16.05.2025 - 02:33 | Son Güncellenme:
GÖRKEM EVCİ
GÖRKEM EVCİ- Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, / Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta” — Yahya Kemal Beyatlı.
Genel olarak “Türk sanat müziği” denilen, benim “klasik Türk müziği” demeyi tercih ettiğim müzik türünü icra eden üç genç isimle şubat ayında Milliyet Pazar’da yayımlanan bir röportaj yapmıştım.* Onlara icra ettikleri müziği nasıl isimlendirdiklerini sorduğumda Çağlar Fidan, bu müziğe verilen isimler arasında “İstanbul müziği” ifadesini de zikretmişti. Ersu Pekin de Büyük İstanbul Tarihi’nde bu isimlendirmeye değinerek Mahmud Demirhan’dan şu alıntıyı yapar:
“Bence bizimki ne Türk musikisi, ne Şark musikisi, ne de hududu ve mefhumesi içine dergâh, enderûn ve meyhane giren Osmanlı musikisidir. Bu, benim görüşümle ve ihtisâsımla ancak İstanbul musikisidir; kökleri ve unsurları ile melodilerini bu güzel şehrin, cennetpâre İstanbul’un o emsalsiz şafaklarından, mehtaplarından, tulû ve guruplarından ve her tarafı saran aşk ve zarafet tecelliyatından alıp bizi esirî bir istiğrak içinde bayıltan bir musikidir ki, bunu da halkeden büyük Tanburî Cemil’dir.”
Bestekâr sultanlar
Gerçekten de bu müziğin doğduğu, geliştiği, üretildiği yer İstanbul’dur. Bunda en büyük pay elbette payitaht oluşundadır. Bu da ilk olarak bu müziğin sarayla olan bağlantısına işaret eder. Üstelik müzik, sarayda sultanların yalnızca dinlediği, desteklediği değil, aynı zamanda ürettiği bir şeydir: III. Selim, II. Mahmud, Abdülaziz gibi birçok sultan; bestekâr, müzisyen yönleriyle de bilinir.
Mevlevihanelerin rolü
Hiç şüphesiz İstanbul’da müzik deyince camilerden dergâhlara, sinagoglardan kiliselere uzanan dinî müziği, bu müziğin de klasik Türk müziği üzerindeki etkisini atlamamak gerekir. Ancak dinî kurumlar içinde bu müziğe en büyük katkıyı veren, bir okul görevi gören kurum ise Mevlevihanelerdir. Mevlevî ayinleri, klasik Türk müziğinin en değerli besteleri arasında yer alır. Ali Nutkî Dede, Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi, Zekâi Dede, Abdulbâkî Nâsır Dede, Nâyî Osman Dede gibi birçok musikişinas İstanbul’daki Mevlevihanelerde yetişmiştir.
“Resmî” ve “dinî” kurumların dışında özel meclisler gibi daha “sivil” mekânlar da İstanbul müziğinin zenginleştiği yerlerdi. Yanı sıra kahvehaneler de İstanbul’da müzik denildiğinde akla gelen önemli mekânlardan. 16. yüzyıldan itibaren semai kahvehaneleri, çalgılı kahvehaneler ya da tulumbacı kahvehaneleri isimleriyle anılan bu mekânlar, müziğin üretildiği ve dinlendiği yerlerdendi. Aynı şekilde meyhaneleri de burada zikretmek gerekir.
İstanbul’a ayırdığımız bu sayımızda müzik bahsini es geçmemek için şimdilik önbilgi mahiyetindeki bu satırlarla yetiniyorum. Bugün İstanbul’da sokaklarda, dükkânlarda, evlerde, konser salonlarında yankılanan müzikler, genellikle “İstanbul müziği” olmasa da sizleri önce İstanbul’un dev bir orkestra olarak kendi çalıp ürettiği müziğine, sonra da “İstanbul müziği”ne kulak vermeye davet ediyorum