SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Alerjik Nezleyi Grip Sanmayın!

Mevsimi geldi geçiyor alerjiden kurtulamadık. Özellikle de solunum alerjisi pek çoğumuzun problemi. Geçen yıl İsveçli bilim insanlarının yaptığı bir çalışma, alerji riskini azaltmak için doğaya ihtiyacımız olduğunu düşündürüyor. Çalışmayı yapan araştırmacılar, bebekliklerinde birlikte yaşadıkları evcil hayvan sayısı ne kadar çoksa, çocuklarda alerji riskinin o kadar azaldığını açıkladılar. Kim bilir belki de bir değil birkaç hayvan beslemek çocuklu aileler için iyi olabilir. Tabii evcil hayvanlara doğru ve iyi bir şekilde bakılması gerektiği, onların aşılarının ve sağlık kontrollerinin de yaptırılması gerektiğini unutmamak gerekiyor. Ancak bu kesinlikle tıbbi bir tavsiye değil son kararı hekiminiz verecektir.

Öte yandan alerjik nezlenin sık görüldüğü bahar ve erken yaz aylarında kimileri bu belirtileri grip ve soğuk algınlığı ile karıştırabiliyor. Eğer sizin de burun tıkanıklığı, burun akıntısı, defalarca hapşırma atakları, burunda ve damakta kaşıntı, gözlerde sulanma ve kızarıklık gibi şikâyetleriniz varsa alerjik nezle probleminiz olabilir. Alerjik nezle hakkındaki sorularımı KBB Uzmanı Op. Dr. Kağan İpçi yanıtladı.

Alerjik nezle nedir?

Alerjik nezle, bahar aylarında daha sık olmakla beraber, nadiren yıl boyunca da belirtileri görülebilen bağışıklık sistemimizin alerjenlere karşı anormal, abartılı bir yanıtıdır. Herhangi bir yaşta tetiklenip ortaya çıkabilir. Bu, vücudun alerjenle hangi yaşta karşılaştığı ile ilgilidir. En sık görülen alerjenler, polen, küf mantarı, ev akarı, toz ve hayvan tüyü olup bunların dışında onlarca kimyasal ve biyolojik molekül de olabilir.

Alerjik nezle belirtileri nelerdir?

Burun tıkanıklığı, burun akıntısı, defalarca hapşırma atakları, burunda ve damakta kaşıntı, gözlerde sulanma ve kızarıklık gibi şikâyetleriniz varsa alerjik nezle probleminiz olabilir. Benzer belirtiler nezle, grip ve sinüzit gibi diğer burun ve sinüs enfeksiyonlarında da görülebileceğinden hastalar tarafından çoğunlukla’ sık grip geçirme’ şeklinde yorumlanabilir.

Belli mevsimlerde ve fiziksel ortamlarda tekrar etmesi, ateş ve halsizlik gibi hastalık belirtilerinin olmaması ile enfeksiyon hastalıklarından ayırt edilebilir.

Alerjik nezle burun mukozasının ödemi ve burun etlerinin (konka) hacimce büyümesine neden olarak burun tıkanıklığı yapar. Hayat kalitenizi olumsuz etkilemekle kalmaz, sinüzit, orta kulak enfeksiyonu, farenjit ve larenjit gibi üst solunum yolu hastalıklarının da daha sık geçirilmesine neden olabilir.

Çocuklarda geniz eti büyümesi (adenoid hipertrofi) ve orta kulakta kronik iltihap ve sıvı birikimi yetişkinlerde kulak tıkanıklığı ile giden östaki kanalı problemleri (östaki disfonksiyonu) ve burun polipleri (nazal polipler) gibi sorunlar da son yıllarda alerjik nezle ile ilişkili görülmektedir.

Çocuklarda alerjik nezle farklı hastalıklara da sebep olabilir mi?

Çocuk hastalarda alerjik nezle, burun eti dışında geniz etinin de büyümesine ve buna bağlı uykuda ağız açık uyuma, horlama ve burun tıkanıklığı gibi sorunlara sebep olabilmektedir. Orta kulak iltihabı ve kulakta sıvı birikimi, buna bağlı iletim tipi duyma kayıplarında da alerjik bir burun ve geniz mukozasının etkisi büyüktür. Bu yüzden geniz eti büyüklüğü saptanan, kronik orta kulak enfeksiyonu olan ve ilaç tedavisinden fayda görmeyip geniz eti cerrahisi (adenoidektomi) ve/ veya tüp takılması (ventilasyon tüpü uygulaması) planlanan çocuk hastalarda alerjik belirtilerin varlığı sorgulanmalıdır.

Alerjik nezle, cilt ve gıda alerjisi ve alerjik astım ile de birliktelik gösterebilir. Özellikle çocuklarda alerjik nezle ve astım birlikteliğini göz önünde bulundurulmalıdır. Öksürük nefes darlığı ve hırıltı gibi belirtiler varlığında pediatri ve göğüs hastalıkları uzmanından da destek almak gerekir.

Alerjik nezle tedavisi nasıldır?

Alerji tedavisinde, belirtilerin baskılanması veya ortaya çıkmasının önlenmesi için birtakım ilaçların kullanılması gerekir. Tanısı genellikle klinik olarak belirtilerden ve öyküden konmakla beraber, alerji testleri de bu konuda yardımcıdır. Özellikle uzun dönemde hastalığın takibinde ve alerjenden kaçınmada deri testleri önemlidir.

Alerjik nezle de hastaya bilgi verirken bu sorunun tek bir ataktan ibaret olmadığını hayat boyu belli dönemlerde bu sorunun ortaya çıkabileceğini paylaşmak gerekir. Bu şikayetleri yanlışlıkla grip şeklinde yorumlamamaya ve doktora sormadan gereksiz ilaç kullanmamaya dikkat edilmelidir.

Yazının devamı...

Herkes Gibi Herkesle Beraber

Pozitif ve akılcı bakış açısının hayatı nasıl değiştirebileceğini adım adım anlatan Mavi Orkide kitabından söz edeceğim size. Okurken ötekileştirme duvarlarını yıkan kitabın yazarı ise 1973 doğumlu 'Cerebral Palsy'li bir bilgisayar programcısı Alper Şirvan. Hayatım boyunca yaşamak için mücadele ettim diyen Alper’in ilham veren öyküsünü konuştuk ama öncesinde bakalım Alper Şirvan kim, neler yapmış…

Şirvan, ilkokulu sadece 1 yıl okuyarak bitirdi. Okuma yazmayı ilkokul öğretmeni annesinden öğrenen Şirvan diye tutturunca ve girdiği sınav sonrası hükmü verilse de 1 yıl dahi olsa ilkokul öğretmenini görme arzusuyla diretti. 1984-85 öğretim yılında, İhsan Dikmen 2. İlkokulunda şansına, bir yılda iki öğretmen görerek mezun oldu.

Orta ve lise öğrenimimi, öğretmen babasının görev yaptığı okullarda tamamladıktan sonra, Uludağ Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı Bölümünü 1995 yılında dereceyle bitirdi. Alper Şirvan, 1998’de başlayıp kamu ve özelde aralıksız devam eden iş hayatına, halen Bursa Yıldırım İlçe Sağlık Müdürlüğü Sağlıklı Hayat Merkezi KETEM (Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezi)'de fiilen Bilgisayar Programcısı olarak devam ediyor.

Mavi Orkide dışında 1996-2009 yılları arasında yayımlanmış bir hikâye iki şiir olmak üzere üç kitabı daha olan Şirvan, 1996-2003 yılları arasında biri yurtdışında olmak üzere dört resim sergisine imza attı.

Hastalık Sürecinde Neler Yaşadınız?

Öncelikle Cerebral Palsy’nin bir hastalık olmadığını ifade etmekle başlayalım.

Peki nedir Cerebral Palsy?

Cerebral Palsy, çocuklukta en sık rastlanan, tüm dünyada 17 milyon kişide görülen bir fiziksel engellilik durumudur. Gelişimini tamamlamamış beynin; doğum öncesi, doğum sırası veya doğum sonrası dönemde hasar görmesi nedeniyle oluşur.

Cerebral Palsy ilerleyici değildir. Travmaya uğramış beyne erken müdahale edilmesi ve hayat boyu rehabilitasyon uygulamasıyla önemli gelişmeler sağlanabilmektedir.

Hemen hemen her Cerebral Palsy’lide farklı şekilde ortaya çıkan bu durum, bende zor doğum neticesinde meydana geldiğinden doğduğumdan beri Cerebral Palsy ile yaşıyorum. “Cerebral Palsy ile yaşamak” ifadesinin durumu en iyi şekilde özetlediğini düşünüyorum. Durumum itibari ile yürüyemiyorum, sağ elimi kullanamıyorum ve zaman zaman konuşma güçlüğü çekiyorum.

Doğduğumdan bu yana yaşadığım bu süreç elbette zorluydu. En kötüsü de ilk başlarda Cerebral Palsy’nin ülkemizde tam bilinmemesinden doğan yanlış yönlendirmelerdi.

Buna karşılık 8-9 yaşımda yolumun kesiştiği Prof. Dr. Kalbiye Yalaz’ın beni fizik tedaviye başlamak üzere o tarihlerde İstanbul Acıbadem’de faaliyet gösteren Erol Sabancı Spastik Çocuklar Derneği’ne yönlendirmesiyle bugün Cerebral Palsy Türkiye adıyla faaliyet gösteren kurumsal yapıyla ve rahmetli doktorum Prof. Dr. Hıfzı Özcan ile tanıştım. O tarihten itibaren, o günkü şartlar dahilinde ikişer aylık dönemlerde bize gösterilen fizyoterapi yöntemlerini evde uygulayarak fiziksel anlamda da önemli gelişme sağladım. Bu açıdan bugün sayısız evladımıza hizmet veren Cerebral Palsy Türkiye’nin hizmetlerini çok kıymetli bulduğumu, bu yüzden kitabımın tüm gelirini kendilerine bağışlayacağımı büyük bir gönül huzuruyla ifade etmeliyim. Ufak da olsa bir katkım olabilirse ne mutlu bana…

Ailenizden Ne Gibi Destekler Aldınız?

Her ne kadar Cerebral Palsy teşhisi çok sonraları konsa da 8-9 aylıkken fiziksel gelişimimdeki normal olmayan durum ortaya çıktığı andan itibaren ailem benimle beraber doktorların, dolayısıyla çözümün peşindeydi.

Tedavi arayış sürecini ilk soruda özetlemeye çalıştım. Fizyoterapi sürecim de ailemin desteği ile devam etti. Babamla beraber iki ayda bir İstanbul’a Spastik Çocuklar Derneği’ne gidiyor, orada bize öğretilen fizyoterapi hareketlerini evde tatbik ediyorduk. O zamanki ülke şartlarından dolayı okula gidemediğim için ilkokul öğretmeni olan annem bana okuma yazmayı evde öğretti. Okula gidemediğim yıllarda bilhassa kış aylarında çoğunlukla Manisa Turgutlu’da babaanne ve dedemle beraber yaşadım. Sakat, özürlü, ya da engelli gibi kavramlardan -en azından ben- uzaktaydım. Sadece yürüyemeyen bir çocuktum, o kadar… Okula gidemesem de başta babam ve annem olmak üzere, okumaya ve müziğe merakın da ötesinde sanatçı kimliği olan eczacı amcam Fuat Şirvan’ın kitapla, sanatla, kültürle dolu yönlendirmeleri ile sanatın gücünü, dahası yazmaya olan yeteneğimi keşfettim.

Herkes okula giderken, okula gidemiyor olmak beni üzüyor, sadece okuma yazma biliyor olmak bana yetmiyordu. Yaşım 12 olmuştu. Daha o yaşlarda dezavantajları olan bir birey olarak, okumadığım ve yeteneklerim doğrultusunda hayatıma yön vermediğim takdirde “herkes gibi herkesle beraber” yaşama konusunda şansımın çok az olacağının farkına varmıştım. Ailemin karşısına bu bilinçle “okula gideceğim” diyerek çıktım. O tarihlerde beklenmeyen bir talepti belki bu… Ailem, bu talebimi Erol Sabancı Spastik Çocuklar Derneği ile paylaştı ve orada yapılan birtakım testlerin sonucunda “mutlaka okumam gerektiği” ifade edildi. Böylece eğitim sürecim, önce annemin, sonra babamın görev yaptığı okullarda başlamış oldu.

Ailem, bana bu desteği vermiş olmasaydı, muhtemelen evde oturan zeki çocuktan öte bir şey olamazdım.

İş Yaşamında Ne Tür Zorluklarla Karşılaştınız? Nasıl Atlattınız?

Bursa Uludağ Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı Bölümünü dereceyle bitirmeme rağmen uzun süre iş bulamadım. Çünkü ne iş yerleri ne de ulaşım şartları durumuma uygun değildi. Sesimi duyurmak için şiirlerimi resimledim, sergiler açtım. Buna rağmen mezun olduktan yaklaşık 3 yıl sonra iş bulabildim. Evime 500 metre mesafedeki Bursa Büyükşehir Belediye huzurevinde bilfiil akülü tekerlekli sandalyemle gidip gelerek 8 yıl çalıştım. Halen, Bursa Yıldırım İlçe Sağlık Müdürlüğü Sağlıklı Hayat Merkezi KETEM (Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezi)'de çalışmaya devam ediyorum.

İş hayatında karşılaştığım sorunları aştım mı bilmiyorum ama devam etmemi sağlayan şeyler, ortaya koyduğum irade ve sabrım oldu. Mesela, bilgisayar programcısı kadrosunda olmamama rağmen, belediye huzurevinde çalıştığım dönemde kurumu yazdığım programlarla donattım. Tabii ki bu süreçlerde insan ilişkilerinde çeşitli zorluklar yaşadım ama inatla çalışmaya devam ettim.

Bugün 6.000 günden fazla çalışmışlığı olan bir kamu emekçisiyim. 21 yıllık yazılımcıyım. Halen, çalışan birçok engelli arkadaşım gibi diplomamın karşılığı olan kadroda olmasam da fiilen diplomamın karşılığı olan işi yapmaya, program yazmaya devam ediyorum. Benzer durumdaki akademik kariyer yapmış diğer engelli arkadaşlarımla beraber, diplomalarımızın karşılığı olan kadrolarda çalışabilmek için gereken faaliyetleri de yapmaya çalışıyoruz.

Hayata Karşı Bakış Açısınız Nasıl?

Hayatım boyunca “herkes gibi herkesle beraber” yaşamak için mücadele ettim. Çünkü “savaşmaya cesareti olmayanın zaferi olmayacağını” yıllar evvel fark etmiştim. Aslında hayata bakışımı “mevcut şartlar dahilinde olabilecek en kaliteli ve olması gereken hayatı yaşamak için son nefese kadar mücadele etmek” olarak özetleyebilirim. Detaya değil, büyük resme odaklanırım. Kendime kısa, orta, uzun vadede hedefler belirler, bu hedeflere ulaşmak üzere çalışır mücadele ederim.

Sizinle Benzer Sorunlar Yaşayan Kişilere Neler Önerirsiniz?

İşin gerçeği şu ki, hayatı herkes için geçerli bir “başarı ve mutluluk formülüne” dönüştürmek hem zor hem de doğru değil… Çünkü hepimizin farklı gerçekleri, farklı hayat parametreleri var. Bununla beraber yadsınamaz ülke gerçekleri var. Buna karşılık, şunları da ifade etmemin doğru olacağı kanaatindeyim.

Bilhassa Cerebral Palsy ile yaşamak durumunda olan çocuklarımız için her şeyin başlangıç noktası ailedir. Son dönemde ailelerin Cerebral Palsy ile yaşayan evlatları için eğitim ve fizik tedavi almaları konusunda daha bilinçli hale gelmelerini görüyor ve mutlu oluyorum. Her çocuk gibi Cerebral Palsy ile yaşayan çocukların da gelişimlerini sürdürmeleri için aile desteğine ihtiyacı vardır.

Aileler de Cerebral Palsy ile yaşayan evlatlarımız da okuldan tutun da ilerleyen süreçte iş hayatına kadar hiçbir alanda mükemmel şekilde kendileri düşünülerek hazırlanmış ortamlarla karşılaşmayacaklarını bilmeliler. En azından bugün ülke ve çevre şartları budur.

Ama şartları zorlayıp devam ederlerse önce kendileri sonra da kendileri gibi olan diğer insanlar için aştıkları her engelin toplumsal bilinç adına bir adım olduğunu görecek, bu onları hem hedeflerine ulaştıracak hem de mutlu edecek diye düşünüyorum. Mesela 90’lı yılların başında devam ettiğim Bursa Süleyman Çelebi Lisesinin öğrenci tuvaletlerine benim girişimimle klozet konmuştu. O yıllar için bu önemli adımdı ve Süleyman Çelebi Lisesi’nde benden sonra okuyan engelli öğrenciler de bu olanaktan faydalanmış oldular. Yine benim girişimimle 2016 yılında Türkiye’de ilk defa bir spor salonuna, Tofaş Spor Salonuna “engelsiz tribün” inşa edildi. Şimdi söz konusu salonda engelli arkadaşlarım, engellenmeden ve herkesle beraber maçları seyredebilmekteler. Unutulmaması gereken gerçek şu ki, engeller ne kadar çok, yüzlerine kapanan kapılar ne kadar güçlü olursa olsun, engelleri kaldırmak, kapıları açmak konusunda yılmadan ısrar etmek şarttır. Sizin aştığınız engelden, açtığınız kapıdan sizin kadar başkaları da faydalandıkça her açıdan mutlu olursunuz. Hani şair demiş ya: “Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak… Nasıl çıkar karanlıklar aydınlıklara!”

Kitabınız Mavi Orkide'den Biraz Daha Söz Edelim mi?

Mavi Orkide, birçok eser gibi okurlarının kendisini algıladığı şekilde tanımlanıyor. Âmâlar ülkesindeki fil gibi, herkes kendi algısı ölçüsünde eseri tanımlasa da yazarı olarak, kitabımın başta Cerebral Palsy ile yaşayanlar olmak üzere toplumun engelli birey ve kadın algısına, “ötekileştirmeye karşı” olma söylemine karşı ciddi bir toplumsal eleştiri içerdiğini ifade etmeliyim.

Yanı sıra kanserle mücadele gibi, organ bağışının önemi gibi konulara da değindiğim romanımda, kendi hayat mücadelemi Cerebral Palsy ile nasıl yaşadığımı, bütün gerçekliğiyle ama efsunlu bir hayale sarmalanmış bir aşk fonunda anlattım.

Neden “Mavi Orkide” derseniz…

Mavi Orkide, kendisine “sonsuz aşk” anlamı yüklenmiş olmasına karşın kendi kendine mavi açmayan ve mavi açtıktan üç ay sonra rengini kaybeden özel bir çiçek olmasıyla vermek istediğim mesaj ve yaratmak istediğim atmosfer için çok uygundu. Mavi orkide, mavi açması için çaba sarf edilmiş, üzerinde çalışılmış, daha doğrusu “emek verilmiş” beyaz orkidedir esasında. Beyaz orkidenin köküne suyla karıştırılan mavi bitki boyası verilmek suretiyle mavi renk elde edilir. Mavi orkidenin üç aylık kısa süreli ömrüyle sonsuz aşk anlamını taşıması ironi gibi görünse de maviliğini kaybetmemesi için sürekli çaba sarf edilme gereği sevginin, aşkın dahası hayatın devamlılığı için yılmadan emek verilme gerekliliğine dair önemli bir mesajdır.

Türlü ajitasyonlarla yaraları kangrene dönüştürmenin, olayları sadece “acı” tarafıyla yansıtmanın, umutsuzluğa sevk edip çaresizlik öğretmenin yer yer edebî ve sinemasal, çokça da siyasal bir karşılığı vardır elbet ama insanlara bir şeyleri fark ettirmenin, dikkat çekmenin ve çözüm aramanın daha pozitif, akılcı ve incelikli yöntemleri olabileceği düşüncesindeyim. Birçok önemli konuda tabiri yerindeyse malzemeyi olaylara hemhal ederek vermeye çalıştım; o malzemeyle ne yapacağı tamamen okurun tercihidir.

Kitabımla ilgili en büyük arzum, geniş kitlelerce okunması ve bir sinema filmine dönüşmesidir. Çünkü cerebral palsy ile yaşayan bireylere dair gerçek ve doğru mesajın topluma tüm gerçekliği ile ve yaşayanın ağzından/kaleminden/gözünden iletilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Serap Torun

Twitter: seraptorun73

Yazının devamı...

Çocukluk Çağı Olumsuz Yaşantıları Çocuklukta Kalmıyor!

Dünyada yaşanan çeşitli toplumsal veya aile içi olumsuz olaylardan öncelikle çocukların etkilendiği biliniyor. Yapılan bilimsel araştırmaların sonuçlarına göre, çocukluk çağı olumsuz yaşantıları çocuklukta kalmıyor ve erişkin dönemi de etkiliyor. Ayrıca araştırmalar, bu tür çocukluk yaşantılarının maalesef kanserden hipertansiyona, obeziteden diyabete ve hatta kalp krizine kadar birçok hastalığın görülme sıklığını da artırdığına işaret ediyor. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan, Harvard ve Columbia Üniversitesi'nden bilim insanlarının yer aldığı bir araştırma, olumsuz çocukluk yaşantılarının etkilerinin genetik mekanizmalar ile sonraki kuşaklara da aktarıldığına işaret ediyor. Yaşanan süreğen stres DNA'mızla sonraki nesillere geçerek onları da olumsuz yönde etkileyebiliyor.

Bu konu ve araştırma hakkında, Marmara Üniversitesi’nde Çocuk ve Ergen Psikiyatristi olan Dr. Veysi Çeri “” dedi.

D.S.Ö.’nün belirlemiş olduğu çocukluk çağı olumsuz yaşantıları neler?

1- Bu grup yaşantılar içinde fiziksel, duygusal ve psikolojik istismar unsurları yer alır. Meselâ çocukluk döneminde evde yaşayan yetişkinlerin çocukla alay etmeleri, lakap takmaları, aşağılamaları vb.

2-Dayak veya fiziksel şiddete maruz kalmak ki bu durum evdeki yetişkin biri ya da birileri tarafından sıklıkla itilip kakılma, tokat atılma, kendisine bir şey fırlatılması veya vücudunu morartacak derecede dayak atılması.

3-Cinsel istismar ile duygusal istismar.

4-Duygusal istismar kavramı içinde aile üyeleri tarafından sevilmediğini ya da gözetilmediğini hissetmek yer alıyor. Aile üyelerinin birbirlerini gözetmediklerini ya da birilerine destek olmadıklarını görmek de yine duygusal ihmal kavramına dahil ediliyor.

5. Fiziksel ihmal. Bundan kasıt çocuğun gelişimi için yeterli fiziksel koşulların sağlanamamış oluşu. Meselâ, yeterli yiyecek bulamamak, kirli elbiseler giymek zorunda kalmak veya hastalandığında doktora götürülmemek.

6-Ebeveynleri ayrılmış oluşu ya da boşanması.

7-Aile içi şiddet.

8- Hane halkından sorunlu alkol tüketimi ya da madde kullanımı.

9- Hane halkından birinde psikiyatrik hastalık ya da intihar girişiminin oluşu.

10- Hane halkından birinin hapse girmiş olması gibi durumlar çocukluk çağı olumsuz yaşantısı olarak ifade ediliyor.

Bunların yanında son yıllarda çocuğun yaşadığı çevrede birisinin başka birini tehdit ettiği ya da yaraladığını görmesi olarak tanımlanan, toplumsal şiddete maruz kalmanın da çocuklar için ciddi bir stres kaynağı olduğunu belirten Dr. Veysi Çeri sözlerine şöyle devam etti, “

Çocukluk çağı olumsuz yaşantıları çocuklukta kalmıyor!

Harvard ve Columbia Üniversitesi'nden bilim insanlarının yayınladığı yeni bir çalışmanın, bu tür yaşantıların etkilerinin genetik mekanizmalar ile sonraki kuşaklara da aktarıldığına işaret ettiğini belirten Dr. Veysi Çeri araştırma hakkında şu bilgileri verdi, “

Engellemek mümkün!

Bu tür yaşantıların etkileri ile artan hastalık oranları, şiddet eğilimi ve iş gücü kayıpları toplum için de büyük bir maddi yükü beraberinde getiriyor. A.B.D kayıtlarına göre bu tür yaşantıların devlet bütçesine yıllık 124 milyar dolarlık bir kayba neden oluyor. Bu meblağ olabilecek en düşük rakam olarak ifade ediliyor.

Çocukluk çağı olumsuz yaşantılarının çeşitli politika ve projeler ile engellenebilir olduğunu da belirten Dr. Veysi Çeri çözüm yolu olarak konu hakkında farkındalığın artırılması gerektiğini belirtti ve sözlerine şöyle devam etti, “”

Serap Torun
Gazeteci

Twitter: @seraptorun73

Yazının devamı...

Çocuk Hakları Gününde Siber Zorbalık ve İstismar Rakamları Dikkat Çekiyor

20 Kasım'da Dünya Çocuk Hakları Günü'nü kutluyoruz. Bugün aslında balonlarla kutlanacak bir günden daha çok dünyanın dört bir yanındaki savunmasız, korunmaya ihtiyacı olan çocukların durumuna ilişkin farkındalık yaratmak için bir fırsat. Bu konuda bir gün değil her gün düşünmemiz gerekiyor.

Yetişkinler olarak bizler sorumlu davranmak zorundayız çünkü onları bizler dünyaya getirdik. 18 yaşın altındaki çocuklar ve gençler için hazırlanan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuk hakları konusunda en çok kabul gören sözleşmedir. Türkiye’de bu sözleşmeyi kabul etmiştir. Ancak globalleşen dünyada artık siber suçlar da devrede olduğundan bu sadece kabul eden ülkelerin değil her devletin sorumluluğudur.

Çocuk hakları siber zorbalık ve istismar

Çocuk hakları başta sağlık, eğitim, aile hayatı, oyun ve eğlence, yeterli yaşam standardı,çalıştırılmama olmak üzere istismar ve zararlardan korunma hakkını da içerir. Bu haklar, çocuk büyüdükçe zamanla değişen gelişimsel ve yaşa uygun ihtiyaçlarını da kapsamaktadır.

Çocukların son yıllarda en çok karşı karşıya kaldığı tehlikeler arasında siber zorbalık ve istismar rakamları dikkat çekicidir. Dijitalleşen dünyada çocuklar ile ilgili siber zorbalık giderek artmaktadır. Microsoft verilerine göre 2015 yılında internete her gün 720.000 çocuk istismarı görüntüsü yüklenmiştir.

Facebook ise bu yılın son çeyreğinde çocuklarla ilgili 8.7 milyon cinsel sömürü fotoğrafını kaldırdığını duyurmuştur. Facebook, yapay zekâ kullanımı sayesinde, her gün yayınlanan milyarlarca içeriği tarayarak çocukların yasa dışı görüntülerini kaldırabildi. Evet teknoloji geliştikçe önlemler de artıyor ancak yeterli değil, herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Yapay zekâ ile yapılan taramalar şifrelenmiş iletişim ağlarında ve dark web tabir edilen bazı kör noktalarda henüz işe yaramıyor.

Siber ortamda olsun ya da olmasın tüm şirketlerin, tek tek her bir yetişkinin çocuklara zarar veren her konuda önlem alması gerekiyor. Bu kapsamda, ebeveynler çocuk hakları konularında bilinçlendirilmeli, çocuklara da bu bilgiler verilmeli. Devletlerin, markaların, insanların bu yönde yapılan sosyal sorumluluk projelerine önem vermelerini ve çocuklara iyi bir dünya bırakabilmek için bu konuda daha duyarlı olmalarını diliyorum.

Serap Torun

Twitter. @seraptorun73

Yazının devamı...

Dijital Reklam Nereye Koşuyor?

Medya kanallarında dijital reklam gösterimleri giderek artıyor. Dijital ağ genişledikçe de daha fazla marka bu alanda yer almak istiyor. Pazar, tüketici ürünlerinden otomotive ve turizm sektörüne kadar uzanıyor. IAB Türkiye AdEx-TR 2018 ilk 6 ay sonuçlarına göre dijital reklam yatırımları, 2017’nin aynı dönemine oranla yüzde 14 oranında artarak 1.213 milyon TL’ye ulaştı. Bu henüz ülkemiz için çok büyük bir rakam değil. Globale baktığımızda bu rakamın sadece ABD’de 2018’in ilk yarısında 111,14 milyar dolar olduğunu görüyoruz.

Markalar dijitali henüz tam olarak bilmiyor

Türkiye’de markaların pek çoğu dijital reklamcılığı sadece sosyal medya, Google reklamları olarak algılıyor. Oysa dijital reklamcılık sandığınızdan büyük bir alan. Burada yer alan kanallar ise teknoloji ile birlikte her geçen gün değişiyor. Eğer bunları bilmiyorsanız ya da bilenler ile çalışmıyorsanız reklama harcadığınız paranın, reklamın getirisi ile aynı olması hatta daha az olması kaçınılmaz. Günün sonunda doğru hedeflenmemiş, hiçbir yaratıcılık içermeyen, müşteriye yönelik kişiselleştirmenin olmadığı reklamlar ile başarı elde edemeyebilirsiniz.

Bu noktada markanın kurumsal stratejisi, duruşu da önem kazanıyor. Birkaç medya organında haber olarak marka olma dönemi çoktan geride kaldı. Teknik detayların ön plana çıkması ile liyakat önem kazanıyor ve önümüzdeki günlerde “ben markalaşmayı iyi bilirim” diyen herkesin sizi marka yapamayacağını ve kazanç yaratamayacağını daha iyi göreceksiniz.

Mobilin önlenemez yükselişi

Mobil reklamcılık, dijital reklamcılığın içinde önemli bir yere sahip. 2018'in sonunda ABD'de 76,17 milyar dolarlık bir paya sahip olacağı tahmin edildi. Peki bu ne demek? Bu, ABD’de TV'den 69,87 milyar, basılı yayınlardan 18,74 milyar, radyodan 14,41 milyar ve ev dışı medyadan 8,08 milyar dolar fazla demek. Türkiye’ye baktığımızda ise mobil reklam yatırımlarının ilk 6 ayda, 621 milyon TL olduğunu görüyoruz. Burada 205 milyon TL’lik büyüklüğe ulaşan sosyal medya reklamlarının %77’sinin mobil cihazlarda yer aldığını da unutmamak gerekiyor.

Mobilde neler yapabildiğimize gelirsek burada çok geniş bir alanımız var. Örneğin, konum bazlı hedeflemelerde reklam verenin konumuna tüketiciyi yönlendirmek mümkün veya kullanıcının içinde bulunduğu ortamın ısısına göre ona bir soğutucu yahut ısıtıcı reklamı gösterebiliriz. Soğuk bir ortamda yaşayan birine sıcak yaz günlerini tatili anımsatacak bir reklam göstermek sizi tercih sebebi yapabilir. Tüm bunları etkileşimli yapabilmek de mümkün. Çünkü artık kullandığımız ve bize en yakın cihaz olan akıllı telefonlar hayatımızın büyük bir bölümünü kapsıyor. Dünyada diş fırçasından çok akıllı telefon satıldığını düşündüğümüzde bunun gerçekten ne kadar önemli olduğu bir defa daha ortaya çıkıyor.

Dijital reklam ve AR-VR-AL

Yapay zekâ farkında olsak da olmasak da hayatımızın içinde. Sağlık sektöründen, turizme ve reklamcılığa kadar her alanda kullanıyoruz. Geçtiğimiz günlerde Harvard Üniversitesi’nden Marek Kubik ve Kanada Alberta Üniversitesi Psikiyatri Bölüm Başkan Yardımcısı, Profesörü Andrew Greenshaw ile yaptığım röportajda yapay zekânın (AI) gelecekte internette, birey ve ortak paydaları olan farklı bireyler hakkında daha fazla bilgi toplamış olacağı için hekimlere teşhis ve tedavi aşamasında yardımcı olacağını konuştuk. Aynı şeklide şu an pazarlama konusunda en büyük veri toplayıcı yine internet. Bu da size daha iyi hedeflenmiş, ihtiyaçlarınız doğrultusunda reklam gösterilmesini sağlıyor.

VR (Virtual Reality- Sanal Gerçeklik) ve AR (Augmented Reality – Artırılmış gerçeklik) ise ülkemizde henüz çok yaygın kullanılmasa da dünyada kullanımı oldukça yaygın. Geçtiğimiz günlerde turizm fuar katılımları ile ilgili bir açıklama okudum. Önümüzdeki dönemde fuarlardan ziyade dijital kullanılması gerektiği yazıyordu. Oysa turizm sektörüne baktığımızda Google sıralama reklamları ve sosyal medya deniz, kum fotoğrafları dışında yaratıcı bir reklam ve tanıtım faaliyeti görmek zor. Oysa turizm dijital platformlar için en fazla içerik üretebilecek sektörlerden bir tanesi. Ancak ellerindeki potansiyeli iyi yönlendirmeleri gerekiyor. AR- VR kullanılabilecek, oyunlaştırma yapılabilecek bu sektörde yetersiz reklam harcaması günü ya da sezonu kurtaracak kısıtlı bütçeli bireylere ulaşıyor ve markalaşmayı baltalıyor. Aynı şekilde sağlıkta da dijitalin önü son derece açık. Siz yeter ki yaratıcı olmayı ve teknolojiden kullanmayı bilenlerle yol alın.

Serap Torun

Gazeteci

Kaynakça: IABTurkey, eMarketer

Yazının devamı...

Hekimler Meslektaşları İle Daha Hızlı Bilgi Alışverişi Yapabilecek

Hekimlerin biribirleri ile bilgi paylaşımı hastaların yararına sonuçlar doğurur. Bu nedenle de dönemsel toplantılar düzenlenir. Bu toplantılarda vaka çalışmaları, yeni gelişmeler ve tecrübeler paylaşılır. Günümüzde bu bilgilerin daha kolay ve hızlı şekilde paylaşılabileceği farklı mecralar da oluşuyor. Teknolojinin nimetlerinden özellikle tıp alanında oldukça etkin şekilde faydalanılıyor. Son dönemde bu konuda yapılan bir mobil uygulama tam da bu noktada hekimlerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde konumlanmış. Her branştan 100’den fazla hekimin görüşleri dikkate alınarak Kocaeli Üniversitesi Teknopark’ta geliştirilen KOSGEB destekli HippocrApp uygulaması tıp ve diş hekimlerine tıbbi paylaşım, iletişim ve dayanışma imkânı sunarak, hekimlerin bilgiye ve tecrübeye kolay ulaşmalarını sağlıyor.

Uygulama hakkında Proje Yöneticisi Genel Cerrah Opr. Dr. Fahri Yılmaz," diye konuştu.

Uygulama sayesinde hekimler karar veremedikleri vakalarda, teşhis ya da tedavide zorlanılan durumlarda meslektaşlarına danışarak kolaylıkla fikir alışverişinde bulunabilecekler.

Canlı yayın özelliği de eklenecek

Uygulamanın IOS, web, Android ortamlarında kullanılabildiğini kaydeden Yılmaz, kısa süre içerisinde uygulamaya canlı yayın özelliğinin de ekleneceğini belirterek, uygulamanın isim ve işlevi bakımından tüm dünya hekimlerinin ilgisini çekeceğini, dünyada en çok kullanılan yenilikçi sağlık uygulamalarından biri olacağına inanıyoruz. Tıp bilimi, tıp camiası ve insan sağlığı adına katkı sağlamasını diliyoruz.”dedi. Hasta mahremiyetine son derece dikkat ettiklerini vurgulayan Yılmaz, bu konuda çok ciddi bir çalışma yürüttüklerini belirtti.

Mobilde uygulama pazarı medikal anlamda gelişmeye devam ederken, bu gibi fonksiyonel uygulamaların bilim, özellikle de sağlık alanında hekim ve dolaylı olarak hastaya olumlu katkıları olacaktır.

Yazının devamı...

Çocukların Küfür Etmesini Engellemek İçin “Küfre Dur De!”

Bir okul çıkışında öğrencilerin yanından geçmeye görün, yüzlerine baktığınızda ışıl ışıl parlayan o güzelim çocuklar ağızlarını açtığında, bir anda canavara dönüşüyorlar. Ağza alınmayacak küfürler, argo sözler, cinsel içerikli göndermeler, ayrımcılık ne arasan var. İşin enteresan yanı bu durum eskisi gibi artık çoğunlukla liselerde görülmüyor. Özel okulu, devlet okulu fark etmeksizin ilkokuldan itibaren her yerde duymak mümkün.

Sizce de artık buna bir “Dur” demenin zamanı gelmedi mi? Dur demek için ilk önce kendimizden, çevremizden ve sosyal medyadan işe başlamalıyız. Bakın bir örnek vermek istiyorum, Google’da “duyulmamış küfürler” araması milyonlarca defa yapıldığı için bazı internet siteleri bu konuda başlık açmış ve içerik yazmış, aynı şeklide diğer aratılan kelimeler şöyle “en yaratıcı küfürler, orijinal küfürler, duyulmamış küfürler, küfürler listesi vb.” liste uzayıp gidiyor. Ne acı bir tablo! Daha iyi küfür edebilmek adına milyonlarca kişi bunları aratmış.

Prim veriyoruz!

Küfür ve argo konuşmak sözel zorbalıktır. Ne yazık ki hayatımızın her anında karşımıza çıkıyor. Sosyal medyayı açıp hemen şu an bakın. Mutlaka 3-4 iletide bir küfürlü bir yoruma rastlayacaksınız. Çocukların özenerek seyrettiği, örnek aldığı YouTuber, fenomen denilen kişilerin pek çoğu küfürlü videoları ile milyonlarca takipçi kazandı o takipçilerin çok oluşuna pirim veren markalar da bu insanlara reklam için para ödeyerek olayları belki fark ederek belki de etmeyerek körükledi. Evlerde hep açık olan televizyonlarda şiddet ve kabadayılık özendirildi.

Ne yani orada küfür sansüre uğruyor diye çocuk bunları anlamıyor mu sanıyorsunuz? Bütün heybetiyle, elinde silahıyla kanlısına tekme tokat girişen adam filmde “heyt huyt” diyor, oradaki “hey huyt” kükremelerinin yerine çocuk “rica etsem sandalyeye oturur musun, ağzını burnunu kıracağım da” olarak mı yorumluyor sizce bunu? Şiddet ve küfrü örnek almayacak mı buradan? Bunu bilmek için psikiyatrist olmak gerekmiyor. Sanırım hepimiz bunların böyle olduğunu artık tüm uzmanlardan duyduk. Bu tüm dünyada böyle.

Okula başlayan çocuklarının küfür öğrendiğinden şikâyet eden veliler tüm dünyada var. Çünkü artık büyük küçük herkes medya ve sosyal medyaya kolaylıkla erişiyor. Çocuklarda bunları her yerden duyabiliyor.

Siz ne talep ederseniz onu verir!

Siz kimi izler, kimi takip ederseniz o pirim yapar ve medya/ sosyal medya kanalları da o yönde içerik hazırlar. Bir gün herkes belgesel seyretse ertesi gün her kanal her haber belgesel olur.

Peki siz medyayı yönetebilecekken neden onun sizin hayatınızı yönetmesine izin veriyorsunuz? Çocuklarınızın geleceğini düşünüyorsanız güç oluşturabilirsiniz. Onlarca sosyal medya kanalında gelin bunları konuşalım. Sadece RTÜK’e neden bırakıyorsunuz? Onlar ellerinden geleni yapıyorlar ama bir yere kadar. İnternet ortamını siz denetleyin. İlk önce siz çocuklara iyi örnek olun.

Küfre dur de!

Bu konuda ne yapabileceğinizi merak ediyorsanız işte size uzmanından bazı ip uçları. Prof. Dr. Bengi Semerci’nin bir yazısından kesit paylaşacağım sizinle.

.”

Gelin bu defa işe kendimizden başlayıp küfürlü konuşmayalım, edenleri çocuklarımız ve geleceğimiz için uyaralım. Uyaramıyorsak sosyal mecralarda takip etmeyelim. Uygunsuz içerikleri sadece küfür değil her konuda takip etmeyerek onları doğru yöne sevk edebilirsiniz.

Twitter: seraptorun73

Yazının devamı...

Sosyal Medyada Başarının Formülü

Al Jazeera ve Anadolu Ajansı gibi ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarının sosyal medya hesaplarını yöneten, sonrasında Başbakanlık ve Millî Savunma Bakanlığı’nda sosyal medya danışmanı olarak görev alan Gazeteci-Yazar ve Medya Akademi kurucusu Okan Yüksel’le sosyal medyanın artan gücünü ve dijital dönüşümü konuştuk.

“İnternet Gazeteciliği ve Blog Yazarlığı”, “YouTube ve Video Blog Rehberi” ve “Sosyal Medya” kitaplarının yazarı, sosyal medya uzmanı Okan Yüksel, sosyal medyanın kişi, şirket ve markalara sunduğu imkân ve tehditleri anlattı.

Sosyal medya neden önemli?
Sosyal medya önemli çünkü, özellikle son 5 yılda insanlar hayatlarının büyük bölümünü sosyal mecralarda geçirmeye başladı. Öyle ki dünya nüfusunun %53’ü, yani 4 milyar insan internete bağlı ve bu insanlar sürekli sosyal medyada yer alıyorlar. Güncel istatistiklere göre 3.1 milyar aktif sosyal medya kullanıcı var. Dünya nüfusunun %42’si aktif sosyal medya kullanıcısı.

Bu kadar fazla kişiye, bu kadar az maliyetle ulaşma potansiyelinizin olduğu alternatif bir başka mecra yok. Sosyal medya bu nedenle önemli.

Sosyal medyanın önemi kısa ve orta vadede katlanarak artacak. Öyle ki gençlerin hayatı tamamen internet ve sosyal medya ile iç içe. ABD'de çocuklar arasında internete bağlanmayanların oranı %0. Yanlış duymadınız "yüzde sıfır". Ülkede çocukların %45'i, gün içerisinde sürekli on-line bir hayat yaşıyor. Geri kalanı da günde en az birkaç kez on-line oluyor. Türkiye’deki durum da çok farklı değil.

İletişim çağı eskiyen bir kavram ama aslında bu çağ yeni başlıyor ve sosyal medya bu çağın en önemli dinamikleri arasında.

Türkiye’de sosyal medya kullanımı ne kadar yaygın?
Türkiye nüfusu 81 milyon ve 2018 itibariyle nüfusumuzun %67'si internet kullanıcısı. Türkiye’nin %63'ü ise aktif olarak sosyal medyada. Yani 51 milyon kişi aktif olarak sosyal medyayı kullanıyor.

Bu oran ve sayılar pek çok ülkenin toplam nüfusunu geride bırakıyor. Sosyal medya kullanımında rekor üzerine rekor kırıyoruz. Dünya genelinde pek çok mecrada ilk üç sıradayız, kullanım yoğunluğunda ise tüm Avrupa ülkelerini geride bırakıyoruz.

Türkiye’de en popüler sosyal ağ YouTube. Onu sırasıyla Facebook ve Instagram takip ediyor. Twitter dördüncü sırada. Ancak gençler arasında kapalı sosyal ağlar popülerlik kazanıyor. Türkiye, kapalı sosyal ağ kavramına henüz yabancı ama kısa süre sonra kapalı sosyal ağlar hayatlarımızda çok daha fazla yer kaplayacak.

Sosyal medyada başarının bir formülü var mı?
Sosyal medyada başarının bir değil, birçok formülü var. Sosyal medya uzmanlarının görevi de doğru formülü doğru yer ve zamanda uygulayarak, hedeflenen başarıya mümkün olan en kısa sürede ulaşmak.

Medya Akademi’de Türkiye’nin yanı sıra ABD ve Irak’taki şirketlere de sosyal medya danışmanlığı hizmetleri veriyoruz. Türkiye’de başarılı olan bir medya stratejisi Irak’ta başarılı olmayabiliyor. Bu nedenle hedef kitlenizi ve strateji geliştireceğiniz ülkeyi çok iyi tanımalısınız. Ülkeye, hatta eyaletlere ve şehirlere farklı ve özel kampanyalar geliştirmelisiniz.

“Türkiye özelinde başarılı sosyal medya yayıncılığı için neler yapılmalı” derseniz şunu söyleyebilirim: Sosyal medyada başarılı olmak için kaliteli, periyodik ve samimi içerik üretmelisiniz. Bu üçlüyü, yani kaliteyi, sürekliliği ve samimiyeti doğru şekilde bir araya getirirseniz başarı kaçınılmaz olacaktır.

Sosyal medyada kişisel marka yönetimi nasıl yapılıyor?
Kişisel marka inşası sosyal ve profesyonel hayatta kişilere çok önemli fırsatlar sunuyor. Mesleğinde iyi ve bilinir olmak özellikle doktor, avukat, gazeteci ve benzeri profesyonellerin kariyer gelişimi için önemli bir unsur olmaya başladı. Bu ve benzeri alanlarda mutlaka kişisel markanızı inşa etmelisiniz. İnşa sürecini işinizi iyi yapmak ve sosyal medyada görünür olmakla tamamlayabilirsiniz. Kişisel markanızı inşa etmeniz, size tahmin ettiğinizden çok daha fazla imkan sunacaktır.

Tehditler kısmına gelirsek, bu süreçte elbette tehditler de söz konusu. Kişisel markanızı inşa ederken, sosyal medyada yapacağınız yanlış bir tek paylaşım, meslek hayatınızın geri kalanında başınızı ağrıtabilir. Bu nedenle dikkatli olmakta ve sosyal mecraları aktif olduğu kadar doğru kullanmakta fayda var. Eğitimlerimde ve danışmanlıklarımda mutlaka söylediğim bir şey vardır: Sosyal medyada kötü şekilde yer almaktansa, hiç yer almamak daha iyi olabilir.

Kişiler gibi şirketler de sosyal medyada yer almalı mı?
Şirket, kurum ve kuruluşlar için sosyal medyada yer almak bir zorunluluğa dönüştü. Çünkü siz kurumsal olarak bu mecralarda olmasanız da müşterileriniz bu mecraları kullanıyorlar ve sizin hakkınızda olumlu veya olumsuz pek çok paylaşım yapılıyor. Sizin de şirketinizle, markalarınızla bu mecralarda aktif şekilde yer almanız, sizin hakkınızda yapılan paylaşımları düzenli takip etmeniz ve süreçlere kısa sürede, doğru şekilde müdahil olmanız gerekiyor.

Türkiye’de şirketler sosyal medyanın önemini kavramış durumda. Sosyal medyada başarılı kampanyalar yürüten, iyi şekilde yer alan çok sayıda şirket var. Ancak bunu genele yaymak gerekiyor. Bu aşamada ise nitelikli sosyal medya ajanslarının sayısının azlığı karşımıza önemli bir sorun olarak çıkıyor.


Serap Torun


Twitter: seraptorun73
Instagram: seraptorun

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.