SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Bir Anne ve Oğulun Hikayesi: Sam’e Göre Yaşam

Kendimi sizin önünüze “benim için kötü hissedin” diye koymuyorum. Aksine, “benim için kötü hissetmek zorunda olmadığınızı” söylemek için buradayım. Beni tanımanızı istiyorum. Bu benim yaşantım ve progeria onun bir parçası. Büyük bir parçası değil, ama bir parçası diye söze başlıyor 16 yaşındaki Sam…

Sam çok sevdiği Legolarının önünde…

Sam, dünya üzerinde sadece 250 çocukta görülen bir hastalığa sahip: Progeria ya da erken yaşlanma. Yaşlanmaya sebep olan genler hepimizin bedeninde mevcut. Ancak progeria hastalarında yaşlanma süreci hızlı işliyor… Çok hızlı… Bu rahatsızlığı olan çocuklar ortalama 13 sene yaşıyor. Progeria’nın şu anda kesin olarak kanıtlanmış bir tedavisi yok. “Çocuğunuz 13 yaşına kadar yaşayacak.” deseler ne yapardınız?

Sam’in annesi Leslie: İnsanlar bana “Senin yaşadığın şeyleri katlanabileceğimden emin değilim” diyorlar. Onlara cevabım “Evet, katlanabilirsiniz, katlanmalısınız.” oluyor. “Anneler herşeyi başarabilir. Gerekli olan herşeyi yapıyorsunuz, çünkü biliyorsunuz ki siz o odadaki en önemli kişi değilsiniz. Önünüzde oturan çocuk en önemli kişi… Bu sadece benim aklımdan değil, yüreğimden ve ruhumdan geliyor. Devam etmemin nedeni bu…” diyor.

Progeria ile yaşayan çocuklarda kalp ve damar rahatsızlıkları gelişiyor. Kemikleri de zayıf, kolayca kırılmaya müsait. Sam’in Disneyland’a gidip, en basit oyuncaklardan birine binmesi bile ona 2 kırık kaburga şeklinde geri dönüyor. Progeria hastaları çoğunlukla 13 yaş civarında kalp krizinden dolayı hayatlarını kaybediyor.

Sam’in annesi Leslie ve babası Scott, tıp öğrencisi olarak Brown Üniversite’sine giderken, beraber çalıştıkları bir proje aracılığıyla tanışıyorlar. 1993 senesinde evleniyorlar. 1996 yılında, her ikisi de artık çocuk doktoru olan Leslie ve Scott’un bir oğlu oluyor. Ona Sam adını veriyorlar… Sam Berns…

Minik Sam annesinin göğsüne yaslanmış hayata merhaba diyor.

Sam’e 2. yaşgününden bir süre önce progeria teşhisi konuyor. Teşhisten 6 ay sonra, Sam’in annesi Leslie, babası Scott ve Sam’in iyileşmesi için avukatlık kariyerini bir kenara bırakan teyzesi Audrey “Erken Yaşlanma Araştırma Vakfı”nı (The Progeria Research Foundation) kuruyorlar.

Progeria teşhisi konulmadan önce bebek Sam…

Vakfın çabalarıyla 1,25 milyon$ kaynak toplanıyor ve Leslie’nin başkanlığında yürütülen bilimsel araştırmalarla 4 sene gibi bir sürede Progeria’ya neden olan geni keşfediyorlar.

Bir müddet sonra bir başka genetik hastalık için kullanılan bir ilacın Progeria için de kullanılabileceğini düşünüyorlar. Fare deneylerinde olumlu sonuçlar veren bu ilacın, Progeria’ya faydalı olup olmadığının anlaşılması için insanlar üzerinde de denenmesi şart.

FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Birliği) Leslie’nin takımına bu ilacı çocuklar üzerinde kullanmaları için izin veriyor. Dünya tarihindeki ilk Progeria ilacı deneyi için 16 ülkeden 28 progeria hastası çocuk seçiliyor. Bu 28 çocuk 2,5 sene boyunca ilacı kullanıyor.

Leslie’nin takımı ilaç deneyi için oldukça kritik bir karar veriyor. Normalde bu tarz deneylerde, ilacın etkisinin kanıtlanması için çocuk grubunun yarısına normal ilaç, diğer yarısına da placebo (ilaç niyetine verilen zararsız madde) verilmesi gerekiyor. İdeal koşullarda test süreci için yüzlerce denek gerekiyor. Ancak dünya üzerinde Progeria hastası sadece 250 çocuk olduğu, bu çocukların hepsinin durumu kritik olduğu ve yaşayacakları süre aylarla sayıldığı için Leslie’nin takımı bütün çocuklara gerçek ilaç vermeye karar veriyor.

İlacın progeriayı tedavi ettiğini söyleyebilmek için (piyasaya çıkan her ilaçta olduğu gibi) şöyle bir süreç geçmesi gerekiyor: Yıllar süren deney sonuçlarından çıkan veriler toplanıyor, analiz ediliyor ve bilimsel bir makale yazılıyor. Bu makale, bilimsel bir dergiye makale önerisi olarak gönderiliyor. İlgili konuda uzman olup, bu deneye katılmamış doktorlardan oluşan bir kurul dergiye gelen makaleleri değerlendiriyor. Eğer değerlendirme kurulu makaleyi uygun bulursa dergide yayınlıyor. Aylar ve kimi durumlarda yıllar alan bu süreç, ilacın piyasaya çıkması için FDA’nın onay vermesinin tek yolu.

Progeria ilaç deneyi süresince, seçilen çocuklar senede 3 kere Boston Çocuk Hastanesi’ne (Boston Children’s Hospital) geliyor. İlacı düzenli olarak kullanıyorlar ve ilacın etkileri test ediliyor. Bu arada Leslie’ye yeni progeria hastası çocuklar başvurmasına rağmen, FDA tarafından onaylanan denek sayısı dolmuş olduğu için bu çocuklar deneye dahil olamıyor. Daha sonra 21 doktor, ilacın çocuklar üzerindeki etkisini değerlendiriyor. Bu değerlendirme ve analiz süreci tam 17 ay sürüyor. İlacın kullanılmasıyla beraber çocukların kilosunda, işitme yetisinde, kemik yoğunluğunda ve en önemlisi kalp/damar sağlığında iyileşmeler gözleniyor. Sonunda Sam’e progeria teşhisi konulduktan tam 13 yıl sonra, Leslie ve takımı, hastalığa çare olduğunu düşündükler ilaçla ilgili makaleyi tamamlıyor. İncelenmesi için bir bilimsel dergiye gönderiyorlar. Bekleme süreci başlıyor.

Leslie’nin gönderim yaptığı ilk dergi, makaleyi reddediyor. Sebebi, deney sırasında placebo kullanmadıkları için ilacın işe yaradığına dair klinik bir fark gösterememeleri. Leslie placebo kullanmamalarının nedenini açıklasa da sonuç değişmiyor. Leslie ve takımı yılmıyor. Makalelerini yeni bir dergiye gönderiyor. İkinci sefer de reddedilince 3. sefer şanslarını deniyorlar… 2012 senesinin Haziran ayında, yaptıkları 3. gönderimde olumlu haberler alıyorlar. Uzman kurulu makaleyi yayınlayabileceklerini, ancak bazı değişiklikler yapılmasını istiyor.

Annemin progeria ile işinin bitmesini istiyorum. Onun iyiliği için… Çünkü onun normal bir işi yok. Diğer insanlar işe gider, yapmaları gereken görevleri yapar ve akşam işten çıkar. Benim annem sonsuza kadar çalışmaya devam edecek. Ta ki, progeria hastalığına bir çare bulana kadar… diyor Sam.

Sam’in annesi Leslie ise şöyle diyor: “Sam progeria hastası ve bu durumda başka çocuklar da var. Biz bu çocuklar için elimizden gelenin en iyisini yapmak durumundayız. Beni harekete geçiren, beni yönlendiren bu duygu. Bu konuda kızgın değilim. Bu adil değil diye sızlanmıyorum. Sızlanmak bence verimli bir düşünce değil. Tek düşündüğüm Sam’i ve diğer çocukları sevdiğim…

Nihayet 2012 senesinin Ağustos ayında makale dergiye kabul ediliyor. 2012 senesinin Eylül ayında progeria hastalığı için ilk tedavi türünün keşfedildiği tüm dünyaya ilan ediliyor. ZAFER!

Sam’in hayatını konu alan “Sam’e Göre Yaşam” belgeselini Ocak ayının başında izledim ve çok etkilendim. Gözlerim dolu dolu son sahnesini bitirdiğimde ilk işim online olup, Google’dan Sam’in durumunu kontrol etmekti. Maalesef, Sam 10 Ocak 2014 tarihinde, benim belgeselini izlememden kısa süre sonra, 17 yaşında hayata gözlerimi yummuş. Kısacık filmden öğrendiğim kadarıyla, çok güzel, dirayetli, okul hayatında çok başarılı, ailesi tarafından çok sevilen, sevgi dolu bir çocukmuş. En önemlisi ilham veren bir çocukmuş.

Sam sayesinde progeria’yı tanıdım. En önemlisi Sam’in güzel dünyasını tanıdım. Belgeseli izlerken sık sık gözlerim doldu. Bir annenin zaten gözleri dolmadan ve hatta ağlamadan bu belgeseli izlemesi imkansız. Berns ailesinin umudunu, çaresizliğini, yaşama bağlılığını, acısını, gücünü ve zayıflığını hissedip, duygulanmamak imkansız. Sam’in yaşının çok ilerisindeki olgunluğunu, ışıl ışıl gözlerini, hayata pozitif bakış açısını görüp de etkilenmemek imkansız.

Sam sayesinde progeria ile yaşayan çocukların hayatına tanık oldum. Onları kucaklamak, sarmak, sarmalamak istedim. Onların diğer çocuklardan hiçbir farkı olmadığını ve aynı koşullarda yaşamaya hakları olduğunu bir kere daha hatırladım.

Bu Sam’in hikayesi… Sam, gibi dünyada nadir hastalıklarla yaşayan onbinlerce, yüzbinlerce çocuktan biri. Aramızda bunun gibi pek çok çocuk, pek çok aile, anlatmaya değer pek çok hikaye var.

Bugün 28 Şubat, Dünya Nadir Hastalıklar Günü. Nadir Hastalıklarla yaşayan aileleri, yetişkinleri ve özellikle çocukları hatırlamak, onlar için güzel birşeyler yapmak için bir fırsat. Elbette onlar ilgiyi ve değeri her gün hak ediyorlar. Ancak bu sembolik günler, hepimizi bilgilendiriyor, konuya dikkat çekiyor, ilgiyi canlı tutuyor.

Sam’in annesi Leslie, “En çok ihtiyacım olan şey, bilim adamları değil, beni teşvik edecek, bana güvenecek, bana destek olacak ailem ve arkadaşlarımdı ve buna sahip olduğum için çok mutluyum” diyor. Hepimizin nadir hastalıklar için yapabileceği pek çok şey var.

Bunlara ilave olarak, Sarp’ın Umudu Derneği’nin blogunda yayınlanan “Arkadaşınızın Çocuğu Hastanedeyken Yapacağınız ve Yapmayacağınız 15 Şey” başlıklı yazı, nadir hastalıklarla yaşayan aileler için sadece hastanede değil, her zaman yapabileceğimiz şeyleri çok güzel özetliyor.

Bu vesileyle Türkiye’de bilinen progeria hastaları arasında olup, 14 yaşında hayatını kaybeden Saim ve 20 yaşında hayatını kaybeden Burcu’yu da anmak istiyorum.

Eğer siz ya da bir yakınınız çocukları etkileyen nadir bir hastalıkla yaşıyorsa yalnız olmadığınızı söylemek istiyorum. Bana iletişim sayfamdan yazın. Hikayenizi duymak ve herkesin farkına varmasını sağlamak için paylaşmak istiyorum. Daha çok kişinin duyması nadir hastalıklar hakkındaki bilgilerin artmasını sağlayacak, tedavi yollarının bulunması yönünde doktorlarımızı teşvik edecek ve en önemlisi bu hastalıklarla yaşayan çocuklarımızın ve büyüklerimizin hayata her yönüyle katılımını artıracak diye umuyorum.

Sam, Saim ve Burcu için de gökyüzünden birer yıldız seçiyorum… Eminim ki oralardan bir yerlerden bizlere el sallıyorlar…

Sevgiler

Tanla

Sam’in hayatını anlatan belgesel – Life According to Sam

Erken Yaşlanma Araştırma Vakfı – The Progeria Research Foundation

Sarp’ın Umudu Derneği

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

Katı Gıdalara Geçiş Düzenini Nasıl Kurmalı?

Bugün yine bir okur mektubum var. Filiz sözlerine şöyle başlamış: “Günlerdir kitap karıştırmaktan, internette araştırmaktan gözlerim buğulu görmeye başladı artık. Tam da hep aynı şeyler dönüp duruyor, istediğim cevapları alamıyorum diye düşünürken sizin yazılarınıza denk geldim. İnanın çok mutlu oldum…” diyor Filiz.

Filiz’in 6 aylık bebeğiyle (şu anda 7 aylık) ilgili soruları aslında 3 ana konuda…

1- Ek gıdaya geçişi nasıl yapmalı?

2- Çok sık uyanma konusuna nasıl bir çözüm bulmalı?

3- Çalışan anneler için uyku rutinlerinde belirtilen uykuya yatış saatleri bebeğe özel olarak ileri kaydırılabilir mi?

Bu konulara vereceğim yanıtlar kapsamlı olacağı için Filiz’in sorularını iki ayrı yazıda ele almaya karar verdim. Bu ilk yazımda ek (katı) gıdaya geçiş süreciyle ilgili sorusunu yanıtlayacağım. İşte Filiz’in cümleleriyle sorusu…

6. ay itibarı ile ek gıda olayına geçmeye başladık. Ancak ben bir ayar tutturamıyorum. Ne vermeliyim, ne zaman vermeliyim, uykuyu etkiler mi? Herşeyi yemesi için ne yapabilirim? Mesela ilk denemelerimde kavanoz mamalarından meyve karışımları ve tavuklu bezelyeli püre verdiğimde itirazsız yedi. Ancak cam rende ile elma, armut, havuç gibi şeyler verdiğimde beğenmiyor. Yoğurt bazen istiyor bazen istemiyor. Bu ek gıdaları bir öğün gibi sürekli ve düzenli vermeye başlayamadım. Bana buna göre bebeğin yeme düzeni ile ilgili bir program verme şansınız var mı? Doğru bir programlama işleri daha kolaylaştırabilir diye düşünüyorum.

6.ay katı gıdaya başlamak için güzel bir zaman… Can’ı katı gıdaya geçirmeye başladığım dönemi hatırlıyorum. Önce anne sütü ya da devam sütüyle karışmış pirinç lapası, sonra ev yapımı sebze püreleri ve meyve püreleri yedi. Takip eden aylarda çorbalara ve kahvaltılıklara geçti.

Arada kavanoz mamaları da yedi. Ancak kavanoz mamaları her ne kadar bebekler için de yapılmış olsa, içinde bazı katkı maddeleri olabilir. Bu nedenle kavanoz mamasını bir öğün olarak düşünmekten ziyade, evde hazır maması olmadığında, dışarıya çıktığımıza ya da seyahate gittiğimizde vermeye çalıştım… Onun dışında yemeklerini hep 1 ya da 2 günlük olarak hazırlayıp, cam bebek kavanozlarıyla buzdolabında sakladım. Vermeden bir süre önce buzdolabından dışarıya çıkartarak oda sıcaklığına gelmesini beklemek ya da vaktim yoksa çelik tencerede ısıtmak yetiyordu.

Can’ın katı gıdaya geçişi hakkında bu ufak bilgilerden sonra senin soruna geçeyim. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bebeğinin katı gıdaya geçiş döneminde değişik gıdaları reddetmesi son derece normal. Uzun bir süre sadece süt içmeye alışmış olan bebek, sunduğun yeni yemekleri tat, koku, görünüş ya da ağızda yarattığı his açısından garipsediği için yemiyor olabilir.

Ne İle Başlamalı? Katı gıdaya geçiş biraz sabır isteyen bir süreç. Deneme yanılma yöntemiyle bebeğin sevdiği karışımları bulabilirsin. Katı gıdayı sunma konusunda tutarlı olursan bir müddet sonra bebek de seni takip edip bu yeni besinlerle ilgilenmeye başlayacaktır. Önerim ilk olarak hazmı kolay, alerji yapma riski düşük seçenekler arasından bebeğinin tadını sevdiği gıdalarla başlaman. Örneğin tahıl lapaları süt ile karıştığı için çoğu bebek severek yer. Onlardan başlayabilirsin. Lapaları anne sütü ya da devam sütüyle hazırlayabilirsin. Lapaları öncelikle bayağı sulu olarak hazırlayıp zaman içinde katılaştırmanı öneririm. Sonra sebze ve meyve pürelerine geçebilirsin.

Ne Kadar ve Ne Zaman Vermeli? Miktara gelince, ilk denemelerde bebekten müthiş bir performans beklememeli. İlk katı gıda beslenmeleri zaten doyma amaçlı da olmamalı. Daha çok bebeğin “yetişkin gıdalarıyla tanıştırılma” süreci olmalı katı gıdaya geçiş. Başlangıçta bebek, günlük besin ihtiyacının büyük kısmını sütten karşılamaya devam etmeli. Bu nedenle katı gıdaya geçişin ilk aşamalarında günde sadece 1 öğün ve o öğünde de maksimum 2-3 kaşık katı gıda yeterli. Bebek yemeye devam ediyorsa bir miktar daha verilebilir. Ancak zorlayıcı olmamalı. Katı gıda konusunda en önemli şey sabır. Her bebek bir müddet sonra katı gıdaya geçecek. Bebeğin o bir öğünde yemeye alışınca, bir de sabah seansına katı gıda koyarsın. Böylece yavaş yavaş alışır.

Katı gıdalara geçiş konusundaki sözlerimi bu konuda daha önce yazdığım yazılardan Filiz’in işine yarayacak seçmelerle tamamlamak istiyorum. Bu yazıların hangi gıdaların, ne zaman verileceği ve nasıl hazırlanacağı konusunda yardımcı olacağını umuyorum. Gıdaların veriliş tarihleri hesaplamak açısından Can’ın 2011 Nisan doğumlu olduğunu belirtmek isterim.

6 aylık bebek beslenmesi -

Bebek yemekleri -

Bebek yemeği hazırlama tekniği –

Can’ın aylara göre yediği yemekler -

Sevgili Filiz,

Sorularını yanıtlamaya devam edeceğim. Katı gıdaya geçiş sürecinde başka soruların olursa lütfen bu yazının altına yorum bırak. Elimden geldiğince yanıtlarım.

Sevgiler

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Önemli Not: Bu blogdaki yazılar şahsi tecrübelerimden oluşmaktadır. Doktor veya tıbbi ehliyete sahip başka bir kişinin tavsiyesi niteliğinde değildir. Lütfen sağlık konularında karar vermeden önce sağduyunuzu dinleyin ve doktorunuza danışın.

Yazının devamı...

Üçü Bir Arada: Uykusuzluk, Gaz, Kakada Mukus

Bugün bebeği uykusuzluk, gaz ve kakada mukus sorunu çeken annelere çok faydalı olacağına inandığım bir okur mektubum var. Okurlarımdan Elif bir müddet önce benimle iletişime geçerek bebeğinin yaşadığı sorunları yazdı. Elif”in orijinal sorusu biraz daha kısaydı. Konuyu daha iyi anlamak için ona pek çok soru sordum. O da özenle yanıtlarını verdi. Verdiği yanıtları sorusunun içinde ilgili yerlere kopyaladım. Böylece minik bebeğinin yaşadığı sorunun tam bir tablosunu çıkardık. Geçenlerde yayınladığım yazımda verdiğim üzere, bu şekilde detaylı açıklamalar sorunun kaynağını ve dolayısıyla çözümü daha çabuk bulmamıza yardımcı oluyor. Şimdi dilerseniz Elif’in sorularını kendi cümleleriyle dinleyelim:

Benim 2,5 aylık bir oğlum var. 1 haftadır uykumuz perişan halde. Gerçi daha önceleri de iyi değildi ama bu kez sanki çocuk uyumamak için direniyor. Bir yandan da uykusu geldiği için sanırım deli gibi ağlıyor ve bu durum bizi deli ediyor. Çünkü saatlerce sallıyoruz ama 1-2 dakika uyuyup hiçbirşey olmamış gibi uyanıyor. Bu konuyu internette araştırırken Milliyet’te sizin yazınızı görüp siteye geldim. Sanırım anne sütü fazla gelmesi olayını yaşıyorum. Ben doktora öğrencisi bir hemşire olmama rağmen bunu daha önce hiç duymamıştım. Hatta sütümün azaldığını düşündüğüm günler bile oldu. Herkes süt azalmasından bahsederken fazlalığının ya da fazla akmasının sorun olacağını kimse konuşmuyor. Profesör olan doktorum bile… Çok şaşkınım bu duruma.. Doktoruma yeşil kakayı ve beraberinde yoğun gaz şikayetini ısrarla soruyordum ama hiç bundan bahsetmedi. Sebze ağırlıklı beslenme geçiş kakası filan dedi…

Bir süredir memeleri tek tek veriyorum. Ortalama 2-3 saatte bir emiyor oğlum, ama bir memeyi bitirdiği nadir oluyor. Bunu kontrol etmek için meme ucunu sıktığımda hala süt geliyor, ancak meme oldukça yumuşamış oluyor. Günde ortalama 10 kez emziriyorum, her beslenmede bir tarafı emziriyorum ve bir beslenme ortalama 7-15 dakika sürüyor. Şunu merak ediyorum: Diyelim ki birini emdi ama bitmedi süt. 2 saat sonra tekrar o memeyi verince süt bitecek mi yani? O 2 saat aralıkta o memede süt üretimi veya birikmesi olmuyor mu? Bunu çok merak ediyorum. Bu arada süt pompası kullanmıyoruz. Beslenme olarak sadece emziriyorum. Onun dışında günde 3 damla D vitamini ve bazen gaz damlası veriyorum.

Kakasının rengi tam olarak yeşil değil. Sarı-yeşil arası, bazen de sarı oluyor. İçerisinde parçacık, köpük, kan yok ama çok fazla olmamakla birlikte mukus var.

Süt problemi çözülünce sanırım gaz problemi de azalacak. Her beslenme sonrası çıkarıyoruz mide gazını. Gece bazen bir kez çıkaramadığım oluyor. 20 dakika uğraştıktan sonra bırakıyorum. Gaz sancısı geldiğinde gündüzse mızmızlanıyor, sürekli kucakta kalmak istiyor, kollarını açıp kapatıyor, bacaklarını karnına doğru çekip çekip bırakıyor. Gece buna ağlama ekleniyor. Gaz sancısını gidermek için karnına saat yönünde masaj yapıyorum ama gece buna izin vermiyor yatırınca ağlıyor. Bunun dışında bacaklarını karnına doğru bastırıyoruz ve yere paralel yüzü yere dönük olacak şekilde kucakta karnına masaj yapıyoruz. Bu son yazdığımı eşim yapıyor daha çok, benim gücüm yetmiyor… Başarısı ortalama bence. Gazı olunca işe yarıyor ama sürekliliği sağlayamıyoruz. Yani bebek sancıyla kıvranmadan önce çıkarabilsek ne güzel olurdu!

Ancak bu uyku problemi ne olacak? Uyku konusunda tipik bir günümüz yok diyebilirim. Mesela dün 4 kez 45-90 dakika arası uyumuşken, bugün 15 dk uyuyup uyanıyor. Yani bebeğim emzirdikten sonra kucağımda dalıyor ancak yatağa koyunca hemen uyanıyor. Uykusu gelince ağlayıp yıkıyor etrafı. Gece uyanınca kollarımda, gündüz ise beşiğinde sallamaya başlıyorum, ama, gözleri kapanıyor elleri bacakları öyle çok hareket ediyor ki uyuyamıyor. Bu süreçte kendisi uykusuz ve biz de yorgun düşüyoruz. Dün gündüz toplam 1 saat bile uyumadı ki bu daha 2.5 aylık bir bebek… Geceye gelince ortalama 11'de uyuyup 2-3'te uyanıp emiyor. Sonrası facia! 30-50 dakikada bir uyanıyor. Kucağıma alıyorum uyuyor ama yatırınca uyanıp ağlıyor. Bazen tabii gaz sancısı geliyor o zaman kucakta da uyumuyor. Gözler kapalı ama durmadan kıpır kıpır ağlıyor ve biz de başlıyoruz gaz çıkartma metodlarına… Bu arada 1 hafta önce karma aşı olmuştu. Ondan önce bu kadar zor değildi uykuya dalışı.

Gece için belli bir kıyafeti yok. Uyumadan önce banyo yaptırıyoruz sonra 30 dk içinde uyuyor. Üzerini bebek yorganıyla örtüyoruz. Gündüz bulunduğumuz oda 23-25 derce iken, gece minimum 21 derece oluyor sıcaklık. Nemi ölçemedim ama buhar makinesi var belli aralıkla çalışıyor. Emzik ise sadece uykusu gelince veriyorum. Uyuyunca kendisi atıyor ve tekrar istemiyor. Bu arada ben uzun kollu çıtçıtlı body üzerine bir kat daha giydiriyorum. Altına da 2 kat olacak şekilde giydiriyorum ama sanırım bu fazla gibi. Nasıl giydirmeliyim gündüz ve gece? Oğlum 2.200 gram doğduğu için başlarda bu şekilde başladık ve böyle gitti ama sanırım artık azaltmam gerek. Uyku düzenini nasıl sağlayabilirim? Ben de mahvoluyorum ve sinirlerim harap olmaya başladı artık…

Sevgili Elif,

Detaylı sorun ve gönderdiğin bilgiler için teşekkür ederim.Seni çok çok iyi anlıyorum. Bebeğine yardımcı olmak, sıkıntısını gidermek istiyorsun. Bir yandan da her insan gibi senin de uykuya ihtiyacın var. Ben de, pek çok anne de aynı aşamaları yaşadım/yaşadık. Bugünler de geçecek, geçiyor. Hiç merak etme.

Sorularını yanıtlamadan önce hamileliğimde okuduğum ve adeta bir felsefe gibi gönülden benimsediğim bir cümleyi seninle paylaşmak istiyorum: Bebekler doğmaları gerekenden 3-4 ay erken doğarlar ve aslında anne karnında geçirmeleri gereken o 3-4 ayı dış dünyada tamamlarlar. Bu nedenle yenidoğanın dünyamıza alışması (ve bizim de ona alışmamız için) ona bu 3-4 aylık süreyi tanıyalım. 3-4 ayın sonunda sinir sistemi ve sindirim sistemi oturmaya başlayınca başta uyku ve beslenme olmak üzere pek çok şeyin yoluna girmeye başladığını göreceksin. Bunu baştan kabul ederek olaylara yaklaşınca inan ki rahatlayacaksın. Zaten senin meleğin 2,5 ayını tamamlamış. Birazcık sabır, söz veriyorum herşey daha iyi olacak…

Gelelim sorularına… Sorduğu soru birden fazla konuyu içeriyor ve çoğu daha önce ele aldığım konular. Örneğin uyku düzeni ve anne sütünün fazla gelmesi konularında daha önce pek çok kere yazdığım için aynı konular hakkındaki genel bilgileri tekrar vererek okurların zamanını almak istemiyorum. Bunun yerine bana anlattığın konular arasında farklı gördüğüm ve daha önce yanıtlamadığım konuları yanıtlayarak sana yardımcı olmaya çalışacağım.

Öncelikle anne sütünün fazla olması konusundaki hatalı bir genel algıyı bir kere daha düzelterek konuya girmek isterim. Anne sütünün fazla olması sadece miktarının fazla gelmesi, sütün bol olması demek değil. Anne sütünün fazla gelmesi, hem sütün bol üretilmesi sonucunda süt akış hızının bebeğin kaldırabileceğinden fazla olması ama bunun ötesinde bebeğin ön sütle karnını doyurmaya çalışması sonucu midesinin rahatsız olmasından kaynaklanan bir sorun. Bu konunun tam açıklamasını “” yazımda ve çözümünde uygulanabilecek stratejileri “” başlıklı yazımda vermiştim.

Doktorunuz “sebze ağırlıklı beslenmeye geçiş kakası” derken sanırım senin bebeğinin şu andaki durumunu değil, genel olarak yeşil kaka yapan bebekler için geçerli bir durumu kastetmiş. Anlattığına göre şu anda sadece emziriyorsun. Bu nedenle yeşil kakanın kaynağı bu olamaz. Kaynağı başka yerlerde aramalı…

Öyleyse bebeğinin beslenme alışkanlıklarına bakalım. Bebeğinin yaşı göz önüne alındığında sadece anne sütü veriyor olman çok güzel, beslenme sıklığınız normal. Bir meme tamamen boşalana kadar aynı taraftan vermen güzel bir uygulama. Bu şekilde yapınca elbette o taraftaki süt bitmeyecek. Süt emzirdikçe çoğalır. Bu önerinin sebebi aynı emzirme seansı içinde bebeğe kısa aralıklarla bir sağ, bir sol meme verilmesi durumunda bebeğin sadece ön sütü alıyor olması ve bununla karnını doyurmasından dolayı rahatsızlık yaşamasıdır. Bu nedenle bir meme bitene kadar (senin tabirinle yumuşayana kadar) aynı taraftan emzirmeyi önerirler. Hatta kimi zaman ön sütü sağarak atmayı ve bebeğe yağlı ve doyuruculuğu yüksek sonsütü vermeyi önerirler. Yukarıda linkini verdiğim yazımdaki bu öneri başta olmak üzere diğer önerileri de değerlendirmeni tavsiye ederim.

Ayrıca emzirmeyi desteklemek açısından acele tarafından süt pompası almanı öneririm. Süt pompası sizin durumunuzda 2 şekilde yardımcı olacak: Birincisi, sütünü sağarak biberona koyduğunda ilk sağdığın sütün daha açık renkli ve sulu ön süt olduğunu fark edeceksin. Sizin durumunuzda önsütün faydadan çok rahatsızlık verdiğini varsayarsak, onu atabilirsin. Hemen ardından yağlı ve daha kıvamlı sonsüt geldiğini göreceksin. Onu biriktirerek bebeğine verebilirsin. Eğer bebeğinin sorunu anne sütünün fazla gelmesiyse bu uygulama sana yardımcı olabilir. İkincisi, anne sütünü biriktirerek uygun koşullarda sakladığında, gece sen çok yorgun olduğunda eşin de biberonu bebeğinize vererek sana yardımcı olabilir. Böylece özellikle geceleri en azından 1 beslenme seansında uyumaya devam edebilirsin ve uykunu daha iyi almış olursun.

Bahsettiğine göre bebeğinin kakasında kan yok, sadece kimi zaman yeşilimsi bir kaka ve az miktarda mukus var. Bu bilgiyi, diğer faktörlerle birleştirdiğimde sende anne sütünün fazla gelmesi durumu olsa bile, sizin sorunun başlangıç aşamasında olduğunuzu düşünüyorum. Bu nedenle, konu daha fazla ilerleyip, bizim Can’da yaşadığımız gibi bol mukuslu ve kanlı kaka aşamasına gelmeden sorunu halletmenizi öneririm.

Sizin durumunuzda dikkatimi çeken önemli bir nokta oldu. Bebeğine düzenli olarak D vitamini verdiğini söylemişsin. Kemik gelişimini desteklemek için doktor önerisiyle başlamış olduğunuzu tahmin ediyorum. Eğer başlama sebebiniz tespit edilen bir sorundan kaynaklanmıyorsa, yani bebeğinin D vitaminini sürekli olarak almasını mecburi kılacak bir sorunu yoksa, doktorunuza da danışarak D vitaminini kesmenizi öneririm. Bunun sebebi, Amerikan Gıda ve İlaç Yönetimi’ne (FDA) göre bebeklerde D vitamini doz aşımının bulantı, kusma, iştah eksikliği, aşırı susama, sık çiş yapma, kabızlık, karın ağrısı, kas zayıflığı, kas ve eklem ağrıları, kafa karışıklığı, yorgunluk ve ilerleyen aşamalarda karaciğer hasarı gibi sorunlara yol açması. Her bünyenin farklı olduğu, her belirtinin herkeste görülmeyeceği ve yenidoğanların bünyesinin daha hassas olduğu göz önüne alınırsa, bebeğinin D vitaminini tolere etmiyor olabileceğini de göz önünde bulundurmanı rica ederim. Her ne kadar kimi kaynaklarda D vitamini açısıdan eksik olduğu söylense de, anne sütü komple bir besindir. Herhangi bir zaruriyet olmadığı sürece bu kadar küçük bir bebeğe, faydalı olmak maksadıyla yola çıkılmış olsa bile, vitamin vermeye gerek yoktur diye düşünüyorum. Bu düşüncemin diğer bir nedeni de D vitamininin her gün güneş ışığı görerek yapılacak kısa bir yürüyüşle de edinilebilecek olması. Hava nasıl olursa olsun, uygun giydirilmek koşuluyla bir bebek her gün parka ya da en azından güneş gören bir balkona çıkarılabilir ve bu şekilde D vitaminini alır. Değerlendirme elbette doktorunun ve senin.

Gaz çıkarma işlemlerine lütfen her beslenmeden sonra devam edin. Bunu çok iyi yapıyorsunuz. Bebek bir beslenmeden sonra gaz belirtisi göstermese bile gaz çıkarma işlemini ihmal etmeyin. Gaz vücutta zamanla birikir ve bu nedenle akşam saatlerinde daha çok rahatsız eder. Uyguladığınız yöntemleri ve yazımda verdiğim metodları uygulamaya devam…

Bebeğin tüm bebekler gibi en az 4 aylık olana kadar geceleri sık uyanmaya devam edecek. Bunun temel nedeni mide kapasitesinin küçük olması ve anne sütünün çabuk hazmedilen bir besin olmasından dolayı çabuk acıkması. Yukarıda bahsettiğim anne sütünün fazla gelmesi çözüm önerilerini uygulayarak emzirmeye devam etmek, her beslenmeden sonra gaz çıkarmak, süt pompası kullanmak ve D vitaminini kesmek önerilerimi uygulamanız durumunda işlerin düzene gireceğiniz ve en azından uyku aralıklarının 10-15 dakikadan daha uzun olacağını umuyorum. Yine de her koşulda bu yaştaki bir bebek 3 saat aralıklarla uyanıp emiyor olmalı. Süt pompası kullanırsan, eşinin en azından 1 beslenme seansında bebeğinizi biberonla beslemesi kaydıyla biraz daha dinlenme şansın olabilir.

Bebeğin uyku rutini konusunda üç çok önemli önerim olacak: Birincisi; bebeğini lütfen ama lütfen aşırı giydirme. Türk annelerinin bebekleri sıcaktan bunaltacak şekilde üst üste giydirme ve ev içinde şapka takma alışkanlığı var. Günümüzde pek çok aile kaloriferli ya da kombili evlerde yaşıyor, demek ki bebek odasının ısısını bebeğe uygun derecede tutabilecek sisteme sahibiz. Siz kaç kat giyiniyorsanız bebeğiniz en fazla sizden 1 kat fazla giyinmeli. Bunun anlamı, eğer siz gece yatarken fanilanızın üzerine pijamanızla yatıyorsanız bebek de aynı şekilde zıbının/bodysinin üzerine pijamasını giymeli. Aşırı giydirilen çocukların vücudu aşırı ısı üretir. Bu da terlemeye, huysuzluğa, uyku sorunlarına yol açar. Tüm insanlar gibi bebekler de hafif serin bir odada daha iyi uyur. Çocuğunuzu bunaltmayın.

İkincisi, bebeğinin üzerine battaniye/yorgan/pike örtme. Ani Bebek Ölümü Sendromu nedeniyle 1 yaşından küçük bebeklerin üzerine battaniye ya da herhangi yumuşak bir örtü örtmek çok çok sakıncalı. Bu nedenle lütfen bebeğ en az 1 yaşına gelene kadar o cicili bicili battaniyeleri, yorganları dolabınıza kaldırın. Can neredeyse 1.5-2 yaşına gelene kadar bir gece bile yorgan ya da battaniyeyle yatmadı. Bir kere bile de üşümekten dolayı hasta olmadı. Nasıl mı? Gece yatarken bodysinin üzerine pamuklu tek parça tulumunu ya da üst/alt pamuklu pijamasını giydirdim. En üste de yeni nesil kundaklardan giydirdim. Hepsi bu. Ne battaniye ne de yastığı oldu. Sana da bunu tavsiye ederim.

Üçüncüsü, ilk 3-4 ayda bebeklerin kundaklanarak uyumaları çok faydalıdır. Kundak deyince anneannelerimizin yaptığı gibi, çocuğu nefes almayacak bir paket haline sokan ve kalça çıkığı sorununa yol açan kundaklamadan elbette bahsetmiyorum. Kundaklama konusunda yazımı okumanı tavsiye ederim. Özellikle 2,5 ay kadar küçük bir bebek sinir sistemi tam olarak gelişmemiş olduğu için uyurken elleri ve ayaklarını çırparak kendini uyandırır. Bunu önlemek için bir an önce yukarıdaki fotoğrafta gösterdiğim yeni nesil kundaklardan birinden edinmeni ve bebeğin uyurken pijamanın üzerindeki son kat olarak onu kullanmanı öneririm. Bebeğin kendi başına dönmeyi öğrenene kadar lütfen 1 numaralı fotoğrafta olduğu gibi ellerini de kundakla. Bu kundak uyku sorununuzun bir kısmını da çözecektir.

Uyku konusundaki yazılarımdan özellikle başlıklı yazımı okumanı tavsiye ederim. Bu yazı uyku konusunda daha önce yazdığım pek çok yazının bir özeti olmanın yanısıra, bebeklerinin uykuları konusunda sıkıntı çeken pek çok aile bu yazıda açıkladığım yöntem sayesinde başarılı olduklarını yazdılar. Size de yardımcı olacağına inanıyorum.

Son olarak, bebeğinin 2,5 aylık olması ve aşı olduktan sonraki günlerde uyku konusunda daha çok sorun yaşıyor olmanız bana genellikle gözardı edilen bir konuyu daha hatırlattı. Bebeğinin büyüme sürecinde, bazı zamanlarda, herşey yolunda giderken bile rutininde 1-2 hafta süren büyük bozulmalar yaşanabilir. Büyüme atağı olarak tarif edilen bu durum, en sakin bebekte bile artan iştah, beslenme sırasında huzursuzluk ve uyku sorunları yaratabilir. Oğlun yukarıda anlattığım beslenme ve uyku sorunlarının yanısıra, 3. ay civarındaki büyüme ataklarından birini de yaşıyor olabilir. İleride diğer konuları düzene soktuktan sonra birden bire kısa süreli bir beslenme/uyku bozukluğu yaşarsanız bunun büyüme atağı olabileceğini lütfen unutma.

Sevgili Elif,

Sorularına yanıtlarım işte böyle. Bu yöntemler umarım işine yarar. Denemelerinin sonuçlarını, nelerin işe yarayıp, nelerin yaramadığını paylaşırsan çok sevinirim. Size sancısız, gazsız, güzel beslenmeler ve tez zamanda deliksiz uykular dilerim.

Sevgiler

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

FDA – D vitamini uyarısı

Önemli Not: Bu blogdaki yazılar şahsi tecrübelerimden oluşmaktadır. Doktor veya tıbbi ehliyete sahip başka bir kişinin tavsiyesi niteliğinde değildir. Lütfen sağlık konularında karar vermeden önce sağduyunuzu dinleyin ve doktorunuza danışın.

Yazının devamı...

Çocuğum Müzik Dehası mı?

Wolfgang Amadeus Mozart müzikle ilk olarak 3 yaşındayken, müzisyen olan babası 7 yaşındaki ablasını müzik çalıştırırken tanıştı. Oğlunun müziğe ilgisini gören baba, 4 yaşındayken ona kısa parçalar gösterdi. Mozart bunları hatasız olarak tekrar edebildi. 5 yaşındayken ilk bestesini yaptı. Yazmayı henüz bilmediği için notaları onun yerine babası not etti. 6 yaşında ilk halka açık konserini verdi. Yaşamı boyunca 600'e yakın eser besteleyerek klasik müziğin en etkili isimlerinden biri oldu.

Ölümünden yaklaşık 200 sene sonra bile Mozart’ın müziğinin etkisi araştırmalara konu oldu. 1993 senesinde yapılan bir araştırmada(1), bir zeka testindeki soruları çözecek olan denekler üç değişik türde hazırlığa tabi tutuldu. Deneklerin bir kısmı soruları çözmeden önce 10 dakika sessiz bir ortamda bekledi. Bir kısmı 10 dakika boyunca sözel rahatlama yönergeleri dinledi. Geri kalan kısmı da 10 dakika boyunca Mozart’ın bir sonatını dinledi. Sonunda Mozart’ın sonatını dinleyen denekler zeka testinin ilk 15 dakikası boyunca daha yüksek performans gösterdiler. Literatüre Mozart Efekti olarak geçen bu araştırma, “anne karnındaki bebeklere Mozart dinleterek zekalarını artırma” gibi yorumlara kadar uzadı. Her ne kadar daha sonra Mozart’ın müziğinin kalıcı bir zeka artışına yol açmadığı ifade edildiyse de, hatta orijinal deney bebekler üzerinde değil daha büyük öğrenciler üzerinde yapılmış olsa da ve sonraki pek çok deneyde diğer müzik türlerinin de en az Mozart kadar etkili olabileceği bulunduysa da bu araştırma şehir efsanesi gibi dalga dalga büyüdü. Bugün bizim jenerasyonumuzdaki pek çok anne, belki bilerek, belki de bilmeyerek hamileliği sırasında karnına kulaklık takarak bebeğine klasik müzik dinletmiştir.

Evet, tahmin edebileceğiniz gibi bugünkü konumuz müzik. Blogumun sürekli okurlarından olan ve daha önce pek çok güzel sorusuyla BebekveBen’deki anneler arası tartışma ortamına katkıda bulunmuş Berrak’ın yeni bir sorusu var. Berrak’tan dinliyoruz:

Ne kadar uzun süre oldu değil mi? Kuzularımız büyüdükçe tartışma konuları da değişiyor. Bu dönem için sorum şu: Öncelikle itiraf edeyim hiçbir anne ve baba çocuğunu tam olarak nesnel değerlendiremez. En küçük hareketleri bile annenin babanın gözünde muhteşem gibi görünür, farkındayım Şimdi soru tarafına gelelim… Benim kuzunun müziğe aşırı ilgisi var. Daha 20 aylık olmasına rağmen şarkı söylemeler, ritm tutmalar, danslar falan çok eğlenceli…. Peki sence ve diğer takipçilere göre bir çocuk müzik ya da spor eğitimine ne zaman başlamalı?

Merhabalar Berrak,

Sorunda “Çocuklarda müzik ve spor için eğitime ne zaman başlamalı?” demişsin. Sorduğun soru sanırım çocuğu 2 yaşına yaklaşıp, karakter özellikleri belirmeye başlayan pek çok annenin aklına gelmiştir. Bence spor ve müzik ayrı ayrı tartışılacak konular. Bu nedenle bu yazımda oğlunun ilgilendiği müzik konusu üzerine yoğunlaşmak istiyorum. Spor eğitimini de belki başka bir yazımda ele alırım.

Hepimizin bildiği gibi müzik günlük hayatımıza renk katan, duygularımızı kamçılayan, stresi azaltan müthiş bir sanat. Müzikten yetişkinler kadar hemen her yaştaki çocuklar ve hatta bebekler bile keyif alabilir. Oğlum Can da müzik dinlemekten çok hoşlanıyor. Ancak ona dinleteceğimiz müzik konusunda seçici olmayı tercih ediyoruz. Can doğduğundan beri sadece yaşına uygun müzik türlerini dinledi. Bu türlerin arasında çocuklar için yapılmış şarkılar, belli klasik müzik eserleri, enstrümantal parçalar ve ninnileri sayabilirim. Evde hoşlandığı bir müziği duyunca “Muusik!” diyerek koltuğun üzerinde hızlı hızlı bir sağa, bir sola koşuyor. “Ne yapıyorsun Can?” diye sorduğumuzda “A’m dansig” (I am dancing – Dans ediyorum.) diyor.

Ayrıca müzikli oyuncakları oynamaktan keyif alıyor. En popüler oyuncaklarından biri de küçük bir kedi şeklinde tasarlanmış piyanosu. Piyanosuyla bize ve zavallı komşularımıza resitaller vermeye bayılıyor.

Sonbaharın başında yuvaya başladığından beri çocuk şarkılarını da öğreniyor. Bu aralar döne döne A-B-C-D-E-F-G diye başlayan alfabe şarkısını söylüyoruz. Yalnız şarkının içindeki “L-M-N-O-P” (El, Em, En, O, Piii) kısmını nedense “A-na-nay-Piii” şeklinde söylemeyi tercih ediyor. :) “Ananay ne oğlum? O şarkıda ananay diye bir yer yok.” deyince katıla katıla gülüyor. Diğer sevdiği şarkılarsa “Happy Birthday” ve yeni yıl nedeniyle öğretilen “Jingle Bells!” Yakında umarım şarkı repertuvarımız daha da gelişecek…

Müziğin dışında bazen çok ilginç seslere kulak kabartıp beni şaşırtıyor. Yağmurun penceredeki tıpırtısı, alt komşumuzda çalışan halı temizleme makinasının çıkardığı ses ya da çaydanlığın adeta bir düdüğü andıran sesi ilgisini çekip bana “Sesss!” diyor. Bazen müziğe özel bir ilgisi olduğunu düşünüyorum. Diğer zamanlarsa ilgisinin onun yaşındaki herhangi bir çocuk kadar olduğunu… Bu konuda kesin bir karara varmadan önce sanırım daha çok gözlemeye ihtiyacım var. Can’ın müzikle ilişkisi şimdilik böyle…

Eğer sizin çocuğunuz müzik dinlemeyi sevmenin ötesinde müzik üretmek yönünde davranışlar gösteriyorsa, bu durumda müzik eğitimi konusunu da düşünüyor olabilirsiniz. Çocuğunuzun müziğe eğiliminin sadece bir ilgiden ibaret mi olduğunu, yoksa desteklenmesi gereken ve ileride bir mesleğe dönüşebilecek bir yetenek mi olduğunu merak ediyor olabilirsiniz. Müzikle ilgilenen her çocuk müzik üretmeyi düşünmeyebilir. Kimisi sadece şarkı söylemekten de keyif alıyor olabilir. Kimisi desteklendiği takdirde başarılı bir müzisyen olabilir. Kimisiyse Mozart gibi doğuştan gelen bir yetenekle müzik üreten bir deha olabilir. Şunu unutmamak gerekir ki, deha oldukça az rastlanan bir yetenek seviyesidir. Ancak müziğe yetenekli ve istekli her çocuk, uygun bir eğitim ve azimli bir çalışma ile başarılı noktalara gelebilir.

Müzik yeteneğinin genlerden mi ileri geldiği yoksa eğitimle mi oluştuğu yönünde çeşitli araştırmalar var. Örneğin, 2008 senesinde 234 Finlandiya kökenli aile arasında yapılan bir araştırmaya(2) göre, müzik yeteneği yaklaşık %50 oranında genlerden ileri geliyor. Bir başka deyişle, müziğe yetenekli çocuklardan yaklaşık %50'sinin ailesinde anne/baba ya da diğer akrabalar da müziğe yetenekli ya da meslek olarak müzisyenliği seçmiş. Elbette tek bir araştırma bu konuda kesin bir kanıya varmak için yeterli olmasa da, en azından bize bir bakış açısı veriyor. Eğer müzik yeteneğinin %50'si genlerden gelirse, geri kalan %50'sinin de eğitim ve çalışma ile ortaya çıktığı söylenebilir.

Sosyal ağlar sayesinde hemen her gün 3-4 yaşlarında piyanoyu sular seller gibi çalan ya da yetenek yarışmalarında arya seslendiren minikleri görüyoruz. Pekiyi bizim çocuğumuz gerçekten o kadar yetenekli mi? Müziğe yetenekli olan çocukların gösterdiği bazı davranışlar şöyle:

Yukarıdaki soruların hepsine ya da çoğuna evet yanıtını veriyorsanız, çocuğunuzda müzik ilgisi, müzik yeteneği ya da müzik dehası olabilir.

Bir önceki bölümde müziğe yetenekli olan çocuklarda görülen ortak davranışları okudunuz. Çocuğunuz bu özelliklerden bazılarını ya da çoğunu gösteriyorsa müzik eğitimine başlamayı düşünebilirsiniz. Ancak uygun zaman ne zaman?

Müzik eğitimine ne zaman başlanması gerektiğine yönelik araştırma yaptığımızda karşımıza çıkan pek çok kaynak var. Kaynaklarda çok değişik yaşlar öneriliyor. Kimi uzman “4 yaşından önce başlamamalı, çünkü 4 yaşından önce çocuklar ciddi bir müzik eğitimine odaklanamaz.” diyor. Kimi uzman “En erken 6 aylıkken bile başlayabilir. Çünkü zeka gelişimine katkısı var.” diyor. Bu konudaki bütün araştırmaları bu yazıya almaya yerimiz yetmez. Ancak bilimsel araştırmalardan ortak olarak gördüğüm çıkarıma göre, erken yaşta müzik eğitimine başlamış olmak çocuk gelişimiyle ilgili çeşitli alanlarda daha olumlu sonuçlar alınmasına yardımcı oluyor. Ayrıca eğitime ne kadar erken başlanırsa, daha geç başlayanlara kıyasla daha uzun seneler eğitim alınacağı için belli yeteneklerin geliştirilmesi daha kolay oluyor.

7 yaştan öncesi gelişim açısından “duyarlı dönem” olarak tanımlanıyor. Yapılan bir araştırmaya göre 7 yaşından önce piyano ve violin derslerine başlayan çocuklarda, başlamayan çocuklara kıyasla beyninde kalıcı değişiklikler oluşup, bu değişiklikler işitsel ve görsel anlamda daha iyi motor yeteneklerini doğuruyor. (3)

6 aylık bebeklerden başlamak üzere yaşlarına uygun bir şekilde uyarlanmış aktif müzik dersleri verilmesi çocuğun müzik, dil öncesi iletişim ve sosyal gelişme özelliklerini artırıyor. (4)

Sonuç olarak müziği ileride meslek olarak edinecek kadar sevdiği düşünülen çocuklarda, yaşına uygun olmak kaydıyla eğitim çok ufak yaşlardan başlanabilir. Eğitime en erken ne zaman başlanacağı bence çocuğun yetenek seviyesine, istek seviyesine ve ailenin imkanlarına bağlıdır.

Bence burada sorulması gereken kritik soru “Neden çocuğumuzun müzik eğitimine başlaması gerektiğini” düşündüğümüz. Müzik eğitimi de dahil olmak üzere yetenek gerektiren her türlü konuda çocuğun ilgisini hobiden öte profesyonel bir noktaya taşımak konusunda düşünceleriniz varsa, önerim durumu iyi analiz etmenizdir.

Diyelim ki çocuğunuzun müziğe yetenekli olduğunu düşünüyorsunuz. Bir müzik profesyonelinin de aynı yöndeki görüşünü aldınız. Bundan sonraki aşama bence çocuğunuzun yetenek ve istek seviyesini beraberce değerlendirmek olmalıdır.

Sonuç olarak,

Çocuklara müzik eğitimi vermek konusunda kesin bir yaş vermenin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bu her çocuğun yeteneğine, istek seviyesine ve ailenin imkanlarına göre değişir. Ancak müzik konusunda belirgin bir yeteneği ve isteği olan çocuklarda yaşına uygun müzik eğitimine çok erken yaşlarda başlanabilir. Yetenekli çocuklar için, çocuk gelişimi açısından tüm algıların açık olduğu 7 yaş öncesi bence en uygun dönemdir. Çocuğun yetenek seviyesinin değerlendirmesini mutlaka müzik konusunda profesyonel bir kişi yapmalıdır. Çocuk müzik eğitimine erken başlatılacaksa, mutlaka ufak çocuklarla çalışmak konusunda deneyimli bir eğitmen ile ve yaşına/seviyesine uygun enstrümanlarla/yöntemlerle başlamalıdır.

Berrakcım,

Erken müzik eğitimi konusunda düşüncelerim böyle. Umarım kendi değerlendirmeni yapmana ışık tutacak bazı fikirler verebilmişimdir. Bu konuda araştırma yapmak Can’da gözlemlediğim bazı müzikal davranışlara da farklı bir gözle bakmama yardımcı oldu. Müzik konusunda araştırmalarıma devam edeceğim. Öğrendiklerimizi ve uyguladıklarımızı karşılıklı olarak paylaşmak dileğiyle;

Sevgiler

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

(1) Rauscher F.H., Shaw G.L., Catherine N. Ky (1993) Music and spatial task performance
(2) Pulli K, Karma K, Norio R, Sistonen P, Göring H (2008) I JärveläGenome-wide linkage scan for loci of musical aptitude in Finnish families: evidence for a major locus at 4q22
(3) Steele C.J., Bailey J.A., Zatorre R.J., Penhune V.B. (2013) Early Musical Training and White-Matter Plasticity in the Corpus Callosum: Evidence for a Sensitive Period
(4) Gerry D, Unrau A, Trainor LJ. (2012) Active music classes in infancy enhance musical, communicative and social development

Yazının devamı...

Evrene Mesajımı Yolladım: Ben Mükemmel Bir Anneyim!

En güzel çocuğu ben yaptım, en güzel şekilde ben baktım, en hoş aktivitelere giden benim, herşeyi de ben bildim. Ov! Peki, pekiii anladık! Sen neymişsin be abla, A-a-aaaaaaa!

Yok yav! Aslında hiç de mükemmel bir anne falan değilim. Sadece böyle bir başlık blogda nasıl duruyor diye bir deneme yapayım dedim. Aslına bakarsanız şu anda pijamalarımın içinde, bilgisayarın önünde oturmuş, burnumu çekip perşembe günkü anaokulu veli toplantısında kaptığım şahane grip virüsüne sövdürüyorum. Aynı hastalıktan muzdarip olan kocam salondaki koltuğa kedi gibi kıvrılmış durumda. Kuzey’in hapşırık silsilesi nedeniyle sabahın 7'sinde dikilen Can bey de öğle saatlerinde pili tükenmiş olduğundan odasında uyuyor. İşte mükemmel anne, baba ve çocuğun son derece aktif ve mükemmel cumartesi günü!

Başımı sola çevirdiğimde mutfak tezgahında toparlanmayı bekleyen bulaşıklar bana el sallıyor. Evde yürümeye kalksam yerlerde envai çeşit bebek oyuncağı ve eşyası… Can’ın yaş itibarıyla tertip ve düzen konularında bir keçi yavrusu kıvamında olduğunu belirtmeme gerek yok herhalde. Ne zaman koltuktan kalkmaya niyetlensem, ayağıma birşey batmasın diye tırsarak geri oturuyorum. Şimdi blog yazmadaki başarımın sebebini anladınız mı? Koltuktan ayrılamıyorum kardeşim. Başarı da mecburen kendiliğinden geliyor. Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın varsa, her başarılı kadının arkasında da muzur bir bebek var. Bir de katlanmayı bekleyen çamaşırlar, ovulacak banyo lavaboları, süpürülecek yerler…

Bir şeyi 40 defa söylesen olurmuş derler… Geçen gün bir deneyeyim dedim. Banyo aynasının karşısına geçip ağzıma motor takmış gibi 40 defa “Ben mükemmel bir anneyim-süperim-hadi yavrum!” diye ünledim. Baktım ki herhangi bir değişiklik olmuyor, dişlerimi fırçalayıp sessizce ortamdan ayrıldım. Ha ne bekliyordun derseniz, video oyunlarındaki gibi bir level’ı tamamlayınca havada yıldızlar uçsa fena olmazdı. Benim oyunda ise boss (Can) her seferinde canıma okuyor…

Bu nedenle kendimi iyi hissetmek için kişisel gelişim kitaplarına yöneldim. “Patrona Nasıl Evet Dedirtirsiniz?”, “İçindeki Anneyi Uyandırmanın Yolları”, “Süper Kadınların 8 Etkili Alışkanlığı”, “Kırk Adımda Şahane Annelik”… Hayatınızda işler sarpa sardığında bu 80-100 sayfalık eserleri mahallenizdeki kitapçıya sardırıveriyorsunuz. Evde bir heves açarak okumaya başlıyorsunuz. İlk satırlar şöyle başlıyor:

“Başarısız anne diye birşey yoktur. Başarının sırlarını henüz keşfetmemiş anne vardır. Bunun için gerekli olan kudreti sağda solda aramayın. Muhtaç olduğunuz kudret, bizzat içinizde mevcuttur…”

“Kolaymış yav, kudret içimizde” deyip motive bir şekilde okumaya devam ediyorsunuz.

“Birşeyin olması için önce kendinizi ona inandırmanız gerek” diyor kitap. “Şimdi gözlerinizi kapayın ve kendinizi mükemmel bir anne olarak hayal edin.”

“Derhal!” diyerek gözlerinizi kapıyorsunuz. Gözlerinizi açtığınızda o da ne! Saat akşamüstü 4,00 olmuş. İçiniz geçmiş ayol! Eee sabahın köründen beri ev işleri, çocuğun peşinden koş, yıka, yedir, öğle uykusuna yatır, çişini yaptır… Nihayetinde bu bünye de bir insan değil mi? Bu saatten sonra, kocanız eve gelmeden yapabileceğiniz en mükemmel şey annelik değil, bir paket sade makarna oluyor.

Akşam yemeğini yedikten ve çocuğunuzla cebelleşip (cebelleşmek değil, haşa! kaliteli zaman geçirmek diyelim) onu yatırdıktan sonra kitaba geri dönüyorsunuz.

“Evrende bir karma vardır. Başınıza iyi şeyler gelmesi için iyi şeyler düşüneceksiniz. Mükemmel bir anne olmak için bu fikri kafanızda 100 defa çevirin, yünlü programında fazla buruşturmadan nazikçe sıkın, evrene gönderin.”

Ben de annelik mesajımı itinayla paketleyip evrene gönderiyorum… Kuzey’e ve kendime birer bardak çay dolduruyorum. Tam bir yudum almak üzere dudaklarıma götürürken, odasında uyuduğunu sandığımız Can topukları attıra attıra odasından yanımıza geliyor. Vobotzzz! (robotlar!) diye ağlıyor. Gündüz izlediği çizgi filmde gördüğü robotlara takmış durumda. Robotlu çizgi film deyince şiddet falan içeriyor zannetmeyin. Abla tavşanla, kardeş tavşanın hikayesini anlatan bir dizi. Robotlar da kardeş tavşanın uzaktan kumandalı robot oyuncakları. Tek yaptıkları şey ışıklar saçarak ortada viz-viz! dönmek, arada bir eşyalara takılarak yere düşmek ve abla oyun oynarken onun oyununu bozmak. Bizimki nedense robotların ürkütücü birşey olduğuna karar vermiş. Kaç defa oyuncak olduklarını söylesek de ikna olmuyor. Her gördüğünde beni çekiştirerek ekranın önüne götürüyor. Televizyonu kapatsam yaygarayı koparıyor. Mecburen sıkı sıkı sarılıp robot sahnelerinin geçmesini bekliyoruz… Sonra da gece rüyalarımızda robotları kovalıyoruz. Tabii tam mükemmel anneliğe odaklandığım bir noktada, hiçte mükemmel olmayan bu durum ortaya çıkınca benim kişisel gelişim planım suya düşüyor. Kısacası Ayşe hanım evrene mesajını yollayınca ona kişisel başarı olarak geri dönüyor; ben evrene mesajımı yollayınca, evren mesajı okuyup, karnını tuta-tuta gülüp, geri gönderiyor. Sanırım evrenin bana gıcığı var!

Sonunda mükemmel bir anne olmaktan vazgeçtim. Size de tavsiye ederim. Bayağı rahatlık veriyor. Artık eksik ve aksak anne felsefesini uyguluyorum.İlk iş”Saldım çayıra mevlam kayıra” sözünü magnet yaptırarak buzdolabının üzerine ekleştirdim. Sosyal medyada mükemmel görüntü veren annelerin fotoğraflarından bir kolaj yaptım. Dart tahtasının üzerine yapıştırdım. Her gün koridordan geçerken birkaç atış denemesi yapıyorum. Size bir sır vereyim mi? Gün geçtikçe de daha iyiye gidiyorum. Demek ki mükemmel anne olmasa da, mükemmel bir dart oyuncusu olabilirim.

Uzun vadeli annelik planlarımı da revize ettim. İleride ikinci bir çocuğum olursa sezaryenle doğuracağım. Emzirmek mi? O da ne? Devam sütünü dayarım gider. Biberonun içine birkaç bisküvi kırdım mı, sabaha kadar uyku problemimiz olmaz… Biraz büyüyünce de anaokuluna falan gerek yok. Sokağa salarım, mahalle eşrafı bakar. Mükemmel değil mi? Bakarsınız bir kişisel gelişim kitabı da ben yazarım. “Mükemmel Anne Hikaye, Yaşasın Eksik Anne!”. Kitapçılardan ısrarla isteyiniz.

Sevgiler,

Tanla

Bumerang Blog Ödülleri Yarışmasında En Çalışkan Blog dalında yarışıyorum.

Oylama ücretsiz ve 10 saniye sürüyor. Şimdiden teşekkürler

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

Anne ve Bebek İhtiyaçları Listesi (Doğum – 1 Yaş)

Can’a hamileliğimin ilk trimesteri bitmişti. Hormonların çıldırmasından dolayı her türlü yemeğin garip koktuğu o dönemi atlatmıştım. İçimde büyüyen bebeğimi hissetmeye çalışıyor ve en çok da gelecek günlerin bize neler getireceğini düşünüyordum.

Hamilelik boyunca tecrübe ettiğim en garip durumlardan biri odaklanma yetimin azalmasıydı. Bilgisayarımın başına oturmak, televizyon izlemek ya da kitap okumak istemiyor, hangi aktiviteyi yaparsam yapayım kısa bir süre sonra yoruluyor ya da sıkılıyordum. Bir gün bunun böyle gitmeyeceğini düşündüm. Kendimi meşgul edecek bir uğraş bulmalıydım.

Sonunda bana en çok keyif veren şeye odaklanmaya karar verdim: Bebeğime… Onun aramıza katılacağı ilk günden itibaren nelere ihtiyaç duyabileceğini düşünerek bir liste hazırladım. Bugün aşağıda sizlerle paylaşacağım liste oğlum Can için hazırladığım Bebek İhtiyaçları Listesi‘nin genişletilmiş ve zaman içinde tecrübelerle süzgeçten geçirilmiş halidir. Örneğin orijinal listemde “biberon ısıtma cihazı” olduğu halde, pratikte bunun hiç ihtiyaç duyulmayan bir ürün olduğunu gördüğüm için listeden çıkardım. Keza bebeğin gündüz oturtulacağı “ana kucağı” orijinal listemde yokken, Can doğunca onu gündüzleri güvenli olarak nerede tutabileceğimiz dank diye idrak ettiği için listeye sonradan eklendi.

Listede bir bebeğin doğumundan 1. yaşgününe kadar ihtiyaç duyabileceği her türlü eşyayı alt alta yazdım. Listenin adı Bebek İhtiyaçları Listesi olmasına rağmen, annenin de hamilelik, doğum ve lohusalık sırasında ihtiyaç duyacağı eşyaları içeriyor.

Eşyaların çokluğu sizi şaşırtmasın ve bunaltmasın. Aralarında bazı opsiyonel eşyalar olduğu gibi, bebek yeni doğduğunda alınması gerekmeyen, ancak 1 yaşına kadar yavaş yavaş tamamlanabilecek eşyalar da var. Bu eşyalardan bir kısmı sizin almanıza gerek kalmadan aile üyelerinizden, arkadaşlarınızdan hediye olarak gelebiliyor. Son dönemlerde moda olan baby shower’lar da (hediye yağmuru) çok faydalı oluyor. Bu nedenle hediye olarak alınma olasılığı olan ürünlere kendinizi kaptırıp fazla almayın derim, ki bu ürünler çoğunlukla kıyafet ve oyuncak oluyor. Ayrıca birden fazla çocuğu olan anneler, önceki çocuklarının eşyalarını yeni bebek için de kullanabiliyor.

Böyle bir listeyi hazırladıktan sonra akla gelen ilk soru alışverişe ne zaman başlamak gerektiği… Kimi anne adayı hazırlıkları hamileliğin 3. trimesterine bırakıyor. Kimi hamile olduğunu öğrenir öğrenmez hazırlıklara başlıyor. Hatta hamileliğinden seneler önce bir kenara bebek eşyaları koymaya başlayanlar da var. Bence alışveriş zamanına en iyi karar verebilecek olan kişi sizsiniz. Yani içinizden nasıl geliyorsa o şekilde davranın.

Ben Bebek İhtiyaçları Listesi’ni yaptıktan sonra boş zamanlarımda içinden bir ürünü seçip internetten müşteri yorumlarını okumaya ve fiyat araştırmaları yapmaya başladım. Bu da daha sonraki aylarda yaptığım satın alımları kolaylaştırdı. Her sokağa çıktığımda bebek mağazalarına gidiyor, beğendiğim ürünleri yerinde görüyor ve ufak tefek birşeyler almaktan hoşlanıyordum. Mini-mini bebiş kıyafetleri ve aksesuarları süper sevimli oluyor. Kimi ürünlerin de mağazalarda kalitesini gördükten sonra daha uygun fiyata internetten sipariş verdim. Kısacası bebek için alışveriş yapmanın doğru zamanı diye birşey yok bence. İçinizden nasıl gelirse öyle yapın… Kararınızı verdikten sonra da diğer kişilerin yorumlarına fazla kulak asmayın. Sonuç olarak bebek sizin bebeğiniz, hayat sizin hayatınız…

Listemize dönersek, Bebek İhtiyaçları Listesi’ni 9 ana kategoriye ayırdım: Anne, banyo, beslenme, gezi, güvenlik, kıyafet, oda, oyuncak, temizlik/bakım. Bu listenin çıktısını alabilir ve alışverişlerinizi yaparken aldığınız her üründen sonra sol taraftaki kalpli kutucukları işaretleyebilirsiniz.

Listenin “anne” maddesiyle başlaması sizi şaşırtmasın. Bir bebeğin aslında en çok ihtiyaç duyacağı kişi annesi değil mi? Ben hamilelik elbisesi anlamında çok fazla elbise almayı düşünmedim. Çünkü sadece 9 ay boyunca giyebileceğim elbiselerin dolabımda yer kaplamasını istemedim. Bu nedenle beli lastikli altlar ve robadan kesilen üstler aldım. Bir-iki ürün dışında aldığım şeylerin çoğunu doğumdan sonraki senelerde de giyebildim. Annenin bu dönemde yapacağı en kritik yatırım bence süt pompası. Ne kadar faydalı bir ürün olduğu başa gelmeden anlaşılmıyor. Süt üretiminin devamını sağlamak ve yorgun olduğunuz zamanlarda babaya devredebileceğiniz bir beslenme şekline yardımcı olması açısından çok gerekli bir ürün.

Bebek genellikle ilk defa göbek bağının düşmesinden sonra yıkanıyor. Bu da yaklaşık 10. güne denk geliyor. Onun öncesinde silinerek temizlenmesi yeterli. Bebeğinizde kullanacağınız şampuan gibi her türlü kozmetik ürünün bebekler için üretilmiş, doğal formül olmasına dikkat edin.

Beslenmede ilk günlerdeki en büyük tercih emzirip emzirmemek üzerine olacak. Bence her anne emzirmeyi mutlaka denemeli. yardım almalı. Bebeklerin ilk 6 ayında sadece emzirme tavsiye ediliyor. saymakla bitmez. Konumuz alışveriş olduğuna göre, bu faydalardan biri de bebeğinizi ilk 6 ayda sadece emzirerek bütçenizi rahatlatıyor olmanız.
Anne ve bebeğin lohusalık bahanesiyle 40 gün eve kapanmasının eskilerde kalması gereken bir alışkanlık olduğunu düşünüyorum. Sağlık ve güvenlik açısından gerekli tedbirler alındıktan sonra, anne ve bebek 40 günden önce de kısa süreli de olsa dışarı çıkabilmeli ki, bunalmasın. Kısa yürüyüşler, parkta hava almak, sakin bir restoranda yemek yemek, mevsim ve saatler uygunsa deniz kenarına gitmek güzel seçenekler olabilir.

Bebeğinizi daima göz önünde bulundurmalı, asla uzun süreli yalnız bırakmamalı ve bebeğiniz hareketli hale gelmeye başlamadan bir müddet önce . Tuvalete gitmek ya da yemek pişirmek gibi kısa molalarda bebeği ana kucağına koyarak yanınıza almak ya da yatağına yatırmak en doğrusudur. Bebek biraz büyüyünce hayat kurtarıcı olan bebek parklarından alabilirsiniz.
Bebeklere en kolay alınan ürünler kıyafet oluyor. Evin her tarafına yayılan mini-mini kıyafetler, yer cücesinin yaşantınıza vurduğu damganın en güzel göstergesi. Bebek ürünlerinde birkaç altın kural var: Pamuklu alın, sentetiklerden uzak durun. Küçük bebeklere düğmeli ve iple bağlanan kıyafetler giydirmeyin. Bir yere takılacak kadar bol kıyafetler seçmeyin. Bebekleri aşırı giydirerek bunaltmayın. Siz kaç kat giyiniyorsanız, o da aynı şekilde giyinebilir. Bebek odasına alacağınız eşyalar muhtemelen birim başına en çok para harcayacağınız eşyalar olacak. Yatak, dolap gibi ürünleri almadan önce değişik mobilyacıları gezmenizi öneririm. Eşyalarda estetik kaygılardan çokna dikkat edin. Sonuç olarak bebek odanızın en güzel süsü bebeğiniz olacaktır. Şık, güvenli/sağlıklı eşyaları bulabiliyorsanız ne ala. Ancak tüm istediklerinizi bulamazsanız sade ama güvenli/sağlıklı eşyaları tercih edin. 1 yaşın altında yatağına yastık, yorgan ve battaniye gibi yumuşak şeyler koymayın. Bebeğinizi sıkı giydirmeniz ve en üste yeni nesil kundaklardan sarmanız yeterlidir. 1 yaşın altında, gece uyurken gerekirse kat kat giydirin ama örtü örtmeyin…
Bebekler ve çocuklar için üretilen oyuncakların haddi hesabı yok. Kıyafetten sonra en çok hediye gelen ürünler de bu gruptaki eşyalar oluyor. Oyuncak için önerim yine ilk planda sağlıklı ve güvenli materyallerden yapılması. Bebekler özellikle ilk senede pek çok oyuncağı ağzına sokmak, ısırmak ve koparmak isteyeceği için bu konuya çok dikkat edin ve ailenize/yakın arkadaşlarınıza bu konudaki tercihlerinizi anlatmaktan çekinmeyin. Oyuncakta plastik ve elektronik yerine, doğal malzemelerden yapılmış e gitmeniz çocuğunuzun gelişimi açısından daha faydalı olacaktır.
Aynı banyo ürünlerinde olduğu gibi, bebeğin temizlik ve bakımında doğal malzemelerden yapılmış ve bebe formüllü ürünleri tercih etmelisiniz.
Son olarak bu listenin tamamen kişisel bir liste olduğuna dikkat çekmek isterim. Sizin annelik ihtiyaçlarınız ve bebeğinizin ihtiyaçları bunlardan farklı olabilir. Her ne kadar, listeyi yayına hazırlarken güncellemeler yapmış olsam da, bazı ürünleri atlamış olabilirim. Eksik olduğunu düşündüğünüz ürünleri yazının altına yorum olarak eklerseniz sevinirim.

Bebekler ve çocuklar için yapılan alışveriş bence dünyanın en keyifli alışverişi. Çok kere kendi ihtiyaçlarım için alışverişe çıkıp, Can için poşet-poşet alarak geri döndüğümü bilirim. Mini-mini eşyaların cazibesine kim kapılmaz ki… Bu anların tadını çıkarın.

Kesenize bereket ve güzel alışverişler,

Sevgiler,

Tanla

Bumerang Blog Ödülleri Yarışmasında En Çalışkan Blog dalında yarışıyorum.

Bu yazı hoşunuza gittiyse lütfen oy verin.

Oylama ücretsiz ve 10 saniye sürüyor. Şimdiden teşekkürler


Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

BebekveBen'in Çalışkan Bir Blog Olduğunu Düşünüyorsanız Oylarınızı Beklerim

Oğlum Can’ın doğduğu Nisan 2011 tarihinden beri blog tutuyorum. Can benim ilk ve tek çocuğum. Dolayısıyla “Anneliği en iyi ben bilirim” diye ahkam kesmeyeceğim. Can nasıl bu dünyada yaşamaya alışıyorsa, ben de onunla beraber düşe-kalka anneliği keşfediyorum. Kişi olarak mükemmellikten çok uzağım. Kendimi geliştirmek için okumayı, öğrenmeyi, araştırmayı ve paylaşmayı çok ama çok seviyorum.

Bundan 2,5 sene önce BebekveBen’de yazarken, beni bekleyen güzel maceranın farkında değildim. Seneler geçtikçe geçmişe dair hatıralar birer birer silikleşiyor. Ben kendi çocukluğumu çok az hatırlıyorum. Can’ın bir kitap gibi elinde tutacağı ve okurken gülümseyeceği hatıraları olsun istedim. Onu büyütürken neler yaşadığımızı bilsin istedim. Blog tutmaya başlama sebebim buydu.

Zaman geçtikçe annelikle ilgili düşüncelerimi paylaşmanın bana keyif verdiğini gördüm. Blogum sayesinde birer, ikişer yeni arkadaşlar-dostlar edinmeye başladım. Bu satırları okuyan sizler gibi, benzer deneyimleri paylaştığımız anneler, anne adayları ve hatta kimi zaman babalar bana kendi maceralarını yazdılar. Okudum, benimle paylaşmaya değer bulduğunuz için mutlu oldum, kendim için olduğu kadar sizin için de araştırdım, paylaştım. Bunun için kendimi şanslı hissediyorum.

BebekveBen annelik konusunda en çok ziyaretçisi olan blog değil, internette sizlerin de, benim de keyifle takip ettiğimiz, ufkumuzu açan daha pek çok blog var. Her derde şifa bulacağını da iddia etmiyor. Zaten kim edebilir ki… Ancak bu satırları okuyan sizlerle aramda derin bir bağ hissediyorum. Siz benim için Facebook sayfamda ya da Twitter sayfamda bir rakamdan öte, önemli ve özelsiniz. O nedenle bana gelen her türlü sorunuzu/yorumunuzu dikkatle okuyor, anlamaya ve elimden geldiğince yanıtlamaya çalışıyorum. Çocuklarınızın doğmasını, büyümesini, gelişmesini heyecanla izliyorum. Bu, blog yazmanın beni en çok mutlu eden yönlerinden biri… Bu güzellikleri bana yaşattığınız için sizlere çok teşekkür ederim.

Blog yazmanın bana keyif veren yönlerinden bir diğeri de ara-sıra yarışmalara katılmak. İşte bu sene, BebekveBen olarak 3. Bumerang Blog ödülleri yarışması’nda “En Çalışkan Blog” kategorisinde yarışıyorum. Bu yazımın sebebi sizden oy vermenizi rica etmek.

Eğer bu blog size herhangi bir şekilde faydalı olduysa, rutin bir gününüzde yüzünüze bir gülücük kondurduysa, bir konuya farklı bir açıdan bakmanıza yardımcı olduysa, kısacası annelik macerasında beraberce yürüdüğüm arkadaşlarımdan biriyseniz bana oy vermenizi ve bu yazıyı arkadaşlarınızla paylaşmanızı rica ediyorum.

OYLAMA 10 SANİYE SÜRÜYOR, TAMAMEN ÜCRETSİZ. CEP TELEFONUNUZ ÜÇÜNCÜ ŞAHISLARLA PAYLAŞILMIYOR.

İLGİNİZ İÇİN ŞİMDİDEN TEŞEKKÜR EDERİM.

Haydi>>>

Sevgiler,

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

Ekmek Arası Plasenta?

Uyarı! Bu yazı bazı okurlar için rahatsız edici olabilir. Ha sonra “Aman kardeşim, okudum da midem kalktı”, “Püüü! boyun devrilmesin. Başka konu mu kalmadı?”, “Teee! bayram ertesi içim bi tuhaf oldu.” falan diye başımın etini yemeyin. Ben duyduğumu aktarıyorum. Elçiye zeval olmaz. Ve hatta istemeyen okumasın kardeşim.

Heh! Midesi hassas olanlar, eli ağzında gezenler ayrıldığına göre, kalanlar şöyle bir toplaşsın. Fikir dağıtımı başlıyor. Yalnız lütfen, aramızda konuşmayalım. Şşş! Arka sıralar! Komik olan birşey varsa bize de söyleyin, biz de gülelim. Neyse, hunileri çıkarın, fazla uzatmadan konuyu ılık ılık zihinlerinize akıtıyorum:

Dünya trendlerinden sizleri haberdar etmeyi ilke edinmiş BebekveBen’den müthiş bir bilgilendirme hizmeti daha: “Plasentanızı nasıl alırdınız?” ya da amiyane tabirle “Ekmek arası plasenta“… Plasenta dedim huuu! Şaka yapmıyorum. Hani hamileliğimiz boyunca bebeğimizi beslediğimiz, ona oksijen sağladığımız, “döleşi” ve “son” olarak da bildiğimiz şey. Doğumun son aşamasında doğurularak vücuttan atılan bu organ, ister inanın, ister inanmayın, Amerika dahil bazı ülkelerde şifa niyetine yeniyor. Hem de bizzat anne tarafından…

Örnek vermek gerekirse… Severek izlediğimiz Mad Man dizisinin müthiş kıvrımlı hatunu January Jones kendi plasentasını ham-hum yemiş. Valla January’nin plasentasını ikram etseler şahsen ben de ikiletmeden yerdim. Bakarsın kök hücre falan hesabına biraz güzellik, dişilik bulaşır.

Sonracığıma eski karısı Katie’ye aşkını talk showcu Oprah’nın koltuğunda 5 yaşında çocuklar gibi ter ter tepinerek dünyaya ilan eden, sonra da ismini yeterince cool bulmadığı için, kadını zorla Kate diye çağıran Tom Cruise abimiz; kızı Suri doğmadan önce yaptığı bir açıklamada, hanımı Katie’nin plasentasına talip olduğunu söylemişti. Sonra gerçekten yedi mi pek takip edemedim ama, benden çok olmasın, egzantirik adamdır kendisi… Yapmış mıdır? Yapmıştır.

Son olarak da Hollywood’da her taşın altından çıkasıca, manitası Kanye West tarafından “Walk of Fame”de yıldızlara layık görülesice ve hatta bir tarihte gençleşmek için yüzüne kendi kanını enjekte ettiren Kim Kardashian sadece kendine değil, tüm ailesine plasenta yedirmeyi amel edinmişti. Reality show’unun bir bölümünde ailesini yemeğe davet eden hanım kızımız, sofradaki etin görünüşünden kıllanan üvey babası “Bu ne yav?” diye sorunca, “Yi babacım, kavurma, kendi ellerimle yaptım” diyerek güven aşılayıp, hepsine şüpheli eti yedirmiş, sonra da “La et değil la o, plasenta” diyerek yemek partisini toplu kusma partisine dönüştürmüştü. Showun finalinde şaka yaptığını açıklasa da, ben o kısmına pek odaklanamadım, zira salonumdaki halıdan kendi kusmuğumu temizliyordum.

Gördüğünüz gibi 1. dünya ülkelerinde kaynaklar bol. Millet plasentayı hamuduyla götürüyor. Nedennn? Nasılll? Iykkkk! kısmı az sonra…

Önce olayı biraz normalleştirelim. Memeli hayvanların doğumuna tanık olanlarımız belki vardır aramızda. Örneğin bir kedinin, köy yerinde bir atın veya bir koyunun doğumunu belki görmüş ya da nahoş konuları topluluk içerisinde konuşarak milletin midesini kaldırmayı iş edinmiş ihtiyar türlerinden duymuşsunuzdur. (şirkette arkadaşlarınızla tanıştırmaya götürdüğünüzde, ayak parmağının arasındaki nasırın rengini anlatan ya da baklavaya çatalı takıp, ağzınıza götürmek üzereyken basur kremi siparişi veren ihtiyarlar da aynılarıdır. Uzak durunuz.) Neyse, diyorduk ki, memeli hayvanların ekserisi yavrularını doğduktan sonra kendi plasentalarını yerler. E, tabiatta mevcutsa vardır bir hikmeti. Öyleyse memeli bir canlı olan insan da neden kendi plasentasını yemesin ki? Değil mi efeeem? Bakınız mantık…

Geleneksel Çin tıbbında plasenta yüzyıllardır mucizevi bir ilaç olarak kullanılıyor. “Aman onları bana referans verme. O çekik gözlüler sokaktaki kediyi, köpeği de yiyorlar” demeyin. Çünkü yukarıda da anlattığım üzere, olay orayla sınırlı kalmamış, batılı ülkelere de bulaşmış durumda. Şu aralar bizzat Amerika’da doğumdan sonra plasenta yemek yükselen trend.

Neden mi? Şifa yavrum, şifa… O yüzden…

Plasentanın,

Bana sorarsanız, valla bizzat denemedim. Zira doğumdan sonra bırakın plasenta yemeyi, yemeklerin feriştahını getirseler bir tepikte tepsiyi devirecek haldeydim. “Rahat bırakın beni hüleeeeeyn, 3 gün 3 gece uyuyacam!” diye bir bağırışım varmış, yanıma yaklaşmaya korkmuşlar. Hatta teperim diye, çocuğu emzirtmeye bile tek kollarını siper ederek yanaşmışlar. Plasentam da bu arada kim vurduya gitmiş. Hüngürt! Bilseydim önceden tedbirimi alır, düdüklü tenceremi yanımda getirirdim. Kısmet değilmiş.

İşte meraklısı için plasenta tarifi: Önce plasentamızı kuşbaşı kesiyoruz. 1 orta boy soğanı tavada pembeleşinceye kadar çeviriyoruz. Ardından plasentayı ekleyip, çevire çevire kavuruyoruz. Bir taze ekmeği ortasından bölerek… Yok la, siz de herşeye atlıyorsunuz. Plasenta yemenin de bir usulü var…

Iykkkk! kısmını da mı anlatacaktım? Sizden de birşey kaçmıyor kardeşim. İşte ben nedenini, nasılını anlattım, siz de ara-ara ıykkk! dediniz. Yetmez mi?

Şaka bir yana, bilirsiniz beni, her yazımda okurlarıma bir ölçek ilim-irfan serpiştirmezsem rahat edemem. Plasentanın ilmine gelince… Bilimsel bir yanı yok kardeşim. Hepsi palavra. Fare deneyleri dışında plasenta yemenin insanlar üzerinde kanıtlanmış, bilimsel bir faydası yok. Ancak plasenta işini ticarete dökmüş olan tüccarlar, kadınlara kendi iç organlarını yedirmek için adam başı $200 kesiyorlar. Parasını savurmak isteyene…

“Aman efendim, lohusalıkta depresyona iyi geliyormuş” falan diyenler bana adreslerini bildirsin. Onlara şık bir şişeye konulmuş kapsüller içinde toz şeker göndereyim. Plasenta hapı niyetine içsinler. Postpartum depresyonları 1 haftada düzelmezse namussuzum. (Buna da plasebo etkisi deniyor. Bak bu tamamen bilimsel.)

Eveeet, bugünkü akıl-fikir dağıtımı bitmiştir. Dağılabilirsiniz arkadaşlar. Hamile olanlar salondan çıkarken plasentalarını bir zahmet köşedeki kovaya bıraksın. Siz yemezseniz, yiyen birini buluruz…

Sevgiler,

Tanla

Diğer yazılarım için>> BebekveBen.com
Facebook>> Bebek ve Ben
Twitter>> @Bebek_ve_Ben
Pinterest>> bebekveben

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.