SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Saç dökülmesinin 27 nedeni

1) Genetik nedenler: Erkeklerde ve kadınlarda saç kaybında bir numaralı nedeni genetik yapı! Erkeklerde, saç dökülmesinden sorumlu tutulduğu için kötü testesteron diye bilinen DHT (di hidro testesteron ) hormonu etkisiyle saçlar dökülmekte. Kadınlarda erkeklik hormonları yanı sıra aromataz enzimi de saç dökülmesinden sorumlu.

2)Telogen Effluvium: Kadınlarda saç dökülmesinin en sık 2. sebebi. Bu klinik durumda, normalde tüm kafa derisindeki saçların %10’u dökülme fazındayken, çok daha fazla oranda saç folikülü (%30-50 kadar saç ) dökülme fazına girer ve hızla dökülmeye başlar. Günlük saç kayıp miktarı 200-700 tel arası olabilir .

3)Stres: Günlük yaşam, geçirilen hastalıklar, yoğun iş ve yaşam temposu akut veya kronik saç kaybına neden olabilir. Kadınları genellikle 30-60 yaşları arasında sıkıntıya sokabilen bu durum. Kronik telojen effluviumda (saç kaybı) saç dökülmesi en az 6 ay devam edebilir.

4) Kadın hormonlarında doğum sonrasında değişim ve loğusalık: Hamilelikte saçların yaklaşık %95 kadarı anajen (büyüme, gelişme ) fazına geçer ve saçlar gürleşir, sayısı artar. Doğumdan 3 ay sonrasında kadınların yaklaşık 1/3 ya da yarısı kadarında telojen effluviuma bağlı saçlarda dökülme görülebilir.

5)Saç yolma hastalığı (Trikotillomania): Televizyon seyrederken ya da bir şey okurken saçını çekme/yolma şeklinde görülen bir psikolojik rahatsızlık ve buna bağlı saç kaybı yaşanması olarak tarif edebiliriz. Şiddetli vakalarda ayna karşısında rutin şekilde kişinin saçını, kaşını, sakalını yolması şeklinde de olabilir. Zaman içinde devamlı surette kılın çekilmesi sonucunda o bölgede bir boşalma ve dökülme olur. Uzun süreli trikotillomania, saç , kaş , kirpik ve diğer alanlarda kalıcı kellik bölgeleri oluşturabilir.

6)Polikistik over sendromu: Kadınların üreme çağında yaklaşık %10’unda görülebilen kalıtımsal bir yumurtalık hastalığıdır. Yumurtalıklarda erkek hormonları fazla üretildiğinden vücut ve yüzde kıllanma, seste kalınlaşma, ciltte akne/sivilcelenme ve saç dökülmesi gibi belirtilerle ortaya çıkabilir.

7)Vücut geliştirme için kullanılan anabolik steroid ve hormonlar

8)Kansızlık: Demir eksikliğine bağlı anemilerde saç dökülmeleri görülebilir.

9)Yama şeklinde saç dökülmesi (Alopesi areata): En sık görülen tipi kaşlarda ve saçlı deride görülen, yama tarzında, para şeklinde yuvarlak ya da oval dökülmelerdir. Saçlar 1/3 oranında, 6 ay -1 yıl arasında kendiliğinden çıkarlar. 1/3 oranında kesin kayıp yaşanabilir ve saçlar bir daha çıkmayabilir.

10) İlaç yan etkileri: Saç dökülmesini tetikleyen belli başlı ilaç grupları şunlar:

11) Kanser ve kemoterapi: Saçlarda geçici dökülmelere neden olmakta.

12)Mevsimsel değişiklikler: Bazen mevsim değişimlerinde ve özellikle bahar aylarında saçlarda dökülmeler artabilir ve bu durum akut telogen efflivium olarak görülebilir. Genellikle birkaç hafta içinde kendiliğinden geçer ve düzelir.

13)Beslenme problemleri, ağır diyetler, blumia ve anoreksia nervosa: Yemek yememe ve yemek sonrası kusmalara kadar varabilen beslenme problemleri kişide mineral, vitamin,çinko, selenyum ve esansiyel amino asit eksikliğine bağlı olarak saç dökülmelerine neden olabiliyor.

14)Barsak ve sindirim problemleri (Malabsorbsiyon): Yetersiz besin emilimine bağlı olarak mineral, vitamin,çinko, selenyum ve esansiyel amino asit eksikliği meydana gelebilir ve saç dökülmelerine neden olabilir.

15)Genel anestezi: Genel anestezi sonrasında operasyonu takip eden zaman dilimi içinde saçlarda dökülme olabiliyor.

16)Duygusal durum bozuklukları ve psikolojik stres.

17) Diabet hastalığı

18 ) Saçlı deri enfeksiyonları: Saçlı deride iltihabi deri hastalıkları ve sivilcelenmeler kalıcı saç kaybına neden olabilir.

19)Saçlı deriyi tutan cilt hastalıkları: Sedef hastalığı (Psoriasis), saçlı deride yağlanmaya neden olan seboreik dermatit, pitriasis, morfea, skleroderma, sarkoidoz gibi hastalıklar geçici veya kalıcı saç kaybına yol açabilir.

20) Yüksek dozda vitamin A alımı

21)Saçı gererek bağlamak ve şekillendirmek: Saçları çok sıkı olarak örgü yapmak, mısır örgüsü şeklinde sıkıca şekillendirmek ve gererek arkadan bağlamak, germe kuvvetine bağlı saç köklerini kalıcı harap edebilir ve kalıcı saç kaybına neden olabilir (traction alopecia). Bu tür, saçın üzerinde stres yaratarak zarar veren saç modellerinden kaçınmak gerekli.

22)Tiroid bezi hastalıkları ( Hipo ve hipertroidism) :Saç dökülmesi tiroid bezi bozukluklarının erken belirtilerinden birisi olabilir ve tiroid hormonu tedavisi sonrasında saçlarda dökülme durur.

23) Radyasyon ve zehirlenmelere (talyum ve arsenik gibi) bağlı saç dökülmesi: Zehirlenmeler, “anajen effluvium” denilen çok daha yaygın, ani ve şiddetli bir dökülmeye sebep olabilirler. Gün içinde binlerce saç dökülür ve saçların yaklaşık %80-90 ı kısa zamanda kaybedilebilir. Radyasyon dışındaki diğer sebeplerde saçlar mutlaka geri gelir ve tekrar çıkarlar.

24)Lupus gibi bağ doku ve savunma (bağışıklık) sistemi hastalıkları: Otoimmun hastalıklarda savunma sistemi (bağışıklık sistemi) vücudun kendi sağlıklı hücrelerine zarar verirken pek çok organ ve doku da etkilenir. Saç dökülmeleri de lupusun belirtilerinden birisi olabilir.Kütanöz lupus eritamatosus, liken planoplaris, frontal fibrozan alopesi, folikülitis decalvans, keloid akne, nekrotizan akne… gibi hastalıklarda genellikle saç köküne bağışıklık sistemi saldırısı sonucunda saç kaybı yaşanmakta. Nedeni tam olarak bilinmiyor.

25)İz bırakaran saç kaybı (Skatrisyel alopesi):Deride oluşan yaralanmalara bağlı olarak saç foliküllerinin kalıcı olarak hasar görmesi ve saç kaybıdır.Nedenleri fiziksel ya da kimyasal travmalar (kimyasal madde yaralanmaları, yanık, travma, operasyonlar, böcek ısırması, radyasyon vb) olabilir.

26)Doğuştan saçsızlık: Genetik deri anomalilerine bağlı, doğuştan saç olmaması ve saç kayıpları (aplasia cutis congenita vb…) görülebilir.

27)Menopoz: Menopoza giren kadınların yaklaşık %80’inde saçlarda incelme görülebilir.Hormonal değişiklileri sonucu menopozun başlamasıyla saç dökülmeleri görülebilir ve menopoz sendromlarını düzelten östrojen tedavileriyle dökülmeler azalır ve yok olur.

Yazının devamı...

Plastik cerrahi ve vücut algı bozukluğu

Yüzünüzde, cildinizde çıkan minik bir lekeye ya da sivilceye çok mu taktınız? Yada hiç kimsenin gör(e)mediği yüzünüzdeki minik bir çukur gece uykularınızı mı kaçırıyor? Saçlarınızın son zamanlarda dipleri görünmeye başladı, tutam tutam dökülüyor ama bunu kimse fark etmiyor mu? Burun şeklinizi hiç beğenmiyor bu yüzden dışarı bile çıkmak istemiyor musunuz? Bu gibi sorular sizin de kafanızda varsa ve evet diyorsanız sizde vücut algı bozukluğu olabilir.

Yapılan bir araştırmaya göre yüz bölgesinde plastik cerrahi operasyonu geçiren her 10 hastadan birisinde, burun, deri, saç, göz veya ciltteki basit bir fiziksel kusurunu abartarak daha farklı ve ciddi algılamasına neden olan bir akıl sağlığı problemi var; fakat plastik cerrahi doktorları bunun pek de farkında değil. Araştırmalar plastik cerrahların, bu rahatsızlığı olan vakalardan ancak %5 ini teşhis edebildiğini ortaya koydu. Bu rahatsızlığın adı, “beden algı bozukluğu” ya da “vücut dismorfik sendromu” (body dysmorphic syndrome) … Bu sendroma sahip en önemli kişiler arasında, geçtiğimiz yıllarda hayatını kaybeden, yılalr içinde geçirdiği pek çok estetik cerrahi operasyonuyla bambaşka bir yüz ve cilde sahip olan, Michael Jackson örnek olarak verilebilir. Bu hastalık, burun, deri, saç, cilt, göz gibi vücut yapılarında olabilen, gerçekte çok küçük kusurların hastanın gözünde büyütülmesi olarak tarif edilebilir. Biz plastik cerrahların pratik hayatında bu tür hastalara sıkça rastlamak olası. Fakat bizler tam olarak bize başvuran hastaların ne kadarında bu rahatsızlığın var olduğunu anlayamıyoruz; bu tür hastaların farkına varabildiklerimiz çok küçük bir oranı tutuyor ve yakalama oranlarımız çok zayıf. Yapılan çalışmalar beden algı bozukluğu olan vakaların, yaklaşık ¾ gibi büyük bir oranının plastik cerrahlara kozmetik operasyonlar için başvurduğunu göstermiş. Bu hastaların 10 tanesinden yaklaşık 6 tanesi de “derdine” derman olmak için gereksiz cerrahi işlemler yaptırıyor.

Bu araştırmada, 11 ay içinde 3 cerrahi merkezde yüzle ilgili operasyonlar yaptırmak isteyen 600 hasta sorgulanmış ve kendilerine verilen anketle vücut algı bozukluğuna sahip olup olmadıkları araştırılmış. Bu araştırmada anketi cevaplayanların %10 unda bu rahatsızlık tespit edilmiş. Fakat bunların içinde sadece %4 kadar bir oranı, plastik cerrahlar tarafından şüphelenilmiş ve bu probleme sahip olabilecekleri düşünülmüş.

Plastik cerrahlar, genel olarak bu hastalarda problemlerine “dokunulduğunda” hastaların iyi hissedeceklerini, cerrahi işlemler yapıldığında hastanın kusuruna olan aşırı takıntısını giderebileceklerini; yani bir anlamda>Hasta doktor arasındaki ilişkinin etik olarak gizliliği, hasta hakları, bu hastaların fark edilmeden pek çok cerraha gidebilmelerini, adeta bir “doktor alışverişi”ne çıkar gibi gezinerek operasyon olmak için “birisini” bulmalarını sağlıyor. Bazen hastanın gördüğünü plastik cerrah olarak bizim göremediğimizin belirtiyoruz. Bazen de hastanın istediğini verecek kadar iyi olmadığımızı söylüyoruz. Vücut algı bozukluğuna sahip hastaların nazikçe reddedilmesi önemli.

Plastik cerrahların çalışma hayatlarında hastalarına kolayca uygulayabilecekleri bu basit anketlerin hastalara vermeleri çok önemli. Aksi durum, önemli ve basit bir teşhis olanağının kaçırılması anlamına gelebilir. Bu tür hastalar kesinlikle hiçbir şeklide opere edilmemeli ve bu konuda deneyimli pskiyatristlere refere edilerek tedavi olmalarına yardımcı olunmalı.

Yazının devamı...

Tıraşsız FUE tekniği ile saç ekimi nedir, nasıl yapılır?

Günümüzde saç ekimi ve saç restorasyon cerrahisi denildiğinde akla ilk gelen artık ülkemizde de çok kullanılan teknik FUE tekniği. Yani ağrısız, izsiz, bıçaksız teknik dediğimiz, saç köklerinin mikromotor ve “punch” larla tek tek alındığı yöntem. Bu operasyondaki en önemli dezavantaj, operasyona başlarken greftleri tek tek alabilmek için saçların 1 numara tıraşlanarak kısaltılması. Bu tıraşlama şart çünkü saçın çıkış açısını belirlemek ve 1 milimden daha küçük deliğe sahip “punch” dediğimiz keskin borucuklarla saçın alınabilmesi ancak bu şekilde mümkün. Fakat bu durum günlük yaşamdan uzun süre uzaklaşamayan, yoğun iş hayatına sahip kişilerde önemli bir sıkıntı oluşturmakta. Çünkü saçların ense ve ekilecek olan alanda kısaltılması, hastanın en az 15 gün kadar günlük yaşamdan uzaklaşması demek. Bu süre içinde saçlar uzuyor, kabuklar temizleniyor ve hasta ancak işine dönebiliyor.

Bu sorunun üstesinden gelebilmek için kullanılabilecek yeni bir teknik var: Tıraşsız FUE tekniği. Bu teknikle hastanın saçları tamamen tıraşlanmadan kısıtlı miktarlarda saç kökü çıkarılabiliyor ve hasta hemen günlük yaşama dönebiliyor.

Peki ama tıraşsız FUE tekniğinde saçlar nasıl çıkarılıyor? Saçları kesmeden, tıraş yapmadan nasıl FUE tekniği uygulanıyor?

Bu teknikte hemşire ya da teknisyen yardımcı kişi, bir tarak ya da ıslak gazlı bez yardımıyla uzun saçları ayırarak açar, daha sonra cerrah saç kökü çıkış açısına göre punch yardımıyla deriye girerek saç kökünü çıkarır. Burada saç çıkaran doktorun çok sabırlı dikkatli olması şart çünkü bu teknikte uzun saç arasında çalışıldığı için saç kökü çıkarmak çok daha zor ve meşakkatli; uzun zaman ve sabır gerektiriyor. Maksimum alınabilecek kök sayısı, tıraşla yapılan FUE saç ekimine oranla çok daha az. Ancak belirli küçük alanları kapatmak için kullanılabilecek olan bu teknikte, her seans 500- 700 greft alınıp ekilebilir. Ama hem hasta hem doktor hem de tüm ekip için uzun ve yorucu bir teknik olduğunu tekrar belirtmekte fayda var.

Bilinen tıraşlı FUE tekniğiyle karşılaştırıldığında tıraşsız FUE yönteminin avantajları arasında, hastanın çok hızlı bir şekilde, operasyondan hemen sonra hayata karışabilmesi ve herhangi bir pansumana ihtiyaç duymaması başta gelir. Bunun yanı sıra doktor uzun saçlar arasında çalışırken alacağı saçların özelliklerini direkt olarak görebiliyor. Buna göre istenilen renk, kalınlık ve incelikte; dalgalı /kıvırcık ya da düz; tekli veya 2-3’lü kök ihtiva eden greftlerin belirlenebiliyor. Yani ihtiyaç olan alanda ne tür saç tipi gerekliyse, saç greftlerinin seçilerek alınabilmesi gibi avantajları da var. Verici yani donor bölgede, çok kontrollü ve kısıtlı sayıda saç alımı gerçekleştiğinden, gerektiğinden fazla greft alındığında oluşan eksilme ve seyrelme gibi problemler de yaşanmıyor.Tıraşsız FUE tekniği özellikle kadınlar için de çok avantajlı çünkü saçların hemen hiç kesilmeden nakledilmesi mümkün .

Tıraşsız FUE tekniği ile saç ekiminin ana dezavantajları ise operasyonun hasta için uzun sürmesi; daha pahalı bir teknik olması; ekip, doktor ve hasta açısından daha yorucu olmasıdır.

Özetle, iş yaşamı yoğun, saçının kesilmesine ve zaman kaybına tahammülü olmayan kişilerde, az miktarlarda ekim yapılacaksa “tıraşsız FUE tekniği” yapmak mümkün. Uygun hastalarda estetik cerrahinin hastalarımıza sunduğu, “vakit nakittir” ilkesini saç ekimine uygulayan, yeni bir fırsat.

Yazının devamı...

Kışın Etkilerinden Saçlarımızı Nasıl Koruyabiliriz

Kış mevsimi geldiğinde cildimize nasıl bakım yaptırıyorsak saçlarımıza da aynı özeni göstermemiz gerekiyor. Mevsimsel değişimlerden etkilenen saçlara kışın olumsuz hava şartlarından korumak için yapmamız gereken bakımları ertelememekte fayda vardır. Kış mevsimi boyunca kullanacağımız nemlendirici saç kremleri ve besleyici serumlar ile saçlarımızın matlaşmasını ve kırılmasını önleyebiliriz. Soğuk havanın etkisinden korunmak için dışarı çıkarken saçlara takılan bere, bone ve eşarp gibi aksesuarları mümkün mertebe ihmal etmemek gerekir. Saçlarınızı sıkmadan toplayarak rüzgârın ve soğuğun etkisinden muhafaza edebilir ve kırılmalarını önleyebilirsiniz.

Saçlarınızı korumak sağlıklı saçlara sahip olmak için saçlarınızı sabunla yıkamayın; içinde SLS , paraben ve silikon bulunmayan, Saçın içten ve dıştan beslenmesi gerek. ile saçların büyümesini uyaran, saçlara anti aging etkisi yapan yeni nesil şampuanları tercih edin. Saçlarınızı sık yıkamaktan kaçının, saçlarınızı yıkarken ve yıkadıktan sonra saç uç kısımlarında (saçın dibine değdirmeden) saç conditioner (yumuşatıcı kremler) ve nemlendirici bakım kremi kullanmayı ihmal etmeyin. Saçlarınızı kurulamak için saç kurutma makinesi yerine pamuklu havlulardan yardım alın. Böylece ısıl işlemlerle saçın kimyasını bozmamış, kırılma ve çatallanmayı azaltmış olursunuz. Kış aylarında saçların ıslak kalması ve ıslak şekilde dışarı çıkmak hem sinüzit ve baş ağrılarına davetiye hem de saçlarda pullanma kepeklenme yapabiliyor. Kış aylarında oluşan kepeklenme ve pullanma sorununun çözümü için piyasada bulunan ve doktorunuz tarafından reçete edildiğinde her eczanede bulabileceğiniz “anti dandruff” şampuanları kullanabilirsiniz.

Saçların kış bakımı sadece dışarıdan değil içeriden de olmalı. Sağlıklı ve düzenli beslenerek saç köklerinizi güçlendirin. Bunun için yumurtada bulunan vitamin B 12, yeşil yapraklı sebzelerde bulunan Kötü hava şartlarında takviye olarak alacağınız omega3 içerikli besinler folik asit desteğiyle saçlar kuvvetlenecektir. Ayrıca A, D, E, K vitaminleri, saçın sağlığı için gerekli yağda eriyen vitaminlerdir. Yeşil yapraklı sebzelerde bol bulunan, saçı besleyen mineraller, demir ve çinko saç için çok önemli. Bu vitaminler de saçları kuvvetlendirir parlatır ve canlandırır.

Kış geldiğinde zamanımızın pek çoğunu kapalı mekanlarda geçiriyoruz, bazen alkol alıyoruz ve istemesek de aile toplantılarında yemeklerde bolca sigara dumanına maruz kalabiliyoruz. Alkol kullanımı saç sağlığı için çok önemli olan folik asit, demir ve çinko emilimini midede azaltarak saç sağlığını olumsuz etkiler. Sigara tabii ki tüm vücut sağlığını olduğu gibi saçları da olumsuz etkiliyor. Saçları besleyen saçlı derideki kan akımı hızı ve miktarı, sigara kullanan kişilerde azalır. Çünkü sigara kan damarlarını tıkar ve büzerek daraltır. Yani saçı besleyen kan damarları sigara içicilerinde azalır, daralır ve yetersiz kalabilir.

Yazının devamı...

Yüzüstü Ve Yan Yatış Pozisyonunda Uyumak Zamanla Yüzde Çizgilenmelere Neden Oluyor.

Yüzüstü ya da yan yatıldığında yüzümüze yerçekimi nedeniyle uygulanan kopma, gerim ve sıkıştırmakuvvetleri yüzde çarpılma ve şekil değişikliğine neden olabiliyor. Bu etkinin zaman içinde kalıcı uyuma çizgileri ve kırışıklıkların ortaya çıkmasında önemli etkenlerden biri olduğu ortaya çıkarıldı ve Amerikan Estetik Cerrahi Dergisinde yayımlandı.

Uyuma sırasında oluşan çizgiler, uyuma yüzeyi sıkıştırıldığında oluşan bozulmalarla ortaya çıkmakta. Yaşlandığımızda derideki elastikiyetin kaybolması, derinin incelmesi, ciltteki su miktarının azalmasına bağlı olarak da bu izler daha belirginleşiyor ve kalıcı hale geliyor.Uykuda oluşan bu tür çizgilenmeler değişik pozisyonlarda uyuma sırasında geçirilen zamana da bağlı.İlk uymaya başladığımızda kendimize bilinçli bir pozisyon seçiyoruz ama gece boyunca bilinçsizce pozisyonumuz devamlı değişebiliyor.Bu değişim sayısı bir gecede ortalama 27 iken yaşlanmayla bu sayı 16’ya kadar azalıyor.Yani yaşam boyu her gece ortalama 20 kez pozisyon değiştiriyoruz. Bazı uyuma şekil ve pozisyonları tam da yüzümüzdeki mimik çizgilerimiz üzerindeki kopma, gerim ve sıkıştırma kuvvetlerini artırarak onları derinleştiriyor. Bazı uyku pozisyonları ise bu mimik çizgilerine dik bir katlanma yaratabiliyor.Uykuda genellikle yan yatmaya bağlı olarak alın, dudak ve yanaklardaki çizgilerimiz artırmaya/derinleşmeye meyilli.

Mimik çizgilenmeleri yüzümüzdeki kasların haretleriyle oluşurken uyku sırasında oluşan ve zamanla derinleşebilen çizgilenmeler yüzümüze uygulanan kopma, gerim ve sıkıştırma kuvvetleriyle meydana geliyor ve bu yüzden mimiklerimizi yumuşatan botilinum toksin uygulamaları bu kırışıkların azalmasında etkili olamıyor.Bu tür kırışıkların önlenmesinde ya da minimal düzeye indirilmesinde en önemli nokta, yüzümüze binen/uygulanan kopma, gerim ve sıkıştırma kuvvetlerini en ideal pozisyonda uyuyarak yok etmek, azaltmak : sırtüstü yatılması. Sırt üstü yatmakta zorlanan kişilerde başı yukarda tutan özel sırt yastıkları kullanılabilir.

Fakat her durumda yüzde çeşitli nedenlere bağlı olarak oluşan çizgilerin azaltılması , giderilmesi için uygulanabilecek altın standart, cilt içine yapılan dolgu uygulamaları . Yüze yağ enjeksiyonları tabii ki çok daha kalıcı ve çizgilerin yok edilmesinde en önemli silah. Ama kısa zamanda ve hayatımızı aksatmadan yaptıracağımız hyaluronik asit dolgularla da derin çizgi yada çökme alanlarının altı doldurulabilir, hemen sonuç alınabilir.

Yazının devamı...

PLASTİK CERRAHİ MİTLERİ, DOĞRU MU YANLIŞ MI?

Plastik cerrahiyi tercih eden insanların kafasında oluşan bazı mitler, yanlış görüşler, inançlar var. Bunlar bazen kişiyi operasyondan caydırabiliyor ve hayatının dönüm noktasını, kendisine çok iyi gelecek bir operasyondan ömür boyu kaçmasına neden oluyor. Bu yazımızda bu tür yanlış inançları ele almak istedik.

Plastik cerrahi sadece kadınlar içindir.

Yanlış... 1990 lı yıllardan günümüze uzanan çizgide erkelerin plastik cerrahiye olan ilgilerini giderek arttığını görüyoruz.Bu oran neredeyse 3 katı gibi. Mesela Amerika’da bu oran %273!

Özellikle ülkemizde çok yaygınlaşan ve yurtdışından da büyük talep gören saç ekimi operasyonları erkeklerde açık ara en fazla uygulanan operasyonlar. Ağrısız acısız ve çok kolay bir operasyon dönemi ihtiva eden, komplikasyonu yok denecek kadar az olan bu operasyonları liposakşın ve burun operasyonları takip ediyor.

Plastik cerrahi pahalı bir cerrahidir.

Yanlış…Sağlıklı ve belirli bir gelir grubunda olan kişiler için plastik cerrahi artık bir lüks olarak algılanmıyor. Aslında plastik cerrahi operasyonlara vereceğiniz ücret, yıllarca azar azar ama devamlı harcayarak elde edebileceğiniz cerrahi olmayan işlemlerin toplamına göre çok daha az; alacağınız sonuç ise çok daha etkili. Yani işin ucuzuna kaçacak karda zengin değilsiniz ve paranızı verimli kullanmanız gerek! Ayrıca teknoloji sayesinde pek çok cerrahi olmayan işlem günümüzde daha uygun fiyatlarla yapılabiliyor. Örneğin bundan 10 yıl öncesine baktığımızda saç ekimi, lazer epilasyon ve botilinum toksin uygulamaları çok daha ucuzlamış durumda.

Plastik cerrahi operasyonlarında ve saç ekiminde iz kalır.

Kısmen yanlış ve abartılı bir söylem..Saç ekiminde kullanılan FUE tekniği, saç alınan yerde artık hemen hiç iz kalmadan saç alınmasını sağlıyor.Yurt dışında halen çok kullanılan FUT tekniğinde oluşan ve göze çarpan ensedeki yara izi artık yok.

Plastik cerrahlar yaptıkları operasyonlarda izlerin en az olabilmesi ve vücudun değişik yerlerine gizlenerek daha az fark edilir hale getirilmesi için özel eğitim almış profesyonellerdir. Bunları medikal estetikçiler ya da diğer branşlardaki doktorları bilmezler. Örneğin meme operasyonlarında izler meme katlantısı altına, koltukaltı ya da meme başına; yüz germe operasyonlarında kulak memesi, kulak arkası ve saç çizgisi içine; karın germede bikini içine gizlenir.

Liposakşın(yağ emme)=Kilo verme

Yanlış… Hastalar liposakşını kalıcı kilo vermenin bir yolu olarak görebiliyor.Fakat şu bilinmeli ki liposakşın ve kilo verme aynı şey değil. Liposakşın sayesinde yağlar vücut dışına alınarak kişiye kontur verilebilir; ama hasta yemek yemesini kontrol etmez ve kilo alırsa tekrar yağ kazanır ve vücudun değişik yerlerinde birikim olabilir. Liposakşın sonrası devamlı egzersiz yapılması karın içi yağlanmayı azaltır ve göbek oluşumunu engeller.

Plastik cerrahi, medikal estetik uzmanlığıyla aynı uzmanlık dalıdır.

Hayır tamamen yanlış... Plastik ve Rekonstrüktif cerrahi, ülkemiz tıp fakültelerinde ve eğitim hastanelerinde, tıp fakültesi mezuniyeti sonrası sınavla kazanan kişilere eğitimi verilen ve 6 yıl süren bir tıpta uzmanlık dalıdır. Plastik ve Rekonstrüktif cerrahi sadece estetik operasyonlarla ilgilenmez, açık yara tamiri, doğumsal anomaliler, yaralanmalar, doku ve organ replantasyonları gibi pek çok ve geniş bir cerrahi uygulama alanında özveriyle hizmet veren bir bilim dalıdır..

Ülkemizde ‘Medikal Estetik Uzmanlığı’ veya ‘medikal estetik doktoru’ diye bir uzmanlık yoktur, Tıp fakültelerinde böyle bir eğitim verilmez ve yasal değildir. Tıpta Uzmanlık Kurulu ve Yüksek Öğretim Kurumunun ‘Medikal Estetik Uzmanı’ yetiştirmeye yönelik eğitim ve uygulaması da yoktur. Ancak geçmişte bu amaçla uygulanan 2 haftalık ‘sertifika programları’ ile tıp doktorlarına bu unvanlar verilmiş, mahkeme kararı ile sertifika için bu tür eğitim uygulamaları iptal edilmiştir. Sertifika programı ya da kurslar sonrasında, uzmanmış gibi davranarak hastalara farklı girişimleri uygulayan hekimler öncelikle hastayı etraflı bir biçimde değerlendirecek ve tedavi alternatifleri sunacak veya komplikasyonları ile baş edecek birikim ve eğitimden yoksundurlar.

Bütün botoxlar aynıdır.

Hayır değildir… ”Botox” bir ticari isimdir ve içinde bulunan etken madde botilinum toksin adı verilen ve kaslarda geçici ve kontrollü işlev yitimini sağlayan bir ilaçtır. Aynı etken maddeye sahip başka ilaçlar da vardır. Diğer markalar olarak Dysport ve Xeomin sayılabilir.

Meme büyütme için kullanılan silikon protezler sağlıklı değildir, meme emzirmeyi etkiler.

Yanlış … Amerikan FDA yiyecek ve ilaç dairesi tarafında yapılan sıkı araştırma,denetim ve kontrollerde sağlığı tehdit eden hiçbir unsur bulunamadı .Halen bütün dünyada silikon protezlerin kanserle ve diğer hastalıklarla ilişkisi konusunda bilgi toplanmaya devam ediyor. Silikon meme protezleriyle meme kanseri arasında bir ilişki de tespit edilemedi.

Meme büyütme operasyonlarındaki cerrahi izlere ve yapılan kesilere bağlı olarak dokular ve süt üreten salgı bezleri etkilenebilmekte. Fakat halen meme protezi operasyonu geçiren kadınların hemen hepsi doğum sonrası süt veriyor ve bebeğini emzirmekte. Meme sütüne geçen silikon miktarını belirleyen kesin bir test yok ama protezli anneden doğan bebeklerde henüz herhangi bir değişiklik/anormallik tespit edilemedi .

Plastik cerrahi çok risklidir.

Yanlış.. .Diğer cerrahiler gibi plastik cerrahi de tabii ki bazı komplikasyon riskleri taşır. Ama operasyon tecrübeli ve güvenli ellerde yapıldıysa, verdiğiniz emeğin karşılığını fazlasıyla alacağınız hemen hemen kesindir. Bu tür operasyonları ya da cerrahi olmayan işlemleri kendinize yaptırmadan önce TÜRK PLASTİK VE REKONSTRÜKTİF CERRAHİ DERNEĞİ web sayfasına () girerek sertifikalı hekimleri bulmalı ve onları tercih etmelisiniz.

Plastik cerrahi, sadece nasıl göründüğünüz meselesidir.

Hayır… Plastik cerrahlara başvuran pek çok tüketici, nasıl göründüklerinin ötesinde yaptıracakları operasyonun aslında total sağlıklı ve iyi olma haliyle de (well being) alakalı olduğunu düşünmekte.Fakat bu operasyonlardan mükemmeli beklemek haksızlıktır. Aslında operasyon sonrasında ortalama hasta grubu kendini daha sağlıklı, öz güveni artmış ve daha az endişeli hissediyor. Yurt dışında hastaların yaklaşık %88’i gerçekçi beklentilerle cerrahına başvuruyorken ülkemizde bu oran düşük ve hasta beklentiler çok yüksek.

Yazının devamı...

Saç Klonlamaya Yaklaştık mı? Saç Ekimi Tarihe mi Karışıyor?

Günümüzde saç kaybının medikal tedavisinde kullanılan ilaçlar, ya incelmekte olan saçı uyararak yeniden kalınlaşmasını böylece kütlesinin artımını sağlamakta ya da saç dökülmesini/kaybını yavaşlatmakta. Yani günümüzde hiçbir tedavi yeniden saç oluşumunu sağlamıyor, dökülen yerden tekrar saç çıkarmıyor. Saç ekimi operasyonlarında yapılan, saç köklerinin kafa derisinde yoğun olduğu belirli bir alandan alınıp eksik olduğu bir tarafa nakletmek… Yani mevcut olan saç kılı sayısı ya da kök miktarı artırılmıyor, mevcut stok sadece yer değiştiriyor. Peki saç kaybı yaşayan herkesin rüyası gerçek olsa, saçı dökülen kişinin kendi hücreleri kullanılarak yepyeni saç kökleri üretilebilseydi?

Saç kaybı tedavisinde çığır açacak bu yöntem üzerinde tıp dünyası hararetle çalışıyorBöylece çok genç yaşta saçlarını kaybeden kişilere ve genetik saç kaybı yaşayan kadınlara da yardım etmek mümkün olabilecek. Dermal papilla hücreleri saç kökünde bulunan ve saç üretimini, saç büyüme döngüsünü düzenleyen çok özel cilt hücreleri. Bu hücrelerin, anne karnındaki embriyonik gelişme aşamasında kas ve kemik yapısını oluşturan tabakadan köken aldıkları bilinmekte. Fakat kafa derisi kıl yapısında bu hücreler, sinir dokusunu oluşturan embriyonik tabakadan (nöral krest) köken almış gibi davranıyorlar. Saç kaybını durdurmak ya da geri çevirme konusunda yapılan çalışmalar ve hücre bazlı tedavilerde iş te bu dermal papiller hücreler üzerine yoğunlaşıldı.

Deneysel bir çalışmada, insan embrionik kök hücresi ilk önce nöral hücre oluşturacak şekilde uyarılmış ; daha sonra da hücre kültürü içinde saç üreten dermal papilla hücresine dönüştürülmüş. Daha sonra bu hücreler bağışıklık sistemi olmayan farelere enjekte edildiğinde resimde görüleceği gibi fare cildi altında saç oluşumu izlenmiş . Bu çalışmada insan embriyonik kök hücreden elde edilen dermal papiller hücrelerin hayvanlarda saç üretimi yapabildiği gösterilerek saç dökülmesi konusuna yeni bir bakış açısı getirilmekte. Fakat ne yazık ki bu dermal papiller hücreleri yeterli miktarlarda üretmek çok zor ve kültür edildiklerinde yani laboratuar ortamında çoğaltıldılarında, saç üretme potansiyellerini hızla yitiriyorlar.

Başka bir çalışmada, laboratuar şartlarında dermal papilla hücreleri 3 boyutlu bir kültür ortamına taşındığında ve çoğaltılmaları sırasında birbirleriyle interaktif iletişime geçtiklerinde, gerekli uyaranların ortama salınmasıyla saç üretimi yapılmasını tetikleyen mekanizmaların harekete geçtiği ve saç üretimi izlenmiş... 7 ayrı kişiden alınan dermal papiller hücreleri doku kültüründe çoğaltıldıktan sonra insan deri parçası içinde fare sırtına, 3 boyutlu bir medyum sağlayacak şekilde implante edilmiş. Yapılan bu deneysel çalışmada 7 denekten 5 inde, 6 hafta içinde yeni saç çıkışı gözlenmiş. İncelemelerde saç kıllarının genetik yapılarının insana ait olduğu ve verici kişilerle aynı olduğu saptanmış.

Saç klonlamasıyla ilgi yapılan bir başka çalışmada, saç kökünde üretim yapan dermal papiller hücreler direkt olarak kullanılmıyor. Pluripotent insan kök hücreleri (yani kas, deri, sinir gibi her tür vücut hücresine dönüşebilen süper değişken kök hücreler ) verilen uyarılarla saç kılı üretimi yapan dermal papiller hücrelere dönüştürülüyor . Fareler üzerinde yapılan deneylerde bu kök hücreden üretilen dermal papiller hücrelerin kıl üretimi yaptığı gözlenmiş. Planlanan işlem bundan sonra bu hücrelerin insana tekrar implante edilmeleri.

Bütün bu çalışmalara rağmen saç kılını üreten hücrelerle diğer deri hücreleri arsında nasıl bir ilişki olduğu ve yeni saç yapısı oluşumunda bunun etkileri bilinemiyor. Bu çalışmalarda elde edilebilecek klinik başarının mihenk taşları, bu hücrelerin sadece üretilmesi değil, başka birçok önemli özellikleri de taşımaları. Saçların çıkış açısı, rengi, kalınlıkları, pozisyonları ve büyüme döngüleri gibi bazı kritik parametrelerin orjinini anlamak ve ortaya koymak gerekli. Örneğin genetik dökülmede baş rolü oynayan ve saç kaybını tetikleyen DHT (yani dihidrotesesteron dediğimiz “ kötü testesteron”) hormonuna karşı dirençli olabilmeleri; saçın orijinal çap, uzunluk, çıkış açısı, ve normal yaşam döngüsüne sahip olabilmeleri; içlerinde tekli, 2’li 3’lü gruplar halinde büyüyebilen saç foliküler ünitelerini oluşturabilmeleri. Bu nedenle bilim insanları deneysel olarak elde edilen saç kıllarının aynı zamanda insana uygulanabilir, tamamen doğal ve kozmetik açıdan mükemmel özelliklerde olabilmeleri sağlanmaya çalışmakta.

Bu çalışmalar sadece saç kaybı yaşamakta olan kişiler için saç kaybının medikal tedavisi anlamı taşımıyor; aynı zamanda yanık nedeniyle derilerini kaybetmiş olan kişilerde de kıl yapısı içeren doğal derinin temin edilmesi ve onarımları açısından son derece önemli. Ayrıca yine saça kaybı yaşayan kadınların yaklaşık %90 kadarı iyi bir verici saç yapısına sahip olamadıkları için saç ekimine uygun değiller ve bu tür tedaviler onlar için de büyük bir umut. Kulağa çok hoş geliyor: Bir kaç yüz adet verici saç folikülü hücresinden elde edilen hücrelerle binlerce sayıda üreyen ve kendini yenileyen saç folikülü elde etmek. Böylece yeterli donor sahası bulunmayan erkelerde, uygun saç kökü olmayan kadınlarda, yanık hastalarında ve skarlı alopesilerde istediğimiz her türlü saç onarımını yapabileceğiz.

Tüm bu aşılması gereken büyük problemlere rağmen son yapılan çalışmalar saç kılının üretimi, çoğaltılması konusunda gerçekten heyecan verici bir yeni döneme girilebileceğini ve artık saç ekimine ihtiyaç kalmadan ömür boyu dökülmeyen saçlara kavuşulabileceğini bize gösteriyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.