13.04.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:
Belki de bu yüzden, belki de en hızlı kimlerin damarlarında aktığını çok iyi bildiği için, Müjde Ar, sonraki yılları Fahriye Ablanın bahçesinin bitişiğinde olup bitenleri araştırarak geçirdi.Müjde Ar hâlâ hem sinemasında hem hayatında sınırlarını zorluyor, Cumartesi Annelerinin yanından kalkıp Batmanda kütüphane kurmak için yollara düşüyorsa, bunda baskı ve şiddet günlerinin o bir daha hiç unutulmayan şehvetli yoldaşlığının payı olmalı. Onun altın çağı 12 Eylül dönemine denk geldi. İster Fuar kolonyası reklamında bir denizin içinden koşsun onlara, ister püriten bir Gencebay filminde onların cinselliğe yasaklı bedenlerini baştan çıkarsın, Müjde Ar; imgesinde, yenik bir erkek kuşağının ergenliği ve uğrunda yaşamaya değer bazı şeyleri hatırladığı, ceza ve hücre evlerinin bitişiğindeki bahçelere bembeyaz çamaşırlar asan bir ahir zaman Fahriye Ablası oldu. Biraz sinirli, kavgacı biri olduğunuz söylenir ya, nedeni şeker hastası oluşunuz mu? Şekerle yaşamak nasıl bir şey? Sokaktan her geçenle kavga ediyor insan, acıktığı zaman çıldırıyor, kimseyi gözü görmüyor. Adamı kendisine uyduruyor bir kere. Kuaföre giderken onu hesap etmek zorundayım, "İki saat içinde bir şey yemeliyim" diye; bir etimek, bir peynir, araba kullanırken onu hesap ediyorum. Günde sekiz kere, 10 kere yemek yemek zorundayım. Çantanızda yemek taşır mısınız? Tabii. Annem taşırdı, sinir olurdum, fakirlik kalıntısı gibi gelirdi bana. Gerçi biraz da fakirlik kalıntısı. Bizim ailenin kadınları yastıklarının altında kurtlanmış kurabiyelerle öldüler. Sinemadan para kazanabiliyor musunuz? Sinema diye bir sektör kalmadı artık, sadece gönüllüler kaldı. Sergun Ağarın "Aşkın Samatyası Selanikte Kaldı" adlı romanı üzerinde çalışıyorum, 1 milyon dolar lazım. Hadi, yapalım. Şimdi bunu kaç kişi seyredecek? Bir yandan da sıkılıyorum. Sadece kitap okuyarak, sadece spor yaparak, sadece çocuk bakarak ya da "Ercana akşama ne pişireceğim?"le hayat geçmiyor. Bir şeyler üretmek istiyorum. Güçlü kadınlar yeğenlerine düşkün oluyor. "Adı Aylin"in kahramanı bütün sevgisini yeğeni Tayyibeye (Gülek) veriyor. Füreya, yeğeni Saraya (Koral) veriyor. Bu kadınlar yeğenleri annelerinden koparıyorlar. Sizin de kızkardeşinizin oğlu Sözle ilişkiniz bu türden galiba. Benim Söze ilgimde anne olamamanın getirdiği bir şey söz konusu. İki aylıktı, Mehtap (Ar) ona meme veriyordu ve sigara içiyordu. Çocuğu Mehtapın kucağından aldım, alış o alış. Mehtap biraz daha alemci, gece yaşamayı sever. Zaten nüfusunu da üstüme yaptım. Kendi doğurduğumdan farksız. Biyolojik annelik hikaye. Üç kadının bir oğlu o. Aysele (Gürel) aşık. Onun yaptıklarını yadırgamıyor, "Anneanneme yakışıyor" diye. Bir de tabii Ercanı çok seviyor. Ercan da ona deliriyor. Ercan Beyle ilişkiniz nasıl? Çok mutlu görünüyorsunuz. İnsana aşkta hep acı çekmek öğretiliyor. Kültürler, dinler hep acı çekmek üstüne kurulmuş zaten. İnsan buna koşullandırılmış. Ben İncili de okudum, Tevratı da. Hep sabır, çile. İnsanın işi çok zor. Öyle koşullanınca insan hır çıkaracak, acı çektirecek aşk peşinde koşuyor. Ercanla ilişkimde ben acı çektirmeyen aşkı buldum. Ercan Beyle, aşkın ideolojik öğelerinin giremediği bir dünya kurdunuz yani. Evet. İyiyiz. Ercanın hayatı benimkine çok benzemiyor aslında. Zıttız biz. Ailesine filan bakıyorum, normal insanlar. Zaten karakter olarak da uyumlu bir insan. Ben ise sonradan uyumlu olmaya çalışan karakterim. Onun uyumlu olması avantaj oldu ilişkimizde. Bir Türk sosyal demokratı olarak siyasi yenilgiye uğradığında bunu eve yansıtmıyor mu? Ama o çok barışık kendi siyasetiyle. Siyasetçi olarak umudunu kaybetmiyor. Bazen ben "Dayanamayacağım, çocuğu alıp kaçıp gideceğim bu ülkeden" diyorum. "Yapma, düzelir" diyor ve hakikaten de inanıyor düzeleceğine. Ne hissediyorsunuz ona baktığınızda? Ben doğrusu onunla bir 20 yıl önce karşılaşmış olmak isterdim. Bu kadar yorulmazdım. Çok yoruyor çünkü insanı ilişkiler. Siz de çok yoruldunuz mu? Ben biraz korudum kendimi. Kendimi okumaya, öğrenmeye verdim. Uzak durdum bu tarz ilişkilerden. "Mezara kadar seksi kalınmıyor" Nevruzda Diyarbakırdaydınız. İlk izleniminiz neydi? Genç bir nüfus, itiş kakış bitmiş, insanlar bekliyor, "E, şimdi ne olacak?" diye. İnsanın gözünün içine bakıyorlar. Acı onları eğitmiş, değil mi? Politik olarak daha bilinçliler, Avrupa Birliğine Batıdan daha yakınlar, değil mi? Evet. Daha temiz kalmışlar bir de, mesela Batıdaki rant ekonomisine bulaşmamışlar. Antenleri çok açık sonra. Kimin ne olduğunu biliyorlar. Şimdi bu söyleyeceğim oldu mu kadınlarda oluyor, erkekler yerinde sayıyor. Sizde nasıl bir nitel sıçrama oldu da bir aydına dönüştünüz.? Oyuncu kişiliğimden ötürü bana bir kılıf biçilmişti, işte "Seksi kadın, şöyle mahveder, herkes bayılır, ölür, biter". Doğrusu bu da seçtiğim bir şeydi. Sonra baktım ki, mezara kadar herkes çok güzel, çok seksi değil. Akılla düşününce insan, "Kendimi besleyecek bir formül peşinde olmalıyım" diyor. Yani pat diye olmadı. Kendi projelerinizde bile yan rollerle yetiniyorsunuz. Nefsinizi nasıl terbiye ettiniz? Ben işin mutfağını seviyorum. Sinemanın zaten güzel tarafı odur, set en kahırlı, en sıkıcı kısmıdır. Nefis terbiyesine gelince; evet, zor ama işte kendimi zenginleştirmeye başladığım o seneden bu seneye böyle bir konuma geldim. "Erkeklerden bir gazoz bile içmedim" "Bizim ailenin kadınları yastık altında kurtlanmış kurabiyelerle öldüler" dediniz ya. Siz söylendiği kadar ya da söylendiği gibi cimri misiniz? Şimdi paradan anlamak başka şey, parayı sevmek başka şey. Benim 65 metre bir yatım olsa, bir tane kaptan, 10 tane garson, boğarım herhalde hepsini. Haftada bir gün bir kadına ancak tahammül edebiliyorum. Çünkü sürdürdüğüm hayat, yoğunlaştığım şeyler etrafımda tıkırtıya, süpürge sesine uygun değil yani. Ailenin kadınlarına gelince; onların hikayesi hep şey üzre, "Hırsız olmayın, orospu olmayın", biz böyle programlandık. "Ayaklarınızın üzerinde durun, bir erkekten bir gazoz içmeyin." Annem bize öyle derdi, "Bir gazoz içerseniz, bu bile fahişeliktir." Kendisi 73 yaşında, kimseden bir bira bile içmedi, ben de kimseden, itiraf ediyorum ki, bir gazoz bile içmedim. Tabii, bu beceri midir, beceriksizlik mi, bilmiyorum. Bir roman yazdığınızı biliyoruz. Ne aşamada? Önce sinemada başıma gelenleri yazıyordum. Anarşistim, hayatım hep ikonları kırmakla geçti; taksiye binersem, en olmayacak halimle biniyorum ki, şoför iyice şok olsun. Bunları yazıyordum, işte ucundan, kenarından çocukluğuma da bulaşarak. Bir gün koşu bandının üzerinde, gazete elimde, az kaldı kalp krizi geçiriyordum, "Hayatına giren erkekleri yazıyor" diye yazmışlar. Çok ağırıma gitti. Bu anı kitabından vazgeçtim. Beş yıl psikoterapiye gittim. Orada gördüm ki benim asıl yazmak istediğim şey başka. Bu "Hırsız olmayın, orospu olmayın" meselesini, o kurabiyeleri yazmak istiyorum. Başladım yedi ceddimi araştırmaya. Fakat bu sefer de şey çıkacak, Kürttü, Türktü, Sünniydi, Aleviydi, "Vay, Müjde kendini yıllarca sakladı" diyecekler. Bokunun çıkmaması için roman yazmaya karar verdim. Dört yıldır Osmanlı tarihi okuyorum bunun için. Şimdi okuyanın aklı karışacak. Kim Müjde, kim Aysel, kim koca, kim benim eski koca, anlaşılmayacak.