Cumartesi Kar yola mı yağıyor, karyola mı yağıyor?

Kar yola mı yağıyor, karyola mı yağıyor?

24.12.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Kar yola mı yağıyor, karyola mı yağıyor

Aradan yıllar geçti, artık Sarıkamış kayak turizmine, dağ turizmine hizmet eden ülkemizin en güzel köşelerinden biri oldu. * * *Yoğun yağan bir kar, çocuklara her zaman beklenmedik bir tatili çağrıştırır. Karne tatili gibi ona da kendilerince "kar tatili" adını takmışlardır. Kar, kartopu, kardan adam, her çocuk için kışın vazgeçilmez bir yüzüdür. Okul kitaplarında her zaman bir kar, kardan adam ve sanki sobası, odunu, kömürü olmayan bir aileyi anlatırcasına pencere önünde ekmek kırıntıları yemeye çalışan bir serçeler öyküsü vardır. * * *Kar ünlü gezginimiz Evliya Çelebi'yi de soğuğuyla öylesine etkilemiştir ki, gezi anılarını topladığı ünlü "Seyahatname"sinin bir bölümünde Erzurum'u ve soğuğunu anlatırken şöyle der: "Bir gün adamın birine, 'Nereden gelirsin?' diye sormuşlar. O da, 'Kar rahmetinden gelirim,' demiş. 'Orası neresi?' demişler. 'Soğuktan ere zalum eden Erzurum'dur,' demiş. 'Orada yaz olduğuna rastladın mı?' demişler. 'Vallahi on bir ay tam yirmi dokuz gün kaldım (yani bir yıldan iki gün eksik), halk hep yaz gelecek, dedi, inanır mısınız, ben görmedim,' demiş. Bir kez de kedinin biri damdan başka bir dama sıçrarken boşlukta donup kalmış. Sekiz ay sonra nevruzda don'u çözülüp miyavlayarak yere düşmüş."Çelebi duyduklarını anlattıktan sonra, kendisi de soğukla ilgili anlatısına şunu ekliyor: "Gerçekten Erzurum'da bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhal donar, elini demirden ayırmak mümkün değildir. Ancak derisi yüzülerek ahlarla kurtarılabilir."* * *Sevgili arkadaşım Refik Durbaş'a, 1983 senesinde Milliyet Kitapları arasında yayınlanmak üzere "Şaka-name" adında, ilginç öyküleriyle Evliya Çelebi kitabı hazırlatmıştım. Ben de bu ilginç öyküyü ilk kez burada okudum. Aradan yıllar geçmesine karşın Refik'in bugünkü dilimize uyarladığı bu öyküyü hiç unutmadım. Bir de babamın anlattığı, ama benim hiç tanık olmadığım baca temizleyicisi kara tavuk beyi...* * *Eskiden kış gelmeden önce bir kara tavuk bulunur, evin damına çıkıp bir tür şömineye benzeyen bu ocakların bacasından aşağı atılırmış. Bacayı temizlesin diye. Bu konuda en uzman tavuklar kara tavuklarmış. Çünkü zavallıcık, bacadan aşağı doğru düşerken, hızla yere düşmemek için kanatlarını açar, tutunmaya, uçmaya çalışırmış. Böylece de açılmış kanatların telekleriyle bacayı güzel bir temizler, aşağı inermiş. Silkinip evi batırmasın diye kapı açık tutulur, kara tavuk oradan hemen avuluya çıkarılırmış. İlk işi önce bir silkinmek, sonra da kafasını suyun içine sokup yıkamak olurmuş. Ben, kara tavukları olmadığı için bacadan geçmiş bir beyaz tavuğun kendini nasıl temizlediğine yakından tanık olmuştum. Tavukların karı sevdiklerini sanmıyorum. Kümes açık da olsa asla dışarı çıkmazlar. Büzülüp köşelerine, karınlarını samanlara bastırıp biraz da gubararak ısınmaya çalışırlar. * * *Hava soğudu. Kar bekleniyor. Yazımı bitirdim. Bir an önce yola koyulsam iyi olacak. İzninizle... yural@milliyet.com.tr Ocak ayında soğuklar başlayıp ardından lapa lapa kar da yağmaya başlayınca, aklıma Sarıkamış'taki çocukluk günlerim gelir. Öylesine bir kar yağardı ki, okula marangoz Mecit Amca'nın yaptığı tahta kayaklar ya da çocukların ayaklarının altına bağladıkları sepet dibiyle giderdik. Sepet dibi, bir nihale gibi ağaç dallarından örülen küçük kasnaklardı. Yerler donunca da demircilerin yaptığı buz patenlerini ayaklarımıza giyer, okula öyle giderdik. Paten ya da kayak oradaki çocuklar için bir ulaşım aracıydı. Aynen küçük kızaklar, atlı kızak arabaları gibi. Hafta sonları ilin usta kayakçılarının kaydığı yamaçlar da vardı. Onları izlemeye bayılırdık. Ama marangozlar böyle kayak takımları yapamıyorlardı. Kışın bir eve konukluğa gittiğimizde, babamın elinde bir ucu balta ağzı gibi, yere basan ucu da konik sivri bir demirle kaplı bir bastonu vardı. Annem bunu babamın yürümek için yanında taşıdığını söylese de, biz gece şehre inen kurtlara karşı bunun bir önlem olduğunu çok iyi bilirdik.