Cumartesi “Sinemanın patronuyum”

“Sinemanın patronuyum”

26.02.2011 - 01:00 | Son Güncellenme:

Sinemada “72. Koğuş” ile izleyeceğimiz Hülya Avşar: “Benim kadar film çekmemiş insanlara, jüri üyesi olup oyunculuğumu değerlendirme hakkını vermiyorum. Şimdi bana verilen ödülü hakaret olarak kabul ediyorum”

“Sinemanın patronuyum”

Hülya Avşar denince aklınıza ilk ne gelir? Çoğunuz “güzellik” diyeceksiniz; bir kısmınız da Hülya Avşar’ın duymaktan hoşlanmayacağı şeyler sıralayacaksınız. Ama “sinema oyuncusu” diyenlerin sayısı eminim çok az olacak. İşte onu
en çok bu üzecek.
4 Mart’ta vizyona girecek yeni filmi “72. Koğuş”un gösterim arifesinde karşımda oturan kadın en çok sinemayı önemsiyor gibi görünüyor çünkü. Epey ihmal ettiğini kabul ettiği mesleğinde, esas şimdi en iyi döneminde olduğunu düşünüyor. Ben de onun sinemayı çok ihmal ettiğini, oyunculuğuna epey hor davrandığını düşünenlerdenim. Bir çırpıda onu çok beğendiğim filmler sıralayabilirim çünkü: “Fazilet”, “Bir Kırık Bebek”, “Benim Sinemalarım”, “Berlin in Berlin”, “Kalbin Zamanı”, “İki Genç Kız”...
İnsan bu kadar yetenekli bir oyuncuyken kendini bambaşka bir yere konumlandırır mı? Konumlandırırmış işte.
Borsa Lokantası’nda buluştuğumuzda üzerinde siyah bir balıkçı kazak, siyah pantolon vardı. (Hazır fotoğraf vermeyi tercih ettiği için siz bu halini göremiyorsunuz) Neredeyse hiç makyaj yoktu yüzünde. Ve nasıl güzeldi... Galiba insanları ne kadar kızdırırsa kızdırsın (ki bunu çok seviyor) var olmasının nedenlerinden biri de, onu dinlerken aklınızdan sürekli “Ne kadar güzel” cümlesinin geçmesi...
Yıllardır çarşaf çarşaf yazılıp çizilen, Hülya Avşar’ı bilmem ama artık hepimizi yormuş olan konulara hiç girmeden sadece sinema konuştuk. Sanırım ona iyi geldi.

* Sizin oynadığınız Fatma karakteri romanda pek önde değildir. Filmde de mi öyle?
“72. Koğuş” filme ilk çekildiğinde kadınlar koğuşuna bu kadar ağırlık verilmemişti. Fatma’ya da... Hikayenin içeriğini bozmadan, Orhan Kemal’in ufacık bir şeyini zedelemeden, kadınlar koğuşunun ağırlığını artırdık. Herhalde Orhan Kemal baştan yazıyor olsaydı o da böyle yapardı.

* Filmografiniz yıllar içinde değişiyor ve oyunculuğunuza dayanan filmlerle devam ediyor.
Çünkü bir süre sonra ben yalnızca oyunculuğumun ortaya çıkacağı filmleri tercih etmeye başladım. “Alamancının Karısı”, “Çil Horoz”, “Uzun Bir Gece”, “Fatmagül’ün Suçu Ne”, bunların hepsinde güzellik anlamında geri kalıp hikayenin sağlam olmasına dikkat ettim. Son zamanlarda da “Salkım Hanımın Taneleri”, “Kalbin Zamanı” gibi filmlerde yaşımın üstünde roller oynadım. Yoksa ben fıkır fıkır her türlü filmde oynayıp paramı cebime atıp gidebilirdim. Ama sinema benim dünyam haline geldi. Düşünsenize, senede yedi film çekiyordum. Ne uyku ne düzen. Sinemaya harcadığım emeğin haddi hesabı yok. En çok emek verdiğim bir sinemadır bir de Zehra.

* Sinemada güzelliğinizi saklamak mı istediniz?
Evet, saklamak istedim. Bir insan ona güzel dediklerini duyduğunda bozulur mu? Ben sinema yaparken çok bozuluyordum buna.

* Önceleri “güzel olduğu için oynatılan” kadınken sizdeki oyuncu kumaşını kim gördü?
Güzellik yarışmasından sonra tabii güzel olduğum için film teklifleri almaya başladım. Ama ilk filmimde de başarılı oldum, verilen her oyunu çıkardım. Üst üste Osman Seden’le filmler çektik, beni biraz o eğitti. Aslında ilk Kadri Yurdatap fark etti beni. Bir deneme filmi çektiler, Yurdatap ve Kaya Ererez “Bu iş olmuştur” dediler. Derken derken kendiliğinden oluştu her şey... Böyle böyle geldik 60 filme...

* Peki neden gittikçe daha az film yapıyorsunuz?
Çünkü o kadar yoruldum ki... En çok çalışan sinema oyuncularından biriyim. Bir süre o yoğunluktan kaçmak istedim. Uyku yok, çalışma saatleri belli değil. Kıyafetlerini kendin hazırlıyorsun, makyöz yok... Çok ilkel şartlarda çalıştım. Baktım ki özel yaşantım paramparça hale geliyor. Ondan sonra zaten tamamen kurallarımı koydum. Sekiz saatten fazla ve hafta sonu çalışmam. Spor yapmama zaman vermeyecek olan film yapımcısına diyorum ki, “Benim selülitlerim oluşur ya da popom büyürse sen mi küçülteceksin?” Ben sadece senin filmin için çalışmıyorum ki. Önce kendime bakacağım.

“Artık sinemanın patronu mertebesine ulaştım”
* “72. Koğuş”ta, bugüne kadar çekmiş olduğum hiçbir filmde rastlamayacağınız vücut dili ve mimiklerle karşılaşacaksınız. Çok kıvamındayım. Bambaşka bir sinema dili çıkabilir. Şimdi kendimi tanımlayıp kısıtlamak istemiyorum.
l Şimdi sinemanın patronuyum ben. Hikayeler benim elimde hamur gibi yoğrulur ve ben istediğim şekle sokarım. O mertebeye ulaştığımı hissediyorum. Bana mesela ödül vermeye kalkmasınlar.
* Benden sonraki kuşağa ya da benim kadar film çekmemiş insanlara jüri üyesi olup benim oyunculuğumu değerlendirme hakkını vermiyorum. Bundan çok sene önceler değerlendirip bana ödül verebilirlerdi. Şimdi bana verilen ödülü hakaret olarak kabul ediyorum. Kim değerlendirecek benim oyunculuğumu? Atıf Yılmaz değerlendirsin. Ertem Eğilmez, Osman Seden değerlendirsin. Ama başka bir jüriye bu hakkı vermem. Yok çünkü öyle bir şansları, anlayamazlar. O sınıfı geçtim çoktan.

“Siyasette çok can yakardım”
* Hedefim finalde kalabalık bir aile oluşturmak, kazanılan her şeyi onlarla paylaşıyor olmak, ileride arkanı döndüğünde senin kazandıklarının torunlarına da faydası olduğunu görmek. Benim için hayattaki başarı budur. Diğer hepsi gelip geçiyor. “Bir zamanlar bir Hülya Avşar vardı, ne güzel kadındı” diyecekler. Onlar böyle söylerken “Bunun sayesinde bunları bunları yaptım” deyip giden güzelliğimin arkasından üzülmemem lazım.
* Fazla katı olduğumu düşünüyorum. Eğer siyasette olsaydım çok can yakardım. Kuralları dan dan koyup çok acımasız olurdum.

“Zeki Demirkubuz ile çalışmak isterim, Nuri Bilge Ceylan tarzım değil”
“Zeki Demirkubuz’la çalışmayı isterim. Çünkü son zamanlarda sinemaya bakış açısı daha yakın geliyor bana. Daha sosyal şeyler ağırlıklı çekiyor ama, o içindeki duygusu bana uyuyor. Nuri Bilge Ceylan, tabii ki çok başarılı ama sanki çok tarzım değil. Fatih Akın, Ferzan Özpetek, Çağan Irmak sineması bana göre.”