oldu.

- Hayallerinizin giderek büyümeye başladığı dönemde kariyer planlarınız nasıl değişti?

Lise bittikten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’ni kazandım ancak devam etmedim. 1 yıl sonra Yıldız Teknik Üniversitesi Duysal Sanatlar Kompozisyon Bölümü’nü kazandım. Üniversite hayatımın ilk yılında internet ile tanıştım. Aslında internet bana müzik kariyerim konusunda yeni kapıları aralamış oldu. Türkiye’de film müziği besteciliği konusunda yapmış olduğum araştırmalardan yeterli sonuçlar alamamıştım. Bu alanın akademik bir alan olduğunu Amerika’daki okulları araştırırken farkına vardım. Üniversitenin 3. sınıfındayken Kanada’daki bir Türk arkadaşım sayesinde Türkiye dışında bir okulda daha eğitim alabileceğimi ve Amerika’da 'Thornton School Of Music’te film scoring eğitimleri verildiğini öğrendim. ‘Film Scoring’ hakkındaki ilk bilgileri online eğitim alarak bu üniversitede aldım.

Sektörde tanınmış film müziği bestecilerinin online seminerlerine katıldım. Daha sonra Berklee College Of Music’in ‘Film Scoring’ bölümüne başvuru yaptım. Başvurum kabul edildikten sonra hayatımın asıl serüveni başlamış oldu. Sektörde yer almaya başladığım projelerde bu işin ne kadar disiplin gerektiren bir iş olduğunu anladım. Türkiye’ye döndükten sonra aynı departman kültürünü ve çalışma şeklini burada sektör içinde uygulamaya başladım ama beklediğim gibi bir gidişat olmadı. Bu doğrultuda hedefim, mesleğimin sektörel gereksinimlerini dünyanın kabul ettiği standartlarda devam ettirmek ve bunu kendi ülkemde de sağlamak.

- Amerika ve Türkiye olarak her iki ülkede de çalışmalarınızın devam edeceğini anlıyoruz. Çalışmalarınızı nasıl yürütmeyi planlıyorsunuz?

Çalışmalarım her iki ülkede de devam ediyor. Amerika'da Los Angeles / California’da stüdyom var. Türkiye’deyken de internet yoluyla Amerika’daki işlerimi yürütebiliyorum. Türkiye’de de bir stüdyo kurma hazırlıkları içerisindeyim. Stüdyo sadece bana özel bir alan olmasının yanı sıra anı zamanda diğer sanatçıların ve eğitim almak isteyen öğrencilerin de katılım gösterip ayrıcalıklı hissedebileceği bir yapı olacak.

- Sizi en doğru tanımlayan ünvan nedir? Hangi alanlarda aktif çalışmalarınız var içeriğinden bahsedebilir misiniz?

‘Film Müziği Bestecisi’ beni tam olarak anlattığına inandığım tek ünvan. Bir film, dizi, belgesel vb gibi projelere müzik yazma dışında bir sanatçıya şarkı besteleyip vermek, sanatçının kendi şarkısına aranje yapmak da diğer faaliyet alanlarım. En büyük tutkularımdan biri de özellikle Amerika'daki ‘West Coast Rap’ ve ‘Hiphop’ sektöründe yer alan sanatçılara ‘beat’ denilen alt yapıları çok yaptım ve hala en büyük tutkum...

Projelerden bağımsız kendi albüm ve single çalışmalarımı da yapıp yayınlıyorum. Yeni dönemde başta piyano olmak üzere çaldığım diğer enstrümanlarla da performans videoları çekip bunları hem albüm hem de video konser konsepti ile yayınlıyor olacağız. M.O.N.O.L.O.G.U.E adında yeni single’ım çıktı birkaç gün önce. Single, kendi dağıtım şirketimiz olan Dijitalent Records etiketiyle tüm dijital platformlarda yayınlandı. Beni çok heyecanlandıran, yine önümüzdeki günlerde imzalanacak çok önemli bir proje.

- Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz?

Anlatımcı, betimleyici. Bir filmde müziklendirdiğim sahnenin atmosferini müzik ile ifade etmeye çalışmak öncelikli amacım. Her film ya da her sahne özel bir melodiye ihtiyaç duymayabilir ama her filmin ya da sahnenin bir atmosferi vardır. Bu durum benim için film müziğini diğer müziklerden ayıran başlıca etmendir. İyi müzik iyi bir film müziği demek değildir.

- Sektörel anlamda buna benzer çalışmalar devam edecek mi?

Kesinlikle her zaman devam edecek üretmeye devam ettiğimiz müddetçe her zaman paylaşmalıyız zaman ayırmaya çalışmalıyız. Kendimize kattığımız en son yeniliğimiz kitabı destekleyecek tamamen Türkçe içerikli ‘film müziği’ ana başlığı ile müzik eğitimi ve stüdyo eğitimleri yaptığım bir Youtube vlog kanalı açtık.

- Bir de yayınlanmış bir kitabınız var: Film Müziği Teknikleri... Ondan da kısaca bahseder misiniz?

Kitabın yayınlanmasındaki amaç, bu alanı daha bilinir ve ulaşılabilir hale getirmekti. Bireysel amacım ise genç kuşak için rol model olmak ve sektörde bir ilk olmasıydı ve bunu gerçekleştirdim. En hoşuma giden bir tarafı da beni öğrencilerle yakınlaştırıyor. Misyonum ise gençlerin yolunu açmak, onlarla bu alanda deneyimlerimi paylaşmak. Birbirimizle etkileşimimiz çok güzel bir sinerji oluyor ve bana da daha çok itici güç oluyor.

Yazının devamı...

Ev-ofislerde pandemi stili

Ev-ofis kavramının güçlenmesi ve dijital dünyaya hızlı bir şekilde adapte olmaya başlayınca rahat ve özgür çalışma ortamları yükselişe geçti. Evden çalışma, işini evden yönetmek, evde moda, evde şık giyim gibi kavramlar hayatımızın merkezi haline geldi. Peki, bu yükseliş evden çalışma sisteminde giyim tarzımızı nasıl etkiledi? Ev giyim modasındaki son trend belirleyiciler neler oldu? En önemlisi ise bu süreç iş motivasyonumuza nasıl yansıdı? İletişim, Marka ve İmaj Danışmanı, Dr. Burçak Ilıman yanıtladı...

- Evden çalışma sistemi çalışanların stilini nasıl etkiledi?

Dünya Sağlık Örgütü'nün Covid-19'u salgın ilan etmesinin üzerinden 11 ay geçti. Birçoğumuz aniden evden çalışmaya geçiş yaptık ve yepyeni bir döneme başladık. Nasıl iletişim kurduğumuz, bağlantı kurduğumuz ve yarattığımız ‘karma’ bir çalışma tarzı geliştirdik. Ofislerimiz sanal oldu, günlük sosyal etkileşimleri kaybedersek bunun ne anlama geleceğini ilk bir hafta çok sorguladım. Şimdi geldiğimiz noktada yapılan araştırmalar gösteriyor ki çalışanların çoğu, eski çalışma tarzına asla geri dönmek istemiyor. Yalnızca yüzde 12'si tam zamanlı ofis çalışmasına dönmek isterken yüzde 72'si hibrit uzak ofis modelinde devam etmek istiyor. Tabii ki, bunu yıllardır yapan insanlar da var. Her sabah işe gidiyor gibi kalkıyor ve üzerini değiştiriyor kendi için ayırdığı çalışma alanında güne başlıyor.

Evden çalışma sisteminin pandemi sonrasında yaygınlaşması, markaların ‘ev giyim‘ koleksiyonları hazırlamasını hızlandırdı. Özellikle dijital toplantılarımız için üstümüze giydiğimiz bluz, ceket ve aksesuarlar daha da önem kazandı. Hatta bazı markalar yeni evden çalışma stilimizle ilgili #altıevüstüiş diyerek eğlenceli bir reklam kampanyası bile hazırladı.

İnternetten satışın ve E-ticaretin de patlama yaptığı bu dönemde yapılan araştırmalar en fazla; ev kıyafeti, pijama takımı, eşofman takımı, terlik gibi rahat giyim ürünlerinde bir artış yaşandığını gösteriyor.

Ne kadar çalışıyor da olsak mutlaka rahat etmek istiyoruz bu sebeple satın aldığımız kıyafetlerin kumaşlarının elastik olmasına önem verdik. Çok kalın ve kaba kumaşlar yerine yumuşak ve elastik kumaşlardan yapılan giysiler tercih ettik. Bununla birlikte hareket kabiliyetimizi kısıtlayıcı her şeyden uzak durduk. Benim tercihim rahat bir tayttı mesela herkesin tercihleri farklı olabilir.

- Evden çalışma sistemindeki giyim tarzı iş motivasyonunu nasıl etkiliyor?

İş için uygun şekilde giyinmek aslında bizim odaklanmamızı da artırıyor. Evinizde uzanmanız gerektiğini hissettiren bir şey giyiyorsanız, tüm odağınızı işinize vermek tabii ki zor olacak. Ama şunu biliyoruz ki her gün işe pijamalarımla gelsem, işimi iyi yapmak için motive olmakta zorlanırım. İşiniz için giyinme şekliniz, çalışmak için ne kadar motive olduğunuzu ve dolayısıyla ne kadar üretken olduğunuzu da etkiler.

Giydiğiniz şeyin davranış ve performansınızı etkileme olasılığını hiç düşündünüz mü? Belki bunu sporla ilgili duymuşsunuzdur, ancak gerçekte sporun çok ötesinde psikolojik olarak da değerlendirilmeli diye düşünüyorum.

Bütün gün pijamalarınızla evde dinlenmeyi seçtiğiniz bir günü düşünün ve bunu kasıtlı olarak iyi giyindiğiniz bir günle karşılaştırın. Birbirinden nasıl farklı değil mi?

Herkes aynı şekilde etkilenmeyecek olsa da, giydiğiniz şeyin davranışınızı ve genel performansınızı etkilemesinin birkaç yolu var; giysilerimizin zihnimiz üzerinde etkisi gerçekten büyük. Eğer motivasyonumuzu olumlu etkilemesini istiyorsak, erkenden kalkmalı rahat, şık ama fonksiyonel kıyafetlerimizden seçerek güne başlamalıyız.

- Evde rahat ve şık giyinmek mümkün mü?

Artık hem evlerimiz hem ofislerimiz olan yaşam alanlarımızda şık görünmek ve aynı zamanda rahat olmak mümkün.

-Öncelikle kıyafetlerimizin içinden eleme yapacağız. Tüylenmemiş, eski, lekeli, solmuş veya yıpranmış olanlarını geri dönüşüm için dolabımızdan çıkartıyoruz.

-Giysilerimizin üzerimize oturması çok önemli. Genellikle rahatlık için biraz büyük aldığımız da oluyor. Ne çok bol ne de çok sıkı olmamasına özen gösterelim.

-Aksesuarlara yer açın, bir fular, bir kolye, bir bilezik veya güzel bir küpe... Küçük bir dokunuşla rahat kıyafetinizi sade görünümden şık hale getirebilirsiniz.

-Evde hepimizin giymekten hoşlandığı polar kıyafetleri dolaptaki yerine kaldırıyoruz. Polar pratik evet, ama şık değil maalesef. Onun yerine şuan moda olan triko takımları tercih edebilirsiniz. Pamuklu nervürlü örgüler sizi şık gösterecektir.

- İş hayatında en çok yaptığımız moda hataları neler?

Çoğumuz hayatımızın üçte birini ofislerde geçiriyoruz. Bu da demek oluyor ki, iş arkadaşlarımızı kendi ailemizi gördüğümüzden daha fazla görüyoruz. Neden bu zamanı uygun giyinmiş olarak geçirip, yükselme ve terfi şansınızı artırmayasınız? Neden gittiğiniz her yerde şık bir ayak izi bırakmayasınız. Genelde iş hayatında yapılan önemli birkaç hataya dikkat çekmek istiyorum.

-İlk önce işe tepeden başlamak gerekir. Giydiğimiz kıyafet ne kadar güzel ve modaya uygun olursa olsun, saçlara ve kişisel bakıma özen göstermemek iş dünyasında yapılan en büyük hataların başında gelir.

-Kişisel bakımdan başlamışken, mevsime uygun olmayan yani yaz ortasında kullanılan ağır baharat ve pudra kokan parfüm kullanımı da imajımızı olumsuz yönde etkiler.

-Kadınlar için önerim, özellikle 40 yaşın üzerindeyseniz çok uzun saçlara dikkat edin. Saçlarınızda katlı bir kesim deneyin. Yarısı beyaz ve bakımsız saçları olan biri ne kadar iyi giyinirse giyinsin olumsuz etki bırakır.

-Erkeklerin taranmış ve yağlı saçlardan uzak durması gerekir. En iyi seçenekleriniz için mutlaka işini iyi yapan bir erkek kuaförü ile görüşün. Yaşınıza ve yüz şeklinize göre fikir alarak kesim yaptırın.

-Baştan aşağı siyah giymek soğuk ve itici olabilir. Renkli bir bluzla güzel bir siyah etek giymek sizin için güzel bir seçim olacaktır. Harika bir çanta, renkli bir fular, topuklu ayakkabı veya erkekler için bir kravat veya cep mendili, nötr veya siyah bir takım elbiseye biraz canlılık katmanın harika bir yoludur.

-Harika bir iş çıkaran çalışansanız, bir noktada bir terfi isteyeceksiniz. Gardırobunuzla fazla ilgilenmemiş olabilirsiniz; sonuçta onlar zaten seni seviyorlar diye düşünebilirsiniz. Bu düşüncenin devam etmesi birçok fırsatı kaçıracağınız anlamına gelebilir. Gardırobunuzu başarı faktörü olarak görmelisiniz. Akıllı ve yerine göre giyinerek insanlara ciddiye alınacağınızı göstermek için fazladan zaman ayırın.

-Kıyafetlerinizin modası geçmişse, becerileriniz ve sunduğunuz hizmetlerin de modası geçmiş gibi görünebilir.

-Birisi size hangi parfümü kullandığınızı sorarsa ve sizden 5 metreden daha uzaktaysa, muhtemelen çok fazla sıkmışsınız demektir. Parfümü doğrudan cildinize ve giysilerinize çok kez püskürtmek yerine kokuyu havaya püskürtün, ardından içeri girip cildinize düşmesine izin verin. Bu, kokunun hafif ve kalıcı olmasına yardımcı olacaktır.

-İş dünyasında, işverenlerin ve müşterilerin ilk fark ettiği şeyler saçlarınız ve yüzünüzdür. Çok az insan soğuk, özensiz, dağınık görünen veya parfüm fabrikası gibi kokan biriyle iş yapmak isteyecektir. Sonuç olarak, bu profesyonel değil. Görünüşünüzün size iş, anlaşma veya istediğiniz terfiyi alamamanıza mal olmasına izin vermeyin.

- Dijital ortamlardan katıldığımız toplantılarda nasıl görünmeliyiz?

Covid-19 salgını birçok alışkanlığımızı değiştirdi ve iş dünyası devam ederken, farklı şekilde de olsa, uyum sağlamamız gerekiyor. Toplantılar yüz yüze değil genellikle dijital ve yüksek çözünürlüklü video üzerinden oluyor. Bu da demek oluyor ki, siz ve üzerinizdekiler net olarak görünüyor.

Dijital toplantılarımız için olmazsa olmaz, konuşacağınız izleyici kitlesi için giyinmektir. Bir yoga dersi düzenliyorsanız ya da spritüel bir toplantı yapıyorsanız, takım elbise giyip katılmanız doğru olmaz. Ve potansiyel bir yatırımcıyla toplantınız varsa sıradan bir gömlek ya da tişörtle toplantıya katılmamalısınız. Aynı kurallar sanal toplantı dünyasında da geçerlidir. Ama birçoğumuzun şimdiye kadar hiç düşünmediği başka kurallar da var...

-Desenler, çizgiler ve ekoselerden uzak durun. Küçük desenler videoda harelenebilir ve nesnelerin bir lunapark aynası gibi görünmesini sağlayabilir.

-Düz, cesur renkleri tercih edin. Ve cildinize biraz renk katın…

-Takılarınızın küçük olması önemli. Özellikle kolunuzu her hareket ettirdiğinizde çınlayan bilezikleriniz olmamalı. Basit mücevherler veya tek bir parça (kolye veya küpeler) kullanmanızı öneririm. Fazla toplantıda dikkat dağıtacaktır.

-Genel olarak, ayağa kalkmanız gerekmedikçe, belden aşağınıza istediğiniz şeyi giyin ya da rahat bir pantolon seçin.

- Makyajdaki sınırlarımız ne olmalı?

Görüntülü görüşmeden önce saçınızı, dişlerinizi ve makyajınızı mutlaka kontrol edin. İş hayatında makyaj ve kişisel bakımın önemini bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. Sade hafif bir makyaj bir kadını enerjik ve bakımlı gösterir. Abartılı bir makyaj ve boyası gelmiş saçlar kariyerinizde birçok olumsuzluğu da beraberinde getirir. Doğallığı seven kadınlar için biraz gözaltı kapatıcısı, pudranın üzerine hafif bir allık ve rimel günlük kişisel bakımımız için yeterli olacaktır. Yine birçok araştırma gösteriyor ki yöneticiler, aynaya bakmaktan hoşlanmayan bir çalışanın verimli olmasının çok zor olduğu konusunda hemfikir.

Dudakları kalın olanların açık renk ruj kullanmaları, ince olanların ise biraz daha koyu renkler tercih etmeleri iş hayatına uygun olacaktır. İş dünyasında bakışlar ve iletişim çok önemli olduğu için esas dikkati çekmeniz gereken yerler gözleriniz. Gözbebeklerinizi biraz daha ortaya çıkaracak şekilde makyaj yapabilirsiniz. Dudaklarınıza fazla dikkat çekerseniz iletişim kabiliyetlerinizin zayıflaması mümkün. Bu nedenle karşı tarafla doğru şekilde net bir iletişim kurabilmek için dudakların önemini biraz azaltmayı unutmayın.

Yazının devamı...

Hayatınızdaki blokajları çözün

Uluslararası Thetahealing Eğitmeni İpek Senem Aydın, ‘Bu teknik, açık ve net bir şekilde geçmiş deneyimlerimizin bizde yarattığı olumsuz durumları, engelleri, blokajları hızlıca yapılandırır. Kendi istediğimiz hayatı kurabilmemize yardımcı olur” diyor. Detaylar röportajımızda...

- Thetahealing tekniğinin nasıl bir bilimselliği var?

Thetahealing tekniği zihnimiz, bedenimiz ve ruhumuz için yaptığımız her şeyde erdemler geliştirerek, pozitif düşüncelerle hayatı yaşamamızı ve sınırlayıcı inançları anda dönüşmesini sağlayan bir meditasyon yöntemi. Kişi, theta beyin dalgasındayken bilinç açık olarak artık ona hizmet etmeyen blokajları bulur ve bunları pozitif inançlar ile değiştirebilir. Bu tekniğin kurucusu Vianna Stibal, “Thetahealing’i daha iyi insanlar olmamız için zihnimizi theta frekansında yeniden programlamaktır” olarak ifade eder. Thetahealing herhangi bir dil, din, ırk gözetmeksizin herkes tarafından kullanılabilir ve uygulanabilir.

- Pandemi süreci pek çok kişinin hayatında ciddi fiziksel ve ruhsal değişimlere neden oldu. Bu süreçten en sağlıklı şekilde çıkmak için de Thetahealing’e talep arttı. Sizin bu konuya dair gözlemleriniz neler?

Pandemi sürecinde genel olarak kişilerin farkındalığı arttı. Herkes neden aynı döngülerin içinde olduklarını, neden hep aynı deneyimleri çektiklerini anlamak için kendilerini ve yaşamlarını sorgulamaya başladılar. Hiç farkında olmadığımız o kadar çok sınırlayıcı inançlarımız var ki..

Bildiğiniz üzere artık bilim insanları da kanıtladılar ki atalarımızın yaşadığı acı verici deneyimler bizlere genetik olarak geçebiliyor. Şu anda parasal sıkıntılar yaşayan, ne yaparsa yapsın bir türlü maddi blokajlarını çözemeyen kişilerin, atalarının kıtlık ve zor zamanlarında yaşadıkları deneyimleri tekrarladığına rastlıyoruz. Atalarından gelen genetik blokajları Thetahealing ile dönüştürdüğümüzde artık aynı deneyimleri tekrarlamak zorunda kalmayıp, bolluk ve berekete de kucak açmış olabiliyorlar.

- Hayatımız boyunca karşılaştığımız her zorluğu bilinçaltımızla çözüme kavuşturabilir miyiz?

Evet... Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum. Küçükken annesinden habersiz para alan bir çocuğa annesi kızmıştır. O kişi büyüyüp yetişkin bir birey olmuştur ama ömrü boyunca para kazanmaktan, parayı kabul etmekten çekinir ki annesi ona kızmasın. Birçok kişide “Parayı alırsam annem kızar ya da babam kızar” şeklinde blokajlara rastlıyoruz. Basitçe bu teknik ile bu programı değiştirip yerine olumlu bir program yüklenmesine şahit olabiliriz. Yeni program şöyle olabilir “Parayı kabul ettiğimde annem ve babam beni sever. Parayı kabul etmeye izinliyim. Zenginlik içinde olmak benim Yaradılıştan gelen en doğal hakkımdır.” Tabi ki buna ek olarak daha birçok çalışma yapılıyor. Bu sadece küçük bir örnek..

- Yaşamımızı etkileyen blokajların oluşmasını etkileyen en önemli faktörler neler?

En önemli faktörler 0-7 yaş arası yaşadıklarımız genetik olarak atalarımızdan bize aktarılan aktarımlar ve kolektif bilinçten gelen blokajlar olabiliyor.

Örneğin, atalarımız çok zorlu hayatlar yaşamışlarsa bizler de “hayat çok zor” “para kazanmak zor” “zor olmalı ki değerli olsun” gibi sınırlayıcı inançlarımız olabiliyor. Bunun yerine “Hayatımda kolay seçimler yapmayı biliyorum” “Hem keyifli bir hayat sürebilirim hem de atalarımı onurlandırırım” programlarını yüklenmesine tanık olabiliyoruz.

En sık rastlanan başka bir blokaj ise erkek çocuk olarak beklenen kadınlarda kas testinde “Ben erkeğim” inancına rastlanmasıdır. Ataerkil bir toplum olduğumuzdan kadınlarda “Güçlü ve başarılı olmak için erkek gibi olmalıyım” inancı gelişebiliyor. Bu programı “Kadın olmak güvenlidir, hem kadın olabilirim hem güçlü ve başarılı olabilirim” programı ile değiştirdiğimizde kadınlarda dişil enerjilerinde dengeye gelmiş oluyorlar.

- Thetahealing en çok hangi konularda destek sağlıyor?

Her birey farklıdır dolayısıyla ihtiyaçları da farklıdır. Kullandığımız bu teknik ile çok çeşitli konuları ele alabilirsiniz. Aşk, ilişkiler, bolluk, bereket, para, aile konuları, ideal kilo, iş, kariyer, sınav stresi gibi. Bunların dışında hayatınızda karşılaştığınız iyileştirmek ve değiştirmek istediğiniz her konuda uygulama alabilirsiniz.

- Seanslar sırasında en sık karşılaştığınız zorluklar neler?

En sık karşılaştığımız zorluk kişinin kendi merkezinde kalmaması ailesini, işini ya da çocuklarını hayatının merkezine koymasıdır. Unutmayalım ki, huzur bizimle başlar. Çevremizdeki kişilerin huzurlu olmasını istiyorsak ilk önce biz huzurlu olacağız. Kendimize değer verip kendimiz için vakit ayırmalıyız. Ruhumuzu besleyen şey neyse onu hayatımıza dahil etmeliyiz. Kendimize öz sevgi ve öz şefkat göstermeliyiz çünkü hepimiz çok değerliyiz.

Yazının devamı...

2021 dekorasyon trendleri

Tutadojora Mimarlık Kurucusu İç Mimar Özlem Algül ile pandemide iç mimarlık, pandeminin getirdiği yeni yaşam şartlarında evlerin kullanımının nasıl değiştiği, mimarlık sektörünün bundan nasıl etkilendiği ve iç mekanlarda 2021 kış dekorasyon trendleri hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

- Hayatımızın yeni gerçekliği pandemi süreci sizce iç mimariyi nasıl etkiledi?

Yaşam alanı kelimesi her yerdeki yaşam alanını evlere aldı. Güne başlarken uğradığınız kahvenizi aldığınız o istasyon artık çantanızda bir kahve matarası, ofisiniz bilgisayar çantanız, spor salonunuz bir mat, okullar online, işler online tüm bu dinamikleri sığdırmaya çalıştığımız evler her şeyimiz.

Mimarlık ve iç mimarlık tüm gelişim ve süreçleri tarihinde yepyeni bir dönemine sayfa açtı bu dönemin içinde olmak bizi standartların dışında düşündürmeye, yeni çözüm önerilerine, ezberleri yıkan yenilikçi fikirler üretmemize, araştırmaya, bilgimizin üzerine yeni güncelleme gelmesi hali hissi çok heyecan verici ve ilham verici oldu. Bunun olumlu yönlerini üretim ve uygulama tarafında da hissediyoruz ve çok iddialı olmasını istemem ekonominin de nabzını tutuyoruz diyebilirim. İnsanların artık doktorları, avukatları, bankacıları olduğu gibi iç mimarları da var.

- Pandemi sürecinde en fazla bulunduğumuz yer evlerimiz. Çocuklar dahil tüm aile bireylerinin evde olduğu, ebeveynlerin evden çalıştığı bu dönemde evi en efektif nasıl kullanabiliriz?

Biz ihtiyaç deyince, psikolojik olarak alanların küçük olduğunu düşünüyoruz. Ev kurguları yapılırken evin büyüklüğü ya da küçüklüğü değil içeride yerleşen mobilyaların, tamamlayıcıların uygunluğunu düşünmek değerlendirmek daha doğru bir yaklaşım.

Evin fiziksel koşullarını gözden geçirerek aile ya da bireyin ihtiyaçlarını belirlemesi, doğru ölçekte ihtiyaca yönelik seçimlerin yapılması çok önemli ve mümkün. Alan açmaya ihtiyaç duyulan bu yaşam şeklinde fazlalık gördüğünüz her mobilya, aksesuar, kullanılmayanları yaşam alanından çıkarmalıyız. Uyum ve ahenk insanı alan içinde motivasyonu arttırdığını ve renklerin kullanımının bu ana başlıkta olduğunu biliyoruz. Sizi rahatsız eden bir durum var ise bu uyumun gözden geçirilmesi gerekir. Herkes yaşam alanı kurgusunu yapabilecek sağduyudadır. Fakat tüm disiplinleri bir araya getirmek ile ilgili istenen konfor sağlanamıyorsa ve bir profesyonelden hizmet alması artık istek değil ihtiyaçtır.

- Doğada az vakit geçirebildiğimiz bu günlerde, bireyler açık hava ve doğaya yakın olmayı oldukça özledi. Doğadan esintileri bir nebze de olsa içeriye taşımanın yolları var mıdır?

Her ev bulunduğu konum, kendi fiziksel özeliği ile bir yerinden doğaya tutunur. Evet, şimdi içeriden dışarıyı izlemek zorunda kaldığımız bu süreç doğadan olanı içeriye alma dürtüsünü uyandırıyor.

-Doğanın etkisini evde daha fazla hissedebilmek için: Canlı bitkilere yaşam alanında yer verin. Her bitkiyi o alana uygunluğunu bilerek seçmek de çok önemli ve profesyonellik gerektirdiğini belirtmek isterim. Onları yerleştireceğiniz saksıların seçimi dekorasyonununuz bir parçası.

-Doğanın renklerini duvarlarınızda kullanın. Bu seçimi yaparken renklerin ışıkla, mekandaki diğer mobilyalarınızla uyumu da çok önemli. Duvar kağıtlarının tropikal etkileri veren desenleri ya da minimalist çizgilerdeki ifadesi konseptinize bağlı kullanılabilir. Tekstil ürünlerinin desen ve renk kombinleri de bu etkiyi kullanmanızı sağlar.

- 2021 kış dekorasyonu trendleri arasında neler ön plana çıkıyor?

2020 yılında çokça duyduğumuz fazla, gereksiz, amacına hizmet etmeyen birçok eşyayı yaşamımızdan çıkartmamız gerekliliğini hissettiren bir yılı geride bırakırken ve 2021 için konuşulan modern, çağdaş ve minimalist stillerin 2021 mekan çözümlerinde trend olduğunun bilgisini verebilirim. Bu üç etkinin de tanımı bize şu gün ihtiyaç duyduğumuz cevapları içinde barındırıyor.

-Modern; kendinden başka hiçbir şeyi yansıtmaz , seçilen her parçanın keskin bir uyumu vardır ve üsluplar bütünüdür. Zaman, hız bu çözümlemelerin içindedir ve fonksiyon kullanım amacı bellidir, fiziksel olarak uyumlu olmalıdır.

-Çağdaş; modayı içinde barındırır, moderndeki kuralları fonksiyon olarak kullanır ama ciddi bir ayrımla özgür kılar, çizgisel bir formda disipline edilmiş bir mekanda karşıt bir form ile dikkat çeken çözümlere yer verilir. Modern bir yaşam alanı içine moda olan yerleşir aktüel gerçeklik ön plandadır.

-Minimalist; modern olan ile şekil bulan az kavramının kullanım alanına göre tam ihtiyaca yönelik çözümü içinde barındıran minimalist sadelik ve nesnellik kavramını ortaya çıkartan mekanlar oluşturmak için mekanın büyüklüğü ya da küçüklüğü değil içinde yer alması planlanan kullanım için gerçek tüm ihtiyaçların tam listesi ile başlamak gerekliliği esastır.

- Ekonomik çözümlerle bu trendler evde nasıl uygulanabilir?

Örneğin, duvar renklerini değiştirilmeli dediğimde boya ve boyacıya ihtiyaç var, evdeki çiçeklerin saksıları değiştirilebilir dediğimde bunun alınması ihtiyacı, alan açabilirsiniz dediğim de istifleme alanı için bir mobilya ihtiyacı, bütünlük içinde düşündüğümde her değişim başka bir ihtiyacı beraberinde getiriyor. Her dokunuş bizi bir değişime ve buna ayırmamız gereken bütçeye götürüyor. Mevcut durumu iyileştirmek ya da değiştirmek gerekliliği var ise profesyonel bir hizmet almayı sürdürülebilir yaşam alanları sağlamak için sağlıklı buluyorum.

Yazının devamı...

O artık bir yayıncı

Biz onu akademisyen, öğretim üyesi ve danışman kimlikleriyle tanıyoruz. Prof. Dr. Ali Atıf Bir, tüm bu kariyerlerinin yanına artık yayıncılığı da eklemiş durumda. Bir ile 'The Kitap', The Roman' ve 'The Çocuk Yayınları olmak üzere 3 markasını ve Türkiye'deki kitap okuma alışkanlıklarını konuşmak üzere bir araya geldim...

- Sizi, yayınevi kurmaya iten nedenler nelerdi?

Keşke ünlü olmak, para kazanmak falan diyebilseydim. Yayınevi kurmak kolay, ama olmak zormuş zaten. 2015 yılında, o zaman tam zamanlı öğretim üyesi iken istediğim güzel kitapları çevirtebilmek üzere, bir teklif üzerine kurdum. Bibliomanyak olduğumu bilen, bir tanıdıktan gelmişti teklif. Sonra üniversiteden emekli olunca tamamen devralıp gerçek bir yayınevi olma serüveni başladı. The Kitap, The Roman ve The Çocuk Yayınları olmak üzere üç marka adı altında yayıncılık yapıyoruz.

- Bir yayınevinin başarısı hangi kriterlerle ölçülür?

Tek çeşit yayınevi yok. Parasıyla kitap basan yayınevlerinden tutun da sadece test kitabı basıp satan yayınevine kadar. Nasıl bir segmente hitap ettiğiniz önemli. Yayınevinin herhangi bir işletmeden de farkı yok. İstediğiniz karı elde edemediğiniz sürece hayatınızı devem ettirmeniz mümkün değil. Ama sizin sorduğunuz anlamda yanıt verecek olursam iyi yayınevi yazarıyla, çeviri kitabıyla, baskı kalitesi ile ‘güven duyulan’ ve bir sonraki kitapları sorgulanmadan alınan yayınevidir.

- Oldum olası Türkiye’de kitap okuma oranının düşük olduğu söylenir. Bu durum, kendimize haksızlık ettiğimiz bir şehir efsanesi mi yoksa gerçek mi?

Türkiye’de kitap okuması gerekenler kitap okuyor. Haksızlık ettiğimiz doğrudur. Yayıncılar Birliği verilerine göre Kasım 2020’de üretilen kitap sayısı 411 milyon adet. Geçen yılın aynı döneminde gerçekleşen adet 392 milyondu. 2020 yılının ilk on bir ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 4,7 oranının üzerinde büyüme görünüyor. Üstelik çocuk kitaplarını büyük çoğunluğu için bandrol gerekmiyor. Sayı çok daha fazla yani. 411 milyondan gidersek, 192 milyonu eğitim kitabıdır. Kalan 200 milyonun da 50 milyonu stokta kalsa en az 150 milyon adet kitap satışı olmuş demektir. 80 milyon nüfusun 30 milyonu kitap okumaya elverişli desek, yılda kişi başı ortalama 5 kitap hiç de küçümsenecek rakam değil. Yani kitap okumuyoruz şehir efsanesidir.

- Örneğin nüfus oranına göre Avrupalılar’dan daha mı az okuyoruz?

Bu konuda tam bir metrik yok. Bir araştırmada Türkiye günde ortalama 7 dakika kitap okuma oranı ile Avrupa’da birçok ülkeden yüksek bulunmuştu. Sağlıklı karşılaştırma için kitap okumaya elverişli nüfusun önce tanımlanması gerekir. Otomobili olmayan bir kişiye benzin tüketimini yansıtmak ne kadar doğru değilse eğitim becerileri okuma için gelişmemiş kişiye de okuma sayısını yansıtamazsınız. Yukarıda kitap okuma elverişli insan sayısını 30 milyon aldım ama siz 16 milyon da alabilirsiniz.

- Dijital kitapların kitap okuma alışkanlığına etkisi ne olmuştur? Ve basılı kitapların satışlarına etkisi ne olmuştur? Basılı kitapların geleceği konusunda ön görünüz nedir?

Türkiye, e-kitap sevmedi. Bunun birçok nedeni olabilir. Kitabın elde okuma zevki hiçbir şeyin yerini tutmuyor görünüyor. Bu sadece bizdeki bir özellik de değil. E-kitap birçok ülkede klasik kitabı yenemiyor. 2000’den sonra doğan Z kuşağı, dijitalin yerlisi ama onlarda da sadece dijital kitap okuma alışkanlığı gelişmiyor. Türkiye’de sadece özellikle araç kullanan, spor yapan insanlarda sesli kitap alışkanlığı gelişmeye başladı ama bu alışkanlık ABD için yeni bir şey değil. Basılı gazete şimdiden dijitale yenildi. Hala kağıt gazete çıkarmaya çalışanları, dünya savaşı bitmiş ama mağarada dünyadan kopuk yaşadığı için hala savaşın devam ettiğini düşünen insanlara benzetiyorum. Dijital ise basılı kitabın yerini alamıyor. ‘Yatarak sayfa çevirme’, ‘okuduğun yerlere dönüp bakma anımsama’ özellikleri hala basılı kitabı kral yapıyor.

- Pandemi sürecinde en çok hangi tür kitaplara rağbet gösterildi.

Türkiye’de satılan kitapların yüzde 40’ı eğitim kitabıdır. Sonra yetişkin yüzde 20, kurgu dışı yüzde 10 , kurgu yüzde 20, geri kalan akademik, inanç ve ithal kitaplar. Pandemi bu oranı çok değiştirmedi ama çocuk kitapları biraz arttı diyebilirim.

- Yeni projeler var mı?

Çok yakında kitapora.com ile çocuk kitapları satışında yeni bir dönemi başlatacağız. Her kitaba yer vermeyeceğiz burada. Ailelere çocuk kitapları ile içerik de üreterek çocuklarına en uygun kitabı almalarını sağlayacağız.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.