Cumartesi Ölüm onları ayırıncaya kadar...

Ölüm onları ayırıncaya kadar...

11.11.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

İyi günde ve kötü günde ve hep el ele yaşanan bir evlilik... Kaç politikacının ölüm haberini "aşk"tan görebilirsiniz?

Ölüm onları ayırıncaya kadar...

tubakyol@yahoo.com Aman ben de sanki dün öğrendim bunu!Gerçi gazetecilik okumadığımdan, istihbarat servislerinde falan da çalışmadığım için hayli geç duydum bu cümleyi. Duyduğumda da saf gibi "Haber neyse, onu görelim. Ne demek ner'den göreceğiz?" dediğimi itiraf etmeliyim. Hadisenin şahitleri hâlâ yaşıyor çünkü. Ben meğer yıllarca her lazım geldiğinde içgüdüsel olarak bulmuşum yönümü. * * *Haber ne şimdi?Bülent Ecevit öldü.Ner'den göreceğiz?İbrahim Tatlıses canlı yayında aldı ölüm haberini mesela ve Kıbrıs çıkarmasından gördü -içgüdüsel olarak! "Sene 74 ya da 75'ti" diye anlattı, "Adana'daydım. Adana'ya gelmişti. Yer yerinden oynamıştı." O yılları yaşayanlar için haber bu demek ki: 74'te ortalığı ayağa kaldıran adam devrildi.Türbanlıların evlerinde Merve Kavakçı'dan görülmüştür ölüm haberi herhalde -içgüdüsel olarak! "Lütfen bu hanıma haddini bildiriniz!" cümlesinden. Ecevit'in ölümünü tüp kuyruklarından, ekonomik krizlerden gören de var, Abdullah Öcalan'ın Türkiye'de olduğunu açıkladığı günden ya da son dönemki hasta-yaşlı-titrek ihtiyar görüntülerinden gören de...Bunlar hep Ecevit'in bir siyasetçi olarak bizde iz bıraktığı yönleri. Ki normali, bir siyasetçinin ölüm haberinin "buralardan" görülmesi... * * *Ama bir de şu var:Aşk.60 yıllık "şiir"li bir aşk. Siyaset falan bir yana, siyasetçi kimliği dursun şu kenarda bir dak'ka... "Ölümün ayırdığı sevgililer" de haber. Değil mi?Ve pek az siyasi liderin ölüm haberini "buradan" görebilirsiniz. Karısına duyduğu aşktan... 60 yıl boyunca iyi günde ve kötü günde ve hep el ele yaşanan bir evlilikten, kelimenin tam anlamıyla hayat arkadaşlığından...Sayamayacağım kadar çok haberde, Ecevit'in ölümü "buradan" da görüldü. Gazetelerde, televizyonlarda ve tabii dergilerde, internette de, haber veren her şeyde, her neyse... "Haberi ner'den göreceğiz?" diye bir şey var. "Eee?" diyor şimdi gazeteciler bana, "Günaydın!" * * *Bunu babam anlatmıştı. DSP kurulduktan birkaç yıl sonraydı. Bana anlatmamıştı tabii. Nereden bilsin adam, bir gün büyüyeceğim de evde her konuşulanı gazetelere yazacağım... Misafir falan vardı, DSP'den de konuşuyorlardı. Onlara anlatmıştı. Ben de dinlemiştim. Acar ajan!80'lerde Ecevit yargılanmış ya... Duruşması yapılacakmış. Duruşma nerede yapılsın, kapalı spor salonunda mı yapılsın, yandaşlarını alacak kadar büyük bir salon nereden bulunsun falan filan, bir sürü tartışma olmuş o zaman. Sonra duruşma günü gelmiş. Ecevit salona girmiş. Salon neredeyse boş. Bir kendisi... Bir de Rahşan Ecevit. Nerede salonlara sığmayacak yandaşlar?Ben bir ev sohbeti aktarıyorum, rivayet muhtelif yani. Ama babam DSP'nin bu yüzden karı-koca partisi olduğunu söylerdi. Birbirlerinden başka güvenecek kimseleri olmadığını, babama sorarsanız, Ecevitler işte o gün idrak etmişti.* * *Sonra? Bunca hassasiyete rağmen ya da bu yüzden... Sakınan göze çöp battı.Cumhurbaşkanlığı için bizzat önerdiği ve koalisyon partilerine kabul ettirdiği Sezer, Anayasa kitapçığı fırlattı önüne. İsmail Cem, Hüsamettin Özkan ve yine bizzat Türkiye'ye tanıttığı Kemal Derviş, DSP'den istifa etti.Ecevitler bir kez daha yalnız kaldı.Yine karı-koca, yine baş başa...Yine Oran'daki evde... En baştan başladılar.Bir "DSP mucizesi" daha yaratabilirler miydi?Belki.Ömür yetseydi...Yetmedi. Milyonların sevgisi, saygısı, alkışı, oyu... Değil. Şu hayatta hepimizin aradığı ömür boyu güvenebileceği o bir kişi aslında. Eve girip de kapıyı kapattığımızda, tüm iyi ve kötü yönlerimizi bilen, bizi yine de seven, bir ömür yanımızda duracak, düştüğümüzde bizi tutacak olan o tek kişi...Onu bulmuş olmak, bir ömrün belki de tek gerçek mucizesi... Gerçek mucize... Bülent Ecevit'in ölüm haberi geç vakitte geldi. Yine de ertesi günkü gazetelerin birinci sayfasına, iç sayfalarına girdi. Nasıl? Çünkü ölüm haberi hazırdı. Manşeti Ecevit'in ölümü olan 1'inci sayfalar, Ecevit komaya girdiği gün çatılmış, hayatının anlatıldığı iç sayfalar da ta o zaman yapılmış; ölümü bekliyorlardı.Ertuğrul Özkök'ün, Oktay Ekşi'nin falan yine o sabahki gazeteye yetişen Ecevit yazıları da büyük ihtimalle önceden yazılmıştı.Gazetecilik bu hızı gerektiriyor tabii. Yine de ölmemiş biri hakkında ölüm haberi yapmak, köşe yazısı yazmak çok acayip geliyor insana...Amerika'da, diyelim New York Times'ta, tüm mühim insanların ölüm haberinin ani bir ölüm ihtimaline karşı önceden yazıldığı, sık sık güncellendiği biliniyor.- Ne iş yapıyorsun?- Ölüm haberi güncelliyorum.Şaka gibi.Ben böyle biriyle tanışmadım henüz ama... Bizde de başka böyle ölüm haberi hazır, ölümü beklenenler var mıdır acaba?"Ölümü beklenmek"... Ne feci!Bugün Bülent Ecevit'in cenazesinde yeni-eski tüm politikacılar kendi cenazelerini düşünseler keşke. Onları kim, nasıl uğurlayacak, onların ölüm haberini kim, ner'den görecek, onların arkasından neler denecek?Henüz geç değilken... Ölüm haberleri yazılmamışken... Yazılsa bile hâlâ güncellenirken... Ölüm haberleri hâlâ güncellenirken... DSP'nin kuruluşunda Ecevitlerin yayınladığı mesajı buldum, babam haklı sanki: "Particiliğe kişisel çıkar amacıyla bulaşmamış, profesyonel politikacı olmayan, partiyi sıçrama tahtası olarak kullanmayacak, ideolojik takıntısı olmayan, çalışan, dar ve orta gelirli halk kesimleriyle mahallede, köyde, beldede başlayacak bir parti örgütlenişi..." Bu yaz bizim orada bir tezgahta 2 liraya satılan ikinci el kitaplara tesadüf ettim. İşte o tezgahtan alıp alıp, Muazzez Tahsin Berkand'ın kitaplarını okudum güneşlenirken. Sonra hoşuma gitti o yıllar, Cumhuriyet'in hemen öncesi ve ilk yıllarında İstanbul'da gündelik hayatı anlatan birkaç kitap buldum. Onları da okudum falan... E insanın kafasının bir yanında Jane Austen kitapları, hele de ha bire yeniden çevrilen "Aşk ve Gurur" olunca...Muazzez Tahsin'in kitaplarındaki Mualla'lar, Zeynep'ler, Nüveyre'ler Elizabeth'ten daha mı az gururlu? Bir Cevad Kartal var mesela, Bay Darcy halt etmiş. Şöyle büyük bütçe, sıkı bir araştırma, sağlam bir kadroyla o dönemde geçen nahif bir aşk filmi çekse biri... Ne güzel izlerdik!"Hatırla Sevgili"yi büyük bir zevkle izledim. Film değil, televizyon dizisi.Benim istediğim gibi 20'lerde, 30'larda geçmiyor; 60'larda geçiyor...Olsun... Ruhu aynı. Doğum günü partileri, danslar, karşı taraftan habersiz kalpte büyüyen aşklar, Fransızca yazılan günlükler... Nasıl 12 Eylül filmleri artıyor, yakındır, demek ki önce 60'lar... Ardından da 30'lar gelecek.Muazzez Tahsin'in "Aşk Fırtınası"nın son cümlesi ile bitirelim -ya da başlayalım bari:"Bu damla kalbimin içine düşen ilk saadet damlası." Bizim Nüveyre'ler, Mualla'lar Elizabeth'ten daha mı az gururlu?