SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Soyunma odası teşhircileri

Geçtiğimiz haftalardan birinde kendime bir spor arkadaşı bulmanın keyfiyle ben de spora başladım.
ani şu hepimizin bildiği, spor salonunun bir şubesine kayıt yaptırdım. Hayatımda ilk defa bir spor salonuna gittiğimden ilk gün yanlış tipte bir çanta ile gittiğimi, çantamda çok fazla eksik olduğunu, spor aletlerini kullanmanın aslında o kadar da zor olmadığını fark ettim.

Ancak bunlar dışında fark ettiğim bir şey var ki, keşke etmez olaydım!

Anlatmaya nereden başlasam ve hangi kelimeleri seçsem derken, şöyle sormayı uygun görüyorum;

Neden….

Çırılçıplak geziyorsunuz,

Eğiliyorsunuz,

Sohbet ediyorsunuz,

Saçınızı kurutuyorsunuz kızlar?

Spor salonuna giden kadınlar/erkekler bir zaman sonra vücutları, kasları, baklavaları ile gurur duyuyor bunu anladık. Bu haklı gururu en “çıplak” hali ile gözler önüne serebilecekleri yer de sanırım “soyunma odaları”.
Zira 2 hafta içinde sıklıkla gördüğüm göğüs, kalça, tanga ve (giyinme esnasında yapılan çeşitli eğilme hareketleri ile birden ortaya çıkan) anüs’ün başka bir açıklaması olamaz!

Orada bir yerlerde bana “geri kafalı, orası soyunma odası” diyen varsa selamlarımı iletiyorum kendilerine…

Spor sonrası duşa girmeden önce soyunmak, havluya sarınarak duşa gitmek, duştan havlu ile gelmek, havlun belindeyken iç çamaşırını mümkünse arkanı duvar tarafına çevirerek giyinmeye ne oldu?

Tüm bunların yerini; spor sonrası dolabının önünde tamamen soyunup, duşlara her uzuv ayrı yere sallanarak yürümek, duş sonrası havlu ile gelip, dolap önünde çırılçıplak bir şekilde kurulanırken arkasını etrafta giyinen/soyunan/eşyasını hazırlayan diğer kadınlara dönmek, giyinirken beline havlu sarmaya gerek duymamak, altında sadece tanga ile saç kurutma makinelerine gidip saçları kuruturken uzuvları sallamak ne zaman normal oldu?

Eğer tüm bunlardan anladığımız modern olmaksa, kusura bakmayın da ben bu kadar modern değilim.

Bunun adı modern olmak değil, düpedüz teşhirdir. Etrafta karşı cinsten kimsenin olmaması bu kadar açıklığı normalleştiriyor mu?

Mahremiyet sadece kendi özelini korumak değildir, mahremiyet karşındakine de saygı duyman gereken önemli bir hassasiyettir.
Çocuklarımıza taciz konusunda dersler verirken teşhir konusunda da vermemiz gerektiğini düşünüyorum.
Buna; dozunda dekolte, dozunda makyaj, dozunda kahkaha gibi bir çok şey eklenebilir.

Söylemeden geçemeyeceğim, hangi şekilde olursa olsun.. bir kadının kendisine 350 gr kıyma muamelesi yapması, acı… oldukça acı.

Havlularımıza sahip çıkalım şekerler..

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Yazının devamı...

Tatlı krizlerine en iyi çözüm(!)

“Nutella kavanozu, sütlü damak paketi, hindistancevizli çikolata barı, karamelli çikolata ile arama girmediğin sürece anlaşıp ortak nokta bulamayacağımız konu olmaz.!”

Hayır şaka yapmıyorum.

Dünya şekere karşı savaş açtı ve ben de elbette bir çok insan gibi sebeplerini okuyup, mantıklı yönlerini görüp bu savaşa katıldım. Oldukça istekliydim de açıkçası. 21 günde alışkanlıklar değişiyor dediler, onu da denedim.
Başarılı da oldum. Kriz zamanlarında aldım elime tarçın kavanozunu döktüm sütün veya yoğurdun içine kendime geldim.

21 günün sonunda Nutella kavanozu ve ben eski sevgilisi ile zaman zaman bir araya gelip sevişen tipler gibiydik… Artık şehvet bitmişti ama yoklukta gidiyordu.

Günler günleri kovaladı. Etrafta gerekli ukalalıklarımı yaptım. “Artık şeker tüketmiyorum, çok enerjik hissediyorum. Ben yemiyorsam herkes başarır!” benzeri cümleler ile pekiştirilmiş bir gülümseme ile dolandım durdum. Sonra bir gün malum PMS dönemi daha bir gergin geçiyordu ki, orada duran bir tatlı parçasını ağzıma atıverdim… Ve işte o an olanlar oldu.

Hani şu şampuan reklamlarında kafede oturan adamların önünden geçen güzel saçlı kadın vardır, hani kızgın kumlardan serin sulara geçiş anı, hani ciğercinin önündeki kedi, hani annesinin memesini görmüş bebek… işte bunların hepsinin görenlerde uyandırdığı ne varsa çarpı on beş hali bende uyandı.

Eski dostunu, can yoldaşını, dertlerinin dermanını bulmuş gibi hissettim, yalan yok. Ancak dedim ya eski şehvet bitmişti. Bir tek parça beni kesmişti. Denedim, devamını getiremedim. Demek 21 gün dedikleri şey doğruymuş. Demek insan her şeye alışıyormuş.

O zaman tatlı krizi ile savaşanlara, denenmiş, bir şeker bağımlısının gerçek hikayesinden bir öğüt vereyim;

“21 gün şekersiz yaşamayı mutlaka deneyin.”

Şekersiz derken, paketlenmiş hiçbir ürün yemeden, makarna, pilav vs.. yemeden. (Meyve dahil) geçirilen 21 gün sonrasında tatlı tüketimi normale dönüyor.

Eğer başarıp devam edebilirseniz ne güzel, ben başaramadım. Bu konuda kendimi yıpratıp mutsuz etmeye de hiç niyetim yok açıkçası.

Siz şekeri hayatınızdan çıkarttınız mı? Çıkartmayı denediniz mi?

Bana yazın şekerler ;)

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Yazının devamı...

Cinsiyetçi yaklaşım "normal" olamaz!

Türkiye'nin şüphesiz en çok izlenen, en beğenilen ve en pahalı prodüksiyonlarından olan Survivor'ın yorumlandığı Survivor Ekstra’nın dün geceki bölümünde yapılan yorumları duyup endişeye düşmemek mümkün değildi.

Milyonlarca insanın izlediği, üstelik pür dikkat izlediği bir programda yer alan konuşmacıların sözlerini seçebilmeyi bilmemesi ne acı, ne yazık, ne üzücü.

Bir çok programda farklı konularda “bilir kişi” kılığında yorum yaparken gördüğümüz orta yaş üzeri bir adam ve programın sunuculuğunu üstlenen genç arasında geçen Jennifer Lopez imalı yorumlar "erkek soyunma odası muhabbeti” değil de nedir? Programda bu tip yorumların ilk defa olmadığını ve gittikçe arttığını görünce, değinmemek mümkün değil.

Ekran karşısında olduklarını unutmuş olmalılar ki; bu tip cinsiyetçi bir sohbeti devam ettirip, seviyeyi yerlere indirmekten çekinmiyorlar.

Acun Ilıcalı’nın bu tip detaylarda çok hassas olduğunu, kanalında yer alan her detay ile titizlikle ilgilendiğini ve bu konuda çok başarılı olduğunu da biliyoruz. Eminim bu konuda gerekli uyarıları yapacaktır ve önlemlerini alacaktır. Büyük bir emek ile yapılan bu kadar başarılı bir işin, eften püften gaflar ile lekelenmesine izin vermek büyük haksızlık olur.

İzleyici olarak daha kaliteli yaklaşımları, algıyı pozitif anlamda değiştirecek içerikleri, eşitlikçi ve seviyeli uslupları hak ettiğimizi düşünüyorum.

Bir kadın olarak, bir anne olarak, bir insan olarak, cinsiyetçi ve seksist yaklaşımların hiç bir halükarda normal olmadığını hatırlatmama gerek olmadığına inanmak istiyorum.

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Yazının devamı...

Destek görünümlü köstekleriz

Bazı ilişkiler tek taraflıdır. Gerçek anlamda. Platonik aşk değil bahsettiğim. Şöyle anlatmaya çalışayım…

; (ister aşk olsun, ister aile içerisinde, ister arkadaşlık) karşılıklı bir alışveriş olduğunda tam anlamı ile sağlıklı bir ilişki olarak addedilebilir.

Eğer iki kişilik bir ilişkide bir taraf diğerinden daha fazla özveride bulunuyor, bir taraf sürekli sorun çıkartıyor, biri diğerinden daha affedici ise… bu dengesiz bir ilişkidir ve sonunda kopmaya, zarar görmeye mahkumdur.

Hiç kendini size yasladığını hissettiğiniz bir insan oldu mu hayatınızda?

Yokluğunuzda darmaduman olacağını söyleyen, sürekli sorunlarından bahseden, hayatı ile ilgili şikayet eden ve sizden çözüm bekleyen. Kendinizi sürekli sırtını sıvazlarken bulduğunuz ve bir gün gelip, “” dediğinizde sizi bencillik ve düşüncesizlik ile suçlayan biri oldu mu?

Elbette oldu. Hepimizin oldu.

Bazı insanlar “” ile değil “” ile çalışır. Yaradılışları böyledir. Yanlarında sürekli onları motive eden, sırtını sıvazlayan, akıl veren, öneride bulunan ve düştüğünde toparlayan biri olması gerekir. Bu insanlar kötü müdür, uzak mı durulması gerekiyor, hayır.

Ancak bu tip insanların koruyucu meleği olarak onlara iyilik etmiş olmuyoruz. Destek değil köstek olmuş oluyoruz. Kendi başına hiçbir şeyin, hatta kendi hata veya seçimlerinin bile sorumluluğunu alamayan insanlar olarak kalmalarına sebep oluyoruz.

Bu insanlar, çocukken dikkat etmediği için kafasını masanın köşesine vurduğunda, annesinin “” dediği çocukların yetişkin halidir.

Kendi hayatının sorumluluğunu almayı öğrenmemiş insanlara destek olmak ve “kötü gün dostu” ceketinin hakkını vermek istiyorsak, doğruları söyleyip geri çekilelim. Bırakalım kendileri başarmanın hazzını yaşasınlar ;)

Enerjinizi emdiğini düşündüğünüz insanlara tek bir cümle söylemek isteseydiniz, ne derdiniz?

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Yazının devamı...

Can Manay’ı seviyor muyuz, gıcık mı oluyoruz?

Fi… Adından çokça söz ettiren kitapken, adından çokça söz ettiren diziye dönüştü. Oyuncu kadrosu, tanıtım filmi, internet üzerinden izlenecek olması derken 6. bölümüne geldik.

Dün gece 2. seti yani 4.-5.-6. bölümlerini izledim. Sabah gazeteye geldiğimde yorumlara göz gezdirdim biraz. Kimileri hiç beğenmez ve ufak detaylarda hata bulup eleştirirken, bazıları da bayıldığını belirtmiş.

Dizinin ana karakteri Can Manay’a hayat veren Ozan Güven’in oyunculukta geldiği nokta üzerinde durulması gereken bir nokta gibi geldi bana. Sinema ve oyunculuk eleştirmek/yorumlamak benim işim değil ancak bir izleyici olarak Can Manay karakterine karşı aynı anda nefret, hayranlık ve ruhsal sorunları olan birine hissedilebilecek anlayışı hissetmek şaşırtıcı. Ozan Güven bu duyguların hepsini aynı anda ve şahane bir geçişle yapıyor.

İnsanların hayatlarına izinsizce giren ve belki de alt üst eden bu karakterin verdiği mesajlardan biri, geçen hafta yazdığım yazı sonrası beni çok etkiledi ve sizlerle de paylaşmak istedim.

Yazının altında paylaşacağım Fi 6. bölümde Can Manay’ın sesinden dinlediğimiz sözleri okuduktan sonra 2,5 dakikanızı ayırıp düşünmenizi ve kendinize sormanızı öneriyorum;

“”

Aslında… "" değil mi şekerler ;)

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Fi 6. bölüm… Can Manay’ın sözleri

Duru karakterinin evlenmek/ evlenmemek, kariyerinde ilerlemek konularında kararsızlığı üzerine “Sen kedicik değilsin”… çıkışı ve ardından söylediği sözler şöyle..







Yazının devamı...

Sahte kimliklerimiz ve "asıl" biz


İş hayatının acımasız gerçeklerinden birini duymaya hazır mıyız? Bence değiliz…

O zaman sanki bir başkasından bahsediyor gibi anlatmaya çalışayım :), kimse de üzerine alınmasın:)


…””

Yeni bir işe başlıyoruz… yepyeni insanlar, yepyeni öğretiler, yepyeni fikirler. Kimse hikayemizi bilmiyor, kim olduğumuzdan haberleri bile yok, giydiğimiz kıyafetler, daha önceki işimiz, medeni halimiz gibi basit bir kaç bilgi ile bir kaç senaryo çıkartıyorlar ve bir kimlik oluşuyor kafalarda “kim” olduğumuz ile ilgili.

Kimileri bizim için “Soğuk görünüyor ama konuşunca öyle değil”, kimileri “Biraz ukala galiba”, bazıları “Ay çok şeker”, bir kaçı “Aşırı antipatik” ….vs, vs, vs diyor geçiyor. Buna zaman içinde biz “kim” olduğumuzu hissettirmek istiyorsak, nasıl bir profil çizmek istiyorsak öyle lanse ettiğimiz kimliğimiz ekleniyor.

Netice; kimsenin hikayesini, sebeplerini, sonuçlarını, kırgınlıklarını, hırslarını, hüsranlarını, dertlerini, endişelerini bilmediği, sadece dış görünüşü ve bir kaç cümlesinden bir yargıya vardığı, eleştirdiği, dedikodusunu yaptığı biri olup çıkıveriyoruz. Biz de bunu başkaları için yapıyoruz üstelik.

İş arkadaşlığı garip bir şey. “Günaydın”, “Selam”, “İyi Çalışmalar”, “Görüşürüz”, “Saçın ne güzel olmuş”, “Yorgun görünüyorsun”, “Havalar da soğudu” gibi klişeler ile sınırlı olanları var, molalara birlikte gidilip, şirket dedikodusu, sorunları ve dünyevi bir kaç durum değerlendirmesi ile devam edenleri var, zaman zaman hafta sonu eşler ve çocuklarla buluşulup samimiyetin bir tık daha arttığı versiyonları var, bir de (nadiren) uzun yıllar süren dostluğa dönüşenleri.

Hiç düşündünüz mü iş arkadaşlarınızın sizi gördüğü gözün nasıl olduğunu?

Aslında sizi hiç tanımadıklarını…

Aslında çok yanlış tanıdıklarını…

Bazı açılardan kendinizi farklı tanıttığınızı…

Hayatınızdaki bazı gerçekleri bilseler size çok farklı bir gözle bakacaklarını…

Sizi çok yanlış değerlendirdiklerini…

Aslında çok iyi ve tatlı bir insan olduklarını…

..ve her şeyden önce iş arkadaşlarımızın iş yerinde yaşadıklarından başka, bambaşka bir hayatlarının olduğunu…

Bana yazın şekerler ;)

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Yazının devamı...

İlla çekip gitmek mi lazım?

“”,

“” haberlerini okuyup okuyup, paylaşıp paylaşıp kendimizi daha da *yok gibi hissetmiyor muyuz?

Ediyoruz… Hissediyoruz yani, arada küfür de ediyoruz halimize. Sizi bilmem de ben ediyorum. Alıp başını gidecek cesareti olanlara değil tabii bu serzeniş, sisteme!

Sitemimiz bize rahatlamanın ve huzurlu/mutlu olmanın yolunun; ÇALIŞMAMAK, KIRLARA BAYIRLARA YERLEŞMEK, EMEKLİ OLMAK, KARAVANA ATLAYIP GEZMEK, ÇOK PARA KAZANIP ŞUURSUZCA HARCAMAK gibi kavramlar ile olabileceğini öyle bir hissettiriyor ki, standart bir hayatı devam ettirirken mutlu olmak “imkansız” sanıyoruz.

Hayır efendim ne münasebet!

İşimi seviyorum, oradan nasıl görünüyor bilmem ama işimi birine anlatırken resmen ağzım sulanıyor :) , demek ki sorun çalışmak değil.

Bulduğum her fırsatta çayıra çimene yayılıyorum, vücuttaki negatif enerjiyi atmak ile ilgili de bir sorunum yok demek.

Kendime yarattığım 15-30-45 dakikalarda kendimce geliştirdiğim yöntemlerle meditasyon yapıyorum, kafayı boşaltmak konusunda da başarılıyım demek.

Ay sonu zaman zaman zor gelse bile, “zevklerim” diye adlandırdığım şeyleri yapabiliyorum ve tüketime karşı oldukça sağlam bir direniş içindeyim, para kafamı bulandıran bir konu değil demek.

Soruyorum sana ey sistem!

Mutlu/Huzurlu/Rahat olmak için illa çekip gitmek mi lazım bu diyarlardan?

Biraz gerçekçi olalım. Şehir hayatını bırakıp gitmek hepimizin kolaylıkla yapabileceği bir şey değil.

Sabit gelir yaratmak, çocukların okulları, inzivaya çekilme endişesi, sosyal yaşam derken üst üste koyunca bir çok kalem çıkıyor terk edip gitmemizi engelleyen. Bir de ayrıca nereye gideceğiz, o gittiğimiz yerde ne yapacağız… bunu tam olarak planlamadan nereye gidiyoruz yahu??

Benzer haberleri okuyup kendi kendimizi bunalıma sokmaktansa, mevcut durumda ufak alanlar ve deşarj olma yolları yaratmaktan başka çare yok gibi görünüyor.

Bahsettiğim hafta sonu sahilde ayakları güneşlendirip, haftada bir seramik atölyesine gitmek değil yalnız.

Çayır çimen ile uğraşmak bizi rahatlatıyorsa bahçeli bir eve taşınmayı, şehrin saçma kalabalığındaki manasız aktivitelere para harcamaya tercih ederek mesela.

Şimdi çekip gidemiyorsak ve sistemin parçalarından biri olmaya mecbursak bir kaç sene sonra bunu başarabilmek için el emeğimizi değerlendirip para kazanabileceğimiz veya evden de para kazanabileceğimiz bir sistemin alt yapısı için eğitim vs alarak mesela.

İşe gelip giderken, her gün yolda geçen 3 saatlik zamanı farklı bir lisan, farklı bir uzmanlık konusunda kendimizi geliştirip bunu hayal ettiğimiz o hayatta kullanabileceğimiz hale sokmaya çalışarak mesela.

Olduğumuz durumdan şikayet edip, sisteme küfür edip, bunalıma girmemek için bir şeyler yapmak lazım… şu an için yapamıyorsak ilerisi için yapmak lazım şekerler :)

Siz neler yapıyorsunuz? Yapıyor musunuz ?

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Yazının devamı...

Kadınların düşkün olduğu kelimeler

Eğri oturalım doğru konuşalım. Kadınlar tek bir kelime ile destan yazmak konusunda gerçek birer profesyonel olarak geliyor dünyaya.

10 yaşından – 99 yaşına kadar hepimiz bu konuda uzmanız. Erkeklere de bir zahmet kullandığımız tek kelimelik dev cümleleri anlamak, doğru yorumlamak ve ona göre davranmak kalıyor :)

PS: “Biz kadınlara göre mi hareket edeceğiz yahu?!?” diyen beyler, siz bilirsiniz etmeyin :)

Kadınların tek kelime ile dünyayı anlattıkları, kritik durumlarda arka ceplerinden “ŞAK” diye çıkarttıkları kelimelerden bazıları şunlar…

PEKİ;

Gelmiş geçmiş en büyük triplerden biri olan “peki” her kadının arka cebinde hazır bir şekilde duran, üzerine bir kelime daha söylenmesi çok abes olacak, arka cepteki kelimelerin adeta atasıdır.

Hiçbir “PEKİ” sempatik değildir. Artık susma zamanı gelmiştir.

Kadın “peki” dediyse yapılabilecek en iyi şey bir süre susmak, daha sonra yumuşatıcı bir cümle, çiçek, özür vs.. hamle ile geri dönmektir. Zira “peki” “ben sana gününü gösteririm” e dönüşmeden konuyu sonlandırmak mantıklı olacaktır.

5 DAKİKA;

Evden çıkmaya hazırlanıyoruz, ancak kıyafetimiz, makyajımız, saçımız bir türlü istediğimiz gibi olmuyor. Bu sırada içeride bizi bekleyen biri var ve o an umutları fazla kırmadan söylenebilecek tek bir şey var; “5 dakika sonra hazırım hayatıııııııım”.

Eğer bir kadın 5 dakika dediyse, erkeğin kendini oyalayacak bir şey bulması en idealidir. Bunda şikayet edip, “E ama 5 dakika demiştin” diyecek bir şey yok… evden çıkmaya hazır hale geldiğimize kendimizi ikna etmediğimiz sürece çıkmamız imkansız:/

SORUN DEĞİL;

Elbette ki sorun! Erkekten beklediği işi kendi başına yapmak zorunda kalan kadın, örneğin çöpü atmak, evi toparlamak, sofrayı toplamak “Yardıma ihtiyacın var mı?” sorusuna öyle bir “SORUN DEĞİL!!!” der ki… eyleme dahil olmak ve hızlıca halletmek kaçınılmazdır. Ancak elbette artık çok geçtir ve kadın asla yardıma izin vermez.

Bir kadın arka cepten “Sorun Değil” kartını çıkarttıysa yapılabilecek en iyi şey; kadının o sırada yapmadığı ancak yapılması gereken başka bir işi yapmaktır, örneğin bir anda kalkıp, “Ben çamaşırları toplayayım” demek çok tatlı olabilir :)

DEVAM ET;

Yapılmaması gereken bir şey yapıldığında kadın arka cepten “DEVAM ET” çıkartır. Bu sırada beklediği her ne oluyorsa hızlıca o duruma son verilmesidir. Eğer o sırada yüksek sesle konuşuluyorsa sessiz olunmasını, bir şey savunuluyorsa uzatılmamasını, ortalık dağıtılıyorsa toplanmasını talep diyordur :)

Devam et komutu tam ters anlamı ima eden, kesinlikle “Dur ve kendine gel!” anlamını içeren bir ifadedir.
Elde ne varsa sakince yere bırakmak ve sevimli bir tavır takınmak doğru bir yol olabilir :)

HIIIHHGGGHG;

Genellikle iç çekme ve göz devirme ile birlikte desteklenen “Hıııhhggghg” çok saçma, gereksiz, salakça yapıldığı düşünülen bir hareket sonunda çıkar arka cepten. “Sen beni delirteceksin” ve “Bir gün de şu işi becer” cümlelerinin mimikleşmiş hali diyebiliriz.

Kadın bir şey istediyse, o şey istediği gibi olmadıysa bir nevi küçümseme içerisine girdi diyebiliriz.

“Hıııhhggghg” karşısında söylenebilecek en iyi şey; “Elimden geleni yaptım” fikrini empoze etmeye çalışmaktır.

HİÇ BİR ŞEY / YOK BİR ŞEY;

Biz birbirimize “İyi misin?” ve “Neyin var” sorusunu defalarca sorduğumuz için, aynı şeyi erkeklerden de bekliyor olabiliriz. Kadın “yok bir şey / hiçbir şey” dediğinde tekrar tekrar ancak farklı şekillerde sorulmasını bekliyordur.

”Yok bir şey / hiçbir şey” karşısında “tamam” demek ve kendi haline çekilmek tehlike çanlarını çaldırır ve o günü zehir eder. Aman… :)
Bu durumda yapılabilecek şey gerçekten bir şey olup olmadığı konusunda merakta olunduğunu hissettirerek, sevgi göstermektir.

…….

Sevgili kadınlar, sizin arka cepte duran ve çok sık kullandığınız bir ifade var mı benim aklıma gelmeyen?
Bana yazın…. Söyleyelim duysunlar, anlatalım öğrensinler ;)

Sevgiler şekerler…

Papatya Somer

instagram.com/papsmood

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.