SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Gebelik Hesaplama Nasıl Yapılır?

Hamile kadınların genellikle büyük bir kısmı, hamilelik haftaları hesapladığı halde ya da doktoru kaç haftalık hamile olduğunu söylediği halde “kaç aylık” olduğunu kendi hesaplamak istemektedir. Hamileliğimin kaçıncı haftasındayım? Hamileliğimin kaçıncı ayı bitti? Hamileliğimde kaçıncı aya girdim? Esasında ay ve haftalar arasındaki karışıklı ve uyumsuzluk 1 ayın tam 4 haftalık süreci kapmasamamasından dolayı kaynaklanıyor. 1 ay 4 hafta 3 gün olarak hesaplanır. Burada mühimmatı olan ay hesabı değil, hafta hesabı yapmaktır. Hamilelik süreci genellikle 40 hafta sürer. Bu konuda kafa karışıklığına mahal vermemek adına doktorların yaklaşık olarak kabul ettiği ay ve haftalar şöyledir:

4-5 haftalık gebeliklere 1 aylık denilir
8-9 hafta bittiğinde 2 ay bitmiştir
12-13 hafta bittiğinde 3 ay bitmiştir
16-17 haftalar bittiğinde 4 ay bitmiştir
20-21 haftalar bittiğinde 5 ay bitmiştir
24-25 haftalar bittiğinde 6 ay bitmiştir
28-29 haftalar bittiğinde 7 ay bitmiştir
32-33 haftalar bittiğinde 8 ay bitmiştir
36 hafta bittiğinde 9 ay bitmiştir ve son aya girilmiştir. (Doğum 9 ay değil 10 ay gibi oluyor bu durumda)
40 hafta bittiğinde –> 9 ay 10 gün denilen yani toplam 280 gün tamamlanmıştır bu da 40 hafta eder.

Akıldan çıkarılmaması gereken, hangi ayın bittiğini hesaplamak değil, haftaların hesabını yapmanın önemli olmasıdır. Bunun sebebi hamilelikte tüm şeyler hafta hesabına göre gerçekleştirilir. Hamilelik toplamda 40 hafta sürer. Doğumların bir çoğu ise 38-40 hafta arasında gerçekleşir. Kimi zaman ise günü geçen anne adaylarında 41 haftada doğum olabilmektedir. Tüm bu haftalar hesaplanırken de kişinin son adetinin başladığı ilk güne göre hesap yapılır.

ile ya da mikroenjeksiyon (ICSI) yöntemi ile uygulanan tüp bebek yöntemlerinde hamilelik haftası hesaplama yöntemi gene aynı şekilde yapılır. Her iki hesaplamada da hamileliğin kaç haftalık olduğuna bakılırken embriyo transfer tarihi temel nokta olarak düşünülür. Embriyonun aktarımının gerçekleştiği tarihte hamileliğin 2 haftalık olduğu düşünülür. Bunun üzerine bu güne dek geçen haftalar sayılır ve gebelik haftasının kaçıncı hafta olduğu öğrenilir. Normal yolla gerçekleşen hamileliklerde gebelik haftası son adet tarihine göre hesaplanmaktadır. Tüp bebek tedavisinde kullanılması gereken ilaç tedavileri sebebiyle son adet tarihi az da olsa yanılmalara yol açabilmektedir. Bundan kaynaklı olarak transfer tarihine göre hesaplamalar gerçekleşir.

Blastokist transferi gerçekleştirilen kişilerde benzer şekilde transfer tarihini anan nokta olarak hesaplama gerçekleştirilir. Blastokist transferi 5. günde uygulanması sebebiyle embriyo transferine göre hamilelik haftası 2-3 gün daha büyük olacaktır.

Bazı hastalar transfer yapılan günde hamileliğin niçin iki haftalık kabul edildiğini anlamakta güçlük çekebilirler. Bunun sebebi transfer tarihinde iki hafta önce daha yumurta toplama işlemi bile yapılmamıştır. Bunun açıklaması şu şekildedir: Bütün gebeliklerde hamilelik haftası “son adet tarihine göre hesaplandığı için” burada da transfer tarihinden 2 hafta önce adet başlamış gibi düşünülerek ona göre hesaplama yapılır. Bu halde tüm hamilelik süresi 40 hafta olacak şekilde izlenir. Son adet kanamasının başlangıç tarihi transfer tarihinden 2 hafta önce olmasa dahi, burada transfer tarihi esas nokta olarak düşünülmelidir, bunun sebebi burada kesin şekilde büyüklüğü bilinen bir embriyo mevuttur, bu sebeple transfer tarihi yanlış değildir fakat, son adet tarihi kafa karıştırıcı olabilir.

Çoğunlukla hamileliğin ilk aylarında transfer tarihi (normal gebeliklerde son adet tarihi) sayesinde hesaplanan hamilelik haftası ultrason aracılığı ile hesaplanan hamilelik haftası ile bire bir aynı olmaz. Arada bir kaç gün ya da yaklaşık bir hafta kadar fark olabilir. Ancak bu genellikle bir problem teşkil etmez. Anne adayının doktoruna her iki hesaplamaya göre hamileliğin kaç haftalık olduğuna kesin bir şekilde karar getirir. Normal hesaplamalar ve ultrason hesaplaması arasında fark mevcut ise, ultrasonda bebek daha büyük ya da küçük görünüyorsa bu farkın önemli derecede olup olmadığı konusunda anne adayı doktorundan bilgi istemelidir.

Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu

http://www.cemficicioglu.com.tr/

Yazının devamı...

Hamilelikte İdrar Kaçırma ve Nedenleri

Hamilelikte idrar kaçırmaya sebep olan etkenlerin dışında, fazla kilo problemi olan anne adaylarında sfinktere yüklenen ağırlığın artması buna sebep olan bir başka nedendir. Kimi anne adaylarında ise, yapısal bağ dokuları doğuştan zayıf olabilir. Daha önce 5000 gramın üstünde bebek doğuran anne adayları bu doğum dikişli dahi olsa, idrar kaçırma riski daha fazla görülür. Yapılan doğum sayısının artması, idrar kaçırmaya doğru orantılı olarak sebep olur. Bu veriler sayesinde idrar kaçırmanın belli bir hamilelik sürecinin ardından kendini gösterebileceğini söylemek doğru olmaz. Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu olan hamile kadınlarda idrar kaçırma ya da idrar yanmaları hamileliğin henüz başlarında bile kendini gösterebilir. Obezite hastalığına sahip olan ya da fazla kilolu bir anne adayında ya da yapısal olarak bağ dokusu zayıf olan kişilerde öksürme, gülme, hapşırma gibi sebeplerden dolayı idrar kaçırma erken dönemlerde görülebilir. Kimi anne adaylarında ise hamileliğin son aşamalarına dek bu problem görülmeyebilir.

Gebe anne adaylarında en yaygın görülen problem sık sık idrara çıkmaktır. Sık sık idrara çıkma neredeyse hamilelerin tümünde görülebilecek bir durumdur. Buna neden olan etken ise, anne adayının bazı etkenlerden dolayı böbreklerden idrar yapımın artmasıdır. Kilo bakımından ekstrem bir duruma sahip olmayan anne ve idrar yolu enfeksiyonu geçirmeyen hiç doğum yapmamış bir anne adayında bu sorunlar görülmeyebilir.

Anne adayların yapacağı ilk şey, doktorlarına bu konu hakkında bilgi vermeleri gerekliliğini bilmeleridir. ABD’de yapılan araştırmalara göre idrar kaçırma problemine sahip olan kadınların sadece %30'luk bir kısmı doktorlarına başvurmaktadır. Türkiye’de ise bu oran daha azdır. Hamilelikte idrar kaçırma, anne adaylarının utanması ve çekinmesi gereken bir konu değildir. Dolayısıyla en doğrusu çekince hissetmeden bunun bir sağlık problemi olduğunu bilmek ve doktora başvurmaktır. Uzmanlar bu konu ile başvurmuş olan hastalarından ilk önce idrar kültürü ve antibiyogram yapılarak idrar yolu enfeksiyonları birinci basamakta elemeye çalışırlar.

İdrar kaçırma, yetişkin insanlar için normal ve sağlıklı bir durum değildir. Hamilelikte de bir sorun olarak kabul edilir ve tedaviye ihtiyaç duyulur.

Hamilelikte yaşanan idrar kaçırma problemi, doğumun ardından da devam eder mi?
Gebelik esnasında meydana gelen anatomik ve fizyolojik değişikliklerin eski haline tekrar dönmesi, yol açtığı problemlemlerin de gerilmesini sağlar. Bu zaman neredeyse 6 hafta kadardır. Genel olarak sfinkterdeki dinamiklik diye nitelendirilebilecek üretral hipermobilite’ye doğum esnasında ve doğumdan 3-5 gün sonrası incelenmiştir. Bu değerlendirmede ileri derecede artma olan kişilerin doğum ardındaki yaşamlarında stres inkontinans sorunu yaşama risklerinin daha fazla olabileceği belirtilmiştir. Urge inkontinans kaynaklı rahatsızlıklar ise çoğunlukla kendini tekrar gösterir.

Anne adayına ilk önce idrar kültürü ve antiibiyogram aracılığı ile enfeksiyon olup olmadığına bakılır. Şayet enfeksiyon anne adayında mevcut ise bu tedavi edilir. Bundan sonraki aşama ise, hamile olmayan kadınlarda idrar torbasının işlevlerinin ürodinamik ile değerlendirilmesidir.
Fakat hamilelerde değişen anatomik ve hormonal yapı, bu inceleme için doğum ardından sonra 6. haftaya ertelenebilir. Bu haftada şikayetler ve rahatsızlıklar sürmeye devam ediyorsa, tetkik edilir. Sistoskopi ile üretra ve idrar torbasının içinin gözle muayenesi, hamile olmayan kadınlarda daha sonra incelenebilir, doğum sonrasına ertelenebilir. İdrar torbası doluyken uygulanacak muayene idrar kaçırma türünü tespit etmek için faydalı olacaktır. İdrar kaçırma şikayetlerinde tedavi, idrar kaçırmanın türüne göre yapılmalıdır.

Urge inkontinansın oluşmasına sebep bir enfeksiyon ise, buna uygun antibiyotiklerle tedavi uygulanır. Progesteron hormonun salgılanmasının fazlalaşması ile östrojen reseptör oranınındaki azalmadan ötürü meydana gelen inkontinans ise lokal olarak uygulanabilen östrojen kremler yararlıdır. Tüm bunların yanı sıra anne adayına kegel egzersizleri tavsiye edilir. Stres inkontinans durumu mevcut ise, perine kaslarını çalıştırıcı egzersizler, kişinin sorununu görülür bir biçimde azaltır. Hamilelik döneminin son zamanlarında üretral hipermobilite de fazla bir artış fark edilir ise, kişi hiçbir rahatsızlık belirtisi göstermese dahi perine egzersizleri yapması faydalıdır.

Doğum sonrası 6 haftalık bir zaman içinde bu egzersizin uygulanması gelecekte yaşanabilecek sorunları engellemede çok yararlı ve etkili olacaktır. Doğum ardından anne adayında idrar kaçırma şikayetleri sürüyor ise, tedavi için uygun olacak cerrahi ya da fiziksel tedavi yöntemi tercih edilir. Gebelik esnasında cerrahi tedavi uygulanması doğru değildir. Doğum ardından da cerrahi tedavi ilk seçenek olmamalıdır. İlk olarak egzersiz ve fizik tedavi seçenekleri uygulanmalıdır. Stres inkontinansa sebep olabilecek etkenlerin azaltılması özellikle mühimdir Gebelik esnasında anne adayı fazla kilo almış ise, bunun yanında şeker hastalığı (diyabet) sorunu var ise, bunların iyi ve planlı şekilde düzenlenmesi, hijyenik ve temiz koşulların oluşması stres inkontinansa sebep olacak risk etkenleri azaltacaktır. Anne adayının doğum yöntemi, gelecekte oluşabilecek idrar kaçırma problemlerinin oluşması bakımından önem teşkil eder. Şayet bebek biraz iri ise, doğum esnasında pelvik dokuların fazla gerilmesi gelecekte anne adayının idrar kaçırmasına sebep olabilir.Şayet, dikişli doğum ismi verilen epizyotomi ile doğumun gerçekleştirilmesi, ilerde oluşabilecek idar kaçırma problemlerine sebep olma riskini azaltmamaktadır.

İdrar kaçırma problemi genel olarak bebeğe herhangi bir zarar veren bir durum değildir. Fakat idrar yolu enfeksiyonları erken doğumların gerçekleşmesine sebep olabilir. Toplumda idrar kaçırma probleminin görülmesi anne adayının yaşına göre değişebilir. Buna rağmen idrar kaçırma sorunun görülme sıklığı %20 ile %60 arasında değişen geniş bir yelpaze içindedir.

Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu

www.cemficicioglu.com.tr

Yazının devamı...

Mikroenjeksiyon Nedir? Nasıl Uygulanır?

Tüp bebek uygulaması, Dünya’da birçok kişinin aile olmasına yardımcı olan bir yardımcı üreme yöntemidir.Tüp bebek yöntemi, Türkiye’de ise neredeyse 3 milyon üzeri bebek doğmasına neden olmuştur. Bu bebeklerin yarısı mikro enjeksiyon adı verilen yöntem ile Dünya’ya gelmiştir. Mikroenjeksiyon, camdan elde edilmiş bir mikropipetle hücre duvarından mikroskobik boyutta madde ekleme yöntemine verilen isimdir. Diğer tekniklere göre daha zahmetli bir tekniktir. Ancak buna rağmen gen aktarımı için yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

Mikroenjeksiyon aktarılmak istenen DNA parçasının doğrudan fiziksel bir yöntemle hücrenin çekirdeğine iletilmesi prensibiyle uygulanır. Mikroenjeksiyon tekniğiuygulanırken baba adayından alınan tek bir sperm hücresi, anne adayından elde edilen yumurtanın içerisine mikroskop aracılığı ile ince bir iğneyle yerleştirilir. Bu sayede döllenme oluşması sağlanır. Mikroenjeksiyon yöntemi sayesinde sperm sayısı ve hareketliliği minimum olan ve spermlerinde şekil bozukluğu bulunan erkekler, baba olabilme şansını elde eder. Diğer aşamaları, tıpkı tüp bebek uygulamasında olduğu gibidir. Mikroenjeksiyon yöntemi sayesinde döllenmenin gerçekleşmeme riski en aza indirilmiş olur.

Türkiye’de ilk olarak 1992 senesinde uygulanmıştır. Erkek kaynaklı bebek sahibi olamama problemleri için, mikroenjeksiyon yöntemi bir devrim olarak kabul görmüştür. Hatta yalnızca erkek kaynaklı kısırlıklarda değil, yumurtanın kabuğunun sperme geçit vermeyecek kadar kalınlaşmış ya da sertleşmiş olması durumlarında, önceden yapılan tüp bebek tedavilerinde döllenme problemi yaşayan anne va baba adaylarında ve özellikle yaşı ilerlemiş ve yumurtası azalmış anne adaylarında döllenmenin gerçekleşme ihtimali çok azalabilir. Bu riski azaltmak adına, mikroenjeksiyon akla gelen ilk yöntem olmalıdır. Modern tıptaki yardımcı üreme yöntemleri klasik tüp bebek veya in-vitro fertilizasyon (IVF) ve mikroenjeksiyon ya da başka bir deyişle intrasitoplasmik sperm enjeksiyonudur (ICSI). Tüp bebek ve mikro enjeksiyon arasındaki fark ise, döllenme şeklinin farkıdır. Mikroenjeksiyon ya da kısa adıyla ICSI, üreme yöntemlerinde ulaşılan en son adımlardan biridir. Mikroenjeksiyon yöntemi yumurtanın içine spermin doğrudan girişine imkan tanımaktadır.

Klasik normal tüp bebek uygulaması diğer bir deyişle IVF tekniğinde çok fazla sayıda sperm hücresi laboratuvar ortamında anne adayının bir tane yumurta hücresinin etrafına yerleştirilir. Bu spermlerden tek bir tanesi kendi kendisine yumurta hücresini dölleme işlemini gerçekleştirir. Burada oluşan döllenme normal yolla gerçekleşen hamileliklerde spermin yumurta hücresini döllemesine benzer. Sadece bu döllenme, anne adayının genital organlarında olmaz, laboratuvar koşullarında gerçekleştirilir.
ICSI yani mikroenjeksiyon tekniğinde baba adayının spermlerinden yalnızca bir tanesi uygulamaya alınır. Anne adayının yumurta hücresinin içerisine mikroskopik işlemlerle enjekte edilir. Bu sebeple bu yöntemin adı mikroenjeksiyondur. Burada sperm yumurta hücresini kendiliğinden döllemez, “zorla” yumurta hücresinn içerisine yerleştirilir.

Mikroenjeksiyon tekniği ile döllenmenin (fertilizasyon) gerçekleşme ihtimali çok daha yüksektir. Bunun yanında sperm sayısı ve kalitesi çok az olan baba adaylarında normal tüp bebek yöntemi aracılığıyla döllenme çok zordur. Bu zorluk, azoospermi gibi durumlarda hiç sağlanamaz. Bu kişilerde mikroenjeksiyon tekniği aracılığı ile döllenme gerçekleşebilir. Bunun sebebi mikroenjeksiyon yönteminde tek bir sperm dahi döllenme için yeterli olacaktır. Azoospermi hastalarında menide sperm hiç olmadığı halde testisten Mikro TESE gibi tekniklerle bir kaç sperm hücresi elde edilebilmektedir. Mikroenjeksiyon tekniği sayesinde de döllenme oluşabilir.

Mikroenjeksiyon yönteminin uygulanması için, menide bulunan en kaliteli sperm tercih edilir. Sperm hücresinin hareketsizleştirilen kuyruğu çok duyarlı mikroskopik enjektörler yardımı ile alınır. Alınan sperm enjektör aracılığı ile yumurta hücresinin içine konur. Bu uygulama öncesinde, yumurta etrafındaki hücreler temizlenmektedir. Olgun yumurta metafaz 2 aşamalı olarak yapılır, metafaz 2 aşamasında olan yumurta hücresi tercih edilerek döllenme olayı gerçekleştirilir.

- Sperm sayısı çok az, azoospermi, mikro TESE ile sperm elde edilebilecek kişiler
- Sperm şeklinde, morfolojisinde gelişmiş aşamada yani %95'ten fazla bozukluğu bulunan hastalar
- İnfertilite nedenlerinden biri olan antisperm-antikorlar düşünülen kişiler
- Daha önce klasik tüp bebek yöntemi ile başarılı olamayan kişiler
- Preimplantasyon genetik tanı (PGD) uygulanacak hastalar
- Sebebi bilinemeyen kısırlık problemi yaşayan kişiler

Mikroenjeksiyon yönteminde sperm mikroskopik yöntemler ile güç bela yumurta hücresinin içerisine yerleştirilmesine karşın her uygulanan hastada döllenme gerçekleşmez. Sperm ve oosit yani yumurtanın kalitesi döllenme başarısını oldukça etkileyen etkenlerdendir. Bu sebep dolayısıyla daha kaliteli spermleri tercih edebilmek adına yeni teknikler geliştirilmeye çalışır, tıpkı IMSI yönteminde olduğu gibi. Sperm kalitesini belirleyen en önemli etkenlerden bir başkası da embriyoloji uzmanının (embriyolog) ne kadar deneyimli olduğudur.

Mikroenjeksiyon yani ICSI yönteminde döllenme ve hamilelik oranları normal tüp bebek yöntemine göre biraz daha artmaktadır. Fakat tekrar başarı elde edilmesi için etken sebeplerden olan anne adayının yaşı ve yumurtalık kapasitesinin ne olduğudur.Yaşa göre farklılaşmakla birlikte döllenme şansı çoğunlukla %50-80 arasında seyretmektedir. Ancak bu döllenmelerin hepsi, hamilelikle sonuçlanmayabilir.

Mikroenjeksiyon yönteminin maliyeti, tüp bebek merkezlerine veya uygulanan kliniklere göre değişse de klasik tüp bebek yönteminin maliyetlerinden genel olarak çok da farklı değildir.

Yazının devamı...

Aile Planlamasında Spiral Kullanımı

Spiral ile gebelikten nasıl korunur?

Spiral rahim içine uygulanan bir doğum kontrol yöntemidir. Dünya çapında doğum kontrolü yöntemleri arasında en fazla kullanımı tercih edilen bir alettir. Spiral, spermlerin canlılığını yitirmesine neden olarak yumurtalık kanallarına geçişlerini önler. Ayrıca döllenmenin gerçekleştiği yumurtanın rahim içine yerleşmesini de önler.

Spiralin nasıl bir yapısı vardır?

Spiral araçlar genellikle T şeklini andırır. Spiralin alt tarafında 2 adet ip mevcuttur. Spiralde bulunan ipler spiralin kontrol edilmesinde ve aletin tekrar çıkarılmasında kullanılmaktadır.

Doğum kontrolü için kullanılan spirallerin neredeyse tümü baryum sülfat olarak adlandırılan bir tür madde ile kaplıdır. Baryum sülfat ile kaplı olmasındaki gaye spiralin kontrolü için çekilen ultrasonlarda görünmesini sağlamaktır.

Birtakım spiraller ise bakır yerine progesteron hormonu ilave edilerek geliştirilmiştir. Pregesteron hormonu ilave olan spiraller diğer spirallere oranla kanama oranını azaltmaktadır. Diğer bütün spiraller hastaya takıldıktan sonra yaklaşık 4 – 5 ay kanamanın artmasına yol açmaktadır. Ancak progesteron ilaveli spiraller diğer spirallere oranla maliyet açısından daha yüksektir.

Spiraller kişiye takıldıktan sonra ilk başlarda vücut tarafından yabancı bir madde olarak algılanır. Takıldığı bölgede enflemasyon adı verilen bir reaksiyona yol açabilir. Oluşan bu reaksiyon ise rahim içinde spermlerin canlılığının yitirilmesine neden olur ve gebeliği engeller.

Spiral ne kadar süre gebelikten korur?

Spiral kişiye uygulandığı andan itibaren gebelikten korur. Aynı zamanda çıkarıldığı andan itibaren de etkisiz hale gelir.Spirallerin koruma süreci araçlara göre farklılık göstermektedir. Koruma süresi 5 ila 10 yıl arasında değişkenlik göstermektedir. Ancak koruyucu özelliğini yitirmemesi ve emin olmak için her 5 yılda bir değiştirilmesi gerekir.

Spirallerin koruma özelliği oldukça yüksektir. Fakat diğer yöntemler gibi % 100 bir koruma özelliği yoktur. Spiralkullanan kadınlarda da gebelikgörülmektedir.

Spiral kullanımı kimler için uygundur?

Hangi durumlarda spiral takılmaz?

Yazının devamı...

Jinekolojik Enfeksiyonlar Hamileliğe Engel mi?

Üreme sağlığını korumanın en önemli basamaklarından biri genital organlardaki enfeksiyonların erken tanı ve tedavisidir. Yaygın olarak görülen bu enfeksiyonlar büyük rahatsızlık vermenin yanı sıra, yaptığı kalıcı hasarlarla ileride infertilite gibi istenmeyen sonuçlar doğurur.

Vajinal Enfeksiyonlar;

Kadınlarda en sık görülen enfeksiyonlar vajinal enfeksiyonlardır. Vajiniti olan kadınların en önemli yakınmaları, kaşıntı ve yanma hissi, koyu renkli ve kötü kokulu vajinal akıntı, idrar yaparken yanma ve cinsel ilişki sırasında ağrıdır. Mantarlar, bakteriler ve bazı parazitler enfeksiyonlara yol açabilir.

Mantar enfeksiyonları gebelikte, antibiyotik ve doğum kontrol hapı kullananlarda ve şeker hastalarında sık görülür. Mantara bağlı vajinitlerde beyaz renkli ve peynirimsi bir akıntı olur. spermin yumurtaya doğru taşınmasını engeller. Vajinal ortama değiştirerek spermin canlı kalma süresini kısaltır. Mantar enfeksiyonları erkeklerde de görülebilir ve kaşıntı, akıntı gibi yakınmalara yol açar. Bu enfeksiyonlar sperm transportunu engeller ve sperm hücrelerine tutunarak sperm hareketliliğini azaltır. Antimikotik (mantarlara etkili) ilaçlar ile kolayca tedavi edilebilir.

Trikomonas adı verilen parazit kadınlarda vajina, erkeklerde üretra ve prostat bezinde yaşayarak çoğalır ve cinsel ilişki ile bulaşır. Yol açtığı vajinal enfeksiyonlarda kötü kokulu, yeşil renkli bir akıntı, kaşıntı, idrar yaparken yanma ve sızıya yol açar. Erkeklerde akıntı ve kaşıntıya yol açabilir. Bu parazit vajinal ortamı bozarak üreme sağlığını olumsuz etkileyebilir. Bu enfeksiyon antibiyotikler ile tedavi edilir.

Bakterilerin neden olduğu ve bakteriyel vajinoz olarak adlandırılan durumda sarı renkli ve kötü kokulu vajinal akıntı görülür. Bu enfeksiyon erkeklerde genellikle herhangi bir bulguya yol açmaz. Vajinal ortamı değiştirerek spermin hareketini olumsuz etkiler ve döllenmeyi engeller. Düşük ihtimalini arttırır. Bu durum antibiyotikler ile tedavi edilebilir.

Klamidya Enfeksiyonları;

Cinsel temas yolu ile geçen hastalıkların en sık görülen ve en önemli olanlarından biridir. Klamidya enfeksiyonları kadınlarda kokusuz sarı renkli akıntı, adet dönemlerinin ortasında kanama, cinsel ilişki sırasında ağrıya neden olabileceği gibi hiç bulgu vermeden ilerleyerek tüplerde tıkanıklık ve yapışıklıklar oluşturarak infertiliteye neden olabilir.

Klamidya enfeksiyonları erkeklerde peniste beyaz renkli akıntıya, idrar yaparken yanma ve sızıya neden olur. Epididimis ve prostat bezi etkilenir. Çocuğu olmayan çiftler klamidya enfeksiyonu yönünden de incelenmelidir. Hastalık gerekli laboratuvar incelemeleri ile tespit edildikten sonra antibiyotik tedavisi uygulanır. Kadınlarda ilerlemiş vakalarda laparoskopi ile tüplerde tıkanıklık tespit edildiğinde tüp bebek tedavisi önerilir.

Üreoplazma ve Mikoplazma enfeksiyonları;

Kadın ve erkekte genellikle herhangi bir bulguya yol açmayan bu mikroorganizmaların düşük riskini arttırdığı bilinmektedir. Gerekli laboratuvar incelemeleri ile tespit edilen enfeksiyonlar antibiyotik ile tedavi edilebilir.

Gonore (Bel Soğukluğu);

Cinsel temas yolu ile bulaşan diğer önemli enfeksiyon gonoredir. Bu enfeksiyon kadınlarda bulgu vermeyebileceği gibi vajinal akıntı, bel ağrısı ve adet düzensizliklerine de neden olabilir. Erkeklerde sarı renkli uretral akıntı, idrar yaparken yanma ve ağrıya neden olur. Enfeksiyon kan yolu ile yayılarak çok daha ciddi tablolar oluşturabilir. Kadınlarda Fallop tüplerinde tıkanıklık ve yapışıklıklar oluşturarak, erkeklerde ise sperm geçişini engelleyerek infertiliteye neden olabilir. Hastalık teşhis edildikten sonra antibiyotikler ile tedavisi kolaydır.

Herpes Simpleks Virüs Enfeksiyonları;

Uçuk virüsü olarak bilinen bu virus genital organlarda ağrılı ülserler oluşturur. Kadınlarda vajina ve rahim ağzında erkeklerde ise peniste oluşan ülserler büyük rahatsızlık verir. Ateş, kas ağrıları ve yorgunluk da tabloya eşlik edebilir. Cinsel ilişki ile bulaşan enfeksiyon sık sık tekrarlama eğilimindedir. Tekrarlayan enfeksiyonlar daha hafif seyreder. Kadınlarda adet kanamasından 5-10 gün önce enfeksiyon başlar. Kronik bir enfeksiyon olan herpesin kesin tedavisi yoktur, tedavi semptomatik yani virüsün yol açtığı rahatsızlıkların ve ağrının giderilmesini ve oluşan ülserlerin çabuk iyileştirilmesini amaçlar. Herpes enfeksiyonu vajinal ortamı değiştirerek ve cinsel ilişkiyi imkansız kılarak gebeliğin elde edilmesini zorlaştırır.

Gebelikte herpes enfeksiyonları çok önemlidir. Yeni doğanda yaygın herpes enfeksiyonuna ve ensefalite (beyin iltihabı) neden olur. Aktif herpes enfeksiyonu olan gebeler sezeryan ile doğum yapmalıdır.

Genital siğiller;

Human papilloma virüs enfeksiyonları erkeklerde peniste, kadınlarda vajina ve rahim ağzında siğillerin çıkmasına neden olur. Bu enfeksiyonlar vajinanın normal ortamını bozarak gebeliğin oluşmasını engeller, ayrıca virüsün bazı tipleri rahim ağzı dokusunda değişikliklere ve rahim ağzı kanserine neden olabilir. Gebelikte bu tip lezyonlar büyüyerek rahim ağzını kapatır ve normal doğuma olanak vermez. Tedavisinde siğillerin cerrahi olarak çıkartılması veya yakılması gerekir.

Frengi (Sifilis);

Bir bakterinin neden olduğu bu hastalık hayatı tehlike olşturabilir. Enfeksiyon cinsel temas yolu ile bulaşır. Günümüzde etkin antibiyotiklerin kullanılması ile frengi vakalarında belirgin bir azalma tespit edilmiştir. Gebelikteki frengi vakalarında bebekte etkilenebilir. ve yeni doğanın ağır tabloları ortaya çıkar. Frenginin ilk bulgusu çoğunlukla genital bölgede ağrısız yumuşak kabartılardır. Eğer tedavi edilmezse bu durum kendiliğinden kaybolur ve bakteri vücutta kalıcı olur. Bir süre sonra (3 hafta-6 ay) vücuda yayılan kızarıklıklar oluşur. Genital bölgede gri renkli yaralar belirir ve genel olarak ateş, yorgunluk, boğaz ağrısı ve saç dökülmesi görülür. Enfeksiyon bu dönemde de tedavi edilmezse bir süre sonra vücudun kalp, beyin ve sinir sistemi gibi hayati organlarını etkiler. Enfeksiyon bu aşamada vücutta kalıcı hasarlar oluşturabilir ve hayati tehlike oluşturabilir. Günümüzde frengi teşhis edildiğinde etkin tedavisi mümkündür. Eşlerin birlikte tedavi edilmesi gereklidir.

Genital enfeksiyonların önlenmesi, tanı ve tedavisi

Genital enfeksiyonların hepsi her zaman bulgu vermeyebilir. Bu nedenle düzenli kontroller çok önemlidir. Bazı hastalara üreme kanallarında enfeksiyona bağlı kalıcı hasar oluştuğu söylendiğinde bunu kabullenmekte zorluk çekerler, çünkü enfeksiyon geçirdiklerini hatırlayamazlar. Bu enfeksiyonlara sub-klinik, yani klinikde hiç bir bulgu vermeden oluşan enfeksiyonlar denir. Bu enfeksiyonların tanısı ancak düzenli kontrollerle konulabilir. Vajina ve rahim ağzından alınan örneklerde yapılan laboratuvar incelemeleri ile enfeksiyon etkeni saptanır. Etken olan mikroorganizmanın tanımlanması tedavinin etkili olması açısından çok önemlidir. Uygun antibiyotik kullanımı ile genital enfeksiyonların tedavisinden kesin sonuç almak mümkündür. Kadınlarda geç kalınan durumlarda enfeksiyon karın içine yayılarak pelvik enflamatuvar hastalık olarak adlandırdığımız ateş, titreme gibi sistemik bulguların da görüldüğü ve üreme organlarında kalıcı hasarlar oluşturan klinik tabloyla karşılaşılabilir.

Enfeksiyondan şüphelenildiğinde derhal doktora başvurulmalıdır. Rastgele kullanılan antibiyotikler etken mikroorganizmanın direnç kazanmasına ve tedaviyi daha da güçleştirerek durumun uzamasına neden olabilir.

Genital enfeksiyonlarda tedaviden daha önemli basamak enfeksiyonlardan korunmakdır. Çok eşlilik genital enfeksiyon riskini arttırır. Bu nedenle bazı batılı toplumlarda hijyen (vücut ve çevre temiziği) iyi olmasına rağmen genital enfeksiyonlara sık rastlanır. Evli çiftlerin tedavisinde hem kadının hem de erkeğin değerlendirilmesi ve tedavisi gerekir. Vücut ve yaşanılan çevrenin temizliğine dikkat edilmelidir. Genital bölgenin temizliği abartılmamalı ve genital temizlik için kimyasal içeren ürünler kullanılmamalıdır. Çünkü vücudun tüm mukozal yüzeylerinde (vajina, ağız, burun v.s) flora olarak adlandırılan koruyucu bir mikroorganizma popülasyonu vardır. Aşırı temizlik ile bu mikroorganizmaların uzaklaştırılması enfeksiyonlara zemin hazırlar. Genital bölgeye deodorant sıkılması, kokulu tampon ve pedlerin kullanımı sakıncalıdır. Genital bölgenin nemli kalmamasına özen gösterilmesi gerekir. Bu durum mikroorganizmaların çoğalmasını kolaylaştırır. Bu nedenle pamuklu iç çamaşırları tercih edilmeli ve dar giysilerden kaçınılmalıdır.

Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu

www.cemficicioglu.com.tr

Yazının devamı...

Gebelik Şekeri ve Riskleri

Şeker hastalığı (diyabet) kanda yüksek şeker düzeylerinin oluşmasına sebep olan bir hastalıktır. Bazı kadınlarda hamile kalmadan önce diyabet zaten var olabilir. Bazı kadınlarda ise “gestasyonel diyabet” olarak isimlendirilen gebelik şekeri ortaya çıkabilir. Neredeyse her 150 hamileliğin 1'inde pregestasyonel DM (hamilelik öncesi şeker hastalığı) görülebilmektedir.
Şayet anne adayının hamile kalmadan evvel şeker hastalığı var ise, hamilelik süresi boyunca kan şeker düzeyinin kontrol altında tutulabilmesi, hamilelikten önceki halinden daha güç olabilir.
İnsülin dozunun değiştirilmesine gereksinim duyulabilir.

Gebelik henüz gerçekleşemeden herhangi bir şeker hastalığı ya da belirtisi olmayan bir anne adayında, gebelik esnasında glukoz yani şeker değerlerinde yükseklik olabilir. Bu da gebelik şekerine işaret eden bir durumdur. Gebeliğin 24-28 haftaları arasında şeker su testi diye bilinen, glukoz yükleme testi aracılığı ile tarama yapılır. Sonuçlar 100 gram oral glukoz testi ile kesin tanıya varılır.

Şeker hastalığı gebelik esnasında da kendini gösterse, gebelikten önce de başlamış olsa da, anne adayı ve bebek için bir takım riskleri de beraberinde getirir. Şeker hastalığına sahip anne adaylarında, şeker düzeyleri gebelik süresince ne denli düzgün devam ederse, diyabetin açacağı riskler o denli azalır. Gebelik esnasında kendini göstermeye başlayan şeker hastalığında (diyabet), görülebilen riskler, gebelikten önce zaten var olan şeker hastalığına göre daha azdır. Şeker hastası anne adaylarının hamilelik sürelerince yüksek tansiyon (hipertansiyon), hamilelik zehirlenmesi, düşük ve erken doğum gibi riskler şeker hastası olmayan bir anne adayına göre daha yüksek olmaktadır.

Hamilelikten önce ortaya çıkmaya başlayan şeker hastalıklarında bebekte kimi anomalilerin ortaya çıkma olasılığı artar. Fakar hamilelikte ortaya çıkan gestasyonel şeker hastalığı bebekte anomalilere yol açmaz. Açsa dahi bununla ilginin çok az olabileceğine dair araştırmalar yapılmaktadır.

Hamilelik öncesi ya da hamilelik esnasında meydana gelen şeker hastalığı kaynaklı normalden iri denilen yani makrozomik bebek gelişimi ve bunun yol açtığı sezeryan doğum zorunluluğu sebebiyle risk ihtimalleri yükselir.

Anne adayında hamilelikten önce zaten mevcut olan şeker hastalığına sahip kişilerde hamilelikten hemen önceki bir kaç ay ve hamilelik süresince şeker düzeyleri ne denli normal devam eder ise, bebekte oluşabilecek anomali gelişme olasılıkları o denli düşecektir. Şeker seviyeleri sürekli yüksek seyreden ve kontrol edilmeyen hamileliklerde bu risk daha yüksektir.
Bu sebepten dolayı HbA1C ve glikoz takipleri çok fazla önem teşkil eder.

Gebelik şekeri, anne adayında mevcut ise;

Fakat çoğunlukla gebelikte şeker hastalığı kendini belirtilerle göstermeyebilir. Anne adayına uygulanacak olan tarama testi ya da tahliller aracılığı ile saptanır.

Gebelik şekerinin değerlendirmesi için uygulanan 50 gram glukoz yükleme testinde sınır değer 130 ya da 140 şeklinde belirtilmiştir. Belirtilen rakamlardan yüksek çıkan test sonuçlarına 100 gram oral glokoz testi uygulanır. 100 gram glukoz testinde açlık şeker değeri 95'ten büyük olmalıdır, 1.saat, 2.saat, 3. saat değerleri sırasıyla 180, 155 ve 140 değerinin altında olmalıdır. Bu 4 değerden ikisinin yüksek çıkması neticesinde gebelik şekeri teşhisi koymak için yeterlidir.

nin tedavisinde diyet tedavisi uygulanır. Şayet diyet tedavisi yeterli gelmiyosa insülin tedavisine başlanabilir. Gebelik durumu bulunmayan hastaların kullandığı şeker hapları hamilelikle uygulanamazlar. Doğumun ardından çoğunlukla şeker yüksekliği kendi kendine düzelebilir. Buna bağlı olarak da diyet ya da ilaç tedavisine ihtiyaç duyulmaz. Fakat buna karar vermek için, doğum sonrasında tahliller yapmak gerekir.

Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu

www.cemficicioglu.com.tr

Yazının devamı...

Gebelikte Alınacak Vitamin-Mineraller

Bu besin grupları enerji vermezler ancak temel besin gruplarındandır. Bütün vitaminler ve mineraller vücutta birçok sürecin meydana gelebilmesi için etkin rol oynamaktadırlar. Vücudumuz tarafından üretilemezler. Bebeğin gelişimi ve büyümesi için gereklidirler. Gebelik yetersiz ve dengesiz beslenme vb. nedenlerle vitamin – mineral yetersizliği ile sıklıkla karşılaşılabilir. Vitamin mineral yetersizliği annede kansızlık, kemik zayıflaması, diş çürümesi gibi sorunlara yol açabilirken, bebekte gelişme geriliği ve erken doğum gibi durumlarla karşılaşılabilir. Gebeliğiniz süresince sağlıklı ve dengeli bir program ile beslenmek, doktorunuzun önerisiyle vitamin-mineral desteği almak vitamin – mineral yetersizliğinin önlenmesinde etkili olabilmektedir.

GEBELİKTE NEDEN VİTAMİN- MİNERAL İHTİYACINI ARTAR?

- Beslenme programındaki yapılan hatalar,

- Yakın zamanda veya sıklıkla geçirilmiş gebelikler

- Gebelik öncesinde doğum kontrol hapı kullanılması

- Yaşam biçimi ( sigara kullanımı, alkol)

- Bulantı ve kusma nedeniyle yeterli beslenememe

- Bebeğin büyümesine bağlı gereksinim artışı

Günlük beslenmeye ilave olarak alınan 300 kal pek çok B vitamini ihtiyacı karşılanmış olur.

B VİTAMİNLERİ VE FOLİK ASİT

Sağlıklı beslenme ile artan niasin, tiamin, riboflavin ihtiyaçları karşılanır. Gebelik öncesinde ve gebelik döneminde folik asit ve multivitamin alımı anneyi bebeği oluşabilecek sağlık sorunlarından korur. Yeni vücut hücrelerinin yapımında etkili olan B6 vitamini. Erken doğum ve preeklemsinin önlenmesinde etkili olan B12 vitamini, yumurta, et, süt, peynir gibi besinlerin ihtiyaç üçlüsünde tüketilmesi ile sağlanır. Folik asidin diğer B vitaminleriyle birlikte alınması yararlılığını artırmaktadır. Folik asit yeşil yapraklı sebzelerin programa ilavesi ile sağlıklı bir şekilde vücuda sağlanır.

D VİTAMİNİ

D vitamini kemik gelişiminde bunun yanı sıra kalsiyum emilimi için önemli bir vitamindir. Gebelik döneminde D vitamini yetersizliği hem anneyi hem de bebeği etkiler. Yetersizliği annede kemik kaybına, kalsiyumun yeterli kullanılamamasına, bebeğin raşitizm, bıngıldakların kapanmaması gibi sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır.

A VİTAMİNİ

A vitamini annede ve bebekte vücut dokularının ve hücrelerin dokuların sağlıklı büyümesine katkıda bulunur. Gebelik döneminde A vitamini yetersizliği bebekte üriner sistemde anomalilerin ortaya çıkmasına annede düşük tehlikesinin artması neden olabilir. Gebelikte sağlıklı beslenme programı bebeğin ve annenin A vitamini ihtiyacını karşılar.

C VİTAMİNİ

Gebelikte C vitamini ihtiyacı bir miktar artmaktadır. C vitamini, demir emilimini artırırken annenin bağışıklık sistemini güçlendirip, bebeğin sağlıklı kemik ve iş gelişiminde önemli rol oynar. Mevsim meyveleri ve yeşil yapraklı sebzeler iyi kaynaklar olarak değerlendirilebilir.

E VİTAMİNİ

Bebeğin doku gelişiminde rol oynamaktadır. Bitkisel yağların ve kuruyemişlerin tam buğday ekmeğinin düzenli tüketimi ile ihtiyaçlar karşılanır.

MİNERALLER

Vücut yapısının gelişiminde önemli oynayan mineraller gebelik döneminde gereksinim de artmaktadır. Sağlıklı bir gebeliği destekleyen birçok süreçte önemli rol oynarlar. Bu mineraller içinde en önemlileri kalsiyum, demir, çinko, iyot dur.

KALSİYUM

Gebelikte bebeğin iskelet sisteminin gelişimi ve annenin kemik kitlesinin, diş sağlığının korunması ve bebeğin diş gelişimi gebelik süresince kemik yapısını oluşturan kalsiyumun yeterli düzeyde tüketilmesi ile sağlanır. Süt ve süt ürünleri küçük kemikli balıklar, koyu yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller iyi kalsiyum kaynaklarıdır.

DEMİR

Gebelikte annenin kan hacminde % 50 artış olmaktadır. Artan hacim için hemoglobin miktarı ve hemoglobin için ise demir ihtiyacının karşılanması gerekir. Çünkü hemoglobin gelişen bebeğe oksijen taşır. Gebelikte beslenme programı içinde demirden zengin besinlerin (kırmızı et, kümes hayvanları, kuru baklagiller, kuru meyveler, pekmez, ceviz vb.) yer alması gerekmektedir. Ayrıca demir emilimini engelleyen çay, kahve içiminin engellenmesi ve mutlaka yemeklerle birlikte C vitamini içeren taze meyve sularının, salataların bulunması, demirin vücutta kullanımını arttıracaktır. Doktorunuzun önerisi ile normal gereksinime ek olarak multivitaminlerle birlikte demir alınması gerekmektedir.

ÇİNKO

Büyüme gelişme ve protein yapısındaki enzimlerin işlevleri için gereklidir. Çinko eksikliğinde bebekte düşük doğum ağırlığı büyüme geriliği ve annede beslenme sorunları oluşa bilmektedir. Deniz ürünleri, et, yumurta, yağlı tohumlar çinko açısından zengindir.

İYOT

İyot yetersizliği, gebe kadınlarda mental gerilik düşük ve ölü doğumlara, guatra, bebek ve çocuklarda büyüme geriliği, zeka geriliği, anlama ve öğrenmede güçlüklere neden olmaktadır. İyot yetersizliğinde iyotlu tuz kullanımı önerilmektedir.

ÖNEMLİ !!!!!!!!!!

GEBELİKTE VİTAMİN – MİNERAL DESTEĞİ KİLO ALDIRMAZ!

Yazının devamı...

Çoğul Gebelik ve Riskleri

Çoğul gebelik ikiz ya da daha fazla bebeğin aynı anda oluşmasına verilen addır. Yardımcı üreme tedavilerinde çoğul gebelik riski doğal yöntemler ile sağlanan gebeliklerden daha fazladır. Çoğul gebelik riski ile anne ve taşıdığı bebekler sağlık yönünden ciddi sorunlara maruz kalabilir.

Kısırlık tedavilerinde çoğul gebelik riski hangi oranlardadır?

Çoğul gebeliklerin oluşum göstermesi ve oranı uygulanan tedaviye göre değişim göstermektedir. Ancak çoğul gebelik olasılığı oldukça yüksektir. Uygulanan tedavide follikülün birden fazla gelişmesinde oluşan gebeliklerde çoğul gebelik riski yüksek oranlarda seyretmektedir. Ancak uygulanan tedavilerde çoğul gebelik riski hesaplanarak risk en aza indirilmeye çalışılır.

Çoğul gebelik anneye ne oranda zarar verir?

Kişi eğer gebe kalmış ise ve gebelikte birden fazla bebek oluşmuşsa hamilelik döneminde oldukça fazla sağlık problemleri oluşabilir. Bebeğin gelişim gösterdiği amniyotik sıvı olması gerekenden fazla olabilir ve bu durum son derece tehlike içeren bir durumdur. Amniyotik sıvının gereğinden fazla olması ile beraber erken doğum riski de artış gösterir.

Çoğul gebeliklerde doğum genellikle sezaryen ile gerçekleşir. Ayrıca doğum sırasında birçok risk faktörü oluşabilir. Bu durumda anne ve bebeklerin sağlıkları ciddi yönde etkilenir.

Çoğul gebeliklerin bebeğe zararı ne oranlardadır?

Çoğul gebeliklerde en önemli risk prematüre bebek doğumlarıdır. Prematüre bebek çok erken doğan bebek anlamına gelir. Bilimsel araştırmalarda çoğul gebelikle beraber erken doğumun yüksek oranlarda olduğu kanıtlanmıştır. İkiz bebeklerde % 50 civarında erken doğma riski vardır. Bebek sayısı ikizden fazla ise bu oran % 90’ a kadar çıkar. Ayrıca çoğul gebelik nedeni ile erken doğan bebeklerde
hafife alınmayacak sağlık problemleri de oluşabilir.

Bu problemler;

Çoğul gebelik riski en aza nasıl indirilir?

Kısırlık tedavisine başlandığında uygulanan ilaçların dozu doktor tarafından ayarlanmalıdır. Kısırlık tedavisinde kullanılan hormonal ilaçlar ile normalden daha fazla yumurta üretimi yapılır. Yumurta üretiminin gereğinden fazla olması demek çoğul gebelik riski demektir. Oluşabilecek risklere karşı bazı durumlarda tedavi iptal bile edilebilir. Tüp bebek uygulamalarında embriyo seçimi ve transferi bir ya da iki embriyo ile gerçekleştirilmelidir. Çünkü bir ya da iki embriyo transferi ile çoğul gebelik riskinin önüne geçilmiş olunur. Risk en az seviyelere indirilir. Bu nedenle tedaviyi gerçekleştiren doktorun embriyo seçimi ve transferinde çok dikkatli olması gerekir.

Prof. Dr. Cem Fıçıcıoğlu

www.cemficicioglu.com.tr

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.