Cumartesi Aklıma takılıp kalanlar

Aklıma takılıp kalanlar

23.11.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Aklıma takılıp kalanlar

Aklıma takılıp kalanlar


Yıllar önce not defterime yazdığım bazı notları yeniden okur, elden geçirir, yazıya dönüştürürüm. Eğer çok beklemiş, bayatlamışsa üzerini çizer, bir daha ilgilenmemek üzere kapısını kapatırım. Ama yine de, ara sıra bazılarına gözümün takıldığı olur, ya da yanına çizmiş olduğum küçük bir desen aklıma yeni şeyler getirir. O zaman yeniden okur, bu takılıp kalanlardan bir demet yapıp, içime sinerse okurlarıma hafta sonları köşemde aktarırım. İşte bu hafta da böyle bir yazı hazırladım.
***
Rubik
Zor ama oldukça eğlendirici zekâ oyunlarının yaratıcısı Enro Rubik’i sanırım çoğunuz tanıyorsunuz. Hani şu her yüzü başka bir renk olan küçük, mini küpleri kendi içinde oynatarak, her rengi başka bir yüzeyde topladığımız sihirli küpleri yapan adamı. Bizde de bir zamanlar bu oyunlar öyle modaydı ki, kime baksanız elinde bir "çıldırtan küp" ya da "sihirli küp" görüyordunuz. Daha sonra, Rubik çocuklara ve yetişkinlere böyle pek çok oyun üretti. Türkiye’de de çok ilgi gördü. Hatta bir arkadaşım hiç Türkiye’ye gelmemiş oyunlarından birini bana armağan etti. Bu, Rubik’in somun ve cıvatadan oluşan farklı bir oyunuydu. Cıvatanın içi labirent biçiminde hazırlanmış: Somunu cıvatanın içine kolaylıkla sokuyor, daha sonra da çıkarmaya çalışıyordunuz. Oldukça zor ama çok eğlendirici bir oyundu. Bugün bile hâlâ dolabımda saklarım. Ama benim asıl kafamın takıldığı şey, Rubik’in başka bir oyunu: Rubik bundan 10-12 yıl önce bir tane oyun daha bulmuştu. Bu oyunda da yuvarlak bir tablonun üstünde, tam dokuz tane saat vardı ve bu saatlerin hepsini üç düğmeyle saat 12’ye gelecek biçimde ayarlamanız gerekiyordu. Rubik bu oyunu icat ettiğinde daha problemi kendisi de çözememişti. Oyununu Londra’da bir basın toplantısıyla dünyaya tanıttı ve problemi çözdüğü zaman oyunun piyasaya çıkacağını söyledi. Aradan tam 12 yıl geçti ve oyuncak hâlâ piyasaya çıkmadı. Acaba gerçekten Rubik bu problemi kendisi de mi çözemedi?
***
Handel’in "Su Müziği"
1975 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Olimpiya kentinde yaşayanlar inanılmaz bir gösteriye tanık olmuşlardı. Godlieb adlı bir kemancı, su altında kemanıyla Handel’in "Su Müziği" adlı ünlü yapıtını çalmıştı. O zamanlar bütün gazeteler başarılı konserden söz etmiş ve alkışlar içinde seyircisini suyun altında selamlayan Godlieb’in resimlerini yayımlamıştı. O yıldan sonra Godlieb’le ilgili ne bir haber, ne bir konser duyurusu yayımlandı. Hatta bir Amerikalı yazarın onunla ilgili söylediği söze bakılırsa, Godlieb’i sualtındaki o başarılı konserinden sonra bir daha su yüzünde gören olmamış. Doğrusunu isterseniz, Godlieb’e ne oldu, ben de merak ediyorum.
***
Astronot ve kas; morina ve yumurta
Doğada bazı şeylerin dengeleri pamuk ipliğine bağlı. Küçük bir taşı çekince sanki bütün bir kule yıkılıveriyor. Örneğin, uzayda yerçekimi olmadığı için kaslarımız ağırlık taşımaz ve kısa sürede tembelleşirlermiş. Bu nedenle uzaya giden astronotlara sürekli hareket etmek zorunda oldukları söylenirmiş. Demek ki, uzayda olsaydık kaslarımız olmayacaktı ve kemiklerimiz hareketimizi sağlamayacaktı. Ben, nasıl görünecektik, diye düşünüyorum. Siz de düşünün bakalım, nasıl bir görüntü çıkıyor ortaya.
Dişi bir morina balığının her yıl altı milyon yumurta ürettiğini duymuş muydunuz? Peki ya bu yumurtalardan ancak altı tanesinin yetişkin birer Morina’ya dönüştüğünü? Sanırım duymamıştınız. Asıl benim ilgimi çeken, eğer bir morina balığının altı milyon yumurtası da birer morina balığına dönüşseydi, okyanusların kaç yıl içinde morinayla dolacağını biliyor musunuz? Ben hesapladım; üç yılda. Belki yanlış hesaplamış olabilirim, bir de siz hesaplayın. Ama görüyor musunuz, dünyamızın varlığı bile morinanın pamuk ipliğine bağlı...