Cumartesi "Bu filmde beni şaşırtan Hülya Avşar oldu"

"Bu filmde beni şaşırtan Hülya Avşar oldu"

27.11.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Hülya Avşara haksızlık etmemek gerek. Bir soyunma sahnesi düşündüm onun için. Hemen, neredeyse çırılçıplak soyundu. Hiç sorun çıkarmadı. Kendine güvenmesi çok hoş"

Bu filmde beni şaşırtan Hülya Avşar oldu

axcum011.jpg Filmin çekildiği Pera Palas Otelinde buluştuk. Ben soğuktan ve kat kat giyinmekten nefret ettiğimi söyleyince Özgentürk, bugüne kadar hiç bilmediğimiz bir uzmanlık alanından söz etmeye başladı: Düşük tansiyonlu kadınlar! Anlattıkları çok ilginçti, bana da teybin düğmesine basmak düştü. Yani "Kalbin Zamanı" üzerine yapılan bu röportaj, konuyla ilgisiz ama çok ilginç bir yerden başladı... Röportajımız öylece, kendi kendine başladı aslında. Yönetmen Ali Özgentürkle, başrollerini Hülya Avşar, Oktay Kaynarca, Halil Ergün ve Birol Ünelin paylaştığı "Kalbin Zamanı" filmi için konuşacaktık. Tansiyonunuz düşük mü? ... Düşük tansiyonlu kadınlar çok üşürler ve çok aşık olurlar! Edebiyatta, müzikte ve sinemada önemli yerlere gelmiş kadınların büyük bir kısmı düşük tansiyonludur. Bilmiyorum! (Gülüyor) Olabilir. Bazı uzmanlara göre metobolizmanın yapısıyla duyarlılık arasında çok yakın akrabalık var. Bu benim bilmediğiniz bir uzmanlık alanım! Bir geleceğim olabilir mi? Kesinlikle değilim. Bir fil kadar kuvvetliyim. Erkeklerde düşük tansiyonlu olmak aynı sonuca ulaşmıyor. Siz de düşük tansiyonlu musunuz? Bilmiyorum. Neden? Benim sinema, edebiyat, müzikte tanıdıklarımın çoğu. Türkiyede düşük tansiyonlu kadınlar kimler? Ben hiçbir şeyi sinema için yapmam. Son ana, parasız kalma noktasına kadar film çekmem. Parasız kalma noktasında gider film çekerim. Bunlar yönetmen gözlemleri mi? Belki de çekmem. Samimi söylüyorum. Film çekmekten inanılmaz keyif alıyorum. Ama Türkiye dünyada en film yapılmayacak ülke. Paraya ihtiyacınız olmasa film çekmez misiniz? Tabii. Peki. O zaman filminizden söz edelim mi? "Filmi, sette ölen arkadaşımız Arda Kanpolata ithaf ettim" Bir kere bu film ilk romantik-polisiye Türk filmi. Film bittikten sonra, çocuklara "Koyun, ben bir müşteri olarak izleyeceğim" dedim. Sordum kendime: "Bu film, verdiğin 10 milyon liraya değer mi?" Az para değil bu. Oturdum iki saat izledim. Çıkarken, "değer" dedim. Biz bu filme niye gidelim? Hülya Avşar! Hülya Avşarın çok iyi bir oyuncu olduğunu biliyordum ama bu kadar derinlikli bir oyun çıkartacağını ummuyordum. Açıkça söylüyorum. Göreceksiniz. Şaşırdım ben. Bu filmde sizi en çok şaşırtan ne oldu? Çok güzel bir şey Hülyanın genç bir oyuncu gibi bunları konuşması, kendine bu kadar güvenmesi. Çok takdir ediyorum. Benim hayatım boyunca oyuncularımın performansından en memnun olduğum filmdi bu. O da çok beğenmiş olsa gerek ki performansını, "ödül alacağım" diyor. Benim de geliyor! Öpüşmeden romantizm olur mu! Bana göre bir oyuncu rol ne gerektiriyorsa onu yapmalı. Bu yalnız Hülyada değil, İslam toplumu oyuncularında çok yaygındır. Ben filmimde öyle bir sahne istiyorsam, ona göre kabul eder. Beğenmiyorsa da çeker gider. Hülyadan böyle bir talebim yoktu. Olsaydı, başkasıyla çalışırdım. Ona da saygı duyuyorum. Avşar "Kalbin Zamanı" filminde öpüşmeyeceğini açıkladığında ne hissettiniz? "Aşk deyince akla öpüşme sevişme gelmemeli" demiş. Benim aklıma geliyor oysa! "Kalbin Zamanı"nda tabii ki öpüşme var. Ama Hülyanın öyle bir sahnesi yok. Ayrıca Hülyaya haksızlık etmeyelim. Mesela bir soyunma sahnesi düşündüm Hülyaya. Anlattım. Hemen, rahatlıkla, neredeyse çırılçıplağa yakın soyundu. Bir oyuncu olarak hiçbir sorun çıkarmadı. Bazı filmlerde aşklar cam fanuslar içinde yaşanıyor. Öpüşmeden, sevişmeden. Buna da "romantik aşk" diyorlar. Ama gerçek hayatta hiç de böyle değil! Sizin filminiz de "romantik aşk" filmlerinden mi oldu yani? Yansıtır mıyım ben onu. Filmde var ama. Hayret, bu görüntüler hiç yayımlanmadı magazin programlarında! Son zamanlarda evet öyle düşündüm. "Balalayka" çekilirken başrol oyuncum Kemal Sunal öldü. Uçakta başı omzuma düştü. Filmle ilgili tüm hayallerim uçağın penceresinden Kemalle birlikte uçtu. Çok ciddi bir travma yaşadım uzun süre. Ölüm korkusunu, bir daha film çekemeyeceğim korkusunu üzerimden atamadım. Tam bunu atlattım, yeni bir film çekiyorum derken, "Kalbin Zamanı" filminde genç bir oyuncum, Arda Kanpolat intihar etti. Hem de yine yanıbaşımda, film setinde. Bir ara "uğursuz yönetmen", "artık kimse seninle oynamayacak" dediler bana. Şanssız bir adam olduğunuzu düşünüyor musunuz? Zaten ölümüne çok üzülüyorsunuz, bir de bunlar ağır ve haksız sözler. Arda çok iyi bir oyuncu. Zaten filmde izleyeceksiniz. Sahnelerinin çoğu bitmişti. Onu yüzlerce kişi arasından seçtim. Çok iyi olmasaydı zaten o rolü vermezdim. Filmi de ona ithaf ettim. Arda Kanpolatın siz oyunculuğunu beğenmediğiniz için bunalıma girdiği yazıldı gazetelerde. Çok ağır bir itham olsa gerek bu bir yönetmen için... Bizim hiç böyle bir sorunumuz olmadı. İnsanlar o ilk gün buluştularsa bitmiştir artık. İnanılmaz, uzun süren bir sevişme gibi bir yaratma süreci başlar. Bizde de öyle oldu. Bu kadar ünlü, egoları şişkin ve popüler oyuncularla çalışınca, yönetmen ve oyuncular arasında bir iktidar mücadelesi yaşanıyor mu? "Tam12 kardeşiz. Ben en büyüğüm. Nebil Özgentürk 12 numara!" (Gülüyor) Şunu söyleyeyim, benim iyi oyuncu ödülüm var! Çok fazla hırsım da yoktu galiba oyuncu olayım, herkes beni tanısın gibi. 12 kardeşiz biz, en büyüğü benim! Güçlü bir insanım yani! Çok kötü bir oyuncu olduğunuzu fark ettiğiniz için mi yönetmen olmak zorunda kaldınız. Yoksa yönetmenlikteki üstün yönlerinizi mi keşfedip oyunculuğu bıraktınız? En küçük. 12nci yani. Bunu şunun için söyledim. Böyle büyük ailelerde biraz tok gözlü olunuyor. 12 kardeş mi! Nebil Özgentürk kaç numara? İkisi de oluyor. Sevgi açlığı olduğu için sevgiye tok olursunuz. Çünkü annenin sevgisi olmazsa, kardeşinizin sevgisi olur. Yalnız kalmazsınız yani. Bir yandan da bir annenin sevgisini 12 kardeş paylaşmayı öğrenirsiniz. Sokakta da kalsanız bugün gelmediğiniz fark edilmez. Nasıl olsa gelir ya da gelmiyorsa öbürü vardır. İnsan 12 kardeş olunca bir sevgi açlığı mı oluyor yoksa sevgi paylaşımı mı öğreniliyor? Bizim evde çocuklar beş yaşında çalışmaya başlıyor. Bütün erkek çocuklar, simitler satıyor, gazoz fabrikasında çıraklık yapıyor. Yarım gün okuyup, yarım gün çalışıyoruz. Çok yoksul bir aileydik. Babamın hiçbir maddi gücü yoktu. Kendi kazandığı parayla geçinen bir berber. Daha önce pamuk işçisiymiş. Ama büyük takıntısı çocuklarını okutmaktır. Çünkü kendisi ilkokula bile gitmedi. Okuma yazmayı ve berberliği askerde öğrendi. O yüzden tüm çocuklarını üniversitede okuttu. Ailenizin maddi gücü yetiyor muydu bu kadar çocuğa bakmaya? Bir kızım var. Size benziyor. Almanyada şu anda. Sizin kaç çocuğunuz var? Tam tersine ben çok çocuğumun olmasını isterdim. 12 olabilirdi! Ama denk gelmedi. Çok kardeşliliğe tepki mi tek çocuk sahibi olmanız? Anlatayım, 1985te Tokyo Film Festivalinde Bertolucci jüri üyesiydi. Benim "At" filmim yarıştı ve büyük ödülü" paylaştı. Orada bir grup yönetmenle aramızda çok güzel bir dostluk oluştu. O zamandan beri her filmimizde Bertolucciyle birbirimize göz kırpıyoruz, atıfta bulunuyoruz. Bazen seyircinin anlayacağı türde, bazen sadece onun anlayacağı türde. Aki Kaurismakinin bir filminde de bir sahnede görünen adam "Adım Ali Özgentürk" deyip çıkmıştı. "Mektup" filmimde mesela Bertolucciye babasıyla ilgili bir diyaloğumuz hakkında bir gönderme yapmıştım. "Kalbin Zamanı"nda bir yerde sevgi üzerine bir diyaloğumuz olmuştu. Ona bir gönderme yaptım. Ama izleyicinin fark edeceği bir şey değil. Sizi görünce hep sormak istiyordum: Bertoluccinin "Çalınmış Güzellik" filminde laptopta bir mail görünüyor. Ve bir bakıyoruz Ali Özgentürkten! Ne iş?