05.03.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
Röportajı Galatasaray-Beşiktaş derbisi öncesi Ümraniyedeki Nevzat Demir Tesislerinde yaptık. İlk izlenim: Çok soğuk, çok mesafeli. Her ne kadar dakikalar ilerledikçe açılsa da Çalımbayın fazla gülmeyen biri olduğunu söyleyebilirim. Hoş, futbolculuğu döneminde gol attıktan sonra çok fazla gülmezdi, sevinmezdi. Teknik direktörlüğünü yaptığı takımlar gol attıktan sonra da tebessüm ettiği pek görülmedi. "Maçlarda neden gülmüyorsunuz?" sorusuna şu yanıtı veriyor: "Ben maç bitmeden gülmem. Gol atıyorsun, coşuyorsun ama bir bakıyorsun gol yemişsin. Ama maçtan sonra en çok sevinen, gülen insan ben olurum." OBeşiktaşın "Atom Karınca"sıydı. Altyapıda yetiştiği Beşiktaşın formasını 20 yıl üzerinden çıkarmadı. Rıza Çalımbay kaptanı olduğu siyah-beyazlı takımda sayısız şampiyonluk yaşadı. Sezon başında büyük umutlarla getirilen Vicente del Bosquenin yerine yuvaya bu kez teknik direktör olarak döndü. Üç ihtimalli bir karşılaşma olacak. Elbette kazanmak istiyoruz ama Galatasarayın da mutlaka kazanması gereken bir maç. Bu maçı kaybeden kopuyor. Yani telafisi olmayan bir maç. Yine de takımımda bir stres yok. Biz gidebileceğimiz yere kadar gitmeyi istiyoruz. Asıl hedefimiz önümüzdeki yıl olacak. Bugünkü derbinin sonucu ne olur? İnönü Stadında oynadığımız Galatasaray maçı. Şimdi yılını hatırlamıyorum ama Galatasaray 2-1 öndeydi. Sonra bir penaltı oldu. Topun arkasında ben vardım ve penaltıyı kaçırdım. Son dakikada bir penaltı daha kazandık ve o penaltıyı yine ben kullandım. Gol oldu ve maç 2-2 bitti. Sizin futbolculuk döneminde unutamadığınız bir Galatasaray-Beşiktaş derbisi var mı? Saklanacak, utanılacak bir şey yoktu. Geçmişimi inkar edemem. Ben Sivasta büyüdüm. Babam tek başına İstanbula gelip çalışmaya başladı. Biz iki erkek, iki kız dört kardeştik. Hep birlikte babamın yanına geldik. O dönemde Gümüşsuyunda oturuyorduk. Babam, Toto Karaca Tiyatrosunda bekçilik yapıyordu. Sonra Bebeke taşındık. Babam bir apartmanda kapıcılık yapmaya başladı. İlkokulu bitirmiştim. Ekonomik durumumuzdan dolayı okuyamadım. Sizin futbolculuğunuz kadar çocukluğunuz da sık sık hatırlatılır. Bakkalda çırak olarak çalışırken arkadaşlarımla birlikte Beşiktaşın seçmelerine katıldık. Nasıl futbolcu oldunuz? Yoktu elbette. Babam futbolu çok seviyordu ama geçim sıkıntısı çekiyorduk. Aileme katkımın olması gerekiyordu. Onun için çalışmalıydım. Bakkal çıraklığı yaptım, boyacılık yaptım. Babanızın haberi var mıydı bundan? İlk seçmeyi kazandım, ikincisini kazanamadım. Beşiktaşın altyapısında oynayan bir arkadaşım aracılığıyla genç takımın bir altındaki takımla haftanın bir günü antrenmanlarına çıkmaya başladım. Bir sabah Feriköy ile Şeref Stadında bir maçımız vardı. Birisi gelmedi, eğer gelmezse ben oynayacağım. İçimden o kişinin gelmemesi için dua ediyorum. Hoca bana dönüp "soyun" dedi. Beşiktaş formasını ilk kez orada giydim. Seçmelere girdiniz... Sonra ne oldu? "A takıma geçene kadar bakkalda çıraklık yaptım" Babam ancak Beşiktaşın genç takımına geçtiğimde bana gerçekten inandı. Hatta ilk kramponlarımı da o aldı. Ben yine de bakkalda çalışmaya devam ettim. Bakkalla anlaşma yapmıştık. Bana antrenmanlar için izin veriyordu. Antrenman bittikten sonra çalışmaya devam ediyordum. A takımına geçtiğimde bakkalda çalışmama gerek kalmadı ve kazandığım ilk parayla aileme Ortaköyde ev aldım. İlk başta futbolcu olmanızı istemeyen babanızın tepkisi ne oldu? Sadece çalışarak futbolcu olunmaz. Zeka ve hırs da gerekir. Ama en önemlisi bu mesleği sevmek lazım. Ben gerçekten çok çalışıyordum. Çünkü önümde tek bir hedef vardı: Futbolcu olmak. Çok genç yaşta, 17 yaşında Beşiktaşın A takımına geçtim. 1980 yılında ligin ikinci yarısında giydiğim Beşiktaş formasını bir daha çıkarmadım. Sizin futbolcu doğmadığınız ama çok çalışarak buralara geldiğiniz söylendi. Buna katılıyor musunuz? "Ben İstanbulu tanımadan bütün Türkiye beni tanımıştı" Gerçekten çok koşuyordum. Genç takımdayken koştuğum süreyi A takımdaki bir oyuncu koşamazdı. Zaten bu, herkesin dikkatini çekmişti. "Atom Karınca" lakabı bu yüzden üzerimde kaldı. Siz futbolcuyken sahada sonsuza kadar koşacağınız düşünülürdü. Düşünün, İstanbula geleli dört-beş yıl olmuştu ve ben İstanbulu tanımadan Türkiyenin en tanınan adamlarından biri haline gelmiştim. Sosyal yaşantım çok kısıtlıydı, çevrem yoktu. Elbette zamanla bir çevrem oldu ama gece hayatından hep uzak durdum. Sevmiyordum o tür şeyleri. O dönemde hep çok çalıştığınızdan bahsediyorsunuz. Hiç gece hayatınız olmadı mı? Her insanın hayatında mutlaka "keşke" dediği şeyler vardır. İçimdeki en büyük özlem okumaktı. Lise çevrem olsun, üniversiteli bir çevrem olsun isterdim. O arkadaşlık ortamında bulunmak isterdim. Ama maalesef benim öyle bir ortamım olmadı. İçinizde ukde kalan, keşke şunu da yapsaydım dediğiniz bir şey var mı? Bizim dönemde biraz daha amatör bir ruh vardı. Benim gözümde para mara yoktu. Ben Beşiktaşta oynayayım bana yeter diye düşünürdüm. Şimdiki nesil daha profesyonel. Ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Sizin döneminizdeki futbolcularla yeni nesil futbolcular arasında ne gibi farklar var? Futbolculukta bir şey yok ki. Teknik direktörlük çok zor. Futbolcuyken iyiysen oynarsın kötüysen oynamazsın. Teknik direktörlükte her hafta bir stres yaşıyorsun. Sahanın kenarındasın. Bazen sahanın içine girmek istiyorum. Bazı şeyleri görüyorsun, bağırıyorsun, çağırıyorsun düzelmiyor. Bu yüzden benim her hafta sesim gidiyor. Maçtan sonra üç gün kısık sesle dolaşıyorum. Hangisi daha zor, futbolculuk mu teknik direktörlük mü? "Deniz kenarında otururken bile antrenmanı düşünürüm" Bazen sıkıntı yaşıyorum. Ben dört yıldır tatil yapmıyorum. Bir ay kafamı dinleyeyim, deniz kenarında oturayım istiyorum ama olmuyor. Tatilde bile kendimi antrenmanlara hazırlıyorum. Hiç "Bu işe nereden bulaştım!" diyor musunuz? Futbolun gerektirdiği şeyleri yapıyorum. Saat 17.00de antrenmanım var ama ben buraya sabah 09.00da geliyorum. Kendime iş yaratıyorum. Bu hafta Galatasarayla maçımız var. Ben dört yıl önce Galatasaraya karşı nasıl oynamışız, ne yapmışız diye bakıyorum. Yine de hayatı ıskalamamak, dejarj olmak da gerekiyor. Bu anormal değil mi? Tavla oynarım. Arkadaşlarımla birlikte olurum. İki kızım var. 15 günde bir müzik dinlemek, biraz gezmek için dışarı çıkarız. Siz dejarj olmak için ne yaparsınız? "Maç sırasında hem kendimi hem de futbolcuları yatıştırıyorum" Ben olaya öyle bakmıyorum. Ama elbette bazı şeyler iyi gitmediği için buraya geldim. Ben şu an takımımdan memnunum. Elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Siz Beşiktaşa geldiğinizde enkaz mı devraldınız? Evet. Gergin ama biz öyle bir konumdayız ki her hafta bir final maçı yapıyoruz. Süre giderek daralıyor ve bizim bir yerlere gelmemiz lazım. Bunun sıkıntısını yaşıyoruz. Maç sırasında hem kendimi yatıştırıyorum hem futbolcuları. Ben onların hem teknik direktörüyüm hem psikoloğuyum. Şu aralar futbolcular, tribünler çok gergin değil mi sizce? Futbolcu en başta insan olmalı. Ben karakterlerine bakarım, onda futbol ahlakının olup olmadığını ararım. Çok iyi oyuncudur ama karakteri yoktur. Siz bu insanla bir süre devam edersiniz. Bir Beşiktaşı milyonlarca insan izliyor. Tümeri, Tayfuru, Sergeni... Bunlar her şeyleriyle insanlara örnek olmalı. Bir futbolcuda öncelikli aradığınız ne olur? "Kapris, tavır yapan oyuncuları hiç sevmem" Şu an hayalimdeki takımı çalıştırıyorum. 20 yılımı buraya verdim. Bu, dünyada çok azdır. Futbolculuğuma burada başladım, burada bitirdim. Milli takımın yeri elbette apayrı. Milli takımı çalıştırmak isterim. Hayalinizde teknik direktörlüğünü yapmak istediğiniz başka bir takım var mı? Ben disiplini severim. Ama futbolun gerektirdiği disiplindir bu. Despotluk, askeri disiplin değildir. Futbolculardan antrenmanlarda her şeylerini vererek çalışmalarını, işlerini sevmelerini isterim. Kapris, tavır yapan futbolcuları hiç sevmem. Zaten bu tür futbolcularla işim olmaz. Siz nasıl bir teknik direktörsünüz? "Beşiktaşın eski teknik direktörü Gordon Milne, Newcastle United takımındaydı. Onun yanına kursa gittim. Orada hem İngilizler nasıl çalışıyor diye bakacaktım hem de dil öğrenecektim. Ama İngilizceyi farklı bir şekilde öğrenmeye çalıştım. Bunu kimseye anlatmamıştım: Orada gittim, bir amatör küme takımlarından birine Ben futbol oynamak istiyorum dedim. Ama eski bir futbolcu olduğumu söylemedim. Beni kabul ettiler, lisans çıkardılar. Ama bana önce biraz soğuk baktılar, beni oynatmadılar. Hatta birinci takıma değil ikinci takıma aldılar beni. O gün birinci takıma beş-altı gol attım. Baktım öteki hafta ben daha gelmeden benim ismimi birinci takıma yazmışlar tahtaya. Bir süre onların yanında oynadım. Ayrıldıktan sonra bir Türk arkadaşım kim olduğumu söylemiş, inanamamışlar. "Dil öğrenmek için İngilterede amatör küme takımında oynadım"