SAĞLIK
YEMEK
ASTROLOJİ
GÜZELLİK

POLVO’dan alışılmışa başkaldırı

Geçtiğimiz hafta yeni nesil çağdaş sanatçı POLVO’nun Why So?başlıklı ilk kişisel heykel sergisinin açılışındaydım.

Sanatçının toplumsal olarak kanıksanmış cinsiyet rollerine gönderme yaptığı eserlerini kendisiyle beraber izlemek ve yorumlamak benim için kıymetliydi.

Kocaman bir elma. Swarovski taşlarla kaplı kırmızı dudaklar ve dişlerin arasından özçekim kamerasına fırlayan dil. İlk bakışta sizi kendine çeken renkli, eğlenceli eserler. Bir adım ötede rengarenk muzlar. Muz eril hikayeleri elma dişil tarafı temsil ederken sanatın gücü sizi sarıyor. Tam bu esnada günümüz gözetim kapitalizminin getirdiği enstrümanlarının etkisini soruyorum. Doğru tahmin. POLVO aynı estetik çizgide buluşan ve akımlara kapılan yüzlerin yansımasını kendisinden dinliyorum.

Sosyal bariyerlere dokunarak ve sanatı bir araç olarak kullanarak sanatseverleri sorgulamaya teşvik eden POLVOnun eserlerinde kullandığı metaforik formlar ilk bakışta renkli ve eğlenceli birer çağdaş sanat eseri olarak görünse de meraklı zihinler için atlı karıca etkisi yaratıyor. Sosyal medyada beğenilme kaygısıyla artan estetik ameliyatlar, tek tip kaşlar, dişler, kıyafetler ya da sizin o an aklınıza ne gelirse. Dijitalleşmeyle birlikte insanlığın, bireyselliğini kaybederek aynılaşmasından ve dayatılan toplumsal kabullerden duyduğu endişeyi eserlerine yansıtan sanatçı  Why So?” Sergisiyle benzemezliği kucaklayan bakış açılarına hizmet ederek bireyin özgürleşmesini hedefliyor.

POLVO sanatı, topluma mesaj ulaştırmak için bir yol olarak gören “iletişimin sofistike bir formu” olarak tanımlıyor. Muz formlarını çağdaş boyutta yorumlarken yer yer geleneksel dokuyla birleştiren sanatçı, toplum tarafından tek tipleştirilmiş erkekliğe karşı çıkıyor. Bu yolla çeşitliliğe ve bireyselliğe göndermede bulunan POLVO, izleyicinin bilinçaltında her bireyin özgünlüğünün ve özgürlüğünün de hatırlatmasını yapıyor.

Sanatçı elma tasarımında ise toplumun sahip olduğu kadın algısının ve kadını metalaştıran sosyal yapıların dayattığı “normatif güzellik” kurallarına karşı çıkıyor, kadınların “fabrika üretimi” görünümlerinin “piyasaya sürülüşünü” protesto ediyor.

POLVO’nun başlıca endişeleri olan insanlığın benliğini kaybetmesi, geleneklerin kolektif kabulü ve dışarıdan maruz kaldığı tacize kapılması etrafında şekillenen bu içten protestosu doğrudan insana yönlendirilmiş olsa da insanın içinde yaşadığı toplum ve estetik endüstrisi de buradan payını alıyor. Aykırılığın kucaklandığı toplumlar yaratılarak insanın özgürleşmesine katkı sağlamayı hedefleyen POLVO, sembolik heykelleriyle bizleri uykumuzdan uyandırmaya devam ediyor.

Eserleri daha önce İstanbul’un yanı sıra Art Miami kapsamında Context Art Miami’de ve Londra’da çeşitli galerilerde sergilenen çağdaş sanatçı POLVO’nun ilk kişisel heykel sergisi “Why So?”, alışılmışa başkaldırı niteliğindeki renkli ve eğlenceli heykellerinden oluşuyor.

POLVO’nun “Why So?” başlıklı ilk kişisel sergisi 1 Nisan 2023 tarihlerine dek 12.00-19.00 saatleri arasında randevuyla ziyaret edilebilir.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Boramess: 'Kalbimi Hatay’da bıraktım'

Hayat biz planlar yaparken başımıza gelenlerle dolu değil mi? En azından benim hayatımda öyle. Emre Erdogan / Boramess ile Mayıs 2022’den bu yana iletişim halindeyiz. Geçen yıl yayımladığı "Derdin Ne” teklisini konuşacaktık. Ama bir türlü olmadı, ayarlayamadık. Bu süreçte iletişimimiz hiç kopmadı. İlk sahne alışı, yeni teklisi vb. derken nihayet ocak ayında bir araya geldik. Yeni çıkacak teklisinin ham halini o gün dinleme şansı buluyorum. Ruhumu saran enerjisi yüksek bir şarkı. Sonra….

06 Şubat 2023, saat: 04.17… Kahramanmaraş merkezli iki büyük depremle sarsılıyoruz. Büyük bir facia yaşanırken, insanlar ailelerini, evlerini, yaşamlarını, hayallerini, geleceğini kaybederken hepimiz tarifi olmayan acıyı iliklerimize kadar hissediyoruz.

11 ilimizi vuran depremlerin üzerinden geçen süreçte bizi ayakta tutan sadece umut. Ve dayanışma duygumuz. Bu duygularla sevgili Emre’ye 2 yaşında yaşamaya başladığı Hatay’ı ve depremi konulurken buluyorum kendimi. Gerisi okuyacağınız satırlarda…

“Kalbimi Hatay’da bıraktım…" Boramess

 

Sevgili Emre Erdogan (Boramess) zor bir süreçten geçiyoruz. Senin de Hatayda büyüdüğünü biliyorum. Nasılsın?

İyiyim, teşekkür ederim, daha iyi olmaya çalışıyoruz hep beraber. İskoçya’da doğdum, Hatay’a taşındığımızda 2 yaşımdaydım. Hatay, Antakya benim çocukluğum ve gençliğimin büyük bir kısmında vardı. Oradan taşınmış olsak da sürekli uğradığım, yakınlarımı ziyaret ettiğim, zaman geçirip kendimi bulduğum bir yerdi

Depremden sonra Hataydaydın. Neler gördün, neler hissettin? Ailen nasıl?

Hatay’dan 2015 yılında taşındık, ailem iyi fakat deprem anında Hatay’da olan arkadaşlarım, aile dostlarımız vardı. (Ben de normalde o tarihlerde Antakya’da olacaktım, kalmayı planladığım otel yıkılmış olacaktı.) Deprem akabinde beş arkadaş karar verip yola çıktık. Yol durumundan dolayı depremin ancak ikinci günü Antakya’ya varabildik ve yoldayken halen haber alamadığımız yakınlarımız vardı. Şehre inmeden önce ulaşabildiğimiz yakınlarımızın bahsettiği durumdan dolayı her şeye hazır olup metanetimizi korumamız gerektiğini birbirimize söyledik. İlk gördüğüm manzaralardan biri büyüdüğüm evin yıkıldığını görmüş olmamdı. Tabi içimiz burkuldu, çok üzüldük ama bunu belli etmemeye çalışıp en azından elimizden geleni yapmaya gayret gösterdik.

Çok üretken bir müzisyensin. Tümü dijital platformlarda yayınlanmış elli üzeri tekli ve bir adet albümün bulunuyor. Aklıma deprem sonrası bir çalışman olacak mı sorusu geliyor. Konser, tekli var mı planların?

Deprem sürecinde müzikten uzak kaldığımı hissedemeyecek derecede bir mutsuzluk hakimdi, bu halen devam etse de yavaş yavaş müziğe dönmeye çalışıyorum. 31 Mart’ta “Bendeki Sen Bitti” adında yeni bir teklim geliyor. İlk konserimi Aralık 2022’de Blind İstanbul’da verdim fakat devamı için güncel bir takvimim yok. Zamanla hem konser hem tekli düzenini oturtmayı planlıyorum.

Milyonların dinlediği hip-hop şarkılara imza atıyorsun. 2021de yayımlanan ve herkes tarafından tanınmanı sağlayan Bizden olsun isterdim” şarkın 12.481.617 kez dinlenmiş. Yan masadaki kızların deyimiyle dinleme sayını artıranlardan biri de benim” Müzik nereden aklına düştü?

Müziğe başlamam aslında tamamen şarkımı hediye ettiğim kişinin beni dinleme temennisine bağlı olarak gerçekleşti. İlk parçamı amatör olarak kaydettiğimde dahi “Benim bunu devam ettirmem lazım” düşüncesi oluştu ve hikayemi dinleyicilere aktarmaya başladım. 'Bizden olsun isterdim' adlı şarkım da doğal süreçlerle ortaya çıktı ve dinlenmesine dair beklentim yoktu. Dinleyenler sevdi, paylaştı ve devamında sosyal medyada ve duvar yazılarında isminin de motto olarak kullanıldığını görmeye başladım. Yani artık şarkıyı bilmeden şarkı ismimi bilen insanlar da mevcut.

Şarkılarında yaşanmışlıkları ve henüz kalıplaşmamış içsel duyguları sonuna kadar hissediyoruz. Yaşadıklarından yola çıkarak, diyalogları şarkılarında sıklık yer veriyorsun. Bu şarkılar tam olarak seni mi yansıtıyor? Yoksa biraz kurgu var mı?

Müziğe başladığım süreçten bahsettiğim gibi devamında da bu doğallığı bozmak istemedim. Bazen soruyorlar, hakikaten bu kadar çok mu üzülüyorsun diye. Ben de şunu söylüyorum: yaşadıklarım, hepimizin yaşadıkları. Ben sadece üzüldüğüm zamanları kağıda dökmeyi tercih ediyorum. Kimi şiir yazar, kimi film izler, kimi arkadaşıyla paylaşır, kimi de içine atar. Benim tercihim o anki üzüntümü veya mutluluğumu şarkıyla birleştirmek oluyor. Bu sebeple parçalarımı daha gerçekçi kılmak adına yer yer diyaloglara da yer veriyorum.

İTÜ Makine Mühendisliği mezunu olmana rağmen bağımsız bir müzisyen olarak sektördesin. Yeni nesil şarkılarını, seni çok severken diğer kişilere yani müziğini kitlelere ulaştırırken en çok nerede zorlanıyorsun?

Bağımsız müzisyenler olarak bizim en büyük problemimiz kitlelere ulaşmak oluyor. Yıllar boyunca hatta yer yer halen dinleyicilere tek tek ulaşmaya çalışıyorum. Uzun bir süre kendi tanıtımım için çalışmak müziğimin dahi önüne geçmişti, sonrasında dengeyi kurmaya çalıştım. Sosyal medya, gündelik yaşam, tanıştığımız insanlar… Müzik sektörü güncel anlamda rekabet açısından maalesef kızışmış durumda. Bu sebeple kitleye ulaşmak artık çok daha maliyetli ve zor. Ben yine de benim gibi bağımsız olarak parça yayımlayan arkadaşlara bire bir ulaşacakları bir dinleyicinin aslında birden çok daha fazla dinleyici anlamına geldiğini söylemek istiyorum. Çabamızdan vazgeçmememiz gerekir. Bu önemli ve güzel soru için teşekkür ederim.

Müzik mi mühendislik mi? Meslek seçimin nasıl ilerleyecek?

Hayatta her zaman içimden geleni yapmaya çalıştım. Özellikle yirmili yaşların başında bir farkındalık gelir ya, o süreçte kendimle baş başa kalıp konuştum. Başarılı olup terk ettiğim farklı girişimlerim oldu, mutlu hissedemedim. Yıllarca akademik anlamda okudum, çalıştım. Hayatımın en büyük iyi kisi Hatay Fen Lisesi’nden mezun olmam. İstanbul’a geldim ve liseden sonra üniversite hayatım pek istediğim gibi gitmedi. Üniversiteyi henüz bitirmeden kendime şunu sordum: Gerçekten yapmak istediğin iş mühendislik mi? Üzülerek, zorlanarak hayır dedim. Müziğim vardı, seviyordum. Hayat da kurmamız lazım sonuçta, gerçekçi olmak gerek konu buraya geliyor. Müzikten bir gelirim yoktu giderlerim de çoğalıyordu ama bunu da bir seviyeye getirebileceğime inanıyordum. Çalıştım, halen o yolda ilerliyorum. Hepimiz bir bayrak taşıyoruz. Üniversitemle, mühendis meslektaşlarımla gurur duyuyorum. Geldiğim bu yolda akademik hayat bana sabretmeyi ve çalışmayı, İstanbul’sa yaşamayı öğretti. Neticede benim bayrağım müzik oldu, büyüdüğüm ekmeğini paylaştığım yerleri en iyi şekilde temsil etmek istiyorum.

Hatay, deprem ve müzik adına sen neler eklemek istersin?

Hatay’a tekrar döneceğiz, sürecin içerisinde olarak her adımı takip ediyoruz. Yaralarımızı hep beraber sarmamız lazım. Biz Antakya sokaklarında paylaşmayı, mutluluğu, yeniden doğmayı öğrendik. Bu sebeple şehrime inancım sonsuz. Müzik adına söyleyebileceğim son şey, duygularınızı kaybetmeden sevdiğiniz işi yapmak… Gerçekten huzurlu hissediyorum, bu yolda çok güzel insanlar tanıdım, tatlı tatlı dinleyicilerim var. Mutsuz olduğumda her gün onlarca geri dönüş geldiğini görüyorum, tutunuyorum. Kararım net, müzik ve ben var olmak istiyoruz.

İkimiz de biliyoruz ki deprem sonrası önümüzde çok uzun ve zor bir süreç var.  Boramess’de ben de sanatın iyileştirici ve birleştirici gücüne inanıyoruz. Eminiz ki “Anka Kuşu” gibi küllerimizden yeniden doğacağız.

 

Yazının devamı...

Bertuğ Cemil’in en yenisi “Aşk Uzak”

Ekimden bu yana Instagram hikayelerimde yağmurlu İstanbul sabahlarına eşlik eden Bertuğ Cemil’in 2006 yılında çıkardığı ilk albümünden “Yağmur” şarkısı. O kadar çok kişinin hatıralarında yer alıyor ki… Neden ekim? Hemen anlatmak istiyorum.

Bertuğ Cemil, her üç ila dört ayda bir şarkı yayınlayarak en geç iki yıl içerisinde bir plakla sonuçlanacak bir yolculuğa çıkarken; ekim ayında “Gülümse” şarkısı için konuşmayı çok arzu etmiştim. Kendisi Londra’da yaşadığı için fiziksel bir buluşma olmayacaktı haliyle. Sonra araya zaman girdi. Daha doğrusu benim hayatımda ön göremediğim birçok değişiklik yaşandı. Geç olsun, güç olmasın diyerek 2023’ün ilk röportajını Bertuğ Cemil’in bugün çıkan “Aşk Uzak” yeni tekli çalışması öncesi gerçekleştirmek istedim.

Ocak ayının ilk haftası çevrimiçi buluştuk. Daha ilk andan itibaren çok keyifli ve özel bir ana tanıklık ettiğimiz ortadaydı. Zoom aracılığıyla çektiğim fotoğraflardan da göreceğiniz gibi tüm görüşme boyunca “Gülümse”dik.

Geçmişten günümüze sohbetimizde sevgili Bertuğ Cemil; “Şarkılarımın dünyayı değiştirmeye yardımcı olacağından eminim.” derken dünyanın ne kadar değiştiğini ve artık hayatın da eski hayat olmadığının ikimizde farkındayız.

Sevgili Bertuğ Cemil. Sonunda Zoom'da da olsa bir araya gelebildik. (Gülüşmeler) Sizinle, müziğinizle giriş yapalım mı

Merhaba Bertuğ ben :)

İlk albümüm henüz yayınlanmış, ilk klibim televizyonda 7 Ekim 2006 akşamı dönmeye başlamıştı. Aynı zamanda doğum günüm olduğu için evde kopan tantanayı tahmin edersiniz. Birkaç gün sonra ilk televizyon çekimi için Cine5 stüdyolarındaydım. 

Programın sunucusu Oktay Kaynarca şahane bir soru sordu: 

“Şarkılarının dünyayı değiştireceğine inanıyor musun?”.

Bir saniye düşündükten sonra şöyle cevap verdim: 

“Şarkılarımın dünyayı değiştirmeye yardımcı olacağından eminim.” 

Konuklar kuvvetlice alkışladılar bu cevabı ve o günden beri müzik yaparken mottom bu oldu. Hayata farklı bakan, bağımsız ve bağlantısız bir şarkı yazarı olarak dünyanın gidişatına pozitif katkılar yapmaya çalıştım ve nefes aldıkça buna devam edeceğim. Tabii Türkiye'de ‘işçisin sen işçi kal, şarkıcısın sen şarkını söyle, gitarcı isen gitarını çal gibi bir mentalite de var. O mantığa asla katılmadım zira sanatçı demek toplumun, çevrenin, doğanın ve dünyanın dertlerine kafa yoran ve bu konularda etrafına faydası olan yaratıcı ve üretken kişi demektir.

Şarkılarınız insanı sarıp sarmalıyor. Yaratım sürecinde nelerden etkileniyorsunuz? 

Dünyayla, gidişatla, hayatla derdi olmadan sanatla uğraşmanın zor ve anlamsız olduğunu düşünürüm. Hayata kafa yormaya başladığım ilk gençliğimden beri de dertleniyorum. Zira ne dünya ne de memleket istediğim yönde gitmiyor. Fakat buna hayıflanıp demoralize olmaktansa ısrarla ve inatla hayatı özümseyip umut etmeyi, düşünmeyi ve üretmeyi tercih ediyorum. Yavuz Çetin’in çok haklı serzenişindeki gibi yaratılan  sistemler, kullanılan yöntemler moralimi bozmuyor değil. Özellikle son on yılda zira, yeni popülizm dalgaları dünyada çok hakim. Belki de bunlar da yaşanmalıydı bilemiyorum ama insanlığın tarihsel hataları tekrarlamasına hayret ediyorum.

Uzun zaman sonra size yeniden kavuştuk. Ya da şöyle diyelim aslında siz hep vardınız ama farklı bir yolculuğa çıktınız. Neler yaşadınız bu süreçte?

Son iki yıldır ilk firmam olan TMC Müzik ile çalışmaktan mutluyum. Yollarımız ayrıldığında üzülmüştüm çünkü mecra mühimdir benim için. Yol yürümeyi severim. Dönem dönem ilginç soru ve yorumlarla karşılaşıyorum “Ne güzel şarkılar yaptı adam ama kayboldu. Zaten bu ülkeye fazlaydı, anlaşılamadı, nerelerde kim bilir ?” vs. gibi… 

Yani aslında olan şu: Önce mecramı yitirdim, sonra mecramı bulamadım bir süre. Bu arada zaman geçti, sistemler ve yöntemler değişti. Benim gibi şarkılarından ve performansından önemli sunacak pek bir şeyi olmayan bir sanatçı için imkanlar azaldı. Gerçi arttı da bir yandan, dijital dünyanın devleşmesi ile.

Bu yorumları yapanlara ve bu soruları yöneltenlere şunu söylemek isterim: Ben kaybolmadım, sadece buluşmamız zorlaştı bir süredir. Hep beraber biraz daha emek isteyecek buluşmalarımız artık. Hepimiz sanal alemdeyiz, daha çok izleyiniz, daha çok dinleyiniz, beni takip ve talep ediniz. Zira bu aralar çıktığım yolculuk, her üç ila dört ayda bir şarkı yayınlayarak en geç iki yıl içerisinde bir plakla sonuçlanacak. Bu yolu şarkılarımı seven herkesle beraber yürüsek çok güzel olmaz mı?

Kesinlikle çok güzel olur. Ekim ayında çıkan Gülümse” şarkınız sonrası iletişime geçtim ve bakın şimdi Aşk Uzak” çıkıyor.  (Gülüşmeler)

“Aşk Uzak” bu serinin beşinci şarkısı oldu. Düzenlemesi ile soundu ile bugüne kadar yayınladığım, tarzımın dışına doğru göz kırpan enteresan işlerden biri oldu benim için. Dinleyicimin tepkilerini merakla bekleyeceğim.

Aşk Uzak, her şarkınız gibi sizin gibi çok içten. Çok kıpır kıpır, çok eğlenceli bir şarkı olmuş. Şarkı nasıl ortaya çıktı

“Aşk Uzak" bir elektro-pop hatta elektro-funk şarkısı. Aslında ilk hali Santana vari bir Latin-Rock şarkısıydı. Ta ki sevgili dostum Orkun Bagatur onu duyana dek. Orkun'un kendisi de müzisyen, şarkı yazarı ve büyük bir müzik aşığı. Dolayısıyla onun gustosunu ve görüşlerini önemserim. Geçtiğimiz yıl bizim evde hoparlörlerden “Aşk Uzak” çalmaya başlayınca Orkun adeta havaya sıçradı ve “Bu şarkıyı kesinlikle yapmalısın!” diye haykırdı. Elbette baş üstüneydi ve şarkıyı modern bir bakışla yeniden ele aldık. O doğrultuda tüm enstrümanları çaldım ve vokalleri yaptım. Yani tam bir 1+1 adam işi oldu. Keyifle dinleneceğini umuyorum. Yeri gelmişken sevgili Reha Omayer’e şahane mix ve mastering için teşekkürü borç bilirim.

Şarkının klibi de çok keyifli olmuş. Yazın enerjisini hissediyoruz. Kimlerle çalıştınız, klip sürecinde neler yaşadınız?

Aşk Uzak videosu ve görselleri yine eşim Esra Candan Sağınç’a ait. En sevdiğimiz yer olan Datça Aktur ve çevresindeki koylarda iki gün boyunca çekimler yaptık. Muhteşem doğanın güzelliklerinden faydalanmaya çalıştık. Sevgili eşim ve Aktur ahalisi arkadaşlarımızla bu tecrübeyi paylaşmak çok güzeldi. 

Ayrıca tekne, drone ve görüntü desteği için DatçaTube (Instagram) sevgili Ali Tan Sökmenoğlu’na da çok teşekkürler. Sayesinde ilk defa tekne kullandım, hem de şarkı söylerken :) Yaz mevsimini özlediğimiz bugünlerde klibin ilaç gibi geleceğini düşünüyorum.

Sevgili Bertuğ Cemil, zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Hayat enerjinizin müzik aracılığıyla bize akışı hiç bitmesin. 

Yeşim Hanım, yeni şarkılarda, kliplerde ve en önemlisi konserlerde yeniden buluşmak dileğiyle, kalın sağlıcakla.

Yazının devamı...

Nemrut'un kızı

Bir şarkı sözüne sığamayacak kadar derin duygularla ayrıldım Nemrut’tan. Aslında Adıyaman’dan demek daha doğru olacak. Uzun zamandır bu yazıyı yazabilmek için düşünüyorum. Yaşadıklarımı ve hissettiklerimi satırlara aktarmak ilk kez bu kadar zor.

Sevdiklerimle deneyimlerimi paylaşmayı her zaman çok severken Nemrut’tan kalan anıları yazmak çok başka bir ruh hali…

Nemrut… Dünya Mirası… Helenistik dönemin en görkemli kalıntıları…Yıldızlara değecek kadar gökyüzüne yakın, güneşin doğuşu, batışı kadar eşsiz.

Duygularımı her zaman yüksek yaşayan bir kadınım. 2150 metre yükseklikte bir kayanın üzerinde güneşin doğuşu ve batışını izledikten sonra yeniden doğduğumu söyleyebilirim. Adıyaman’dan / Nemrut’tan döndüğüm andan bu yana yeryüzüne inemediğimi biliyorum.

Gizemli Krallık Kommagenenin Sırlarının İzinde

İstanbul’dan ayrılmadan önce Nemrut ile ilgili hayallerimi düşündüm. 14 Ekim 2018 yılında akıllı telefonuma not aldığım “Nemrut”ta çekim yap” satırları tam dört sene sonra (neredeyse aynı tarih) sevgili Demet Aydın’dan gelen bir mesajla gerçek oluyordu. Yine de çok hayal kurmamaya çalıştım. Hayatım yolculuk için her şey hazırken son bir gün kala gidemediğim Nairobi, Almanya, Roma, Dubai vb. yolculuklarıyla dolu. Bu sebeple uçağa binip Adıyaman’a ayak basmadan kendimi orada hayal dahi etmeyecektim. Son ana kadar bavulumu bile hazırlamadım. Yolculuk öncesi “Sabah ola hayrola” diyerek toparlandım. Çok kapsamlı bir programın içinde Adıyaman ve Nemrut’u keşfetmek için nasıl sabırsızlandığımı siz tahmin edebilirsiniz.

Ve mutlu son! Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti mali işbirliği çerçevesinde finanse edilen ve T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından yürütülen Rekabetçi Sektörler Programı kapsamında desteklenen “Visit Commagene” kapsamında Adıyaman’daydım.

Adıyaman’da ilk günüm tarihi Tuz Hanı’nda öğle yemeği ile başlarken Ulu Cami, Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi, Adıyaman Müzesi ziyaretleriyle devam edip Tarihi Keleş Konağı’nda geleneksel Harfane gecesiyle noktalandı. Upuzun sofralar, çok lezzetli sohbetlere tanıklık ederken Adıyaman ruhuma ilmek ilmek işlenmeye başlanmıştı. Sait Usta’nın meşhur çiğ köftesi, Fırat Veziroğlu’nun dokuma performansına karışırken “Nemrutun Kızı” türküsüyle birlikte çok başka bir dünyaya adım atmıştım. 

Gece soğuk dağ hele çok daha serin olacaktı. Sohbet ettiğimiz herkes güneşin doğuşu için  dağa çıkacağımızı duyunca “Emin misiniz?” diye defalarca tekrarlayınca içim titremedi değil.

Nemrut’a çıkmadan soğuk, rüzgar, yolun zorluğu gibi birçok fikrimiz olmuştu. Kimse bilmiyordu ki beni hiçbir güç durduramazdı. Bunca yıldır hayal ettiğim bir yeri görmek kaç kez daha kısmet olacaktı? Hem pandemi boyunca hayatı asla ama asla ertelemeyeceğim diye kendime söz veren ben değil miydim?

Adıyaman - Nemrut arası 78 km olunca yola çok erken çıktık. Sabah 7’de başladığım gün (Nemrut’u görecek olmamın heyecanıyla uyuyamadığım için) aralıksız devam ederken; dolambaçlı yollarında mide bulantısı kabus gibi üzerime çökmüştü. Nemrut’un kızı şarkısı sağ olsun içinde bulunduğum ruh halinden biraz sıyrılmamı sağlıyor olsa da bir an önce dağa ulaşmak için sabırsızlanıyordum.

05.32’de yüzlerce insanla birlikte güneşin doğuşu için dağa tırmanmaya başladık. Bastığım yere mi dikkat etsem, gökyüzünde parıl parıl parlayan ay ve yıldızlara mı baksam? Nihayetinde cep telefonlarının ışığıyla doğu terasında yürüyen ateş böcekleriydik. Yarı yoldan geri dönenler, ağlayanlar, ilaç isteyenler arasında nefes nefese ve ter içindeydim. Kat kat giyindiğim için üzerimdekileri çıkarmaya cesaret edemedim. Hoş zaten çıkarsam nereye koyacaktım. Elimdeki minicik bez torba ve su bile tırmanırken fazla gelmişti. Dünyanın her yerinden gelen insanlarla, farklı sesler eşliğinde ilerlerken zirveye kadar üç kez durup dinlendim. Bir kafilenin tulum sesi eşliğinde horon çekerek dağa çıkmasını da hiç unutamayacağım.

Güneş her zaman doğudan doğar

Dağın zirvesine tırmanmak hiç kolay değil! Ya sonra? Tanrı, tanrıça heykelleri arasında Kommagene Krallığı’nın büyülü dünyasının içinde tanrılarla selamlaşmak. Heykel dahi olsalar tarifi yok.

 Kommagene Kralı I. Antiochos’un tanrılara ve atalarına minnettarlığını göstermek için yaptırdığı anıtsal heykeller benzersiz manzarasıyla nefesinizi kesiyor. Bu görkemli yerin enerjisiyle ruhum sarıp sarmalanırken bulutlara dokunacak gibiyim. Hücrelerime kadar hissettiğim bir güç var, içimden bir ses diyor ki “Nemrut başka dünyaların geçiş noktası.”

Güneşin doğuşunu bekleyen sabırsız kalabalıkla birlikte bir kaya parçasının üzerine oturup gözlerimi kapatıyorum. Ney sesine soğuk eşlik ederken bir çift tam önümde birbirine sarılarak sayısız fotoğraf çektiriyor. Nemrut’ta aşk başkadır!

06.44’de doğmaya başlıyan güneş 1 dakika 22 sn sonra gökyüzüyle buluşuyor. Ah Adıyaman, Ah Nemrut.

Kral 1.Antiochus’un vasiyeti; bu kutsal alana ziyaret için gelen herkesin en kusursuz şekilde ağırlanmasını istiyor. İbadet amacıyla gelenleri överken kötü amaçlarla gelenlere ise beddua ediyor. Bir rivayete göre insanlar yüzyıllar öncesinde Nemrut Dağı’nın zirvesinde dualarını ederken dağın antik dünyada cennetin kapısı olduğunu dinlemiş atalarından. Yüzyıllar sonra bu anı paylaştığımız herkes alkış, çığlık, ağlama, dua sesleri içinde kendi içselliğinde bir keşfe çıkıyor. Doğu terasın kutsal merkezinde çıplak ayakla yüzüm heykellere dönük dua ederken tüm kalbimle sana sarılıyorum Nemrut… 

Uykusuz geçen 24 saatin ardından “Tanrıların Göksel Tahtı” Nemrut batı terasından çok üşümüş, ellerim morarmış, çiğ taneleriyle ıslanmış ve aralıklı buz tutan yoldan taş, toprağa basarak kaymadan inmeye çalışıyorum.

Geçirdiğim iki saat boyunca bulutlara, güneşe, aya, hayata çok daha fazla bağlandığım çok özel bir yer olduğunu biliyorum. Hayatımda hiçbir karşılaşma tesadüf değilken Nemrut’ta olmam bir bütünün tamamlanmasıydı diye düşünüyorum. Bedenim yaşadığım yerlerde olacak ama ruhum ‘Tanrıların Dağı’ Nemrut’ta…

Gizemli krallığın eşsiz mirası Nemrut çözülememiş dev heykelleri ve sırlarıyla ziyaretçilerini beklerken Adıyaman’ın yıldızı tarihi, kültürü ve gastronomisiyle daha çok parlayacak eminim.

Kollarımı güneşe, yıldızlara, Tanrılara ve yaşayacağım ne varsa hepsine açtığım bu yere YSM olarak hissediyorum ki yeniden geleceğim.

Gizeminle, büyüleyen enerjinle sımsıkı tut beni Nemrut…

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Sercan Bozkuş İle Müzik, Muhabbet

Müzik hayatımda her zaman vazgeçilmezlerden. Her an her yerde müzik diyenlerdenim. Bahçeşehir’de yaşadığım için trafikte fazlasıyla kalıyor ve yol boyunca  bir o çalma listesi bir bu çalma listesine zıplıyorum. Geçtiğimiz hafta yine yolda bir keşif listesine düştüm. 50 şarkılık bu listeyi 50 dakika boyunca sıradaki neymiş diyerek geçtim. 80’leri yaşamış biri olarak yeni nesil müzik çok çok başka geliyor bana.

Konu müzik olunca çok bilinen menajerlerden gelen basın bültenleri dışında sektörün içinde olup güzel işler yapan ama adını kitlesinin dışında duymayan birçok kişi olduğunu gördüm. Ulaştığım kişiler arasında o gün 50 şarkılık listeden şarkısını dinlediğim ve iletişimde olduğum, uygun bir zamanda bir araya gelmeyi beklediğim kişilerde vardı. Herkes farklı yerlerde olunca beklemek istemedim.

Listede yer alan ve şarkısını ilk kez dinlediğim Sercan Bozkuş ile yeni müzik akımını konuşmak için sözleştik. Kendisinin söz yazması, beste  yapması ve şarkı söylemesi çok dikkate değerdi. Sercan ile Galata’da buluşarak müzik ve muhabbetle geçen üç saat geçirdik. Fotoğraflarımızı çeken Eyüp Özer’e; yeni nesil müziği tatlı sohbeti ve hikayesiyle aktaran genç sanatçıya çok teşekkür ederim.

Sevgili Sercan Bozkuş müzik ile tanışman nasıl oldu? Bir sabah kalktın şarkı söylemeliyim mi dedin? Şaka bir yana hikayen nasıl başladı?

Öncelikle şunu belirterek başlamak isterim. Çevremde beni müziğe teşvik edecek ne ailemde ne akrabalarda ne de mahallemde yakınlarımda kimse yoktu. Açıkçası bende merak ediyorum. Nasıl düştüm müzik dünyasının içine, nereden ilham aldım nereden heves ettim?

Müziğe ilk önce söz yazarak başladım. Küçük yaşlarda oyunlarımda bile sözde albüm yapıyordum. Elime mikrofon diye kumandayı alıp doğaçlama kendimce şarkılar söylüyordum. Daha sonra olgunlaştıkça yazdığım sözlerde olgunlaşmaya başladı ve buna hiç ara vermedim söz yazdım şiir yazdım beste yaptım ve seslendirdim. Ayrıca ben utangaç biriydim pek kimseye söylemezdim bu yeteneklerimi. Fakat çok acı bir olay yaşadım küçük yaşta annemi kaybettim. Ona bir şiir yazdım o yazdığım şiiri akrabalarıma gösterdiğimde çok güzel tepkiler aldım. İlk o zaman kendimi en azından yakın çevreme duyurmuş oldum. Piyasaya adım atmak için kolları sıvadığım ilk zamanlar lise zamanımdı. Araştırmaya başladım ve bir savaşın içerisine girdim. Hala da müzik dünyasında savaşmaya devam ediyorum.

Son zamanlarda dinleme listemin önerdiği Türkçe müziklerin içinde sadece üç tanesini duyduğumu söyleyebilirim ( gülüşmeler) farklı pop ve rap almış başını gidiyor. Neden bu tarz müzikler daha çok dinleniyor?

Birbirini taklit eden şarkıcılar, birbirini tekrarlayan sözler, besteler pop piyasasını yerle bir etti diyebilirim. Bu konuda tavrım çok net, piyasanın başını çeken tüm popçuların büyük rolü var bunda. Hep aynı söz yazarları hep aynı bestekarlar ve aynı kafalardan çıkmış fikirler. Kimse cesur davranmadı, herkes korkak davrandı ve haklı olarak dinleyiciler bu isimlerden şarkılardan bıktı. Aslında eskiden beri var olan fakat genetiğiyle oynanmış rap şarkıları ve rap sanatçıları yeni nesil tarafından çok sevildi hoş karşılandı. Ama altını çiziyorum “küfür ve zararlı maddeleri” güzelleştirici hiçbir şarkıya onay vermiyorum. Ceza aldıklarında da destek vermiyorum. Çünkü dinleyici kitleleri çoğunlukla gençler oluyor. Gençlerin kafalarını karıştırmalarına izin verilmemeli.

Bir şarkının hit olabilmesi için neler gerekiyor? Ya da şöyle sorayım son zamanlarda belirli isimler ön plana çıkıyor. Müzikte sanatçılar kendilerine nasıl alan açıyorlar?

Şarkınızın hit olabilmesi için dayınızın olması lazım. 😊 Şaka bir yana ortada bir pasta var ve bu pastanın bölünmesini kimse istemiyor. Eğer bu pastaya elini uzatan olursa ya o eli çektiriyorlar ya da kendilerine bağlayıp o kişilerden prim elde ediyorlar. Dışardan göründüğü gibi değil asla piyasa çok berbat halde güzel şarkılar değil güzel reklamlar tutuyor diyebilirim. Çok sevdiğim dünya çapında bizi temsil eden Megastar Tarkan bile birçok dalda gençlere destek paylaşımları yapmasına rağmen müzik dünyasında kendi çabalarıyla bir şeyler yapmak isteyen bir genci keşfedip paylaştığını gördünüz mü?  Lütfen kimse bana Tarkan sosyal medyada mı gezinecek? demesin gayet güzel geziniyor.

Müzik çok geniş bir alanı kapsıyor. Bu ekosistemin içinde günümüzde müzik kadar sosyal medya önem taşıyor. Dijital ile aran nasıl?

Dijital ile aram çok iyi. Herkes zaten artık sosyal mecrada tüm işlerin daha iyi ilerlediğini görür durumda. Sosyal medya sayesinde gençlerin önü açıldı aslında. Gerçek yetenekler ortaya çıkmaya başlamışken tabii ki önceki sorularda belirttiğim piyasanın tepesinden inmeyen ve orada tutulan isimler hemen bu mecraya da el attı. Dijitalin de geleneksel medyadan bir farkı kalmadı ama yine de daha özgür olabiliyoruz.

Müzik kadar telif haklarının önemli olduğunu düşünüyorum. Varsayalım senin sözünü yazdığın ya da bestelediğin bir şarkıyı izinsiz okudular. Nasıl bir yol izlenmesi gerekiyor?

Güzel bir konuya değindiniz. Maalesef başıma tam 2 defa geldi, birinde bu eylemi gerçekleştiren kişiler ile uzlaşma sağladık. Fakat diğerinde her türlü delil ve bu eylemi gerçekleştiren kişinin suçunu kabul etmesine rağmen mahkeme sürecinde olduğunu söyleyebilirim. Kesinlikle bir eser yaptıklarında güvence altına alsınlar. Yasal yollara başvurmalarını ve sakin kalmalarını tavsiye ederim. Hukuk devleti olduğunu kimse unutmasın Türk mahkemelerine güvensinler. Bu isim hepinizin tanıdığı bir isim şu an süreç mahkemede olduğu için açıklayamıyorum, çok yakında herkes görecek zaten.

Sen kimleri dinliyorsun? Sana ilham veren sanatçılar kimler?

Ben kendimi ses sanatçısından daha çok söz yazarı ve besteci olarak görüyorum. Yine de yanlış anlaşılmasın şarkı söylemek benim tutkum. Çok gencim ve yolun başında olduğumu düşünüyorum.

Ersay Üner’den çok ilham aldım, Sinan Akçıl’ın yazıp bestelediği şarkıları çok başarılı buluyorum. Sezen Aksu, Yıldız Tilbe, Serdar Ortaç diye birçok isim ekleyebilirim. 

Bir fırsatım olsa da beraber şarkı söylesek dediğin grup ya da sanatçı var mı? 

Ah Quenn ve Freddie Mercury ile aynı sahnede olmayı çok isterdim.

Önceki sorularda bir yönünü eleştirdiğim ama birçok yönünü de beğendiğim megastar Tarkan demek istiyorum. Ben sevdiklerimi eleştiririm çünkü onlardan daha hassas olmalarını beklerim. Bu soruyu biraz değiştirerek cevaplamak gerekirse de Ersay Üner ile oturup söz yazmayı çok isterim.

Sen neler eklemek istersin…

Ben bir yerlere gelebilirim ya da gelemem ama son nefesime kadar müzik için direneceğim. Öldürmeyen acı güçlendirir, her yere düştüğümde daha hırslı kalmayı becerirsem kazanacağımı düşünüyorum. Kimseye bir kinim ve zararım yok. Kendi halimde söz yazan beste yapan arada şarkı söyleyen bir sanatçıyım. Müzik aşkı beni  besliyor. Her geçen gün daha iyi eserler bırakmak için çabam. Müziğe ve bizim gibi genç sanatçılara verdiğiniz destek için çok teşekkür ederim.

Ah, ne demek sevgili Sercan. Ben çok teşekkür ederim. Seninle bu sohbette olmak ve Galata sokaklarında olmak çok keyifliydi. Her zaman iyi olman ve güzel haberlerini paylaşman bana mutluluk verir. Daima müzikle buluşalım

 

Yeşim Mutlu

 

 

Yazının devamı...

Aile dizilimi ve psikoloji

Dijital bir platformda yayınlanan "Zeytin Ağacı" dizisi karakterleri aracılığıyla aile dizilimi terapisini gündeme getirdi. Psikolog ve öğretim görevlisi Belgin Altop hayatımda çok değer verdiğim bir dostum. Sohbetlerimizde bize zaman asla yetmiyor. Yarım kalan konularımızı bir sonraki buluşmada konuşuruz diye ayrılıyoruz. Belgin ile "Zeytin Ağacı" dizisi hakkında konuşurken Zaman Bey'in aile dizilimi seanslarını ona sordum. Atalardan gelen travmaların grup çalışmaları ile iyileşmesi mümkün müydü? Bu terapi ne kadar gerçek olabilirdi? Belgin demez mi Boğaziçi Üniversitesi'nde aile diziliminin babası Bert Hellinger ile üç gün workshop yaptık. Her zaman merak ettiklerimi işin uzmanından dinlemeyi tercih ederim. Sadece dizide bahsi geçti diye de kendi bakış açımla bir yazı yazmak hiç bana göre değil. Her şeyin vaktini beklediğine ve doğru zamanda bana geldiğine inanırım. Aradığım hazine tam gözümün önündeymiş meğer.

"Zeytin Ağacı" dizisi sonrasında herkes aile dizilimini konuşmaya başladı. O kadar bilgi paylaşılmaya başlandı ki hangisi doğru hangisi yanlış ayırt edemez olduk. Uzman psikolog olarak sana sormak istiyorum. Aile dizilimi nedir?

Sevgili Yeşim, bu konularda bana söz hakkı verdiğin için her şeyden önce çok teşekkür ederim. Her zamanki gibi, gündemin yakından takipçisi, doğru ve güvenilir bilgilere ulaşma konusunda çok özenlisin. Aile dizilimi veya aile dizilimi kavramlarının kökeninde "psychogeneology" yani "psikosoybilim" kavramı yatar. Psikosoybilim, psikolojik sıkıntılar nedeniyle acı çeken fakat acısının kaynağı sadece kendi hayatlarının olaylarında bulunamayan kişilerin geçmişlerinin araştırılması ve oralarda kuşaklar boyunca aktarılan ve tekrarlanan travmaların fark edilmesiyle ortaya çıkan ve psikoloji alanında yeni bir alan keşfeden bir bilimdir.

Aile diziliminin başlangıç noktası nasıl? Kimin aklına gelmiş ve nasıl hayat pratiğine dökülmüş?

Psikosoybilimin isim annesi Anne Ancelin Schüttzenberger'dir. Psikodrama alanında L. Moreno ve daha sonra Elisabeth Kubler Ross'un öğrencileri olmuştur. Ayrıca alanımızda söz sahibi bilim insanlarından Carl Rogers, Margaret Mead ve Elizabeth Bateson ile de çalışmaları olmuştur.

Bugün özellikle Avrupa ve Amerika'da ve ülkemizde neredeyse moda haline gelmesi biraz daha sonrasında özellikle bir alman psikoterapist olan Anton Hellinger'in (Bert Hellinger olarak tanınır) 'Aile Konstelasyonları ve Sistemik Konstelasyonları' olgularını ortaya koymasıyla olmuştur. Dikkat edersen metod veya yöntem demedim, çünkü Bert Hellinger bu olgunun yöntem veya metod olarak değil, bir 'fenomenolojik olgu' olarak bilinmesinin ve uygulanmasının önemle üstünde durmuştur. B: Hellinger'in özgeçmişini araştırdığımızda (kısaca üstünde durmak isterim) öncelikle bir Katolik rahip olduğunu ve yıllarca Afrika'da çeşitli kabilelerle misyonerlik çalışması yaptığını ve onlarla çalışırken onların bakış açılarından çok etkilendiğini ve Avrupa'ya geri dönüp psikoloji eğitimi aldığını, psikoterapist olduğunu ve psikosoybilimden etkilenerek ve / veya yararlanarak bir "Fenomenolojik Yaklaşım" olarak sistemik aile konstelasyonları çalışmalarını geliştirip uyguladığını görüyoruz.

Aslında birinin aklına aile dizilimi diye bir şey gelmesinden daha çok, farkındalığı yüksek kişilerin, bilimsel bir bakış açısıyla; Psikosoybilim yaklaşımıyla insan psikolojisine ve travma çözümlemelerine yeni bir yaklaşım geliştirdiğini görüyoruz. Birçok arkadaşımız belki bu yaklaşımı 'fazla ruhani veya bilimsellik dışı' görüyor olabilir. Ancak bu noktada 'genetik ve epigenetik' kavramlarını gündeme getirmeliyiz diye düşünüyorum.

Epigenetik nedir?

Genetik kodun kendisinin değişmesinden çok, gen ifadesinin değişmesinden dolayı canlılarda yaşanan değişimi inceler epigenetik bilimi.

Çeşitli mekanizmalar (ki bu sohbette o ayrıntılara girmeye gerek duymuyorum) aracılığıyla gen ifadesinin değişmesi direkt olarak çevresel koşullardan etkilenir ve kişinin DNA dizilimi değişmese de epigenomu değişebilir.

Epigenetik mekanizmalar aracılığıyla anne-babalar yaşadıkları çevrenin etkilerini çocuklarına ve hatta birkaç nesil sonraki torunlarına bile aktarabilmektedirler.

Belginciğim, aile dizilimi tek başına bir terapi yöntemi midir? Kimler aile dizilimi yaptırabilir?

Aile dizilimi / açılımı tek başına bir terapötik yaklaşım olabilir, ancak her birey eşit derecede karşılaştığı olgularla baş edecek durumda olamayabiliyor. Yorumlamaları her zaman sağlıklı olamayabiliyor. Travma çözüldü sanırken kendi iç dünyasında yeni 'hayalet travmalar' geliştirebiliyor. Bu durumlarda onun yanında bir süre yürüyebilecek, ona doğru soruları sorup kendi için doğru yanıtları bulabilmesine destek olabilecek bir psikolog / psikoterapistin desteğine ihtiyaç duyabiliyor. Dikkat edersen, ona yol gösterecek demiyorum! Kişinin kendi doğrularını bulup ortaya çıkarmasına destek olabilmek ve onu bir terapiste / psikoloğa / psikolojik danışmana bağımlı kalmadan özgür bırakabilmek ve objektifliğimizi korumak son derece önemli!

Her zaman danışanlarıma dediğim şudur: Ayakkabılarınızı bağlayabildiğinizde giyin onları ve yolunuzda yürüyün. Yeni bir ayakkabı, farklı bir bağlama şekliyle karşılaşır ve zorlanırsanız bizler yine yanınızda oluruz. Ancak lütfen 'travma hayaletlerinize' ve / veya kişilere bağımlı ve endeksli yaşamayın.

Kimler aile dizilimi çalışması yaptırabilir sorusuna gelince... Gündelik yaşamını, kişilerle ilişkilerini etkileyen bazı düşünce, duygu, davranış şekillerinin nedenlerini kendi yaşamında ne kadar uğraşırsa uğraşsın bulamamış olan bireylere önerebileceğimiz bir yaklaşımdır bu 'fenomenolojik yaklaşım'...

Bir-iki nesil geriye gittiğimizde bazen ailesel bazen de toplumsal olgulara / olaylara rastlıyoruz TSSB (travma sonrası stres bozukluğu) yaratmakta olan... Düğüm noktasına ulaşıldığında (ki bu hipnozda da geçerlidir), birey sanki özgürleşiyor ve o rahatlama duygusuyla birlikte travmanın etkisinden uzaklaşmaya başlıyor çoğunlukla. Yukarıda da söz ettiğim gibi, her bireyin başa çıkabilme düzeyi farklı olabiliyor ve bazılarına konuyla baş edebilmesi için destek vermek gerekiyor. Ancak yine önemle üzerinde durmak istediğim konu, onu terapiye bağımlı kılmadan, Belgin'ce bir deyimle "kurban psikolojisine" kapılmasına değil, özgürce 'benim seçimim psikolojisine' doğru yol almasına destek vermemiz gerektiğidir.

Senin aile dizilimi terapi ile tanışman nasıl oldu? Bert Hellinger ile yolun nasıl kesişti? Sonrasında Türkiye'de hangi yönde çalışmalar yaptınız?

Benim karşıma bu konular nasıl çıktı diye soruyorsun sevgili Yeşim... Karşıma çıktı, çünkü ben şanslıyım :) Aslına bakarsan karşılamaya, kullanmaya ve içselleştirmeye hazır olduğum için çıktı karşıma muhtemelen...

2003 veya 2004 yılıydı, bir gazetenin cumartesi ekinde yazan Işık Menderes'in yazılarını düzenli olarak çok severek okurdum. Bir yazısında Bert Hellinger ve Psikojeneoloji konusunu aktarıyordu. Yazıyı yutarcasına okudum ve bu konuda araştırmalara başladım.

Çok okudum, çok içimde çevirdim, tarttım konuyu ve dedim ki bu Carl Gustav Jung tutkumun bana getirdiği bir yaklaşım... Carl G. Jung'un "Kolektif Bilinçaltı" konusuyla ilgili yazılarını ve çalışmalarını yürekten benimsemiş ve benliğimde etkilerini ve deneyimlerini defalarca yaşamış bir birey ve psikolog olarak Bert Hellinger ve psikojeneolojisinden de asla uzak duramazdım.

Derken bir gün bu konudaki tutkumu çok iyi bilen 'Biyoloji ve Genetik Bölümü' mezunu bir eski öğrencim beni aradı ve "" dedi. Hemen ertesi gün buluştuk. B. Hellinger'in o yaz ikinci kez Türkiye'ye geleceğini ve atölye çalışması için yer bulmaları gerektiğini bana anlattılar. Ben büyük bir iyi niyetle ve istekle Boğaziçi Üniversitesi'nde olabilmesi için elimden geleni yapacağımı söyledim. (Şükürler olsun ki yapabildim ve hayalimiz gerçekleşti.) Sevgili Bert Hellinger 3 günlük harika bir 'workshop' yaptı ve müthiş bir deneyim yaşadık yüzlerce kişi birlikte :)

Yine aynı gün, Hellinger'in kitaplarını Türkiye'de basan yayınevinin küçülme kararı aldığını ve artık onlarla çalışamadıklarını söylediler bana üzüntüyle. Koşullar denk geldi veeeeee; sağ olsun sevgili arkadaşlarım Işık ve Ferruh Gencer sahip oldukları Pan Yayıncılık'ta basmaya başladılar kitapları.

Bu arada son derece minnettarlıkla ifade etmek isterim ki Dr. Mehmet Zararsızoğlu beni 'Sistemik Aile Konstelasyonu' çalışmasına davet etti. Tabii seve isteye katıldım. İlk deneyimimdi bu Boğaziçi Üniversitesi 'Albert Long Hall'daki Bert Hellinger atölye çalışması öncesinde ve o çalışmada yaşadıklarım beni benden aldı! Hani derler ya: "Anlatılmaz, yaşanır!" Dilim döndüğünce her şeyi anlatmaya çalışırım ( ne de olsa serde 30 yıllık bir eğitimcilik geçmişi de var :)) ama gerçekten bazı şeyler var ki yaşadığın zaman yerine oturuyor ve "şimdi anladım!" diyebiliyorsun. Bir üzüntüm var. 2002'de Bert Hellinger'in ilk Türkiye'ye gelişinde de yakınında olabilip Goethe Enstitüsü'ndeki atölye çalışmasında da bulunabilseymişim diyorum... Ah Işık Menderes ah! Keşke daha önce o yazıyı yazsaymışsın!

Bert Hellinger ile yolumun kesişmesinden ve öğretisini çeşitli deneyimlerle keşfetmeye başladığımdan söz etmiştim. Bir konuda kendimi yeterince gelişmiş hissedene kadar o konuda uygulama yapmamayı seçmişimdir her zaman. Dolayısıyla güvendiğim kişilerin grup çalışmalarına katılmayı sürdürdüm. 2007 sonrasında da bilgi ve deneyim dağarcığımı yeterince genişletip geliştirdiğimi hissedince 2013 yılından itibaren grup çalışmalarını yapmaya başladım. Tabii Hacettepe Üniversitesi'nde yaptığım 'Bilim Uzmanlığı ve Doktora' çalışmalarım sırasında sevgili hocam Profesör Dr. Feriha Baymur'un grup psikoterapisi derslerinde bizlere edindirmiş olduğu danışana sevgi ve saygıyla yaklaşmaya çok önem veren etik ve insani ilkelere her zaman bağlı kalarak yolumda yürüdüm her zaman. Bu çalışmalarıma katılan kişilerin geri bildirimleri ve benim gözlemlerim / deneyimlerim ne kadar güzel bir yolda verimli ve kalıcı sonuçlarla yürüdüğümü gösterdi bana. 2012'de yayınlanmış olan 'Yardım et çözeyim düğümlerimi: Kadınlar, erkekler ve onları ilgilendiren monolog öyküler' kitabımın esinlendirmesiyle sevgili danışanlarım grup çalışmalarıma bir isim verdiler: Yardım Et Çözeyim Düğümlerimi Grup Çalışmaları :)

Benim bilmediğimi sen benim için bulursan ben de böylelikle düğümümü daha kolay çözebilirim. Senin bilmediğini de ben bulabilirim belki ve böylelikle sen de düğümünü çözebilirsin. Ben bu ismi çok anlamlı buldum ve 2013'den 2022 mart ayına kadar bu isimle sürdürdüm çalışmalarımı. 2020 mart ayına geldiğimiz de - ne olduğunu ne yazık ki hepimiz biliyoruz- pandemi geldi, yaşamlarımızın üzerine bir kara bulut gibi çöktü. ( Belki bize öğrettiği çok şey var, doğrudur. Her şerde bir hayır mutlaka vardır ki ben gerçekten öğrendiğimiz ve kazandığımız şeyler olduğuna inanıyorum, ancak bizleri kısıtladığını da ne yazık ki biliyoruz!)

Pandemi gelip oturunca hayatlarımızın merkezine, ben bireysel çalışmalarıma, seanslarıma çevrimiçi devam ettim. Ancak grup çalışmalarımı durdurdum. Evet biliyorum, 'Online' bu çalışmalarını sürdürenler var ve ben bu olur ya da olmaz diyemem ancak kendim için diyebileceğim şudur: ben yapmadım, yapmayı düşünmedim pandemi süresince. Belki ancak açık havada ve geniş bir alanda yapabilirdim, ama bu sorumluluğu ve riski hem katılımcılar için hem de kendim için göze alamadım. Bu benimle ilgili, kendi sorumluluk duygum açısından verdiğim bir karardı. Kimsenin ne yaptığını veya ne yapması / ne yapmaması gerektiğini söyleyemem. Benim için uygun şartlar yavaş yavaş oluşmaya başladı ve artık bu çalışmalarımı yapabilecek bir ortam gelişti. Bireyler konunun önemini anladıkça kendi kişisel önlemlerini aldılar ve birçok kişi "Ben iyiysem sen de iyisin. Sen iyiysen ben de iyiyim" gerçeğinin farkına vardılar diye Belgin'ce iyimser bir açıdan bakabiliyorum şimdilerde...

Arkadaş arası sohbetlerden sosyal medyaya aile dizilimi ile ilgili çok fazla bilgi duyuyoruz. Örneğin; ailede bir kişinin aile dizilimine katılması yeterli vb. diye söylemler var. "Online aile dizilimi yapılır" diyenler var. Sence işin olması gerekeni ve uygun şartlar nasıl?

Ailede bir kişinin aile dizilimi / açılımı yaptırması yeterli midir? Aynı travmaların etkisini aynı ölçüde hissediyorlarsa olabilir, ancak DNA dizilimi aynı olan tek yumurta ikizlerinin bile epigenetik profilleri farklıdır çoğu zaman. Demek ki DNA ifadelerini değiştirebilen mekanizmalar gerçekten de çok etkilidir. Aynı ailede ilk çocuk veya son çocuk olmak, birisinin alkol ve sigara tüketiminin farklı düzeyde olması, birisinin ebeveyn kaybını daha erken veya daha geç yaşaması vs. gibi bir sürü faktör gen ifadesi değişimlerini farklı düzeyde ve şekilde etkileyecektir.

Tüm bunları biyoloji ve genetik uzmanlarına bırakacak olursak, ailenin ve özellikle son iki neslin kişinin üzerindeki kalıtımsal etkilerini ve hücresel hafızada nasıl yer tuttuğunu görebiliriz.

Kişi bir aile dizilimi çalışmasında bir kalıtsal etkiyi görebildiğinde, bunun gerçekten farkına varıp kabul ettiğinde ne olur dersin? Bunun yaşamını etkilemesi durumunu kontrol altına alabilmesini sağlayabildiğimizde onu o 'hayalet' travmadan özgürleştirmiş ve kökten bir iyileşmeye başlamış oluruz.

Eskiden epigenetik faktörler, DNA'da yer almadığı için çöp DNA olarak görülüyordu! Oysa DNA'da kayıtlı olan özellikler (boy, saç, göz rengi gibi) yalnızca %2 olmasına rağmen, çöp denilen kısım %98! Yok sayamayacağımıza göre %98'i bugün Psikosoybilim ve atalarımızı inceleyip, onları yok saymadan onurlandırıyoruz ve böylece kendimizi de onarıyoruz.

Örneğin korku. Epigenetik yolla aktarılabiliyor ( bu konuda 50.000'e yakın çalışma yapılmış). Soykırımlar, göçler, savaşlar sırasında yaşanan korkular, travmalar, nesilden nesile kalıtılabiliyor. Neden herkeste aynı yoğunlukta ortaya çıkmıyor? Bireyin yaşamındaki stresin yoğun ve başa çıkılamaz olduğu ortam ve zamanlarda kalıtımsal travma etkileri çok daha yoğun bir şekilde ortaya çıkabiliyor. Demem o ki, bu yok sayılacak, afaki olarak kabul edilecek hele hele asla moda ve popüler kültür icadı gibi görülecek bir konu değil. Son derece ciddi, insani ve dikkatle incelenip saygı duyulması gereken bir konu...

Peki, aile dizilimi doğru ve bilimsel şekilde kimler tarafından yapılır? Ortalama kaç seans gerekir?

Kimler yapmalı, kimler yapmamalı kısmına gelince... Bu alanda gerçekten ciddi ve sağlıklı eğitim almış, konunun gerçekten uzmanı, hangi soruyu sorup hangi soruyu sormaması gerektiğini bilen, nerede durup nerede ilerleyebileceğini fark edebilen ve duyarlılık sahibi kişilere teslim edin özel yaşamınızı derim Belgin'ce. Malımızı, paramızı, değerli saydığımız şeyleri, çoluğumuzu, çocuğumuzu nasıl herhangi birine teslim edemiyorsak, kendimizi, özel yaşamımızı, travmalarımızı, acılarımızı, sevinçlerimizi de teslim ederken güvenebileceğimiz uzmanlarla çalşalım derim.

Kaç seans gerekir? Bu konunun da bir standartı yok... Bir travmamız üzerinde çalışırız, kişisel olarak çözüme hazırızdır, bir çalışmada farkına varırız, hazmetmesi bize kalır...

Bir konuda çalışırız, hazır değilizdir, gözümüzün önünde bütün çözüm açılsa da inat ederiz, redderiz, görmek istemeyiz, o zaman deriz ki hazır olduğunda devam edelim bu konuyu çalışmaya...Yani bu kişiden kişiye olduğu kadar travmanın boyutuna, derinliğine ve etki alanının genişliğine göre de değişen bir süreçtir. Standartı yoktur.

Kendi pratiğinde kimlere aile dizilimi önerirsin?

Psikolojik anlamda adını koyamadığı, kendi özel yaşamının hiçbir alanında nedensel karşılığını bulamadığı acı / sıkıntı / bunalma hisleri yaşayan, yaşamında stres yaratan olaylar karşısında kendini çaresiz ve ıstırap içinde hisseden bireylere önerebilirim.

Bazen 'hayalet' travma dediğimiz sanki yokmuş bir şey gibi ama bir yandan da nedir bu beni neredeyse canımdan bezdiren duygu dediğimiz durumlar olur. Yaşamımızda her şey yolundadır, işiniz, aileniz, paranız vardır ama isimlendiremediğiniz bir şey sanki kalbinizi sıkıştırmaktadır. Bir anksiyete yaşarsınız, bir anda kalbinizi skıştıran bir panik atak yaşarsınız... Herhangi bir fobiniz olduğunu düşünmezsiniz bile aslında... Uzun lafın kısası, adını koyamadığınız veya size tanıdık gelmeyen adlar koymaya başladığınızda bir aile açılımı yaptırmakta yarar olabilir. Hiç aklınıza gelmeyen, hiç bilmediğiniz, atalarınızdan epigenetik bağlamda size kadar taşınmış ve çözülmeyi bekleyen bir acı / travma / ıstırap / sıkıntı aile dizilimi yoluyla açığa çıkıp kontrol altına alınabilir böylece.

Son söz olarak eklemek isterim ki; insana yararı olan, kullanarak insana destek olabileceğimi hissettiğim her bilgiyi, her kavramı açlıkla inceleyip aklıma ve gönlüme yatan dağarcığıma katarım Belgin'ce... Psikosoybilim ve sistemik aile dizilimleri de benim için bu alanlardan biri.

Bu arada 19.09.2019'da bu dünyadan ayrılmış olan değerli usta Bert Hellinger'i sevgi ve saygıyla anmalıyım ki ruhu gönensin. Her an gelişmek ve sevgiyle yardımlaşabilmek dileklerimle bugün bana köşeni ayırmış olduğun için çok teşekkür ederim sevgili Yeşim Mutlu.

Gönül gözüyle dostluğunu, anılarını ve deneyimlerini paylaştın. Asıl ben çok teşekkür ederim.

Hakikati, iyiliği, güzelliği, sevgiyi, gerçek olanı paylaştığımız yeni yazılarda görüşmek üzere.

Yazının devamı...

Tolga İmrence'den "Beni Bırak"

Bir insanı hiç tanımadan sever misiniz? İlk sesini duyduğunuzda içiniz mutluluk ve huzurla dolar mı? Oluyormuş. Sevgili Tolga İmrence ile hikayemiz işte böyle başladı. Uzun zamandır yazılarımı takip edenler Serdar Esmer ile olan dostluğumuza şahittir. Serdar, hayata renk katan, elinin değdiği her işi güzelleştiren özel biridir. Ne zaman ihtiyacım olsa hemen yetişir. Çok güldüğümüz, fotoğraf için kılıktan kılığa şekilden şekilde girdiğimiz anları bir görseniz yerimizde olmak istersiniz.

Serdarcığım, iki hafta önce bana arkadaşı Tolga İmrence'nin şarkısının çıktığını söyledi. Serdarcığım atsana şarkı linkini bir dinleyeyim dedim hemen telefonda. Aman Allah'ım o nasıl güzel şarkı, nasıl bir ses! Serdar'ı hemen bizi bir araya getiriyorsun diyerek aradım. Serdar Tolga ile bir araya gelmemiz için konuşurken ben çoktan Instagram'da Tolga'nın şarkısını paylaşmış ve okuyacağınız satırları hayal etmeye başlamıştım. Sonrası su gibi aktı. Tolga ile Galata'da Şebnem Yıldız'ın aşık olduğum showroomunda buluştuk. Tolga ile orada buluşmak istedim çünkü çok yakın bir zamanda Şebnem ile bir araya geldiğimizde mekanın enerjisi ve renkleri beni çok etkilemişti. İstanbul'un sıcak ve çekilmeyen trafiğinde Tolga, Şebnem, Serdar, Nadir ile bir araya gelmek ilaç gibiydi.

Bu arada bir önceki söyleşide olduğu gibi fotoğraflarımızı Nadir Özkan çekti.

Salti Pasaj'ndan etrafa yayılan enerjiyle bu satırları sizinle paylaşmak benim için çok kıymetli.

Tolgacığım, "Beni Bırak" ile gümbür gümbür geldin hayatıma. Hayırlı uğurlu olsun. Şarkıya ilgi nasıl gidiyor?

Çok teşekkürler ediyorum Yeşimciğim, gerçekten inanılmaz mutluyum. Her şey doğru ve güzel istediğim gibi gidiyor. Bir zamanlar fırtınasında savrulduğum bir aşkın bana yaşattığı duyguları, arabamda radyolardan dinlemek, yaptığım sahnelerde her bir ağızdan insanların söylemesi... Gerçekten hamd olsun.

Maşallah diyelim Tolgacığım, çok uzun zamandır müzik sektöründesin. Senin müzik ile ilişkin nasıl başladı?

Esasında benim değil doğduğum andan itibaren müziğin benim ile ilişkisi başlamış Yeşimciğim. Babam askerdi ve Armoni Mızıkasında obua sanatçısıydı. Yıllarca obuanın o naif ince sesi benim ruhumun derinliklerine öyle işlemiş ki kendimi bildim bileli tek bir müzik oldu hayatımda...

Ortaokulda Ege Üniversitesi konservatuvarının çalgı eğitim bölümünü kazanmama rağmen çok küçük olduğum için ailem göndermek istemedi beni. Lise yıllarında hür irademle Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi'ni birincilik ile kazanıp müzik eğitimime başladım. O kadar sığmıyordu ki ruhum bedenime hep daha fazlasını isteyerek bir şekilde Türkiye'nin en önemli primadonnalarından Belkıs Aran ile yollarımız kesişti. Ben lise öğrencisiyim, Belkıs Hanım Türkiye'nin en büyük sopranosu. Özel dersleri inanılmaz uçuk paralar... Harçlıklarımı biriktirip ( "her zaman en büyük sponsorum annem:)" Belkıs Hocamın karşısında buldum kendimi. İlk derste "Senden para istemiyorum" dedi bana. Uzun süre arialar, aryantik eserler, diyafram teknikleri ve sesimi en iyi nasıl kullanabileceğimi çalıştık. Çeşitli korolarda solistlik ve koristlik yaptım. İlk AKM konserimizde büyük üstat Önder Bali beni çok beğenip, "Bu çocuğu bana getirin" dediğinde 15 yaşındaydım. Kendisi benim ile çalışmak istediğini söyledi ve yıllarca Lions kulüplerinde ve İstanbul'un en büyük otellerinde Önder Bey'in piyanosuyla şarkılar söyledim. Batı müziğinin çok sesliliğinde ruhumun sesini duyamadığımı hissedip ben Türk Müziği okumalıyım diyerek İTÜ Türk Müziği devlet konservatuarına girerek eğitimime devam ettim.

Sahne hayatım yoğun bir şekilde devam ederken solistlik, stüdyo vokalistliği yaptım. Daha sonra çok ünlü bir ismin sahnesinde vokalist olarak eşlik ederken bir gün yolum sevgili Fatih Ürek ile kesişti. O kadar dolu ve renkliydi ki sahnesi, gerçekten benim için doğru adres diyerek kendisiyle çalışmaya başladım. Sahne showundan repertuarına, sahne disiplininden insan ilişkilerine kadar çok şey öğrendim kendisinden, minnettarım. Sevgili dostum, menajerim Mert Slivin ve Fatih Ürek "Hadi Tolga şarkıların çok güzel yapalım artık şu şarkılarını" demesiyle başka bir serüven başladı hayatımda. İlk teklim DMC etiketiyle tüm dijital platformlarda yayınlandı ve büyük beğeni kazandı.

Müzikle geçen dolu dolu yıllar senin hayatın Tolgacığım. Yıllardır müziğin içinde hem eğitmen hem de vokal olarak seni görüyoruz. Albüm sonrası neler planladın? Var mı yeni heyecanlar?

Yeşimciğim, benim hayatta en büyük açlığım öğrenmek. Ve bu öğrendiklerimi birilerine aktarmak. Hayatlara dokunabilmek. Yaşamış olduğum yoğun temponun içinde belki de en büyük huzurum öğretmenlik. Aslında ben çok şey öğreniyorum öğrencilerinden. Hep güncel hep taze kalıyor fikirlerim. Ben üretebilen bir müzisyenim. Sözleri ve müziği ruhuma hediye edilen çok şarkıda buluşacağız. Ben plan yapmam Yeşimciğim, doğru duygularla çok daha fazla kişiyle yollarımız kesişecek inşallah.

Tolgacığım, tanıştığımız anda bana "Yeşimciğim, acaba karmalarımızda nerede karşılaşmıştık?.." diye sordun. Karmayı henüz bilmiyorum ama enerjin beni çok etkiledi. Bu kadar derin duygular, düşünceler hayatına nasıl girdi?

Ah Yeşim ah diyerek başlayayım. 13 yaşında babamı trafik kazasında kaybederek büyük travmalarla başladım hayata. Belki hiçbir zaman maddi sınavlarımız olmadı ama çok sevgi fakirliği yaşadım ben. Neden? diye yıllarca sorguladım hayatı. Yarım kalma hissi. Tamını, tamamını bulmaya çabalarım, ne tam anlayan ne tamamlayan insanlarla yıllarca boğuşmalarım en büyük aşka ulaştırdı beni Yaradan'a... Sevgi ararken aşkın iklimi kapladı tüm kalbimi ve o aşkla büyük yandı. Sebepsiz yaprağın düşmediği bu dünyada senin güzel enerjin aslında kapladı kalbimi. İkimiz de bir gün öğreniriz karmalarımızda nerelerde karşılaştığımızı...

Tolgacığım, ağlatacaksın beni... İyi ki tanıştık. Serdar'a ayrıca teşekkür edelim. Yaz boyunca neler yapacaksın? Seni nerelerde göreceğiz?

Yaz boyunca sevgili Fatih Ürek ve kendi sahne programlarım son hız devam ediyor. Çeşme, Bodrum, Kıbrıs, yurt içi ve yurt dışı birçok konser ile sevenlerimizle buluşacağız.

Yaz ne güzel geçecek! Hem iş hem kısa da olsa nefes alma şansın olur Tolgacığım.

Son olarak okuyucularımıza ne söylemek istersin? Ben bunca yıllık tecrübe ve sahne yaşanmışlığa rağmen daha yolun başındayım. Ortak lisanımız aşk! Yaşanılan tüm duygular ortak. Sadece isimlerin ve kişilerin farklı olduğu bir sistemin oyuncularıyız. Benim duygularımdan çıkan her kelime, her nağme sizlerin ve hepimizin ortak duyguları olsun inşallah. Ben hepinizi çok seviyorum. Beni dinlemeye devam edin. (çok kalp emojisi)

Yeşimciğim, tekrardan çok ama çok teşekkür ediyorum canımcığım. Sen gerçekten uğurumsun.

Tolgacığım mahcup etme lütfen beni. İlk tanışmamızdan şu ana kadar sevgi dolu kalbin ve güzel bakışın için ben çok teşekkür ederim. Daha yeni başlıyoruz. Her zaman iyilikle sevgiyle paylaşalım güzel haberlerini.

İnşallah Yeşimciğim.

Herkese sağlıklı, huzurlu, mutluluk dolu bayramlar diliyorum. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

Işıklı diva: Zeynep Şimşek

Kadınlar arasında "Kadın kadının düşmanıdır" yargısı oldukça yoğundur. Ne yazık ki çok kadın bu sözü haklı çıkaracak tecrübeler yaşıyor. Kişisel olarak sayısız deneyimim var. Hiçbirine takılı kalmadan hayatıma devam ediyorum. Başarılı, zeki, güçlü, sürekli öğrenen,kendini geliştiren, işine tuykuyla bağlı, kendi kadar etrafındakiler yükselten, sevgi dolu, paylaşımcı, hayal kuran ve hayallerinin peşinden giden kadınlara her zaman hayranlık duyarım. Zeynep Şimşek'te bu kadınlardan bir tanesi.

Sevgili Zeynep ile geçtiğimiz hafta Cihangir'de buluştuk. Semti çok severim. 2009 yılında bir fotoğraf projesi için yılın neredeyse her günü oradaydım. Zeynep, Grey Cihangir'de buluşalım dediğinde ayrı sevindim. Semtlerin ruhuna çok inanırım. Bir de anılarla dolu olunca değmeyin keyfime.

Sesimin kısıklığı sebebiyle fotoğraf çekimini Nadir Özkan'a bıraktık. Nadir'in çalışmaları çok uzun zamandır dikkatimi çekiyordu. Sağ olsun Zeynep bizi bir araya getirdi. Satır aralarına serpiştirdiğim bu harika karelerin hepsini o çekti. Güzel bir yaz gününden geriye güzel anılar ve güzel kareler kalırken Zeynep ve Nadir ile yeniden bir araya gelmek üzere ayrıldık.

Sıra şimdi bu güzel günün özetinde...

Zeynepciğim, nasılsın? Çok uzun zaman sonra bir araya gelip bu söyleşiyi hayata geçirdiğimiz için çok mutluyum :) Seni ilk kez tanıyacaklar için kısaca senden bahsedelim mi?

Tabii ki Yeşimciğim. Merhaba, ben Zeynep 1989 İstanbul doğumluyum. Lisede hazır giyim okudum. Üniversite eğitimimi Işık Okulları'nda tamamladım. Sonrasında İtalya'da erkek giyim eğitimi aldım. Halen eğitim yolculuğum devam ediyor.

Son görüşmemizden bu yana hayatında neler değişti? Neler yapıyorsun?

Yeşimciğim, öncelikle çok büyük markaların tasarım departmanlarında çalıştım. İtalya'da aldığım eğitim sonrasında rotam dergicilik ve basın sektörüyle kesişti.

Türkiye'de birçok dergide çalıştım. Tabii bununla beraber yurt dışında çalıştığım dergiler de oldu:

Vogue Germany, Vogue Italy, Esquire Singapore, Elle Bulgaria, L'officel Azerbeycan.

Lokal dergilerden; Esquire, Alem, Based, Cosmopolitan ve Elele bir kaçı :)

Son olarak Punto Markası'nda "Style Director" olarak çalıştım ve deri koleksiyonu hazırladım.

Işık Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunusun. Halen stil tasarımı dersleri veriyorsun. Kendi okulunda ders vermek hayalin miydi?

Işık Okulları mezunuyum, Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu bir eğitim kurumu. Orada ders veriyor olmak benim için ayrıca gurur! Hepimizin yolu ışık olsun.

Pandemiyle birlikte dijital defileler, doğa dostu ürünler, dijital deneyimler hayatımıza girdi. Sence dijitalleşme modayı nasıl etkiledi?

Bu yeni dünya düzenine alışacağız. Birçok meslek şekil değiştirerek karşımıza çıkacak. Artık dijital dünyaya ayak uydurmakla beraber sürecin bir parçası olacağız. Bu durum modayı daha da etkileyecek. Tüm alışkanlıklarımızın değişeceği bir çağın içindeyiz. Öncelikle farkındalıklarımız artıyor, tüketim konusunda daha öznel davranmakla beraber bunun nesillere aktarımı da değişiyor. Yani kısacası organik ve tümsel olan her şey bizi kendine daha çok yaklaştırıyor.

Zeynepciğim, sanat hayatının neresinde? (Çok sıkı bir sanat izleyicisi olduğunu biliyorum ama okurlarımıza biraz anlatalım) Senin için moda ve sanat ne anlam ifade ediyor?

Benim için sanat hayatımın vazgeçilmezi. Bir sanat eğitimcisi olarak görüyorum kendimi. Doktora eğitimimi "Sanatta yeterlilik" üzerine yapmak istiyorum.

Çağdaş sanat ve akımlar benim ilham kaynağım. Sanatla moda ilişkisi ise; bence sanatı zanaata çevirmek büyük bir beceri. Bu beceriyle beraber endüstriyel bir moda çalışanı haline geliyorsunuz. Aradaki bu geçiş vizyonla birleşince siz gerçek bir moda sanatçısı haline gelirsiniz.

Gel hadi birlikte hayal kuralım :) Oscar ve Cannes Film festivalinde kimleri giydirmek istersin?

En sevdiğim, benim hayal kurduğum isimler listesinde; Jennifer Lopez, Ciara, Beyonce var. İnanıyorum bir gün olacak. Oscar'da ise Johnny Depp, Selma Hayek ve büyük üstat Anthony Hopkins var.

Türkiye'den şunun stiline bir el atsam dediğin var mı? Ya da beğendiklerin diye sorayım.

Birçok ünlü isimle çalıştım. Stil bence başlı başına bir serüven kendini ne kadar geliştirdiğin ve trendleri takip ettiğinle ilgili. Burada öncü isimlerden Gülşen'i çok beğeniyorum. Ajda'yı da severim. Hala divalığını korumakta, çalıştım ayrıca Ajda'yla. Ajda'nın ikonu ve birçok şarkısını birebir kendi üzerinde yorumladığı isim Mina Mazzini. O da İtalya'nın ikonudur. Benim üniversite projem aynı zamanda.

Günlük yaşamında olmazsa olmaz parçaların var mı? Kendi stilinde güncel mi yoksa zamansız tasarımlar mı tercih edersin?

Benim stilim yıllardır aynı aslında "Glamour" bir tarzım var. Klasik ama iddialı parçaları tercih ederim. Her daim iyi görünmeyi seviyorum. Bu benim için bir yaşam biçimi. İtalyan arkadaşlarım "Diva" der hatta bana :) Çanta, ayakkabı, gözlük, aksesuar. Hepsi bir bütün ve yaşam biçimi!

Ve en büyük özelliğim üzgünsem de iyi görünürüm, mutluysam da.

İş dışında neler yapıyorsun? Biraz kişisel hayatından biraz da İtalya tutkundan bahsedelim mi?

İş dışında spor, sanat, sinema ve edebiyatla çok ilgiliyimdir. Türkiye kompozisyon 1.liğim var!

Ben dünyaya öğrenmeye geldim. Büyük bir iştahla öğrenmeye çalışıyorum, meraklı ve tutkulu biriyim. Beni geliştirecek her türlü disiplinden etkileniyorum.

İtalya tutkuma gelince, geleneksel bir yapım var. O yüzden o topraklara çok yakın hissediyorum kendimi. Aktivist biriyim ama her zaman lokal olmadan global olunamayacağını öğrendim.

Güncel işlerini nerede izleyebiliriz? Seni en yakın nereden takip edelim?

Dijital bir proje üzerinde çalışmaktayım. Çok yakında sizlerle olacak. Projelerimi ve güncel hayatımı Instagram üzerinden takip edebilirsiniz. zeyneppsimsek adresim.

Samimi cevapların ve ayırdığın zaman için teşekkür ederim Zeynepciğim. Yeni projeni heyecanla bekliyorum.

Ben çok teşekkür ederim Yeşimciğim. Söz ilk seninle paylaşacağım.

Yeşim Mutlu

Yazının devamı...

© Copyright 2025

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.