28.05.2008 - 05:54 | Son Güncellenme:
SEDA Bakan’ı ekranda ilk olarak “Sana Mecburum” dizisinde Doğuş’la birlikte gördük. Güzelliği ve oyunculuğuyla dikkatleri üzerine çekti. Şimdi “Pars Narkoterör” dizisi bütün hayatı olmuş. TÜRVAK’ta oyunculuk eğitimi alan Bakan’ın “Pars Narkoterör“ macerası, TÜRVAK’ta hocası olan Osman Sınav’ın eşi Tangül Hanım sayesinde başlamış...
GENÇ oyuncu o günleri şöyle anlatıyor: “Tangül Hoca benim bitirme sınavıma giriyor. Sonra beni odasına çağırıyor ve ‘Osman Bey’le görüşmeni istiyorum, bir projesi var. Yalnız özellikle rica ediyorum, uykudan kalktığın gibi, hatta yüzünü bile yıkamadan git görüşmeye diyor. Ardından da narkotiğe gidip polislerle konuşma, ufak tefek dövüş dersleri geliyor.”
İlk aşkım Cüneyt Arkın
‘Pars Narkoterör’de Zülüf’ü oynayan Seda Bakan, “Dört, beş yaşındaydım , sabah kalkıp televizyonu açıyorum. Çizgi film için değil, Cüneyt Arkın’ı görmek için!“ diyor
Pazar kalabalığından kaçmanın yolunu benim evde buluşmakta bulduk Seda Bakan’la. Çekimleri sabahın dokuzunda bitmiş, bütün yaşamı ‘Pars Narkoterör’ olmuş genç oyuncu, yorgunluktan bitse de, çok güzel görünüyordu. Onu nasıl anlatmalı? Kısa ve öz konuşayım mı? Ben Seda’ya bayıldım! Okuyun, bana siz de hak vereceksiniz...
Hatırladığınız ilk kare...
Belki beş yaşındayım. Kar yağıyor ama çok yağıyor böyle... Öğle uykusundan kalkmışım. Salon penceresinin altında bir petek var. Ona dayanıp dışarı bakıyorum. Annem de bir şeyler yediriyor, süt içiriyor orada. ‘Ben dışarı çıkacaktım, oynayacaktım. Uyurken her yer bembeyaz olmuş!’ diyorum.
İlk aşk?
Ay şimdi şoke olacaksın ama çok iyi hatırlıyorum, çok küçüktüm ve Cüneyt Arkın’a aşıktım! Babama da çok benzer zaten (gülüyor).
Benim bir arkadaşım Erol Evgin’e aşıktı. Süslenip televizyonun karşısına geçerdi. Siz de yaptınız mı böyle şeyler?
Yoook (gülüyor). Dört, beş yaşındayım düşün, sabah kalkıp televizyonu açıyorum. Çizgi film için değil, Cüneyt Arkın’ı görmek için! Öğlenleri sabitti: Annem, anneannemle filmlerini izlerdim. Sonra birden duygulanır, utanır, kaçardım. Akşamüstleri, arkadaşlarımı toplayıp öğlenki filmleri, reklamları tekrar çekerdim. Mahallenin arkasında kocaman bir arsa düşün. Bizim ‘Köpekli bahçemiz’di orası.
Köpekli bahçe... Masal gibi...
Biz çok enteresandık gerçekten. Büyük hayallerimiz vardı. Bir sabah, arkadaşlarımla birlikte uzay gemisi yapacaktık. Motoru da, saç kurutma makinesi motoru! Herkesin annesi çıldırmış durumdaydı.
Peki ya okul yılları? Süper lisenin ardından Adapazarı’nda dış ticaret okumaya nasıl başlıyorsunuz?
Ben tiyatro okumak istiyorum. Annem memur emeklisi, babam esnaf. Onlar kendi çizgilerinden bakıyorlar hayata. Ben bari kısa okuyayım da kurtulayım deyip iki senelik okula gidiyorum.
Ne var ki oyunculuk aşkı bitmiyor. Dış ticaret bitince, bu sefer TÜRVAK’ta oyunculuk okumaya başlıyorsunuz. Aynı zamanda Number 1 TV’de de sunucusunuz. Bu hengamede, ‘Sana Mecburum’ dizisi ile yollarınız nasıl kesişiyor?
Menajerim Tuba’yla birlikte bir reklam görüşmesine gidiyoruz. Bize diziden bahsediyorlar. ‘Sana Mecburum’ orada başlıyor. Dizide oyunculukla ilgili çok şey öğreniyorum, kendime güvenim geliyor.
TÜRVAK’ta, Osman Sınav’ın eşi Tangül Hanım, sizi yanına çağırıyor ve...
‘Pars Narkoterör’ süreci de, başlıyorNarkotiğe gidip polislerle konuşuyoruz. Ufak tefek dövüş dersleri alıyor, vücut dili, çalışıyoruz. Silah kullanma, poligon... Semerkant’ı, Çılgın Türkler’i okuyoruz.
Silahı ilk kez elinize aldınız.
Hiç yabancılık çekmiyorum açıkçası. Ben de çok merak ediyorum, korkutuyor beni silah normalde. Gel gör ki üç, dört atıştan sonra gözümü bile kırpmamaya başlıyorum.
Dizide, kişiler hayal ürünü. Peki olaylar, gerçeklikle ne kadar örtüşüyor?
Narkoterör diye bir kavram var. Dizi bu kavramın üzerine gidiyor. Kullandığınız uyuşturucunun parası teröre gidiyor, bizim askerlerimiz de Doğu’da bunun için savaşıyorlar. ‘Niçin böyle bir yol?’ diyor. Bizim Narkotik danışmanımız Zafer Bey var, ‘Kaç tane kitap yazdım, kaç tane okula gittim’ diyor ama bu dizinin yaptığını yapamadı.
Evet, Pars Narkoterör gibi diziler, insanlara bilgi veriyor. Öte yandan, olayları defalarca göre göre, kanıksanmasına da yol açıyor olabilirler mi?
Senaryo grubu çok iyi, çok sistemli. Gel gör ki insanlar ‘Tamam artık, biliyoruz, ama yapacak bir şey yok!’ diyebilirler. Ta ki gerçekle yüz yüze gelene kadar.
Senaryodan Pars ve abisinin diyaloglarını okuyorum şimdi size: Gürültüde, çıtırtıyı duyacaksın! /Abi?/ Karanlıkta göreceksin!/Ne?/Düşmanına, bir pençe mesafede olacaksın! Allah aşkına, kim bu Pars-man?
Pars bir teşkilat. Devlet tarafından desteklenen, ülkede bu işi dürüstçe yapabilecek kişilerin bulunduğu bir sistem diyeyim. Şamil de abisi öldükten sonra bu sisteme dahil oluyor çünkü abisi de bir parstı. Uyuşturucu nereden çıkmış, kim getirmiş, ağalar meclisi, kim nerede, ne yapıyor, bu olay nereye kadar iniyor? Bu düğümü çözmeye çalışıyorlar. Bu ülkede böyle teşkilatlar var. Bu da hayali bir teşkilat.
Dizide canlandırdığınız Zülüf’ü, yani bir Kürt kızını oynamak, sizin hayata bakışınızda nasıl bir etki yaptı?
Küçük bir yerde doğup büyüdüm. Hiç böyle şeyleri bilerek büyümedim ve bana inan, hiç böyle bir şey yaşamadım. O yüzden Kürt kızını oynamak bana şu bakış açısını kazandırdı, ben artık böyle hissediyorum diyebileceğim hiçbir şey yok. İnsanı oynuyoruz, insanım. Baba sevgisiyle büyümüş biri olarak, baba sevgisi olmadan büyüyen Zülüf’ü nasıl anlatabilirim? Ben onu buradan aldım. Bu kızın kırılma noktası ne olur? Ona baktım.
Ne olur?
Şamil tabii ki. Çünkü Zülüf baba sevgisi bilmiyor. Şamil’de babayı, belki kardeşini, hatta belki hayal ettiği çocuğunu da buluyor.
Çekimler için Van’a da gittiniz. Van’da Kürt kızı olmakla, İstanbul’da Kürt kızı olmak arasında bir fark var mı?
Çok güzel bir soru bu. Benim rahmetli anneannemler Bolu’da, Gerede köyünde oturuyorlardı. Onlar, Bolu’dan İstanbul’a geldikleri zaman çok mutlu olmadılar. Nasıl olacak? Toprağı orası onun! Biz Van’daki insanları çok sevdik. Van’da bir bakkala gittiğinde, bir kahvaltıya oturduğunda, insanlarla sohbet ettiğinde görüyorsun ki hiç anlatıldığı gibi değil. Gidip görmek lazım. En iyi görerek bilirsin.
Elinizde sihirli bir değnek olsa, uyuşturucu ve terör sorununu nasıl çözerdiniz?
Önce, çözüme nereden başlayacağımı düşünürdüm. Dur bakalım, durum ne? Belki olayların öncesinde insanları itekleyen başka bir şey var... Ve vicdandan başlardım galiba. Havaya kaldırırdım o değneği ve ‘Herkes vicdanını bir on dakika hissetsin!’ diye bağırırdım. O anda herkes hissetmeye başlardı. Eğer düzelmiyorlarsa, demek ki artık vicdan dahi kalmamış. O zaman: ‘Bak!’ derdim. Bu sefer anlatmaya çalışır, insanları robotlaştırmadan, kendi kendilerine gitmeleri için uğraşırdım. Belki çok uzun bir yol olurdu, ama nasılsa değneğimle zamanı da kısaltırdım.
An bilir asıl gerçeği
Aşkı nasıl yaşıyorsunuz?
Şu tempoda, aşka vaktim yok.
Hayatta neyi daha fazla istiyorsunuz?
Yaşamayı. Nefes almayı.
Yaşamınızdaki en önemli inanç ne?
Şüphesiz ki Allah inancı. Çünkü hayatta ondan uzaklaşarak yaşadığın anlar senin için en tehlikeli anlardır bence.
On yıl sonrası için, eşinize ya da çocuklarına mektup yazsanız neyi en çok vurgulardınız?
Çok zor bir soru. Hayatta yapmaman gereken tek şey hırsızlık derdim. Şöyle anlatayım: Hak yemek, kul hakkı derler ya. Bunun asıl kelimesi, hırsızlıktır. Birinin gözlerine bakarsın ve dersin ki ‘Aa ne kadar kötü bakıyor?’. Onun gözlerinin güzelliğini çalarsın. Ya da yaşamla ilgili kendine, ‘Bunu yapmamam gerekiyor!’ dersin, duygunu çalarsın. Yine hırsızlık yapmış olur, kendinden çalarsın. Birine bir şey söylememen gerektiğinde, o insanın anlayışından çalarsın.
Yarın, sizin için, Türkiye için ve dünya için ne ifade ediyor?
Hepsi için aynı şeyi ifade ediyor: Bilmeden yaşamayı. Şöyle bir şey anlatayım: Amerika başkanı bir konu üzerinde bir yeri ziyarete gider. Biz o konu sanırız, onlar da o konuyu konuşacaklarını sanırlar ama başka güçler başka bir konuyu getirir ve sonra dünya için çok başka bir karar alınır. An bilir asıl gerçeği. O an!