SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

Seks

Seks yakınlık kurma yollarından en keyifli olanı dersem, kim reddeder? Sahi kim reddeder?

"Daha kaç vücut gerekli benim seni unutmama." diyen şarkıdaki gibi bir seksten söz etmediğimi baştan belirtmeliyim ama konu şarkıdaki gibi de olsa, profesyonel çalışan birine 100 dolar verip birlikte olmak gibi de olsa, bunu yapanlar için de -yaygın olarak bildiğimiz bu kişiler erkek oluyor- yine bir şekilde kadın bedenine yakınlık kurma ihtiyacını içinde barındırır.

Hatta birkaç yıl önce Las Vegas' a yaptığım bir seyahatte taksi şöforü, zengin kadınlar için de o civarlarda böyle bir hizmet için uygun yer arandığını anlatmıştı.

Freud "Orgazm en iyi uzlaştırıcıdır" demiş ya, cinsellik kavgayı ve çatışmayı yatıştırır ve iyileştirir mi kendinize bir sorun.

Cinselliği ve seksi konuşmanın bizim toplumumuzda o kadar kolay olmadığını, terapi seanslarımdan biliyorum. Terapistin bu konudaki rahatlığı ve uygun yaklaşımının danışanlara da iyi geldiğini ve bu konuda kendilerini daha rahat ifade ettiklerini de biliyorum.

Sorun şu ki; cinsellik hala bizim toplumumuzda özellikle kadın tarafında kendini özgür hissettiği bir alan değil.

Evli çiftler çoğu kez cinsel yaşamlarıma ilişkin ya konuşmuyorlar ya da belirsiz konuşmalar yaparak durumu yadsımaya çalışıyorlar.

Birincisi anatomiyi herkesin bir tanıması lazım, kulaktan dolma bilgilerle bu iş olmaz.

Klitoris neresidir? Kaç kadın buna ilgi gösterip zevk almanın yollarını geliştirmiştir? Ya da kaç erkek klitorisin tam yerini bilerek sevişir.

Niye sayısı azımsanmayacak kadın, erkeğin kendisine yaptığı oral seksi istemez? Utanç ve ayıp olduğuna dair duygu ve düşüncesi mi yoksa pis olduğuna dair inançları mıdır onu zorlayan.

Seks yapma ihtiyacı çiftlerden herbirinde kadın veya erkekde farklı şiddette olabilir. Erkek daha sık, kadın daha az sayıda sevişmek istiyor olsa da, o zaman bile kadını daha fazla cinsel birlikteliğe dahil etmenin yolları vardır.

Kadına cinsel birleşme odaklı değil de, duyuları bakımından yaklaşıp karşılıklı masaj yaparak bedenini keşfini sağlamak, yumuşaklık, duygusal yakınlığı arttırmak çok işe yarayan yöntemlerdir.

Evliliğinizin sınırları içinde tüm dileklerin, fantezilerin ve arzuların kabul edilebilir olduğunu benimsemeye çalışmak sizi birbirinize daha çok yakınlaştıracaktır.

Birbirinizin neden hoşlandığınızı söylemenin bir sakıncası yoktur, ayıp diye düşünüyorsanız, cinsellik yaşayan iki kişi arasında ayıp yoktur. "Uzun uzun öpüşmekten hoşlanıyorum." ya da "Şuramı uzun öpmen beni çıldırtıyor." demek bir dilektir ve eşiniz zaman içinde bunu dikkate alacaktır.

Birbirinizi zorlamaktan kaçının, cinsel beklentilerinizi söyleme tarzınız; "Hoşuma gidiyor", "Çok zevk alıyorum", "Beni çok tahrik ediyor" gibi arzu içeren sözcüklerle bitsin.

Eşinize "Şurama dokunma!" yerine "Burama dokunmandan ve okşamandan çok zevk alıyorum" diye ifade ederek hoşlandığınız yere yönlendirin. Aksi taktirde eşiniz zamanla cinsellikten soğur.

Fantezileri söylemek konusunda karşınızdakine açık olmaya çalışın ya da eşiniz size söylüyorsa bir anlam aramayın, onu dinleyin, sadece istediği birşey olarak bakın, kabul etmeseniz de iğrenç ve kötü diye tanımlamalarda bulunmayın, iğrenç gelmiyorsa kabul edin.

Fantezi hayal dünyasının bir zenginliğidir ve cinselliği çok daha keyifli kılar, oyun olarak bakarsanız belki de oyun oynamak hoşunuza gider! Bazen kendinizi bile hayrete düşürecek keşifler yapabilirsiniz, birbirinize izin verin.

Eşinizin fiziksel özellikleri ile ilgili çekinceleri varsa onu rahatlatacak ifadeler kullanın: "Ben göbekten hoşlanmıyorum." ya da "Çok kilo aldın." diyen bir erkeğin eşinin yatakta birlikte olurken ne hissedeceğini önceden düşünün. Ya da bir kadının kaslı vücut ile ilgili söylemleri sık sık dile getirmesi için de, aynı durum geçerli.

İhtiyaç ve arzularınız farklı olabilir, buna saygı duyun ve anlamaya çalışın.

Seks kimi zaman hızlı, kimi zaman çok romantik ve aşk dolu olabilir. Hızlıca kapı arkasında olabileceği gibi, kimi zaman uzun uzun yaşayacağınız bir zevkler bütününe dönüşebilir.

Her zaman aynı performansta olmayabilir, her zaman herkes hazır asker de olamayabilir. Erkek de hazır olmadığında bunu eşine söylemekten çekinmemeli; İşin şakası ama "Her zaman aynı atışa hazır olmalıyım." psikolojisinde olmak da sıkıntı verici olmalı.

Olabildiğince duygudan zengin ve ruhunuzla sevişmek arzu edilendir. Ruhunuzla seviştiğinizde, enstürmandan zengin bir orkestradan çıkan tınılar gibi hisleriniz de çok sesli olur.

Özellikle kadınların seksi kendilerine sundukları bir iyi hissetme, rahatlama, ilişki kurmanın en özel yolu, zevk ve heyecanlar demeti olarak görmeleri çok önemlidir. "Ay şunun gönlünü bir yapayım da sussun." diye görev edindiğiniz seks, kendi bedeninize ve ruhunuza da ihanettir.

Çoğu zaman ilişkinizin problemli olması da cinselliği olumsuz etkiler, eğer iletişim probleminiz varsa bunu halletmenin yollarını hemen bulmaya çalışın, ya birbirinizle konuşarak uygun çözüm yolları bulun, olmuyorsa profesyonel yardım alın, zaman sizden gidiyor çünkü.

Seks hem kendinizin hem partnerinizin içtiği bir yaşam iksiridir. İşin tuhaf yanı içip içip ölürsünüz, sonra tekrar canlanıp daha aşkın bir ruh ve bedenle varolabilmek için.

Eeeeee... ne demiştik daha önce, "Orgazm küçük ölüm" değil miydi?

Yazının devamı...

Ne oluyor bu evliliklere?

Evlilik terapisi için başvuran çiftlerin sayısında eskiye göre oldukça farkedilir bir artış var ve onlarla çalışırken odanın içinde ne kadar çok öfke var.

Niye beni anlamıyorsun?

Niye bu kadar bencilsin?

Niye yemek yapmıyorsun?

Niye bana yardım etmiyorsun?

Niye çocukla sen de ilgilenmiyorsun?

Niye bana zaman ayırmıyorsun?

Niye işyerinde çok vakit geçiriyorsun?

Akşam olunca bir çift laf etmiyorsun!

Niye benimle sevişmiyorsun?

Facebookda ne yapıyorsun? O kişiyi niye ekledin?

......

Modern toplumun çiftler üzerinde etkili yeni ve anlaşılması gereken sorunları var mı? Varsa neler?

İstanbul gibi büyük metropellerde çoğu insanın iş temposu, başarı kaygısı, trafik kabusu, ekonomik zorluklar, kendine ayırdığı zamanın azlığı gibi nedenlerle bezgin, canı darda, patlamaya hazır bomba misali haller içindeyken, evlilik gibi bir kurumun sorumluluğu ve bağlayıcılığı çok mu lüks kalıyor?

Evlilik konsepti geçmişte olduğu gibi bugün de sosyal, ekonomik ve kültürel yapıların ayrılmaz bir parçasıdır. Zaman değişti, toplum ve üretim ilişkileri değişti, öyleyse evlilik de zamanın ruhuna uydu mu?

Günümüzde, çiftlerin ilişkilerdeki beklentilerinin dönüştüğü ve günümüz toplumunun hızlı değişimine tepki vermeye zorlandığı dinamik ve sosyal tranformasyonlar çağında yaşıyoruz.

Kişilerin terapistlere getirdiği sorunlar, kendi kişisel gelişim sürecindeki sorunların dışında, güçlü bir biçimde hissettiği sosyal baskıları da yansıtmakta.

Günümüz tüketim toplumu kişilerin duygusal tatminlerini sağlayamadığından, bütün beklentileri aile içi tatmine yöneltti. Evliliklerde kadın ve erkeğin birbirlerinden beklentisi arttı: Romantik aşk, sevgi, arkadaşlık, koruma, güven, iyi seks... Tamam da ortaya bir çelişki de çıktı; beklentiler kadın ve erkeğin duygusal kapasitelerini aştı. Kadın ve erkek birbirlerinin bu ihtiyaçlarını karşılayacak yeterlilikte değildi.

Günümüzde bireycilik, kişisel tatmin ve otonomi ön plana çıktı fakat bireysel ihtiyaçlar ailenin iyiliğinden sonra gelmeli gibi bir anlayış, günümüz evlilikleri için en önemli sorun yaratan unsur haline geldi. Evlilik anlayışında önce aile gelmeli düsturu, kendi bireysel ihtiyaçlarını da önemseyen bireyi köşeye sıkıştırdı.

Evliliğin ve ailenin aşk, mutluluk ve huzur olarak sunulduğu ve dış dünyanın tehdit algılandığı bir çağda yaşıyoruz. Dış dünyanın acımasız, sömüren, yalnızlaştıran, korkutucu ve giderek bireyi hiçleştiren yapısı sebebiyle evliliğe mutluluk ve doyum vereceği yönünde çok şey yüklendi. Dolayısı ile evlilikten eşlerin beklentileri de arttı.

Sosyal yabancılaşma yaşayan, sosyal bağlarından giderek kopan yalnız birey bu yüksek beklentilere cevap veremeyince, evlilikte hayal kırıklıkları da arttı. Hayal kırıklığı öfke yarattı, öfkeli kadın ve erkek birbirine kabile savaşı açar hale geldi.

Birbirlerine en acımasız sözleri söylemekten, şiddet kullanmaya, giderek duygusal ve fiziksel uzaklaşmaktan, aldatmalara kadar uzanan sorunlar yumağı terapistlerin kucağına daha sıklıkla konmaya başladı.

Bu sebepledir ki terapistlerin de, danışanlarının değişen sosyal ihtiyaçlarını karşılamaları gerekiyor. Terapistin tek bir doğru yerine, her çift için özgün olabilecek durumları gözönünde bulundurup, çalışmasını günümüz ihtiyaçları çerçevesinde yürütmesi gerekiyor. Tabii ki geleneksel olanı da gözardı etmeden, evliliği iyileştirecek her konuda çiftlerin neye ihtiyacı olduğunu belirleyerek hiç kuşkusuz çok verimli bir yol izlenebilir.

Herşeyden önemlisi ise, ilişkide ve evlilikte kişinin kendisini anlamadan, kendi farkındalığı oluşmadan eşiyle sağlıklı bir ilişkiyi kuramayacağını bilmesi gerekiyor. Terapistin bu yönde de çalışması gerekiyor.

Bu nedenle evlilik terapisi, niyet ve hedef evliliği iyileştirme olduğu sürece, ihtiyaca göre iki kişi birlikte veya ayrı ayrı çalışmayı gerektirecek biçimde yürütülebilir.

Ne iyidir ki yardım almak için başvuran yeni evli çift sayısı da oldukça fazla. Genç çiftlerde boşanmaların oldukça arttığı son yıllarda, çözüm arama çabası içinde olan çiftlerin de olması çok sevindirici. Oldukça iyi sonuçlar aldığımızı belirtmeliyim.

Evliliğin kurtarılmasından ailenin tüm üyeleri kazançlı çıkar. Gelin, kadın ve erkeğin birbirlerini anlayacakları yollar olduğunu, bunun için önce kendi motivasyonlarınızı, duygularınızı ve tepkilerinizi anlamanız gerektiğini görün. Sonrası bir tatlı huzur, anlam ve uzun bir hikaye...

Yazının devamı...

"Sen bahar mevsiminin gökyüzü gibisin"

"Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum

Yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar

Ayrıca bunun seninle ne ilgisi var

Tabii ki ben böyle olduğum için bahar

Çünkü sana değdiğinden beri ellerim

Bütün kış dallarında tomurcuklar var"

Ayşe Kulin' in sözleri, Candan Erçetin' in nefis yorumuyla bu şarkı ile baharı karşılamaya ne dersiniz?

Bu kaçıncı bahar? Tabii ki yaşınız kadar.

Peki daha kaç baharınız daha var??? Hiç düşündünüz mü?

Bir kızım olsa adını "Bahar" koyardım, bir kadına yakışacak en güzel isimlerden biri bence.

Sevgiliye bir bahar akşamı rastlanır, bazısı her bahar aşık olur, kimileri ikinci baharını yaşar, Nazım Hikmet' e göre de "bahar mevsiminin gökyüzü gibi" dir sevgili.

Baharbahçe duygularınızın kıpırdanmaya başladığı, tabiatın kendisini ucundan kıyısından çapkın bir şekilde gösterdiği şu günlerde, reseptörleriniz de "vak vak" etmeye başladı, hadi itiraf edin.

İnsanın başını döndüren bahar akşamlarını iliklerine kadar hissetmek isteyenler, akşamları cafe ve restaurantların önlerini doldurmaya başladılar. Benim yaşadığım yerde, dün gece birçok mekanda dışarda oturacak yer bulunmuyordu, ne güzel?

Kışın stres ve yükünü temiz hava ve ılık bahar esintisiyle biraz da olsa atmaya çalışmak ve sevdiklerimizle tabiatın canlanmasını, havaların ısınmasını kutlamak olsun bu kalabalığın adı.

"Beni bu havalar mahvetti" diyen Orhan Veli suçu havaya atsa da, gevşemeye çalışırken kendiniz için mola verdiğiniz anlarda, arkanıza yaslanıp bir düşünün lütfen; bu tempolu yaşamın içinde nereye doğru koşuyorsunuz?

Ruhsal durumunuz nasıl? Kaygı duyduğunuz, endişelendiğiniz, takıldığınız konular var mı? Bunlar hayat memat meselesi mi?

Zihniniz bulanık, içiniz sıkkın mı? Canınızın kendinize dar geldiğini mi hissediyorsunuz?

Bir probleminiz var da çözümsüz gibi mi görünüyor?

İlişkiniz kötü mü gidiyor? Sevgiliniz mi yok?

Eğer yukarıda bahsi geçen konulardan biri ile kafanız meşgulse, şu soruyu bir sorun: "Olabilecek en kötü şey nedir?" "Olabilme ihtimalinden" bahsediyoruz. Bu düşündüğünüz "en kötü şey", olacağı anlamına gelmiyor.

Ama sizi kaygılandıran ve mutsuz eden probleme dair "olabilecek en kötü şey", olması muhtemel en son şey olduğu için, ondan önce yapılacak çok şey var demektir. Ayrıca "olabilecek en kötü şeyi" bulduğunuzda, bunun dünyanın sonu olmadığını da göreceksiniz.

Büyük ve karmaşık bir sorununuz varsa, onu ele alınması kolay parçalara bölün ve daha sakin bir kafayla yaklaşın.

Kişisel zamanınızı iyi yönetip yönetmediğinizi gözden geçirin.

Kaygı veren durumu yok saymayıp onunla yüzleşmek, kişiliğin olumlu yanlarını geliştirir. Bu duygular çözülmesi gerken bir sorun olduğunu ve psikolojik dengemizi kazanmak için birşeyler yapmamız gerektiğini söyler.

Kaygı ile yüzleşecek yapıcı yollar düşünün ve risk alın.

Çatışma, yüzleşmeden dolayı olmaz, yüzleşemediğiniz şeyler sizde çatışma yaratır.

Kaygı ile yüzleşmek için en başta kaygı yaratan durumların listesini yapın. Sizin için en az riskli olan bir durumla işe başlamanız size güç verecektir.

Evet, sırtınıza yük ettiğiniz her ne varsa yükleri azaltmaya çalışmak için elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıp çalışmadığınızı da bir düşünün.

İçsel engellerinizi anlayamıyor ve zorlanıyorsanız da profesyonel destek almaktan kaçınmayın.

Bahardan söz açıp, niye buralara geldim?

Baharın enerjinizi yükselten, zihninizi açan etkisi yanında elbette gevşeten de bir yanı vardır. Hazır halböyleyken, baharın size uzattığı eli tutun.

Eğer eşiniz, sevdiğiniz yani ilişkiniz ile ilgili zorluğunuz varsa, onun da gönlünde baharlar açtıracak birşeyler bulun...

Önünüzde yaşayacağınız nice baharlarınız olsun elbette ama bu bahar, bize yaşanacak anların ne kadar kıymetli ve özel olduğunu da hatırlatsın istedim. Hayat başlangıcından sonuna bir derin nefes almak kadar kısa, içini ne ile doldurursanız o.

Şarkıdaki gibi;

"Baharın gülleri açtı

Yine mahzundur bu gönlüm

Etrafa neşeler saçtı

Beyhude geçti bu ömrüm"

dememek için, inadına yaşamak olsun harcımız ve iyi ne yaşıyorsanız bu aralar, adı bahar olsun...

Yazının devamı...

Aşk ve kadın

Paris' te Louvre müzesine gittiyseniz, yan tarafta resmini koyduğum heykel mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Aslında bu sayfaya iki tane resim koymak istedim ama teknik olarak olmuyor herhalde ki beceremedim ama milliyet blog sayfamda dileyen görebilir, orada galeriler kısmına burada bahsedeceğim diğer resmi koydum.

Resimdeki heykellerin ikisi de Eros ile ilgili. Eros bildiğiniz üzere aşk tanrısı. Kanatları olan Eros yanından ayırmadığı yay ve oklarıyla tanrıları ve insanları yaralarmış. Aşık olmasını istediklerini altın uçlu, nefret duymasını istediklerini ise kurşun uçlu bir okla vururmuş.

Yanda gördüğünüz resimdeki heykelde psykhe depresyondayken, Eros ona okunu atıp, öperek depresyondan kurtarıyor, şöyle ki:

Prenses Psykhe öyle güzelmiş ki, herkes onu aşk tanrıçası Venüs sanıyormuş. Buna çok öfkelenen Venüs, oğlu aşk tanrısı Eros'a haber yollamış. Venüs oğlundan Psykhe'yi çirkin, huysuz bir adama aşık etmesini istemiş. Oysa Eros görür görmez Psykhe'ye gönül vermiş. Onu alıp güzel bir saraya götürmüş. Yalnızca geceleri geliyor ve kendisini görmesine kesinlikle izin vermiyormuş. Psykhe'nin kıskanç kız kardeşleri, uyurken bir fenerle Eros'a bakması için Psykhe'yi kandırmışlar. Ne var ki, Psykhe bunu yaparken Eros uyanmış ve uçup gitmiş. Kalbi kırılan Psykhe onu aramaya çıkmış. Sonunda Venüs'e başvurarak Eros'un nerede olduğunu sormuş. Venüs, Eros'u yeniden görebilmesi için Psykhe'ye altından kalkılamayacak zor işler vermiş..Bunlardan sonuncusu ölüler dünyasından büyülü merhem kutusunu getirmekmiş. Psykhe kutuyu getireyim derken neredeyse ölüyormuş, ama Eros onun imdadına yetişmiş. Eros daha sonra Psykhe'yi tanrıça yapması için Zeus'u razı etmiş. Eros ile Psykhe sonsuza kadar mutluluğu paylaş­mışlar.

Bu mitolojik hikayenin başka bir kurgusunda ise, Psykhe Eros' un yüzünü gördükten sonra Eros ortadan kaybolmuş ve Psykhe bir daha onu görememiş. Efsaneye göre hala aramaya devam ediyormuş.

Aşk, hep bulduğumuzu sandığımız andan itibaren kaybetme korkusuyla yaşadığımız birşeydir ya, ya da kaybedildiği için adı "aşk" olur.

Aşıklar sonsuza kadar mutlu yaşarlar mı? Aşk aslında hep bir huzursuzluğu ve eksiği barındırır mı siz verin cevabını.

Louvre' da aynı salonda gördüğüm bir diğer heykel ise, bir kadın sırtında Eros'un küçük eli idi. Resmi gösterdiğim arkadaşlarımdan kimisi "Eros aşkı kadına yüklemiş, kadına el vermiş derken", bazıları da Eros' un elinin sanki kadının sırtında "yara", "çıban" gibi durduğunu söylediler.

Kimbilir belki her iki söylem de kadını ve aşkı anlatıyor. Aşk, kadının her daim gündeminde, içinde, tasarımında olan bir olgu. Aşkı kadına mitoloji de, edebiyat da, resim de, müzik de, sinema da her fırsatta yakıştırır. Kadınlar aşkla güzelleşirler. Kendilerini aşkın nesnesi olarak gördükleri sürece yaşama coşkusunu fazlasıyla hissederler. Zaten kadın-erkek ilişkisinde kadının en büyük arzusunun, erkeğin "arzu nesnesi" olmak olduğunu psikanaliz literatürü de söyler.

Kadının sırtındaki Eros' un elinin "yara" gibi algılanmasına gelince; Eros' un oklarıyla yaralamadığı aşık var mıdır? Aşık olup da yaralanmayan aşık var mıdır? Aşktan kanadığını bile bile, aşkla kalmak ise insana dair içkin bir durumdur.

Kadının aşktan yara aldığı zaman , bu yarasını erkekten daha çabuk sardığı ve aşk acısıyla daha kolay başettiği de bir gerçek. Erkek aşıkken ayrıldığında, yas tutmayı sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmekte daha çok zorlanıyor.

Herşeye rağmen çok şükür ki "aşk" ta ısrar eden canlılar olarak bize aşktan artakalan ise, şair Birhan Keskin' in nefis şiiri ve bugün vefat eden değerli sanatçımız Müslüm Gürses' in yorumuyla "Artakalan" şarkısındaki gibi: "İki kışın arasında şu kopkoyu haziran", dinlemenizi şiddetle öneririm.

Yazının devamı...

Evlilikte ben nasılım?

Kıskanç mıyım, inatçı mı? Öfkeli miyim, sakin mi? İçedönük müyüm, dışadönük mü?Ketum muyum, konuşkan mı? Girişken miyim, çekingen mi? Şakacı mıyım, değil mi? Alıngan mıyım, rahat mı? Takıntılı mıyım, değil mi?

Sahi siz nasıl birisiniz? Ya da sizi nasıl bilirler? Kendinize hiç bu soruları sordunuz mu?

Evlilikte; kültürü, eğitimi, yaşanmış öyküleri, kodlamaları, kalıplaşmış davranış örnekleriyle iki ayrı aile sistemi içinde oluşmuş iki farklı birey biraraya gelir. Biraraya geldiklerinde ise, geçmişlerinden getirdikleri çeşitli etkilenmeleri, yeni oluşturacakları sistemin içine taşırlar.

Bu sebeplerden dolayı evliliğin mutlu bir beraberlik olarak devam edebilmesi, gerçek bir çabayı gerektirir. Bunlar; anlayış, kimi zaman sabır, dinlemek, hak vermek, saygı duymak, değer vermek, ilgi göstermek, ailesi ve arkadaşlarını kabullenmek ve diğerinin kendisini birey hissedeceği bir yaşam alanına izin vermek gibi ilişki sanatı denen bir varoluş biçimini gerektirir.

Herşeyden önce kişi, ilişkide öncelikle kendisinin iyi durumda olması gerektiğinin bilincinde olmalıdır. Kendisi ile muhabbeti iyi olanın, başkaları ile de muhabbeti iyi olacağından kuşku duymaksızın, kendimize aynada bakmaktan kaçınmamalıyız.

Kişinin kendi içsel çatışmalarının çok iyi farkında olmak, olaylara verdiği tepkilerini tanımak, duygularının farkında olmak ve ifade edebilmek, başkaları üzerinde nasıl bir etki bıraktığını anlamak, empati yeteneğini geliştirmek gibi konular öncelikle herkesin kendi sorumluluğundadır. Ancak böyle olduğunda öteki ile ilişkinin sağlıklı yolları açılır ve ilişki zenginleşerek devam eder.

Kişilerin kendi bireysel gelişimine önem vermesi, evlilikteki en temel konudur, unutmayın.

Psikolojide "içgörü" diye bir kavram vardır. İçgörü: Kendi duygularını, kendi kendini anlayabilme yani kendi içinize bakabilme yeteneğidir. Kişilerin içgörüsünün olması, ikili ilişkiler için önemli bir özelliktir. İçgörüsü olmayan birisi için değişim ve gelişim de pek mümkün değildir.

Beraber olduğunuz, sevdiğiniz insanların size tuttuğu ayna ve geribildirimleri baştan reddetmeden, savunmaya geçmeden dinlemek, anlamaya çalışmak hem kendinizle ilgili farkındalığınızı hem de ilişkilerinizin kalitesini arttırır.

Zor da olsa özeleştiri yapabilmek önemlidir. Eleştirilere açık olmak, ilişkilerinizin de su gibi akmasını sağlamanın yanısıra, bu suyun verimli topraklara doğru gitmesine de yatak oluşturur.

Evlilikte, kendi karakter özelliklerimizin diğeriyle biraraya geldiğinde çatışma ve zorluk yaratması, her evlilikte olan olağan bir durumdur. Önemli olan bu durumun, evliliği yıpratıcı kısırdöngülere sürüklemesine olabildiğince meydan vermemek bilinciyle, sorunların üstesinden gelmeye çalışmaktır. Bunun için en basit haliyle "Eşim bana ne diyor?" sorusunu kendinize sorabilmek, evliliğinizdeki birçok problemin önünü açabilir.

Evliliği ayakta tutan ve doyum alarak sürmesini sağlayan pekçok faktörün yanında, kendi kişiliğimizden kaynaklanan etkenler oldukça önem taşımaktadır. Evliliğiniz Hollywood' un ünlü filmi "Güllerin savaşına" dönmeden, bu anlayışla hareket etmenizin önemini bir kez daha vurgulamak isterim.

Yazının devamı...

Erkeklerde empati konusu

Erkek çocuklar gözyaşlarından, çaresizliklerinden ve ruhsal acılarından utandırılarak büyütülür.

Kadınsı ve anaç olanın küçümsenmesi ve değersizleştirilmesi, erkekler için empati yetisinin gelişmesine ve acıyı hissetmelerine engel teşkil ediyor.

Empatiyi, başkasının duygusunun tadına bakabilmek, onun yaşadığı zorluğu ve sıkıntıyı anlayabilmek için onun yerine kendini koyabilmek olarak tanımlarsak, kişilerarası ilişkilerde ne denli onemli olduğunu da anlayabiliriz.

Yapılan araştırmalarda, çocuk hamileliğin son üç ayı içerisinde annenin sesini duymaya, yeni doğmuş bebek ise yaşamının ilk üç günü içindeyken annesinin sesini diğer insanların sesinden ayırt etmeye başlıyor.

Eğer anne çocuğun dünyasıyla ilişki halinde ve ihtiyaçlarına zamanında cevap verebilen, çocuğun duygulanımlarını anlayan, huzursuzlandığında onu yatıştırabilen bir anneyse çocukda da empati yetisi gelişmiş oluyor.

Aksi takdirde anne çocuğa yeterince karşılık vermiyorsa, çocuğun bilinci daralmakta ve buna bağlı olarak dilsel yetileri de sınırlı olmaktadır.

Ergenlik döneminin başlarında erkek çocuk, erkeksi olmak ve görünmek adına dişi olanı küçümseyerek mesela "Kızsal hareketler bunlar" şeklinde aşağılamalarla duygu ağırlıklı algılayışları bilinçdışına itiyor.

Sonra ne mi oluyor?

Erkek bilincin acı ve kaygıyı reddetmesiyle beyinsel etkinlikler sol yarımküreye aktarılıyor ve algılama yetimiz de sonradan buraya yönlendiriliyor. Böylece algılayış giderek daha fazla sol beyin yarımküresiyle, yani duyumsal olanın aktarılmadığı bir yerle sınırlanıyor. Gerçi bir zamanlar kapsayıcı olan bilincimiz yine varlığını sürdürüyor, ama bilinçdışının "yeraltı" nda.

Empati ve keder gibi içe yönelik algılayışların erkek çocuk için önemi ve değeri azaldıkça ve çocuğa korku ve dehşeti bastırması için ne kadar baskı uygulanırsa bilinç daralması o kadar fazla, sağ beyin yarımküresinin algılama olanaklarının bu çocuğun beyninde aldığı yer ise o kadar az olur.

Sol beyin yarımküresinde, toplumumuzda çok değer verilen o bilgiye dayalı yetenekler gelişiyor. Bu şekilde empatik-duyumsal algılama yetisinden ise gittikçe uzaklaşılıyor.

Çocuğunun sol beyin yarımküresinin işlevleri ödüllendiriliyor, ama sağ yarımkürenin işlevi hor görülüyorsa bunun sonucunda bilinçdışı üretiliyor çünkü bastırılanlar temel deneyimlerimizdir.

Yani çaresizliğiyle yalnız bırakıldığında, duyguları tanınmadığında, "var olmadığı" tehdidini hissettiğinde bir çocuğun içinde yükselen dehşet ve korkudur. Bunun aksine eğer bir çocuğa deneyimlerinde annesi tarafından eşlik ediliyorsa ve varlığı tanınıyorsa, o zaman çaresizliği bir tehdit unsuru halınde büyümez.

Empati "kadın işi" olarak görülse de, sağlıklı ilişkiler geliştirmek için gerekli en önemli araçtır. Empati yoksunluğu olan kişilerle beraberlik, yalnızlığın kıyılarında hiç bitmeyen bir yolda yürümek gibidir.

Empatinin yoksunluğu durumunda, öfke ve saldırganlığın veya tam tersi kayıtsızlığın bunun yerine geçeceğini unutmayın.

Daha da ürkütücü olan, bu erkeklik mitinin kadının da yücelttiği bir durum olması. Erkeklerde "kadınsal" olanı aşağılama konusu birçok kadının da gösterdiği bir davranış biçimi. Kadının indirgenmiş bilincinde bunu taşıdığı ve böyle ilişki kurduğu da bir gerçek. Demek ki, önce kadınlar bu erkek mitini sahiplenmekten vazgeçecek.

Yararlanılan kaynak:

Gruen, A. (1997): Empatinin Yitimi, kayıtsızlık politikası üzerine. Çev. İlknur İgan, Çitlembik yayınları, İstanbul, 2008.

rusennur@yahoo.com

www.esduyum.com

Yazının devamı...

"Kimi sevsem sensin"

Ayrılmak değil de en çok, unutulmak mıdır aşığın acısı, kanayan yarası.

"Beni unutma, unutma, beni unutma

Bilirsin unutulmak dokunur ya her insana"

Şarkıların en etkili temalarından birisidir; 'unutulma-mak'.

Ayrılık sonrası gelen danışanlarımın hemen hemen hepsinde aynı kaygıyı gözlemlemekteyim:

"Ne yani ben hiç aklına gelmiyor muyum?"

"Sizce beni aramayacak mı?"

"Beni asla unutamayacak."

"Yaşadıklarımızı nasıl unutabilir? Öyle kolay silemez beni."

"Benim gibi birisini asla bulamayacak."

"En büyük korkum beni unutması."

Birlikteyken 'O' nun gözünden ve 'O' nun sözünden kendimizi gördüğümüz, kendimizi sevdiğimiz birisinin bir daha bizi görmeyecek, bir daha bizi sevmeyecek olması duygusunun nasıl bir boşluk, yalnızlık ve kimi zaman hiçlik duygusu yarattığını birçoğunuz bilirsiniz.

'Özne' olduğumu, 'O' nun gözünden iyi kim gösterir bana, bir de çocukken anne ile baba.

'O' nunla kalamadıysam, kalıcı olamadıysam bari unutmasın beni, hep hatırında olayım, yerimi de kimse doldurmasın.

Zaten, "Gelen gideni aratır", benim yerime kimseyi koyamasın.

"Kimi sevsem sensin", "Ben bütün kadınlarda seni sevdim" desin...

Cemal Süreyya; ""Yeter aklından çıkar artık onu" diyor kimileri. Siz de aklınızla değil de yüreğinizle sevseydiniz, anlardınız beni." demiş ya, yüreğinden sevdiyse, kolaylıkla unutamayacaktır sizi.

Siz birisinin hayatına girip çıktıysanız, 'O' kişi bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır, sizden etkilenmeden o ilişkiden çıkması mümkün değildir.

Yaşamının bir kesitini, sizde bir parçasını bulduğu için sizinle geçirmiştir.

Siz onu onardığınız, siz onu iyileştirdiğiniz, siz onu tamamladığınız için orada kalmıştır, iniş çıkışlar yaşasanız da!

"Parmak izlerimiz, dokunduğumuz hayatlardan silinmez" diyor; 'Remember Me' filminde. Siz kendinizi iz bırakamayacak biri olarak mı görüyorsunuz ki, onun hayatında bir anda hiç olmamış gibi olasınız. Siz onun duygularını, düşüncelerini hiç mi etkilemediniz?

Ya size hiçbirşey hissetmedi mi? Hissettirdiğiniz şeyi unutması mümkün mü?

İlişki bitebilir; bu sizi bir insan olarak, bir kadın olarak, bir erkek olarak unuttuğu, unutacağı anlamına gelmez. Artık hayatındaki işleviniz, rolünüz değişmiştir.

Bu rol hoşunuza gitmeyebilir ama kimbilir, şair İsmet Özel' in dediği gibidir; "Kaybedenin kazandığıdır aşk".

rusennur@yahoo.com

www.esduyum.com

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.