SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Bir İnsana Verilebilecek En Değerli Hediye

EMPATİ: Kişinin kendisini başka bir bilincin yerine koyarak söz konusu bilincin duygularını, isteklerini ve düşüncelerini, denemeksizin anlayabilmesi becerisi – duygudaşlık. (TDK)

Bir kelime, bir tanım bu kadar ısıtabilirdi, duygudaşlık; denince senin zihninde ne canlanıyor bilmiyorum ama bana iyi hissettiriyor ve ben bu hayatın herkes tarafından en iyi şekilde yaşanması gerektiğine inanıyorum. Herkesin kendisine ve çevresine vermesi gereken bir hediye bir söz olmalı.

Empati vakti zamanında popülerleşmiş bir kavram yani yediden yetmişe kime sorarsan sor bir tanım alabilirsin. Senin de aklında o ‘kendini başkasının yerine koyma’ tanımı olduğunu biliyorum Jbu tanım, psikoloji literatüründeki tanımlar, Türk Dili Kurumu’nun kelime anlamı hepsini düşündüğümüzde en önemli detay ise empatinin ilişki kurabilmenin temeli olması.

Empati bir seçimdir. Yaşama bakış açısıdır. İlişkilere, insanlara, durumlara, olaylara yaklaşım stilidir. Empati, birlikte hissetmek demektir. Brene Brown diyor ki: ‘Empatik bir cümle ‘en azından’ ile başlamamalı’ ve çok haklı. Bir probleminizi, zor bir anınızı, karmaşanızı paylaştığınızda karşı taraftan öncelikle sadece anlaşılmak istersiniz. Tavsiyeler, ‘ben demiştim’, Cem Yılmaz’dan hatırlayın ‘kaynımda da var’ yaklaşımı kabul edelim ki iyi hissettirmez. Önce sadece dinlenmek ister insan. Özellikle ergenler ve genç yetişkinler… Geçen gün bir danışanım ‘Sizden bir ricam var sanırım temel ihtiyacım sadece beni dinleyecek biri olması’ dedi ve sanırım bu son zamanlarda hepimizin temel ihtiyacı.

İyi bir haber aldığınızda, bir hedefinize ulaştığınızda, o son 2 kiloyu verdiğinizde, sporun hayatınızda sonunda gerçek bir davranışa dönüştüğünden emin olduğunuzda, çocuğunuz artık tırnak yeme davranışını söndürdüyse, sevildiğinizi duyduğunda ve hissettiğinizde bunu genelde paylaşmak isteriz. İşte durumu güzelleştiren şey de bu; bağlantı. Seninle, senin kadar sevinebilecek, üzülebilecek, paylaşabilecek duygudaş insanlarla bir arada olmak iyi hissettiren değil mi? Ne demiş Mevlana ‘Aynı dili konuşanlar değil aynı duyguları paylaşanlar anlaşırlar’

Yalnız hissettiğin bir anını hatırla. Neye ihtiyacın vardı?

Bir sese mi, ses ol. Bir dosta mı, dost ol. Bir aynaya mı, ayna ol. Bir anneye mi, anne ol. Bir babaya mı, baba ol. Bir kardeşe mi, kardeş ol. Bir abi ablaya mi, abi ol, abla ol. Bir ele mi, el ol. Bir kalbe mi, kalp ol. Bir yuvaya mı, yuva ol. Bir hediye mi, hediye ol.

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

www.gizemkolcak.com

@pskdangizemkolcak

pskdangizemkolcak@gmail.com

Yazının devamı...

Cool Hormon Serotonin

Son dönemde psikoloji bilimi herkesin ilgisini çeker oldu ve popüler bir hale geldi. Fakat popüler kültüre malzeme olmayacağından biz lisanslı ruh sağlığı meslektaşları olarak emin olsak da bir grup yeni ismi lazım değil meslekler türedi. Hayır yani senin bir psikolojin olması bu konu üzerinde söz sahibi olduğun anlamına gelmez. Bak yine çok sinirlendim, stres oldum durduk yerde ya… Neden şimdi bu kadar gerildim ben? ‘Sanırım mevsim geçişinden’ diyorsanız çok doğru yazıdasınız.

Havanın soğuması, çabucak kararması, yağış ve günlerin kısalması ile birlikte iyice kış mevsimini hisseder olduğumuz şu dönemde kendini mutsuz, umutsuz, alıngan ve öfkeli hissediyor olabilirsin. Halbuki sabah erkenden uyanıp, işe veya okula gitmek yerine tüm gün miskin miskin pijamalarınla, bir elinde tv kumandası, bir elinde akıllı telefonun instagram sayfalarında saatlerce sınırsız wifi bağlantısıyla takılmak, abur cubur yemek, boş boş zaman geçirmek istiyor olabilirsin. Tüm bu ruh hali, özellikle mevsim geçişlerinde oluyorsa mevsimsel depresyon hakkında biraz bilgi birikimi ile bu süreci daha kolay atlatabilir, atlatamıyorsan da destek almak gerektiğini fark edebilirsin.

Psikoloji biliminin çok cool ve en popüler hormonu: Serotonin !

Beynin önemli ruh hali düzenleyici nörotransmitterlerinden olan serotonin, kış döneminde azalarak zihni ve bedeni depresyona sürükleyebilir, modunuzu düşürebilir. Serotonin düzeyindeki dalgalanmalar doğrudan depresyon, saldırgan davranışlar, anksiyete ve ağrıya duyarlılığı arttırabilir.

Mutluluk Hormonu: Serotonin

Mutluluk hormonları bir arkadaş grubu gibidir aslında endorfin, oksitosin, dopamin ve tabi ki grubun herkes tarafından sevilen ve popüleri serotonin. Duygu durumlarından, sosyal ve cinsel davranışlara, öğrenme, hafıza, uyku, iştah, kas faaliyetleri gibi etki alanı yüksek bir hormon. Yani çok önemli. Özellikle depresyonla arasında güçlü bir ilişki olduğu yapılan çalışmalarca kanıtlanmış durumda. Depresyonun medikal tedavisinde antidepresan ilaçlarla kullanılıyor.

Peki mevsim geçişlerinden olumsuz etkilenmemek için neler yapabilirim?

Olabildiğince gün ışığından faydalanmak gerekiyor. Eğer ofis ortamında çalışıyorsan bile bir ara 1-2 dakika muhakkak dışarıya çıkmayı dene iyi gelecek. Eğer dışarıya çıkamıyorsan çalışma ortamını olabildiğince aydınlık tut.

Serotoninin yapı taşı olan triptofan düzeyi ezgersizle artıyor. 30 dakikalık bir yürüyüş bile serotonin seviyen üzerinde oldukça etkili. Düzenli egzersiz alışkanlığın veya imkanın yoksa ki imkanım yok düşüncesi bir bahane, işe veya okula bazı günler yürüyerek gidebilir, uzak mesafeyse ve toplu taşıma kullanıyorsan bazı günler 1 – 2 durak erken inerek yine yürüyebilirsin. Düzenli egzersiz alışkanlığı olanlar spor sonrası o mutluluk varya işta tam da o serotonin.

Ay ne iyi olurdu dediğinizi duyduğum masaj çok önemli bir etken. Stres hormonu olan kortizol seviyesi masajla düşerken yerini mutluluk hormonu olan serotonin alıyor.

Düzenli uyku kesinlikle serotonin seviyeniz üzerinde olumlu bir etki yaratıyor.

Bir instagram paylaşımımda bahsetmiştim güzel anılar, eski fotoğraflar, size yazılmış biriktirilmiş bazı notlar ve bunları hatırlamak o anı defterini ya da kutusunu açmak, bir arkadaşla paylaşmak, en basiti akıllı telefonlar hayatımızı şöyle güzelleştirsin anı kutusundan çıkan ve sana tebessüm ettiren o notu veya fotoğrafı o arkadaşınla paylaş hadi, iyi hissettiriyor.

Fazla kafein, şeker ve alkol tüketimi serotonin seviyesini düşürüyor. Baklagil, peynir, yumurta, kuruyemişler, somon ve ton balığı, tavuk ve hindi eti, tam tahıllı gıdalar ve tabi ki serotonin kelimesini gördüğün andan itibaren zihninde zil çaldıran ‘bitter çikolata’ gibi sağlıklı bir beslenme stilin olmalı. Bunun için kulaktan dolma bilgilerle değil de bir beslenme ve diyet uzmanı ile görüşebilirsin.

Ve en az bitter çikolata kadar sevdiğim, sanat. Yaratıcılığınızı ortaya koyduğunuz herhangi bir uğraş, fotoğraf çekmek, resim yapmak, mandala boyamak, yemek yapmak, tatlı yapmak, şiir yazmak gibi herhangi bir şey serotonin seviyenizi oldukça yükseltecektir. Sanat demişken kış aylarında özellikle İstanbul’da yaşıyorsan eğer sanatsal faaliyetler için imkanlar daha fazla. Kışa kötü bir şeymiş gibi bakma, bakış açını değiştirip olumlamaya başla.

Sevgiyle…

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

www.gizemkolcak.com

@pskdangizemkolcak

pskdangizemkolcak@gmail.com

Yazının devamı...

Zihnim Kalbimi Nasıl Kırıyor?

‘Olumlu duyguların olumsuz duyguları yok etme özelliği vardır.’ Diyor Fredrickson ve neşe, ilgi ve tatmin gibi istenen duyguların bireyin daha mutlu ve iyi bir yaşam sürebilmek için uzun soluklu beceriler geliştirdiğini ekliyor. Peki insan için olumsuz duyguları yenmek kolay mı, çocukken öğrenilmesi gereken bir şey mi bu? Aslında bu bir gereklilik değil belki ama biliyoruz ki bir çocuğun mutluluk ve neşe gibi olumlu duygular sağlayacak potansiyelini ortaya çıkarmak için gerekli deneyimleri keşfetmesi çok önemli. Çocuk olumlu duyguları sağlayacak potansiyeli ortaya koyabilmeyi öğrenirse kaygı, depresyon ve öfke duygularını daha az yaşıyor ve olumsuz duygu ve durumlardan daha az etkileniyor.

Düşüncelerimizin, duygu ve davranışlara dönüşebildiği bir gerçek. Eğer bir insan başarısız olacağını düşünüyorsa bir şekilde buna inanıyor ve sonucunda başarısız oluyor. Peki bu nasıl oluyor? Zihnim kalbimi nasıl kırıyor? Nasıl incitiyor canımı? Ya üstelik sadece 8 yaşındaysam… Ya da 19 yaşında koca bir yetişkinsem… Cedric’e kulak verelim, ne diyordu? bu aslında belki de yıllardır gözümüzden kaçan, gülümseten; çocuğun yaşamında olay kadar o olayı nasıl yaşadığının da etkili olduğunu ve bu durumun da çocuğun tutumu, fikirleri ve düşünceleri ile şekillendiğinin bir örneğidir. Belki de o senin çocukluğundur, farkında olmadan çocukken öğrenmiştir zihnin kalbini kırmayı. İlk defa ebeveynlerin veya öğretmenin değil de belki de sen kendine güvenememişsindir.

Özgüven, kişinin kendisiyle alakalı olumlu düşüncelere sahip olmasıdır. Özgüven eksikliği, kişinin kendisine ve becerilerine karşı olumsuz tutum içinde olmasıdır. Özgüven eksikliğinin temelleri çocukluk dönemindeki yetersizlik duygusuyla atılıyor. Evet bir yazımızda daha çocukluğa indiğimize göre artık günümüze geri gelip, geleceğe yönelik özgüven problemimizi nasıl aşabileceğimize bakalım.

İlk adım her zaman olduğu gibi kendine sevgi ve şefkatle yaklaşmak. Kendine acımasız davranma. Her şey mükemmel olamaz.

Olumsuz iç konuşmalarını olumlu düşüncelerle değiştir. Değerli olduğunu sık sık hatırlat kendine.

Olumlu özelliklerini keşfet. Başarılarına, mutlu anlarına odaklan, bir liste bile yapabilirsin. Üstesinden geldiğin şeyleri somutlaştırmış olursun ve daha iyi hissettirir.

Görünüşüne, stiline özen göster, daha dik otur, daha yüksek sesle konuş.

Beslenmene özen göster ve spor yap.

Bir hedef belirle ve bu hedefi gerçekleştirebilmek için kısa vadeli hedeflerle planlar oluştur. İşe koyul.

Yeni bir yazar veya müzisyenle tanış, oku, dinle, öğrenmeye açık ol.

Seneca

Sevgiyle..

www.gizemkolcak.com

@pskdangizemkolcak

pskdangizemkolcak@gmail.com

Yazının devamı...

Müzik Terapi Ders Notlarımdan

Üniversite 3. Sınıftayken, sanatın tüm dallarının terapötik bir araç olarak kullanılabileceğine inanan bir psikolojik danışman adayı ve sanatsever olarak bir seçmeli ders aldım, Müzik Terapi.

Şimdi bir psikolojik danışman olarak bireysel ve grup çalışmalarımda çok büyük keyifle kullandığım bir araç müzik. Ama işin terapötik ve teknik kısmı bir yana kişisel gelişimimiz için müzik çok zengin bir kaynak. Ve çok değerli, hayatı güzellikleriyle yaşayan, yaşam dolu sevgili hocam Yrd.Doç.Dr. Mehmet Gezer ( https://www.mehmetgezer.com/ ) her bir paylaşımınız, öğretmenliğiniz, rehberliğiniz, sohbetiniz için minnettarım.

“ Hayatta müziğe ihtiyaç yoktur. Çünkü hayatın kendisi müziktir. ” Atatürk

Müzik Terapi Nedir?

Dünya Müzik Terapisi Federasyonu (WFMT) müzik terapiyi şu şekilde tanımlamaktadır: Müzik terapisi, bir müzik terapistinin bir danışan (client) veya grupla, onların fiziksel, duygusal, zihinsel, sosyal ve kognitif ihtiyaçlarına karşılık verebilmek adına iletişim, diyalog, öğrenim, mobilizasyon, ifade, organizasyon ve bunlarla ilişkili diğer terapötik amaçları gerçekleştirebilmek ve kolaylaştırmak amacıyla planlı bir süreçte müzik ve/veya müzikal unsurları (ses, ritim, melodi ve armoni) kullanmasıdır.

Müzik terapi uygulaması yapılırken psikolojik danışman, psikolog, fizyoterapist, cerrah, diyetisyen, hemşire ve diğer mesleki grup çalışanları da vakaya göre birlikte görev yapabilirler.

“ İnsan bilmelidir ki; neşe, hoşnutluk, gülme, acı, üzüntü, karamsarlık ve matem yalnızca beyinden gelir. ” Hipokrat

Macar müzikoloğ Zoltan Kodaly (1882-1967) ”eskiden çocuğun müzik eğitimi doğumundan 9 ay sonra başlamalı diye düşünürdüm. Şimdi aynı düşüncede değilim, yeni doğan bebeğin müzik eğitimi doğumdan 9 ay önce başlamalı ” diyerek müziğin önemine dikkat çeker.

Müzik ve çocuk etkileşimine baktığımızda ise biliyoruz ki son dönemlerde hamileliklerinde bebeklerine müzik dinleten annelerin sayısının artıyor olduğu ve hatta doğum esnasında da bebeğin tanıdığı sesi dinletmenin doğumu kolaylaştırdığı için tercih ediliyor olması. Örneğin dünyaya gelişin ilk günlerinde annenin çocuğa ninni söyleyip, uyuması için sallaması duyusal ve hareketsel bir uyarı getirir. Yeni doğan bir çocuk aktif dinleyicidir, sesi ayırt edebilir ve ses kaynağına yönelebilir. Tıp uzmanlarına göre; ana rahminde şekillenmeye başlayan cenin, iki ay içinde ses titreşimlerine duyarlı ve beş aylıkken her türlü sesi (dinlendirici veya şiddetli) duyar ve etkilenir. Bu tespitten yola çıkan terapistler, onlara belli zamanlarda annelerinin hamilelik döneminde dinlemiş oldukları müziklerin duyurulmasını operasyon için gerekli görmektedirler. Hamilelikten itibaren dinletilen Türk ve Batı Müziği klasik eserlerinin insan zekasını olumlu yönde etkilediği bilinmektedir.

Ve tabi ki ergenlik, ergenlikle beraber soyut düşünce yeteneğini geliştiren bireyler koro, okul bandosu, müzik aleti çalma gibi daha gelişmiş bir yaşantı içine girebilirler. Kendi aralarında müzik yapıp grup oluşturabilirler. Video, klip veya CD dinlemek için büyük zaman ayırarak müzik konulu sohbetler ilişkinin temelini oluşturabilir. Dinlenilen bir müzik eserini akranları ile paylaşmak için büyük bir heyecan ve çoşku yaşanabilir. Özellikle rock, techno ve pop tarzı müziklere ilgi artar, 13-19 yaşları arasındaki ergenler için bu müzikler bir kültür ve sembol haline gelir. Bunun nedeni; delikanlı tabirinin anlamına uygun olan hayatlarının bu döneminin kargaşalarla dolu olması ve bu müziklerle karmaşık duygularını en iyi şekilde ifade ettiklerini düşünmeleridir.

Uygulamadaki temel düşünce; bireyde unutulmuş olan duyguları yeniden uyarmak ve farklı duygular üreterek kişinin içinde bulunduğu psikolojik durumu değiştirmek ve sağlıklı yaşama şartlarına uyumu sağlamaktır.

Birçok Batı müziği tonunda yapılan ezgilerin insanı içinde bulunduğu olumsuz durumdan çıkarıp, mutluluk duygusunu arttırdığı yapılan araştırmalarla kanıtlanmıştır. Batı müziğinden hoşlanan ve psikolojik rahatsızlığı olan bireylere müzik terapi uzmanları tarafından tavsiye edilen eserlerden oluşan birkaç örnek aşağıda verilmiştir. Örneğin;

Vivaldi’nin Dört Mevsim, İlkbahar’dan ” Allegro ” ve “ Largo ”

Beethoven’ın 9.Senfonisinden 4.Hareket

Amadeus Mozart’ın 40. ve 41nci (Jüpiter olarak da bilinir) senfonilerinden bölümler

Bizet’in Carmen Suit No.1’den ” Les Toreadors ” ve “ İntermezzo ”

Rossini’nin “ William Tell overtürü “

Carl Orff’un Carmina Burana adlı oratoryosundan “ Trionfo di Afrodite ” ve “ Catulli Carmina ”

Tony Black adlı müzisyen’in “ Wonderful Life ” adlı şarkısı

Chopin, Ravel, Puccini, Stravinsky adlı bestecilerin eserleri.

Peki o zaman şu an bu yazıyı bitirmeye yaklaşmışken, hemen o uygulama veya siteyi aç ve şu yukarıdakilerden bir tanesi seç ya da sabah uyandığında, gün sonunda, yoga veya meditasyon esnasında, çocuğunla ödev yaparken, kahve içerken, kitap okurken denemeye değer, müziğe şans ver.

Sevgiyle...

Psk. Dan.Gizem KOLÇAK

www.gizemkolcak.com

@pskdangizemkolcak

pskdangizemkolcak@gmail.com

Yazının devamı...

İki Dakikan Var mı?

‘.’ Diyor Barbara Sher’in Benlik Saygısı Oyunları kitabının çeviri editörü Prof.Dr.Gülden UYANIK.

İster ilk okul öğrencisi, ister ergenlik dönemi genci, ister bir şirketin yöneticisi olun, kendi değerini bilmek kolay değildir. Önceki yazılarımdan benlik saygısı geliştirmeyle ilgili bir kaç ipucu edinebilirsiniz.

Her gün kendinize yalnızca 2 dakika ayırarak başlayabilirsiniz. Her yeni güne uyandığınızda 1, her günü geride bırakırken uyumadan önce 1 dakikanız var mı? Üstelik etkisi garantili. Bal reklamı tadında girişimden sonra nasıl yapılması gerektiğine geçelim artık.

Uyandınız ve yeni güne hazırsınız şimdi kendinizle baş başa geçireceğiniz 1 dakika ayırın kendinize; belki biraz müzik, belki bir kahve, belki manzaranın tadını çıkarırken, belki gözleriniz kapalıyken, belki trafikte, belki yoga sonrası tamamen sizin gibi size özel 1 dakika. Bir dakikalık zaman dilimi enteresandır. Ne uzundur ne kısa. İşte bu 1 dakika boyunca kendinle ilgili olumlu yönlerine teşekkür edebilirsin, bugünün getirecekleri için şans dileyebilirsin, kendine bir motivasyon konuşması yapabilirsin, içindeki güce inanmayı dene, kendine teşekkür et, sev kendini. Bir dakika boyunca sanki sen şefkate ve ilgiye ihtiyacı olan bir çocuk gibi davran kendine. Güne kendini severek başla.

Artık gün bitti, uyumak üzeresin kendinle geçireceğin 1 dakika ayır kendine ve bugün üstesinden gelebildiğin her şey için teşekkür et, şükret. Düşünsene neleri başardın, duyduğun güzel sözleri hatırla, teşekkürleri, lütfenleri... Olumsuzlar da vardır belki ama sen olumlulara tutun, sıkıca sarıl gün içindeki olumlu duygu ve anlarına. Günü kendine teşekkür ederek sevgiyle ve gururla kapat.

Ne dersin denemeye değer değil mi?

Ve lütfen eğer bunu deniyorsan bana ulaş ve deneyimini paylaş lütfen.

Sevgiyle…

www.gizemkolcak.com

@pskdangizemkolcak

pskdangizemkolcak@gmail.com

Yazının devamı...

Benlik Saygısı ve Toplum

Bilişsel, duygusal, ahlaki, sosyal ve fiziksel özellikler, aynı yaş ve sosyo-ekonomik düzey gibi pek çok ortak nokta olsa dahi farklılıklar gösterir. Farklılıklar önemlidir, özel ve değerli hissettirmelidir. Fakat kişinin kendi farklılıklarının farkında olması, bu farklılıkların bir değer olarak anlamlandırılması özellikle kimlik arayışı içerisinde olunan ergenlik döneminde temel buluyor ve tahmin edersiniz ki öyle çok da kolay olmuyor.

Yaşamın her alanıyla ilişkili kavramlardan benlik saygısı yani öz saygı işte burada devreye giriyor. Sosyal ve akademik performansın önemli belirleyicilerinden olan benlik saygısı kişinin kendi fiziksel ve zihinsel özelliklerine yönelik değer atfetmesi olarak tanımlanabilir.

Benlik saygısı yüksek çocuklar yetiştirmek adeta geleceğe yatırım yapmak.

Benlik: kişinin kendine yönelik olumlu veya olumsuz bütün algı ve anlamlandırmasıdır.

Benlik imgesi: kişinin sahip olduğu olumlu veya olumsuz özelliklerinin farkına varmasıdır.

İdeal benlik: kişinin kendisi veya empoze edilmiş olan sahip olunması gereken özelliklerine ilişkin algı ve anlamlandırmasıdır.

Kimlik gelişimi ve kendini tanıma ergenlik dönemi ile ilgili en önemli gelişimsel görevlendendir diyebiliriz. Yani 12-20 yaş aralığından kişi kimlik arayışı içindedir ve bu arayış aslında ergenlik döneminde ortaya çıkan bir yığın problemin de ana hattını oluşturur. Ebeveynleri özellikle telaşlandıran; farklı olma çabaları otoriteye eleştirel ve asi yaklaşım, içe kapanma, aileden uzaklaşma ve benzeri genel ergenlik temaları kimlik oluşturma ile ilgilidir.

Ergen bu dönemde kendisine dönerek:

Ne olacağını

Nasıl olacağını

Kime benzeyeceğini

Yaşam şeklinin nasıl olması gerektiğini

Hangi cinsiyet rollerini sergileyeceğini

Tutum ve davranışlarının nasıl olması gerektiğini keşfetmeye çalışır. Ve evet gerçekten biz yetişkinlerin dünyası için bile cevaplanması zor olan bu soruları ortalama 12-20 yaş aralığında çocukluk çağında tamamlamaya çalışır.

Evet saçlarını maviye boyamak istemesi sizin kendisi hakkındaki fikirlerinizle örtüşmeyebilir ama bu onun kendisiyle ilgili kendi fikridir. Ergenlere yönelik olumsuz tutumlar sergilemek, fikirlerine, düşüncelerine sürekli müdahale eder bir tavır sergilemek pek yardımcı olmayacak aksine şüphe uyandıracaktır. Tatil dönüşü rengarenk boyadığı saçları sizce ve eğitimcilerce okul kurallarına uygun olmayabilir işte tam da bu yüzden daha da kıymetlidir. Tam da otoriteyle mücadele içerisinde olduğu bu dönemde okul - aile iletişimi çok önemlidir. Gelişimin nasıl ve ne düzeyde teşvik edildiği özellikle okulların müdahalelerine bağlı olarak çocukların benlik saygıları üzerinde etkilidir.

Ne diyor Megastar Tarkan 'Başkası olma kendin ol böyle çok daha güzelsin' Peki, ben, kendim nasılım ki? İşte burada devreye benlik imgem giriyor. Ergenlik döneminde ailemin, okulumun, çevremin, sosyal medyanın üzerimdeki etkileriyle birlikte kendi özelliklerimin ne kadar farkındayım?

Kimlik gelişiminin sağlıklı bir süreç olarak ilerlemesi için kişinin kendini tanıması, yeteneklerini bilmesi, güçlü ve zayıf yönlerini keşfetmesi, kendisine ait bir içgörü geliştirmesi gibi kendini tanıma çabalarının önemli olduğu bilinmektedir. Sağlıklı öz saygı, güçlü bir öz değerlik duygusunun var olduğu anlamına gelir. Sağlıklı öz saygı algısı olan ergenler, her insanda, kendisinde de var olan değerin önemi fark eden bireyler olurlar ve evet işte bu farklılıklarımızla zenginleşen toplumumuza bir yatırım anlamına gelmektedir.

Farkılıklara saygıyla yaklaşan bir toplum yetiştirmek için kendini adayanlara...

Sevgiyle…

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

www.gizemkolcak.com

@pskdangizemkolcak

pskdangizemkolcak@gmail.com

Yazının devamı...

Kafamda Deli Sorular

‘’Zaman masumiyetimizi, katıksız neşemizi, mızıkçılıklarımızı, kimimizin annesini kimimizin babasını silerek geçip gidiyordu. Bu muydu hayat? Bu kadar acımasız mıydı?’’

Ayşe Kulin. Hayat Dürbünümde Kırk Sene 2011

Annen ve babanla aran nasıl evladım?

Kardeşini sevdin mi çocuğum?

Öğretmeninle aran nasıl?

Arkadaşlarınla iyi geçiniyor musun?

Hayvanları seviyor musun?

Gibi sorular her gelişim döneminde sıklıkla karşılaştığımız sorular olmuşlardır değil mi?

Peki neden kimse kimseye ‘Kendinle aran nasıl?’ diye sormuyor?

İnsanın kendisiyle ilişkisi çevresiyle ilişkisini etkilemesinin ötesinde insanı ilgilendiren her şeyi etkiliyor. Kendinizle nasıl bir ilişki kurduğunuzu hiç düşündünüz mü? Nasılsın sorusunu bile gerçekliğini ve samimiyetini kaybetmek üzere ve nadiren duyduğumuz dönemlerde kabul ederim ki aşina olduğumuz bir soru değil. İşte en sevdiğim bölüm: bir kalem ve bir kağıt al. Kağıdın bir tarafına kendinle ilgili olumlu olduğunu düşündüğün özelliklerini sırala diğer tarafına ise tam tersi olumsuz olduğunu düşündüğün özelliklerini sırala. Kendine karşı tutumun ne?

Ve bir diğer sorum: Peki kendine karşı ne kadar hoşgörülü, anlayışlı, sabırlı, duyarlı ve merhametlisin? Sanırım son dönemde herkes artan bir sevgisizlikten bahsediyor. Bir yandan da herkes ailesine, çocuklara, hayvanlara ve çevreye daha sevgiyle yaklaşmaya çalışıyor. Grafik paralel ilerlemiyor ama? Çünkü insan yine ve yeniden maalesef önce kendisini atlıyor.

Bir hata yaptığımızda veya hayal kırıklığına uğradığımızda çok sinirlenebilir, kızabilir, kendimize söylemediğimizi bırakmayabilir, acımasızca eleştirebilir ve kendimizi suçlayabiliriz. Kendimizi en çok da o anda ihtiyaç duyduğumuz anlayış ve şefkatten mahrum bırakırız. Halbuki kendisini kötü hisseden, suçlayan, ağlayan, kendisine acımasızca davranan bir çocuk gördüğümüzde ilk duygumuz şefkat değil mi? E ne oldu o içimizdeki çocuğa? Biliyorum ki yaşım kaç olursa olsun o, orada ve bana ihtiyacı var.

Kendine karşı anlayışlı ve duyarlı kişiler, geçmişte yaşanan olumsuz bir olayı anımsadığında, günlük yaşamda stres verici durumlarla karşılaştığında, başarısızlık yaşadığında veya eleştiri aldığında bundan nispeten daha az etkilenir. Kendimize karşı geliştirdiğimiz anlayış, hatalarımızı görmezden gelmek, yanlış yaptığımızda bunun için bahaneler üretmek değildir üstelik tam da bunun tersidir. ‘Araştırmalar, merhametin psikolojik sağlığımıza katkı yaptığını gösteriyor. Örneğin depresyon riskini, kaygıyı, başarısızlık korkusunu ve benmerkezciliği azaltmaya yardımcı oluyor, yaşamdan alınan doyumu ve yetkinlik hissini artırıyor, ilişkileri geliştiriyor.’

Yaşanan zorluklar karşısında hayatı acımasızlıkla suçlayabiliriz. Hayat belki de gerçekten acımasız da olabilir. Fakat en nihayetinde sahip olduğum biricik şey; benim. Peki ben insan olmanın haricinde bir anneysem, babaysam, evlatsam, öğretmensem, doktorsam, işletmeciysem, patronsam… Kendisiyle ilişkisi iyi olmayan, olamayan ebeveynlerin yetiştirdiği çocuksam, yeni nesiller yetiştiren çocukların yaşamında çok büyük bir yüzdeyle hayatlarında iz bırakan bir öğretmensem, insanları memnun etmek için hizmet sektöründe işçi veya işverensem. Bir insan olarak etki alanım ne kadar büyük. Sırf bu yüzden bazen elimi kalbime götürüp, gözlerimi kapayıp, kendime söylemem gereken bir çift samimi, sıcak, güzel sözü sebepsiz hak ediyorum.

Sevgiyle…

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

Yazının devamı...

Bir Ergenlik Çatışması: Ben ve Bedenim

Ergenlik dönemi gelişim seminerlerimden bir tanesinde sunumun son sayfasında G.Stanley Hall’un şu sözü yazıyordu; Bir katılımcı anne söz aldı ve dedi ki: ‘’Siz bir de bizim evdeki savaşı görün Gizem Hocam, her gün kapılar çarpılıyor, hırçınlaşıyor, yorum yapmamıza bile izin vermiyor.’’ Bunun üzerine şu cevabı verdim: ‘’Kendi içindeki çatışmayı en iyi siz tahmin edebilirsiniz o zaman.’’

Ergenlik dönemi bireyin kendisiyle en çok meşgul olduğu dönemdir. Somut olarak değişmekte olan bir beden ve bu bedenin nasıl gözüktüğü hakkındaki düşünceleri ergenin zihnini meşgul eder ve zamanla yerini endişeye bırakabilir. Gelişip değişmekte olan bu bedeni kendisi kabul etmeye çalışırken bir yandan da çevreden kabul görme çabası içerisinde olacaktır. Ergenlik dönemi fiziksel değişimleri çocuklarda duygusal olarak da etkiler gösterebilir. Ergen hoşlanmadığı şekilde bir gelişim gösteriyorsa genellikle ciltte yağlanma, kıllanma ve cinsel organların belirginleşmesi gibi her gün bu gelişimin ayna karşısında takipçisi olabilir. Okul dönemi çocukları olduklarını düşünürsek eğer en temel ihtiyaçları olan aidiyet duygusunun tam aksi yönde bir de akranları tarafından eleştirilirse ergen duygusal olarak zayıflayabilir. Bir diğer önemli nokta ise ergenlikte hormonların değişmesi sonucu karşı cinse duyulan ilgi ve karşı cins tarafından beğenilme derecesi. Karşı cinsin ilgisin çeken şeyler merak edilir, öyle ki hem cins arkadaş toplantılarından bu konular sıklıkla konuşulur. İşte tam da burada çocuğun çevresinden ve akranlarından öğrendikleri, zihnine yerleştirdikleri aileler için çok önemlidir.

Ergenlik döneminde çocuklar yavaş yavaş bireyselleşme ile birlikte aileden ayrışarak arkadaşlarını tercih etmektedirler. Yani terazide arkadaş grupları aileye göre biraz daha ağır basmakta olabilir. Bu aileleri kaygılandırmamalı. Büyüyor ve tabi ki arkadaşları onun için kendi belirlemiş olduğu aile üyeleri.

Şimdi lütfen akıllı telefonunuzu elinize alın ve çevrenizdeki ergenlerin sosyal medya, özellikle instagram hesaplarına bir göz atın. Çoğunlukla profil resimlerinin aile üyeleri değil arkadaş gruplarından oluştuğunu ve profil bilgilerinde en yakın arkadaşlarının baş harflerinin olduğunu görebilirsiniz. Çok sevdiğim bir öğrenci grubum ‘’Hocam sizi çok seviyoruz, sizin de baş harfinizi instagrama ekleyebilir miyiz lütfen?’’ dediğinde kendimi sevildiğimi anladığım için şanslı hissetmiştim J

Ergenlik dönemi ile ilgili ne konuşuyorsak konuşalım söz sosyal medyaya geliyor. Aileler de sosyal medya ve etkilerinden korkuyorlar. Aslında sosyal medya yeni neslin kendini ifade aracı. Bu yüzden aileler sosyal medya araçlarını çocuklarından daha ustalıkla özellikle belirtiyorum ustalıkla kullanmak durumunda ki kötü etkilerinden çocuklarınızı koruyabilin. Onlar için beğeni ve takipçi sayısı çok önemli çünkü ergenliğin gelişiminde zaten sosyal görünüş kaygısı varken, sosyal medya da onların diliyken beğeni ve takipçi sayılarına takılmaları sizce de normal değil mi? Burada önemli olan şey ne derece olduğu. Yani 25-30 yaş grubundaki yetişkinler bile sosyal medyaya yükledikleri fotoğrafları üzerinde ciddi oynamalar yapıyorsa ergenlere çok da kızmamak lazım J

Olumlu bir beden algısı için neler yapılabilir?

· Çocuğunuza sevginizi fiziksel olarak göstermekten çekinmeyin; sevin, okşayın, sarılın, öpün…

· Fiziksel gelişimini destekleyecek hobilere yönlendirin; spor, dans…

· Okulu ile iletişim halinde olun ve arkadaşları arasında alay konusu olup olmadığını öğretmenlerinden gözlemlemelerini rica edin.

· Sizde aynı şeyi evde kardeşler arasında kontrol altında tutun.

· Çocuk medyada gördüğü ünlüler gibi olmakla fazla ilgiliyse bir konuşma yapma zamanı gelmiş olabilir.

· Onun kendisi ile ilgili beğenmediği yönlerini sebeplerini anlamadan, düşüncelerini kırar biçimde aksini diretmeyin. Önce anlamaya çalışın, anlaşıldığını hissetsin, sonra bunun gelişimin bir parçası olduğunu açıklayın.

Sevgiyle..

Psk. Dan. Gizem KOLÇAK

@pskdangizemkolcak

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.