SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Post Covid Programı nedir?

Bilim insanları, Covid-19 enfeksiyonu kadar, hastalığı geçiren kişilerin yaşadığı hasarlar üzerinde çalışıyor. Covid-19 enfeksiyonu geçirmiş kişilerde, solunum sistemi, kalp ve damar sistemi, nörolojik ve psikolojik sorunlar başta olmak üzere önemli komplikasyonlar gözleniyor. Hastalığı geçiren kişiler, oluşabilecek bu hasarlar nedeniyle yoğun bir endişe yaşıyor. Enfeksiyona bağlı hasarları azaltmayı hedefleyen ‘Post Covid Wellness ve Detoks’ programını uygulayan Vitalica Wellness’tan Uzm. Dr. Berk Cantimur ile konuştuk.


- Covid 19 enfeksiyonu geçiren kişilerde hangi hasarlar görülüyor?

Görülen komplikasyonların başında kalp ve damar sistemi hasarları geliyor. En korkulan ve yaşamı tehdit eden komplikasyonlarından biri miyokardit yani kalp kası iltihabı. Miyokardit, kalpte ritim bozukluğu, kalp yetmezliği ve hatta ani ölüm gibi ciddi sonuçlara neden olabiliyor. Hastalığı geçirenlerde inflamasyon yani yangı, kanda oksijen azalması ve hareketsizlik nedeniyle atardamar ve toplardamarlarda pıhtı oluşabiliyor. Pıhtı da oluşumu, akut akciğer embolisi, derin ven trombozu, felç veya kalp enfarktüsü gibi hayatı tehdit eden komplikasyonlara yol açabiliyor. Hastalığa yakalananların yüzde 80’inde iyileştikten sonra yorgunluk, öksürük ve nefes darlığı gibi şikâyetler devam edebiliyor.

Koronavirüs enfeksiyonundan sonra kafa karışıklığı, anksiyete ve stres bozukluğu gibi psikolojik sorunlar da sıkça görülüyor. Hastalığı geçirenlerin yüzde 36'sında nörolojik hasarlar bildirildi. Covid 19 enfeksiyonu baş ağrısı, baş dönmesi, tat ve koku kaybı, kulak çınlaması ve işitme kaybı gibi nörolojik komplikasyonlara da yol açabiliyor.

- Hastalığı geçiren kişilerde gözlenen hasarlara yönelik belirti ve şikayetler neler oluyor?

Yakın zamanda hastalığı yenen 1.500 kişinin katıldığı bir araştırmada, her dört kişiden birinin saç, kaş veya kirpik dökülmesi yaşadığını ortaya çıktı. Haziran ayında ABD, resmi koronavirüs semptom listesine ishali de ekledi. İshal, birçok insanın güçten düşmesine neden olarak, işe geri dönmesine engel olabiliyor.

Covid 19 enfeksiyonu sonrasında sıklıkla merdiven dahi çıkmakta zorlanabilecek düzeyde yorgunluk, göğüs ağrısı, uyku bozukluğu, halüsinasyon görme, cilt döküntüleri, kurdeşen tarzında döküntüler, ciltte pullu kabarıklıklar, üşüme, titreme, hafıza kayıpları, konsantrasyon zorlukları, iletişim problemleri, çarpıntı, kusma, ayaklarda ve ellerde kızarıklık, şişlik ve beze oluşumu gibi problemler gözleniyor. Hastalığı yenenler, sandalyeden kalkmak gibi basit hareketleri bile yapmakta zorlanıp, yaygın kas ve vücut ağrıları yaşayabiliyor.

- Bazı virüslere karşı bağışıklık kazanarak aynı şekilde hastalanmıyoruz. Koronavirüs için de bu geçerli mi? Yeterli araştırma var mı?

Bağışıklık sistemi, mikroplara karşı kazandığı zaferleri hafızasında saklar. Mikroplara karşı geliştirdiği maddelere antikor denir. Koronavirüs enfeksiyonu geçiren kişilerdeki antikorların, hasta kişilere verilerek tedavi edilmelerinin temelinde bu mekanizma yatıyor. Antikorlarını ömür boyu koruyabildiğimiz hastalıklara karşı bağışıklığımız ömür boyu sürebilirken, genellikle virüslerin neden olduğu hastalıkları ise tekrar tekrar geçirebiliyoruz. Ancak, koronavirüse karşı oluşan antikorlar haftalar içinde yok olabiliyor ve bu da bağışıklığın sürmesini önlüyor. Koronavirüs ile ilgili tüm bilgilerimiz onu tanıdıkça artıyor, klinik araştırmalar devam ediyor.

- 'Post Covid Wellness ve Detoks Programı' ile neyi hedeflediniz?

Post Covid wellness ve detoks programı, Covid 19 enfeksiyonu geçirmiş kişilerde solunum sistemi ve kardiyovasküler sistem fonksiyonları ile nörolojik ve psikolojik komplikasyonlar başta olmak üzere enfeksiyonun organizma üzerinde bıraktığı hasarları minimum düzeye taşımak için tasarlandı.

- Programın içeriğinde neler var?

Program, uzman hekim konsültasyonu ve değerlendirmesi ile başlıyor. Gereken tüm değerlendirme ve tahliller yapılıyor. Spirometere ve spor eğitmeni değerlendirmeleriyle solunum fonksiyonlarının ve egzersiz kapasitesi belirleniyor. Covid enfeksiyonu hasarlarını azaltmaya yönelik shake, shot ve besin takviyeleri günde 3 öğün olarak sunuluyor. Bağışıklık güçlendirici I.V. tedavi, oksijen tedavisi, diyafram solunumu eğitimi, derinlemesine burun ve sinüs temizliği sağlayan Nasyam masajı, ozon sauna, major ozon terapi, solunum fonksiyonlarını artıran zencefil kompresi ve masajı gibi “kişiye ve ihtiyaçlara özel” terapi ve uygulamalarla enfeksiyonun vücuda verebileceği zararlar minimum indiriliyor.

Hastalığı geçiren kişilerde görülen komplikasyonların giderilmesi amacıyla uygulanan terapilerinin “kişiye özel” olarak sunulduğu 2 veya 3 günlük “Post Covid Wellness ve Detoks” programı, vücudu Covid’den arındırırken, sağlıklı yaşamın kaçınılmazı olan ruh-beden-zihin dengesine yeniden kavuşturmayı hedefliyor.

Yazının devamı...

Genç yazardan annelere tüyolar

Resim sanatına meraklıydı ama üniversitede iktisat ve işletme eğitimi aldı, finans sektöründe çalıştı. Anne olacağını öğrendiğinde kurumsal hayata veda etti. Bu kararı ona bambaşka bir dünyanın da kapılarını açtı. Seyahat ve annelik üzerine yayınladığı yazılarla ünlü bir blogger haline gelen Ceren Özcan, şimdilerde Instagram paylaşımlarıyla da adından sıkça söz ettiriyor. Üç çocuk annesi yazarla sosyal medyada başarının formüllerini, yazma macerasını ve prematüre bebek sahibi olmayı konuştuk.

- Sizi blog yazarı olarak tanıyoruz. Bize biraz bu kimliğin dışındaki sizi anlatır mısınız?

Üniversitede iktisat eğitimi aldıktan sonra işletme üzerine yüksek lisans yaptım. Profesyonel iş dünyasına finans sektöründe adım attım. Daha sonra dünyanın en prestijli şirketlerinden birinde satış ve pazarlama alanında görev yaptım. Anne olunca kurumsal hayata veda ettim. Bu süreçte kendimde çocukluk hayallerimi gerçekleştirme cesaretini buldum ve resim yapmaya başladım.

- Aynı zamanda sanatçısınız. Sergiliyor musunuz eserlerinizi?

Kendi atölyemde yaptığım çalışmalarla katıldığım sergiler oldu. Paris’teki tanınmış bir sergi salonunda da bir yağlıboya çalışmam sergilendi. Çocukluğumda katıldığım resim yarışmalarında çok sayıda ödül kazanmıştım. Hatta Türkiye ve dünya birinciliğim var.

BİLGİ, PAYLAŞILMASI GEREKEN EN DEĞERLİ HAZİNE

- Yazmaya nasıl karar verdiniz? Blog fikri nasıl çıktı?

Yazmak küçük yaşlardan beri tutkumdu. Hep yazan ve çizen bir çocuk oldum. Kendi blog’umu açma fikri ise ikinci çocuğumu kucağıma aldıktan sonra oluştu. Her anne olduğumda sanki kendi içimde bir yolculuğa çıktım. Çocuklarım bana ne istediğimi, aslında kim olduğumu ve içimdeki hayalperest kız çocuğunu hatırlattı.

- Neler üzerine yazıyorsunuz?

Seyahat, annelik ve yaşam üzerine yazılar yazıyorum. Biz gezgin bir aileyiz. Bugüne kadar onlarca ülkeye, yüzlerce şehre seyahat ettik. Gezi yazılarım bu şeklide ortaya çıktı. Hayat üzerine yazılar ise beni yazarlık yolunda okuyucuyla buluşturan her türlü konuyu içeriyor. Son dönemde, özellikle Leyla’nın doğumuyla birlikte üç çocuklu bir anne olarak bebek bakımı ve çocuk gelişimi konularındaki deneyimlerimi de aktarıyorum. Çünkü bilginin paylaşılması gereken en değerli hazine olduğuna inanıyorum. Bu yüzden sürekli yazıyorum.

SOSYAL MEDYADA BAŞARININ SIRRI SAMİMİYET, YARATICILIK VE BİRAZ DA ŞANS

- Sosyal medyada dikkat çekmeyi nasıl başardınız?

Sosyal medyada başarılı olmak için samimiyet, emek, yaratıcılık, iyi bir network ve biraz da şans gerekiyor. En azından bunlardan birkaçına sahip olmalısınız yoksa farklılaşmak özellikle şu dönemde çok zor.

- Sosyal medya sayfanızda genel olarak neler paylaşıyorsunuz?

Yıllarca seyahat fotoğrafları, videoları ve gezilerimiz hakkında paylaşımlar yaptım. Son dönemde ise hem pandemi hem de üçüncü kez anne olmam nedeniyle daha çok anne, bebek, çocuk paylaşımları yapıyorum.

"KIZIM LEYLA825 GRAM DOĞDU..."

- Üçüncü çocuğunuz Leyla erken doğmuş. Prematüre bir bebek, hayatınızda neleri değiştirdi? Erken doğum sürecinden bahseder misiniz biraz?

İlk iki gebeliğimde her şey yolundaydı. Doğumlar zamanında olmuştu. Hatta Ela, geç sayılabilecek bir zamanda, 41’inci haftada dünyaya geldi. Her iki bebeğim de 4 kiloya yakın doğdu. Fakat sonuncuda gebelik boyunca sıkıntılar yaşadım. Plasental varisler vardı, aynı zamanda plasentam aşağıdaydı. Bu duruma “plasenta previa” deniliyor. 23’üncü haftada aniden yoğun bir kanama yaşadım. Hatta gittiğim özel hastanede gebeliğimi sonlandırmak istediler ama doktorum buna izin vermedi. Kısa süreli bir tedaviyle her şey yoluna girdi. Evde yatak istirahatindeydim. 24’üncü haftada aniden suyum geldi. Hastaneye gittik ve bebeğin içinde olduğu amniyon kesesinin yırtıldığını öğrendik. Bu, bebeğin içeride uzun süre kalamayacağı anlamına geliyordu. 10 gün hastanede yataktan hiç kalkmadan yattım. Bebeği içeride ne kadar uzun süre tutabilirsek yaşama şansı o kadar artacaktı. 26’ncı haftada doğum başladı.

- Prematüre bebeğe sahip olmak hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Farz edin ki güneşli, ışıl ışıl bir havada yürüyüşe çıkmışsınız. Yemyeşil ağaçlık bir yoldasınız. Her yer rengarenk çiçeklerle kaplı, kuş cıvıltılarını dinliyorsunuz. Biliyorsunuz ki, yolun sonunda yıllardır hayalini kurduğunuz şey sizi bekliyor. Ona ulaşmanıza çok az kalmış. Kalbinizde kelebekler uçuşuyor. Öyle tatlı bir heyecan içindesiniz. Sonra bir anda her yer kararıyor. Büyük bir uğultuyla gözlerinizi açıyorsunuz; son sürat giden bir rollercoaster’ın (hız treni) üzerindesiniz. O kadar hızlı ki, nerede olduğunuzu, nereye gittiğinizi göremiyorsunuz.

Korkudan ödünüz kopuyor. Çaresizce durması için çığlık atıyorsunuz ama sesinizi duyan yok! Yavaş yavaş trenin hızına alışıyorsunuz. Yavaşlamaya başlıyor tren, umutlanıyorsunuz. “Tamam” diyorsunuz, “Birazdan bitecek bu kabus ve her şey çok güzel olacak”. Manzara ufukta belirmeye başlıyor. Sakinleşiyorsunuz. Sonra bir anda yokuş aşağı fırlayıveriyor. Tekrar kabus başlıyor. Zaman donuyor. Trenin ne zaman hızlanıp ne zaman yavaşlayacağını asla kestiremiyorsunuz... Kontrolü tamamen yitirdiğinizi biliyorsunuz. Ne trenden atlayabilir, ne yardım çağırabilir ne de durdurabilirsiniz.

Akışa teslim oluyorsunuz. Sabrın, duanın ve inancın gücüne sığınıyorsunuz. Prematüre bebek sahibi olmak demek, işte böyle kendini bir anda son sürat giden bir rollercoaster’ın üzerinde bulmak gibi derim. Bebeğinin o minicik bedeniyle verdiği yaşam mücadelesine tanıklık etmek, mucizelere inanmak, bir gülüp on ağlamak... 5 gram aldı diye sevinirken, “Ya nefes alamazsa?” diye kahrolmak, kuvözün başında çaresizce oturmak, beklemek ama hiç vazgeçmemek...

- Bebeğiniz sağlığına kavuşmuş ve o sıkıntılı süreci geride bırakmışsınız. Böylesi zor günleri bir daha yaşamamanız temennisiyle son sorumuzu yöneltelim: Gelecekle ilgili hayalleriniz, planlarınız neler?

Hayallerim hep yazmak ve aile olmak üzerine. Daha çok okuyucuyla buluşmak ve kızlarımın büyümesine yakından tanıklık etmek, şu anda kalbimin tam orta yerinde duruyor.

Yazının devamı...

Eve Dönüş Sergisi

Ressam Pınar Tınç, pandemi sürecinde herkesin evde olduğu dönemde ürettiği yeni eserlerini “Home Coming- Yuvaya Dönüş” sergisiyle gün yüzüne çıkartıyor. Sergi, sanatçının, Hint Okyanusu’ndaki La Réunion adasında geçirdiği beş yıldan sonra Türkiye’ye dönüşünü merkeze alıyor. “Home Coming” sergisi, 14 Ocak – 14 Şubat 2021 tarihleri arasında Arnavutköy Art Gallery Istanbul’da sanatseverlerle buluşacak...

- Yeni serginizin adı ‘Home Coming’-‘Yuvaya Dönüş ‘sanatseverler için anlamı nedir?

"Home Coming"- `Yuvaya Dönüş` aslında güzel bir başlangıcın güzel sonunu anlatıyor. Kendi yaşantımdan, kendi deneyimimden yola çıktım. Doğduğum Bozcaada'dan çıkıp birçok yer gezip, birçok şey yaşayıp yeniden Bozcaada’ma dönüşümün hikayesi. İçinde Bozcaada var, İstanbul var, La Réunion adası var. Gördüğüm yerlerden esintiler var. Birbirlerine karışmış şekilde bunlar, bir sarmal olmuş gibi. İstanbul'da tropikal La Réunion çiçeklerinin, renklerinin olması gibi.

Hayatın döngü olduğunu, başladığımız yere geri geldiğimizi, eve dönüşün kaçınılmaz olduğunu anlatıyor ‘Home Coming’... Birçok maceradan sonra, ellerimiz avuçlarımız hayatla, tecrübelerle, kazanımlarla dolu döndüğümüz evimiz. Felsefi olarak, "hayatı yaşa!" diyor eve dönüş fikri. Hayatı yaşa ve dert etme, çünkü eninde sonunda her şey bittiğinde evine döneceksin.

- Serginizin çıkış öyküsünü anlatır mısınız?

Bu sergimin çıkış öyküsü diğerlerinden biraz farklı. Diğer sergilerim hep gezdiğim gördüğüm, yaşadığım yerlerdeki hayatı, durumları, karakterleri anlatmak için yaptığım resimlerden çıkmıştı. Bu sefer gezmekten çok evde kalmanın bende yarattıklarından çıktı sergi. Evde kalmak aslında ruhumu gezmeye zorladı. Bedenim dışarı çıkıp gezemediğinden, ben de zihnimden gittiğim gördüğüm yerleri tekrar tekrar hatırlamaya başladım. Bu görüntüler, izlenimler, anılar, duygular birbirleriyle karıştı ve en sonunda yine kendimi evimde buldum. ‘Home Coming’ dış dünya ile iç dünyanın birbirini kucaklaması. Dış dünyada gördüğümüz şeylerden yola çıkarak, iç dünyamıza geri dönmemiz ve sonra tekrar tekrar iç ile dış dünya arasında gidip gelmelerimiz olarak özetlenebilir.

- Dışarıdan, doğadan beslenen bir sanatçısınız. Pandemi döneminde tüm bunlar sanatınıza nasıl yansıdı?

Pandemi dönemi hem iş hayatımı hem sanat hayatımı hem de aile hayatımı çok etkiledi. Geçen bahar tam beş ay eşim eve gelemedi. Çocuklarla evde kaldık. Zordu. Ama güzel şeyler de oldu. Çocuklar online eğitim sayesinde sorumluluk almayı öğrendi. Ben resim öğretmenliğini online yapmayı öğrendim. Karantinada yaşamayı öğrendik, sıkıntılara göğüs germeyi öğrendik. Hayatın, özgürlüklerimizin ne kadar değerli olduklarını ve bunları ne kadar çabuk kaybedebildiğimizi öğrendik.

Geçirdiğimiz bu zor dönemlerde evlerimizdeki eşyaların, mobilyaların, objelerin ne kadar önemli olduğunu keşfettik. Ben, çocuklarım, eşim, evde resimlerime bakarak çok zaman geçirdik. Resimler bize bu dönemi ruh sağlığımızı koruyarak atlatmamızda yardımcı oldu.

- Bir süre yaşadığınız Hint Okyanusu’nu, size nasıl ilham oldu?

Koca bir dünya o küçücük ada. Sanki bütün Hint Okyanusu ülkeleri ve hatta bütün okyanus ülkelerinin renkleri, kokuları, peyzajları bu minik kara parçasında birleşivermişler. Bütün bu karışım kendine has tropik bir iklimi, rengarenk ve yemyeşil bir doğa, çeşit çeşit insan ve kültürle burada harmanlanmış. Hayatımda hiç görmediğim Afrikalı kadın tipleri, Mayot, Madagaskar, Komorlar gibi ülkelerden parça parça gelmişler; Avrupalı Fransızlar’dan sarı saçlı mavi gözlü melezlere, zenci ama Çinli eksantrik insan tiplerine kadar dünyadaki neredeyse her yerden insan gelmiş burada harmanlanmış. Bizim sayemizde Türk tipini de görmüş oldular...

Hemen hemen her türlü sanatçı, yazar, düşünür için adeta bir ilham laboratuvarı La Réunion adası. Deniz kenarında sıcak, küçük şehirler, sinema ve kafeler, restoranlar, müzeler Avrupa’yı aratmazken yukarılara çıkıldıkça vahşileşen bir doğa örtüsü, hayatınızda bir arada göremeyeceğiniz rengarenk çiçekler, kokular, minik köyler, tatlı ve sıcakkanlı insanlar... Adeta milyonlarca kültürü ve yaşantıyı bir arada bulabileceğiniz nadide bir yanardağ adası. Her köşesinden ilham akıyor.

Resimlerimdeki tiplemeler, konular, hikayeler, figür, motif ve renkler hep bu buluşmanın bir ifadesi. Yeryüzündeki bir cennetin yansıması. Belki insanlar çok zengin değil, para hırsları yok, küçük ve döküntü evleri var ama resimlerimde de çizdiğim gibi bir hafiflikleri var. Hayata sadece var olmak için değil yaşamak için gelmiş gibiler. Dansları, Sega, Maloya şarkıları gibi masum, sade, ritmik bir hayat, neşe ve heyecan var insanlarında. Bu ruh hali beni ve resimlerimi oldukça etkiledi.

Yazının devamı...

Pandemi korkusundan kurtulun

Yaklaşık 1 yıldır koronavirüs dolayısıyla evlerimizde oturuyoruz. Henüz aşı ya da kesin tedavisi geliştirilmedi için de bu durum belirsizliğini sürdürüyor. Haliyle bu belirsizlik hepimizin psikolojisini derinden etkiliyor. Peki hayatımızdaki tüm bu olumsuzluklarla nasıl başa çıkacağız? Psikolog Orkun Özocak’a sordum...

-Bu yıl önce tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs ile tanıştık. Sonrasında korkuyla evlere kapandık. Bu duygu yoğunluğu ve belirsizlik içerisinde duygu durumlarımızı nasıl kontrol edeceğiz?

Yaşamı tehdit eden, yaşam kalitemizi etkileyen her şey, var olma kaygısını arttırır. Bu gibi beklenmedik olaylar karşısında da psikolojik reaksiyonlar göstermemiz olağandır. Stres ve korku, düzeyi hangi seviyede olursa olsun uzun süreli maruz kalındığında beraberinde huzursuzluk, çaresizlik gibi depresyon belirtileri getirebiliyor. Fakat bizi en çok korkutan, kaygılandıran durumun ‘belirsizlik’ olduğunu bilmemiz gerek. Yaşadığımız huzursuzlukların temelinde şu an belirsizlik var. Belirsizlik, bu olağan dışı günlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz güven duygusunun karşıtı olan güvensizliği barındırıyor. Belirsizliğin süresi arttığı zaman tehlike artıyor, çünkü kontrol hissi azalıyor. Kaygı ortaya çıkıyor.

Bu süreçte kendimizi tanımak hangi duygu ve düşüncelerin, korku mekanizmamızı tetiklediğini bilmek, yaşadığımız korkuyu yönetebilmemiz açısından önemlidir. Yapmamız gereken nasıl bir durum ya da sorunla karşılaştığımız hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmak. Mesela hangi durumlar bizim için gerçekten tehdit? Bunları bilirsek vücudumuzun vereceği tepki de korkudan değil, daha gerçekçi bir zeminden gelir.

Ayrıca sürekli haberleri izlemek, sosyal mecralarda vakit geçirmek yani kaygıyı artıracak şeylere değil, kontrol edebildiklerimize odaklanmamız gerekiyor. Kendimize mevcut kısıtlamalar içerisinde rutinler yaratmak, daha farkındalıklı şekilde hayatlarımıza devam etmek, duygu durumlarımızı dengelememize yardımcı olacaktır. En önemlisi dayanabileceğimizi bilmemiz, bizler çok güçlü varlıklarız. Belki biraz daha esneyeceğimizi ancak kırılmayacağımızı bilmemiz gerekir.

- Son dönemde çevremizde, haberlerde, sosyal medyada hemen hepimizin paylaştığı ortak duygular var. Bunlar travma sonrası stres bozukluğu mudur o zaman?

Koronavirüs ile birlikte hayatımızın pek çok alanında baş gösteren belirsizlikle baş etmede oldukça güçlük çektik, çaresizlik yaşadık. Fakat virüs nasıl ki bir anda hayatımızdan çıkmıyor, psikolojik ve sosyolojik etkilerinin de öyle bir anda yok olmasını beklememeliyiz. Ani ve beklenmeyen olay ve durumlar sonrası travma ve stres bozukluğu yaşanması olağan bir durum. Anormal durumlara verdiğimiz normal tepkiler bunlar aslında. Deprem gibi bir afet yaşadıktan sonra, bundan etkilenmişsek, ufacık bir sallantıda korkumuzun tetiklenmesi ve kendimizi dışarı atmamız, yani kaçma isteğimiz olasıdır.

Eğer bu dönemde karamsarlık, keyif alamama, uyku ve iştahta bozulmalar, sürekli tetikte olma, dikkat sorunları, öfke patlamaları, günlük yaşam ve sosyal ilişkilerde bozulma gibi durumlar yaşıyorsanız kendinize biraz zaman ve alan tanıyın. Korkulara bir de şu açıdan bakmak lazım; dengeli seviyede korku bizi hayatta tutar. Her şeyin kusursuz ve düzenli olduğu bir dünyada acı, kaygı, neşe gibi hayatımıza anlam katan duygularımız da olmazdı.

- Dışarıda sosyalleşerek geçirdiğimiz zamanlar yok oldu, çoğumuz ofis yerine evinde, belki de kalabalık aile ortamında çalışmaya çalışıyor. Hala adapte olamadığımız bu kısıtlamalara yenileri de eklendi. Nasıl ayak uyduracağız?

İnkar ve direnç gösterdiğimiz durumlarla nasıl baş edeceğimizi bilemeyiz. Deprem olmasın, pandemi bitsin dediğimiz her an mevcut duruma gösterdiğimiz bir direnç ve biz olanı inkar etmeye çalışıyoruz.

İkinci kez karantinaya girdiklerinde aynı dayanıklılığı gösteremeyeceğini düşünerek, panik olanlar var. Engellenme hissiyle mücadele edemezsek, ki bunlar yetişkinlik becerileridir, direncimiz artacak ve beklentimiz yükselecek. Beklenti eşittir baskı. Hayatımız eskisi kadar kolay olmayabilir ama kendimize, beklentilerimize yeniden bakmamız gerekiyor.

Problemler çözmemiz gereken hadiselerdir ama güçlükler içerisinden geçmemizi, kabul etmemizi gerektirebilir. Yaşadığımız gündem, mevcut güçlüklere adapte olmamızı gerektiriyor.

- Peki bu durum aile ilişkilerimize nasıl yansıyor sizce?

Bizler sosyal varlıklarız. Engellenmişlik hissimiz ve değişen düzenimizle birlikte kırılganlığımız arttı.

Eğer ortada ertelediğimiz sorunlar varsa, çiftlerde bu boşanmaya kadar gitti. Bazı kişilerde ise hayatımıza giren ölüm korkusuyla, bilinçaltında ‘yaşam’ yani üreyerek soyunu devam ettirme güdüsü açığa çıktı diyebiliriz. Bunlar da evlilik, ikinci çocuk ya da hayvan sahiplenme olarak hayatımıza girdi.

Tarihte, salgın ya da savaş dönemlerinden sonra, nüfus artışında hep bir patlama yaşanmış…

Çocuklara baktığımızda ise durum, yaş gruplarına göre değişebiliyor. Bir grup hızla adapte olurken, farklı bir yaş grubunun daha çok etkilendiğini gözlemliyorum. Çocuklar için düzen ve sınırlar konusu çok önemli. Fakat bu süreçte düzenleri bozuldu, enerjilerini de atamadıkları için yeme ve uyku bozuklukları gündeme geliyor.

-Son dönemde sıklıkla karşılaştığınız ya da gözlemlediğiniz ortak problemlerden biraz bahseder misiniz?

Koronavirüs salgını nedeniyle artan kaygıya, deprem de ikincil bir travma ekledi. Bu dönemde travma sonrası strese bağlı rahatsızlıklar, depresyon, bizim sık yaşadığımız ruhsal bozukluklar arasında. Kısaca mutsuzuz. Ancak herkeste gözlemlediğim bir nokta var ki, çoğumuz mutluluğu 'iyi olma hali' ile karıştırıyoruz. İşte burada, sorunlarımıza karşı bakış açımız devreye giriyor…

Sorunlar hayatın sabitleridir ve hayat, sorun çözerken başımıza gelen şeydir. En çok şüphe ve merak duymamız gereken şeyler ise bize ‘sorun’ yaratan, düşüncelerimiz ve duygularımızdır. Önemli olan sorunu nasıl ele aldığımız. Mutluluğu doğrudan bir amaç haline getirdiğimizde, sorunlar birer engelden öteye geçemiyor. Tutum olarak sorunları bir gelişim alanı olarak gördüğümüzdeyse, mutluluğumuza engel olmaktan çıkıyorlar. Başarı da aslında biraz bu bakış açısında...

Yazının devamı...

Sizin kaş haritanız var mı?

Kaşlarımızın da yıllar içinde modanın değişen unsurlarıyla birlikte güzellik algısında kendi trendlerini oluşturduğunu kim yadsıyabilir. 40’ların kavislerinden 70’lerin doğal görünümüne, 90’ların ince formlarına ve 2000’lerin kavisten arınmış kalın kaşlarıyla kadınlar, her dönem karakterini belirlemiş. 2020’nin son trendi ise yukarıya doğru taranan özgün formlar... Kaşlara dair tüm bilgileri Benefit Ulusal Kaş Artisti Ezgi Sadeghi verdi.

- 90’ların kavisli, ince alınmış kaş formları hepimiz için geride kaldı. Son dönemin kaş trendlerini anlatır mısınız?

90’lardaki ince kaşlar son yıllarda mümkün olduğunca kalınlaştı. Hatta o günlerden sonra kaşları tekrar gürleştirmek güzellik adına en büyük çabalanan konulardan biri haline geldi. Günümüzde ise çeşitlilik revaçta. Bundan 4-5 sene önce moda olan düz kaşları birçok kişide görürdük. Şimdi mümkün olduğunca doğal bırakılmış kaşlar herkeste farklı duruyor ve tek bir stil modası yavaş yavaş siliniyor. Yukarı taranmış ve sabitlenmiş, sadece etrafı toparlanmış kaşları oldukça fazla görüyoruz ve görmeye devam edeceğiz. Yukarı taranmış kaşlar genel olarak yüze ve göz daha kalkık bir etki verdiği için oldukça seviliyor.

- Kaşlarımızı doğru bir biçimde şekillendirmek için ihtiyacımız nedir?

Kaşları doğru bir biçimde şekillendirmek için öncelikle yüz anatomisine hakim olmak gerekir. Anatomik değerlere bağlı kalmadan yapılan şekillendirmelerde bazen kişi üzgün, kızgın ya da olgun bir ifadeye bürünebilir. Bunların yanında doğru yöntem de çok önemlidir. Kaşı kesmek, cımbızla almak, ağda yapmak gibi yöntemlerden hangisi kişi için doğru bunu önce tespit etmek gerekir.

- Kaşlarımızı hangi yöntemlerle şekillendirebiliriz?

Modaya uymaya çalışmak, olması gerekenden ince almak ya da tam tersi biraz ifadeyi yumuşatabilecek

- Kaşlarımızı şekillendirirken en sık yaptığımız yanlışlar hangileri?

En kaşları fazla kavisli ya da kalın bırakmak yapılan en büyük hatalar arasındadır.

- Kişiye özel kaş şekillendirmenin adımları nelerdir? Yüz şekline göre doğru kaş modelleri hangileri?

Kaş şekillendirmeden önce mutlaka kaş haritası çıkarılmalı ve kişinin tarzı, yaşı gibi konularla beraber bir uyarlama yapılmalıdır. Örneğin, yüzümüz kemikli ve uzunsa daha yana doğru çizgisel ve kısa kaşlar uygun olacaktır. Ancak kişinin gözleri birbirine yakınsa kaş başlangıçlarını çok yakın tutmamak gerekir. Bu durumda da kuyrukları çok kısaltmak kaşların aşırı küçülmesine sebep olabilir. Eğer yüzümüz geniş ve yuvarlak hatlı ise çok düz ve çok kalın kaşlardan uzak durmalı, hafif kavisler ile yüze daha ince bir görünüm kazandırmalıyız.

- Doğal ve güzel görünümlü kaşlara ulaşmanın ipuçları ve kullanmamız gereken gereçleri nelerdir?

Sürekli elimize cımbız alarak her çıkan kaşı almaya çalışmak aslında bütüne bakıldığında ihtiyaç olabilecek bir kaş telinin kaybına sebep olur. Öncelikle bundan uzak durarak besleyici kaş serumlarından faydalanmak gerekir. Kaşlarımız da saçlarımız ve cildimiz gibi özel bakıma ihtiyaç duyarlar. Özellikle mevsim geçişi, stres gibi etkenler kaşların dokusunda tahribat yaratabilir. Doğru bir bakım ve doğru şekillendirme ile muhteşem kaşlara kavuşmak mümkün. Doğru cımbızlama yöntemleri ve kesme işlemi de bu işin önemli bir parçasıdır. Yanlış yöne çekilen kaş teli küsebilir, fazla kesilen kaş daha boş görünebilir.

- Kaşlara form vermek için artık elimizde pek çok gereç var: kaş pudraları, kaş kalemleri, kaş maskaraları... Kimler hangi ürünleri nasıl kullanmalı?

Öncelikle nasıl bir görünüm istediğimize karar vermeliyiz: Daha blok, tel tel, yoğun veya doğal vs... Ardından hangi formülasyondaki ürünü biz daha rahat kullanırız, bunu tespit etmek gerek.

Pudra formundaki ürünler kaşta blok bir görünüm yaratırken daha doğal dururlar ve kullanması kolaydır.

Maskara formundaki ürünler de far gibi hem kolay hem de doğal sonuç verirken zamandan da kazandırır.

Kalem formlar daha şekil verilmiş bir görünüm verirken aynı zamanda doğaldan yoğuna bitiş opsiyonları ile çeşitlilik sevenler için idealdir.

Hem kalıcı, hem, doğal sonuç hem de hız arayanlar ise kaş marker’larını tercih edebilirler. Ardından güçlü ve uzun süreli sabitleme yapan bir şeffaf kaş maskara ile mutlaka makyajı tamamlamak gerekir.

Yazının devamı...

Bu kremin içeriği hücreleriniz

Kovid döneminde malum maske kullanmak artık hepimiz için bir zorunluluk haline geldi. Ancak maskelerin kullanımına bağlı olarak pek çoğumuzun cildinde kızarıklık, kaşıntı gibi çeşitli cilt sorunları gözlenmeye başlandı. Tüm bu sorunların klinik tedavileri arasına ilginç bir yöntem daha eklendi: Kişinin kendi kan hücrelerinden zengin plazma tedavisi olarak bilinen PRP’nin krem formu... Konuyla ilgili görüşlerini aldığım Medikal Estetik Uzmanı Dr. Ziya Yavuz, krem sayesinde kişilerin profesyonel cilt bakımına evde de devam etmelerine yardımcı oluyor.

- Bize PRP uygulamasından bahseder misiniz?

PRP yani ‘trombosit hücrelerinden zengin plazma tedavisi, kendi kanımızın içindeki iyileştirici hücrelerin gücünü kullanarak yapılan bir tedavi şekli. Cilt estetiği, saç dökülmesi ve ortopedi sorunlarında sıklıkla kullanılıyor. Kişinin kendi hücreleri kullanıldığı için herhangi bir alerjik reaksiyona da sebep olmuyor ve sadece yapılan bölgede etkili. Kişinin kanından elde edilen bu trombosit hücreleri, enjeksiyon veya hazırlanan özel PRP kremi ile ihtiyaç duyulan bölgeye uygulanıyor. PRP solüsyonunu hazırlamak için hastadan 10-60ml arasında kan alınıyor. Bu kan tek kullanımlık özel PRP kitleri ve santrifüj cihazları ile ayrıştırılarak istenmeyen kısımları uzaklaştırılıyor. Ayrıştırılan 2-6 ml. kısım, trombositten zengin plazmayı içeriyor.

- PRP'nin krem olarak kullanılması oldukça ilginç. Bunu da anlatır mısınız?

PRP normal şartlarda klinikte enjeksiyon şeklinde kişiye uygulanıyor. Ama kişi isterse kendi kanından elde edilen PRP ile ona özel PRP kremi de hazırlanabiliyor. Bu krem kişinin kendi hücrelerini ve büyüme faktörlerini içerdiği için sadece kanı alınan kişiye özeldir. PRP kreminin hazırlanması için yine kişiden bir miktar kan alınıyor ve özel PRP kitleri ile kişinin trombosit hücreleri ayrıştırılıyor. Ayrıştırılan bu PRP solüsyonu, bir bazla karıştırılıp krem haline getiriliyor. Krem haline geldikten sonra kişinin evinde de bu kremi bakım amaçlı günlük olarak kullanması mümkün.

- Bu kremin yan etkileri var mı?

PRP kremi kişiye özel ve kişinin kendi kan hücrelerini içerdiği için herhangi bir yan etkisi bulunmuyor.

- Ciltte nelere iyi geliyor?

PRP kremi uygulaması ile cilt daha parlak ve canlı görünüyor. Kullanımla beraber yüzdeki lekelenmeler de azalıyor, göz çevresi, yanaktaki ince çizgiler yumuşuyor. Yine yaşlanan cildin tamir edilmesiyle cilt tonusunda artış meydana geliyor. Ciltte varsa yara izi onlarda da azalma oluyor.

- Hazırlanan bu krem ne kadar süreyle kullanılabilir?

Hazırlanan PRP kremi mutlaka buzdolabında muhafaza edilmesi ve hazırlandıktan sonra 15 gün içinde bitirilmesi öneriliyor. Bu kremi kullanırken başka bir cilt kremi kullanmaya gerek yok. Çünkü zaten ihtiyacımız olan bütün faktörleri bu krem doğal olarak barındırıyor. Kişi, kremi kullanmaya istediği süre boyunca devam edebilir.

- Sadece yüze değil, cildin tahriş olan başka bölgelerine de bu krem uygulanabilir mi?

Tabii ki... Yüz dışında ihtiyaç duyulan başka bölgelere de uygulanabilir. Sadece kremin açık yaralara uygulanması önerilmiyor.

Yazının devamı...

Nazar boncuğu sanatla buluştu

Profesyonel koç ve kurumsal gelişim danışmanı Müge Çevik, yeni yarattığı ve ‘bir, tek, yegane’ manalarını taşıyan markası YEK ile geleneksel nazar boncuğunu modern bir görünümle öne çıkarıyor. Çevik ile, ressam Recep Çiftçi’den tasarım konusunda destek alarak oluşturduğu yeni koleksiyonu üzerine sohbet ettik.

- Çoğu kültürde ve dinsel inançta, göz figürü kötülükleri savan güçlü bir tılsım olarak kabul gördü. Çoğumuz da seviyoruz nazar boncuğunu… Nazar boncuğu temalı bir marka yaratmak nereden aklınıza geldi?

Koleksiyon, güzel günlerimizi ölümsüz kılmak, en içten dileklerimizi sevdiklerimize sunmak için kendi hediye arayışımızdan ortaya çıktı, yani bir ihtiyaçtan... Nazar boncuğu almayı, asmayı, hediye etmeyi çok seven biri olarak kendime sordum: ‘İçinde sanat barındıran, herkesin evinde, ofisinde, yaşam alanlarında olmasını arzu edeceği farklı nazar boncuğu tarzını nasıl yaratabilirim?’ Tam bu noktada ressam Recep Çiftçi destek aldık; Benim için yaratıcı tasarımlar yapmasını istedim. Ve böylece sanatla buluşan nazar boncukları ortaya çıktı. Kendisiyle renkler ve temalar konusunda sürekli fikir alışverişinde bulunuyoruz. Nazar boncukları serisi sürekli kendini yenileyen bir koleksiyon olarak devam ediyor.

- Koleksiyonda cam nazar boncukları dışında suluboya tablolar ve eşarplar da var. Biraz da onlardan bahsedebilir miyiz?

Genel anlamda, herkesin güzel şansına ve uğuruna inandıkları sembollerden oluşan objeleri sanatla buluşturan; yani bir anlamda sanatı ulaşılabilir kılmış bir marka tasarladık. Kendimize, sevdiğimiz insanlara tüm iyi dileklerimizi mana bulan objelerle hediye etme fikriyle yola çıktık. Bu anlamda koleksiyonda camlar dışında sembollerden oluşan serisi ile Recep Çiftçi imzalı suluboya tablolardan ve yine çizimlerinden oluşan, ‘Evrenin Sureti’ adlı son sergisinde yer alan eserlerden seçkiler koleksiyon için eşarplarda baskı olarak kullanıldı. İyi dileklerimizi farklı objelerle sunabilmek adına bu çeşitliliği olmazsa olmaz olarak gördük.

- Geleneksel ve modern çizgileri buluşturdunuz diyebilir miyiz?

Nazar boncuğunu hem çok severim hem de ‘iyi’ geldiğine, iyilik taşıdığına inanırım. Nazar boncuğu geleneksel ve o gelenekselin saflığını taşıyan bir yanı vardır bence.
Bu yüzden marka da mutlaka nazar boncuğundan hareket etmeliydi ve bir yandan da ayrışmalı daha önce kullanılmadığı gibi kullanılmalıydı. Evet bu yanıyla da modern diyebiliriz.

- Sanatı hediye edebileceğimiz objelere aktarmak harika bir fikir. Peki markanızı nerede konumlandırıyorsunuz?

Ulaşılabilir olmak bizim için çok önemli. Bir çiçek, çikolata ya da pasta yerine veya yanında, kalıcı, anısı ve anlamı olan, sanatçı imzası taşıyan hediye alternatifleri yarattık. Konumlanmayı da bu alternatiflere göre yaptık.

- Başka sanatçılarla da çalışmak gibi düşünceleriniz var mı?

Zaman ne getirir bilemiyoruz, neden olmasın? Ancak her ne olursa olsun, mutlaka sembollerin dillerini çok iyi bilen ve bu dilleri ile ustalık ile kullanan sanatçıların yaratımları ile olur.

- Ev tekstili ve moda tasarımı alanlarında üretimleriniz olacak mı?

Şu an bu konuda da bizim bir çabamız, arayışımız yok ama aynı düzlemden baktığımız modacılarla bir araya gelmek ve o alandaki uzmanlığı markanın motifleri ile birleştirmeye de açığız. Aynı şey başka alanlar için de geçerli. Bir seramikte veya duvarda başka malzemeler ile kendi motiflerimizi yapmak, neden olmasın? Her türlü işbirliğine, tutku ile üretmeye ve güzeli görmeye açık bir markayız. Gözüm güzele değsin dedik bir kere, güzel her nerede vücut bulacaksa…

- Yurt dışı pazarına açılma hedefleriniz var mı?

Bu konu en taze gündemimiz. Yurt dışından talepler var. Özellikle yurt dışı ile iş yapan, kültürümüzün otantizmi ile evrensel değerleri ve tasarımı bir araya getiren pek fazla marka yok çünkü. Şu an için Hollanda’da varız. Yakında pek çok ülkenin ve büyük montan’ların ekleneceğini biliyoruz. Hatta yakında ‘duty free’lerde olmayı hedefliyoruz.

Yazının devamı...

Altın iğneyle cilt yenileme

Gelişen teknolojiyle birlikte kendi alanında pek çok yeniliğe kapılarını açan estetik dünyasında neredeyse her gün farklı uygulamalarla karşılaşıyoruz. Pek çok kombine yöntem devreye girerken, artık rüştünü ispatlamış bilinen uygulamalar da altın çağını yaşamaya devam ediyor. Bunlar arasında öne çıkanlardan biri de altın iğne... Şimdilerde radyo frekans teknolojisiyle bir araya gelerek daha az sürede ve daha az hasarla sosyal hayata hızlı geri dönüşü sağlayan bu yöntemle ilgili Dermatolog Dr. Deniz Yavuz, yeni bilgiler paylaştı.

Güneş, her ne kadar mutluluk kaynağı olsa da, yaşımız ilerledikçe cildimize zarar veren bir enerji kaynağı olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Kolajen liflerimize zarar veren, yaşlandıran, lekeleri artırıcı etkisini azaltmak mümkün. Güneşin yanı sıra zamana ve yerçekimine bağlı cilt yaşlanması da kaçınılmaz...

Altın iğne işte tam da burada devreye giriyor. Farklı kombinasyonları ile cildin dayanıklılığı artırılması amaçlanıyor. İşlem, cilt yüzeyinde açılan mikro kanallardan kişinin kendi kullandığı serumun, vitaminin, peptit ya da ihtiyacı olan renk açıcı solüsyonların emilimini sağlayarak daha iyi sonuçlar almasına yardımcı oluyor.

Altın İğnenin Uygulama Alanları

Altın iğne uygulamasında cilt altına kontrollü olarak fraksiyonel yani aralıklı mikro iğne matriksi kullanılarak enerji veriliyor. Böylelikle deri altında zamanla azalan kolajen, elastin ve hyalüronik asit üretimi uyarılıyor. Sonuçta daha sıkı, gözeneklerin ve ince kırışıklıkların azaldığı, parlak ve canlı bir cilt elde ediliyor.

Altın iğne uygulamasının etkili olduğu bir diğer alan da akne tedavisinde geç kalınmış ve oluşmuş akne skarları... Yara izlerinin temelindeki bozuk kolajen demetlerini yeniden düzenleyici etkisiyle, akne çukurcuklarının görünümünü iyileştiriyor.

Altın iğnenin pek çok kullanım alanı mevcut. Bunlar arasında ameliyat izlerinin, zamanla kilo alıp vermeye bağlı oluşan cilt çatlaklarının tedavisinde, ince kırışıklıkların azaltılmasında, cilt dayanıklılığının artırılmasında, çene ve boyun bölgesinde sıkılaşma ve yenilenme amaçlı kullanımları öne çıkıyor.

Derin Yara İzlerine Veda

Tüm bu uygulamaların yanı sıra göz çevresinde yenileyici, sıkılaştırıcı, kaşların kaldırılmasını sağlayıcı etkisi ile tüm yüz, boyun, dekolte, yerçekimine bağlı sarkma gibi olumsuzlukları gidermek adına yeni kolajen ve elastin sentezi ile yara izi tedavisi imkanı sağladığı gözlemleniyor. Kişinin ihtiyacına göre senede 3-4 kez, 3-4 hafta ara ile uygulanabiliyor.

Kişinin ihtiyacına göre seçilebilen iğne başlıkları seçeneği daha geniş bir yelpazede olan başka bir uygulama ise Fractora... Bu teknolojik uygulama ile de inilebilen cilt altı derinliği seçilebiliyor. Böylelikle uygulama sonrasında cilt üzerinde iz bırakmadan, kişinin sosyal ve iş hayatından kopmadan hızlıca geri dönüşünü gerçekleşiyor. Deri altında gerçekleşen tedavi ile gevşemiş deride sıkılaşma, göz çevresinde zamanla yerçekimine yenik düşen kaşlar ve uçlarında kalkma sağlamak mümkün olabiliyor.

Sosyal Hayata Hızlı Dönüş

Sahip olduğu fraksiyonel mikro iğneli radyo frekans enerjisinin yeniden yapılandırma, sıkılaştırma ve kırışıklık azaltıcı etkisi bilimsel olarak çok sayıda yayın ile kanıtlanmış FDA onaylı bir uygulama. Kullanılan altın iğneler ile iyileşme süresi kısa, sosyal izolasyonu olmayan, yeni nesil bir teknoloji. Altın iğne ile kombine olarak kullanıldığında, altın iğnenin aktif akne yönteminde kullanılan mikro iğne matriksi boyunca iletilen radyo frekans enerjisi sayesinde akne kurutucu ve yenilenmeyi sağlayıcı etkisi bulunuyor.

İşlem sonrası 3-6 saatte solan cilt kızarıklığı pembeliğe dönerek kişinin normal hayata kaldığı yerden devam etmesine olanak sağlıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.