23.02.2013 - 18:55 | Son Güncellenme:
NEŞE MESUTOĞLU / nese.mesutoglu@milliyet.com.tr
1960’lı yıllara kadar figür resmi çalışan Bedri Rahmi Eyüboğlu, ABD’ye gidince soyut resimle tanışır. Sadece renklerle çalışmak onu çok mutlu eder... Eyüboğlu’nun bu dönemde yaptığı soyut işler, Akmerkez’deki bir sergiyle ilk kez izleyiciyle buluşturuluyor. Sanatçının torunu Rahmi Eyüboğlu, “Bu sergide bildiğiniz değil ama anlayacağınız bir Bedri Rahmi göreceksiniz” diyor
Bu sergide ilk kez göreceğimiz Bedri Rahmi eserleri var. Nasıl bir araya getirildi bu resimler?
1911 doğumlu dedemin 100’üncü yaş kutlamaları, New York’ta yapılan bir sergiyle başladı. Serginin açılışında Nedret Uzunbekir, dedemin “Satılınca bana boya ve malzeme alırsınız” diyerek bıraktığı resimleri, 50 sene sonra bize, yani ailesine geri verdi. Amerikalı Kellog Ailesi’nin hediye ettiği Japon kağıtları üzerine yapılmış resimlerdi. O gece bu eserlerle ‘Amerika Dönemi’ sergisi açmayı kafama koydum. Bu döneme ait bu kadar geniş kapsamlı ilk sergi bu. 1960-62 yıllarını kapsayan dönemde Japon kağıtları üzerine yapılmış 165 eser ilk kez gün ışığına çıkıyor. 1980’li yıllarda Adam Sanat Galerisi’nde bu döneme ait bir sergi oldu ama bu kadar zengin değildi.
Japon kağıdının Bedri Rahmi için önemi nedir?
Japon kağıdı, Bedri Rahmi’nin Amerika’ya gitmesiyle keşfettiği bir malzeme. Dokusu ve renkleri onu çok etkilemiş. Çok pahalı olmasından dolayı bu malzemeyi almaya kıyamamış, aralıklı kullanmış.
Önceden figür resmi çalışan Bedri Rahmi, Amerika’ya gidince soyut çalışmaya başlıyor... Bunun sebebi ne sizce?
Bedri Rahmi denince insanın aklına renkler gelir. 1960’lı yıllara kadar resminde figür olan Bedri Rahmi, Amerika’ya gidip, oradaki müze ve sergileri gezince soyut resimle tanışır. Bu senelerdir onun kafasını kurcalayan bir akımdır ve çok etkilenir. Sadece renklerle ortaya iş çıkarmak, onu çok mutlu eder. Rothko’yla tanışır, çok etkilenir. Uzun bir dönem, 1960’lı yılların sonuna kadar, bu tür resimler yapar.
Bu dönemin sanatçının kariyerindeki yeri nedir?
Bazı eleştirmenler bu dönemini ciddiye almaz ve eleştirir. Onu bu kadar heyecanlandıran ve mutlu eden bir döneme, hele hele bu kadar çok eser ürettiği bir döneme saygı duyulmasını bekliyorum. Bedri Rahmi, sanat hayatı boyunca hep aramış, değişik işler yapmaya çalışmış. Bu dönem onun yaşamından bir kesit. Bırakalım izleyici de görsün, yorumlasın ve kariyerindeki yerini onlar söylesin.
Soyut resimlerinin sergilenmesi için neden bu kadar geç kalındı?
Çünkü bu kadar işi bir araya getirmek zaman aldı. Daha beş sene önce bir retrospektif sergisi ve kitabı çıkarabildik. O yüzden bu sergi biraz gecikti...
Bu sergiyi gezenler, bildiğimiz Bedri Rahmi’yi bulamayacak değil mi, ne dersiniz?
Evet, belki 1940’lı yıllardaki peyzajları, motifleri, natürmortları göremeyecekler. Ama Bedri Rahmi demek, ‘renk’ demekse aynı heyecanı ve değişik renkleri görecekler. Bildikleri değil ama anlayacakları bir Bedri Rahmi görecekler.
Bu sergiden kendinize bir resim ayırdınız mı?
Bende Bedri Rahmi tabloları var. Kalamış’taki atölyeyi müze yapmak istediğimiz için esaslı miktarda resmi tutup bundan sonraki nesillere aktarmak istiyoruz. Bu sergide olanlar içinden kendime bir resim ayırmadım, ayırdıklarım sergide olmayanlardan.
Sabahattin Eyüboğlu, Mualla Eyüboğlu ve Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi isimlerin olduğu bir aileden gelmek nasıl bir duygu?
İlk adım Sabahattin, ikinci adım Rahmi... Yani daha doğar doğmaz omuzlarıma yük binmiş. Kolay değil. Hep onlarla kıyaslanıyor ve karşılaştırılıyorsunuz. Tek amacınız, ‘onlara layık olmaya çalışmaya’ dönüşüyor bir zaman sonra.
“DEDEM HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLADI”
Dedeniz Bedri Rahmi Eyüboğlu’yla unutamadığınız bir anınız var mı?
Beni maça ilk kez o götürmüştü. Fenerbahçe-Santos maçıydı, altı gol yemiştik ama Pele’yi canlı seyretmiştim onun sayesinde. 1972’de Kalamış’taki atölyesinde yangın çıktığında, “Çık yukarı bir bak, tuhaf bir ses geliyor” dedi. “Dede yangın!” diye bağırdığımda üzüntüsünü unutamam. Resimleri ve kilimleri yandığı zaman hüngür hüngür ağlamıştı o koca adam. 1974’te Göcek’te bir koyda, bir balıkçı teknesi bordaladı ve “Balık ister misiniz?” diye sordu. Kocaman bir trança balığı çıkardı. Karaya çıktığımızda dedem boyalarını alıp kocaman bir taşa bir saat içinde, şimdi hâlâ orada olan, balık resmini çizdi. 2011’deki 100’üncü doğum yılında altı arkadaş üç saatte bitiremedik restorasyonunu.
EYÜBOĞLU EFSANESi
Sabahattin Eyüboğlu: Vefat ettiğinde dokuz yaşındaydım. Anlayacağınız onun daha ne kadar önemli bir insan olduğunun farkında bile değildim. Rahmi Bey’den sonra (babaları) ailenin temel direği olduğunu anlamam bir hayli zaman aldı. Sabahattin Eyüboğlu’nun akrabası olmanın en büyük etkisi, insanları sevmek olmuştur.
Mualla Eyüboğlu: Çok farklı bir kadındı. Yaşadığı ev, hayat tarzı farklıydı. Dedemin vefatından sonra babamla araları açıldı. 13-14 yaşımdayken, “Neden dedenin anma törenine gitmedin?” diye bana bağrınca, ondan hep çekindim ve uzak durdum. Bayramlarda gider elini öperdik.
Bedri Rahmi: Babam beni yanına işe aldığında benim için sadece dedeydi. Zamanla onu tanımaya ve yaptıklarını öğrenmeye başlayınca işin rengi değişti. Meğer benim dedem, Türkiye’ye mal olmuş bir sanat adamı, düşünür, şair, ressam, öğretmen, yazmacı, mozaikçi; anlayacağınız ‘yedi veren bir gül’müş. Nereye gitsem, hep Bedri Rahmi’nin torunu olarak tanıştırıldım. Bu hâlâ böyle devam ediyor.
Eren Eyüboğlu: Yani babaannem... Bedri Rahmi, ‘Bedri Rahmi’ olduysa bunda eşi Eren Eyüboğlu’nun katkısı çoktur. Onları birbirlerine bu kadar aşık eden temel konu resimdir. Her ikisinin de senelerce bu kadar çok eser vermesinin sebebi budur. Bu iki büyük ustanın aşklarının meyveleri midir bu güzel işler, bilemem.