Cumartesi"Tanımsız bir adam olmak iyi bir şey"

"Tanımsız bir adam olmak iyi bir şey"

29.10.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Maskeli Beşler İntikam Peşinde" filminde Artist Murat'ı canlandıran Memet Ali Alabora: "Felsefeci, şair dostları olan, klasik müzik dergisinde yazı yazan, aynı zamanda magazin programında gayet neşeli ve popüler bir figür olarak karşınıza çıkabilecek bir adamım. Ve böyle olmak beni rahatsız etmiyor"

Tanımsız bir adam olmak iyi bir şey

Babasıyla bir katı misafirlerine ayrılmış dört katlı bir evde eşiyle dostuyla kalabalık bir hayat süren Memet Ali Alabora, sözü sohbeti çok seven, bir sürü merakı olan bir genç adam. Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde sahne dersleri veren, Andante dergisine klasik müzik yazıları yazan Alabora bu hafta Arzu Film-Fida Film ortaklığında, Ferdi Eğilmez önderliğinde toplanan ekibin üçüncü filmi "Maskeli Beşler"de Artist Murat rolüyle karşımıza çıkıyor. Memet Ali Alabora ile konuşmaya giderken "Memoli çılgınlığı artık duruldu değil mi?" gibi bir soru vardı kafamda. Cihangir ve Tophane'de geçen üç saat içinde "Memoli, Memoli, silahını göstersene" diye bağıran ilkokul çocuklarına da rastladık, iftardan önce çay içenlere "Hepiniz yanacaksınız" derken koşa koşa Alabora'nın yanına gelip "Sen yanmayacaksın Memoli" diyene de... Hepsine de aynı alçakgönüllü, kalender tavırla yanıt verdi... Bir de Tophane'deki Erzurumlular Kahvesi'nde "Ben seni nereden tanıyorum?" diye soran sigaracı amca vardı ki, ona da "Ben yıllardır buraya gelirim" dedi gülerek, "başka nereden tanıyacaksın ki?" Eğlencelik bir bayram filmi, şeker gibi bir film. Bizim çekerken çok eğlendiğimiz, seyircinin de tatlı bir 90 dakika geçirip yüzlerinde bir gülümsemeyle çıkacakları, bunun üzerine de daha fazla laflar söyleyip abartmaya lüzum olmayan mütevazı bir komedi-aksiyon filmi. "Maskeli Beşler İntikam Peşinde" nasıl bir film oldu? Evet, aslında altı taneler ama bunlardan bir tanesi ayrılmış onlardan. Kalan beşi birazcık katakulli işlerle uğraşıyor. Kimi araba hırsızı, kimi çantalara düşkün, benim oynadığım Artist Murat da kadınları seviyor, ama kocası yanında olmayan zengin kadınları. Bu işlerinden vazgeçip temiz bir hayat kurmaya karar veriyorlar. Ta ki cezaevinde onlara destek olmuş gardiyan ağabeyleriyle karşılaşana kadar... O noktada siyahları giyip maskelerini takıp bir maceraya atılıyorlar. Yurtta beraber büyümüş beş arkadaşın hikayesi, değil mi? "Daha çok film üretmek istiyoruz" Türk jestusuna ait ve belki de dünyada sadece Türkiye'de geçerli olan bir harekettir bu. Ben bu kadar çok argodan ve küfürden korkulması taraftarı değilim. Bu yasaklanarak çocuklardan kaçırılacak bir şey değil, bunu bilmeyen çocuk olduğunu zannetmiyorum. Özenecekler diye düşünülürse, bu derece tutucu bir ahlakçılığı çok doğru bulmuyorum. Ali Atıf Bir'in de görüşüne saygım var, eğer böyle bir ahlakçılık tarafından bakıyorsa, baksın. Bakın televizyonda olsa o başka bir şey. Televizyondaki tanıtımlarında bu hareket yok çünkü siz orada insanların odalarına giriyorsunuz, belki orada irrite edici olabilir. Ali Atıf Bir 13 yaştan küçüklere yasaklanmasını istemiş yaptığınız "bilek hareketi"nden ötürü... Şimdi "Hababam Sınıfı 3,5"u çekiyoruz, o da 6 Ocak'ta gösterime girecek. Biz daha çok film üretmek istiyoruz. Ben bu ekibi seviyorum, komediyi seviyorum, herhalde çok uzun yıllardır iki yılda dört film yapmadı bir ekip ve aynı sezonda iki filmle vizyona girmedi. Bu ekip böyle beraber çalışmaya devam edecek mi? Bu ekibin içinde üretmeye devam ederken bir taraftan başka yere sıçrayıp dönme imkanına da sahibim. Sinema filmi yapmak bir aktör için çok önemli. Arkanızda gişede başarılı olmuş bir sürü filmi biriktirdiğinizde, unutulmaz bir yere sahip olmaya başlıyorsunuz. Ben daha çok küçüğüm öyle baktığınız zaman, dolayısıyla fazla film çekilmeyen bir yerde film yapabiliyor olmak şanslı bir şey benim için. Bu oyunculuğunuz açısından bir handikap olmaz mı bir süre sonra? Ben "toplumsal içerikli" bir adamım zaten! Bence yaptığınız işle politik olmak zorunda değilsiniz, başka yerlerde kendinize özgürlük alanları yaratıp orada politik olabilirsiniz. Dolayısıyla kendimi böyle bir dönüşüm geçirmek zorunda hissetmiyorum. Elbette öyle filmler de yaparım. Ama mutlaka meselesi olan filmlerde olmalıyım gibi bir telaş içinde değilim. Hayattaki tek var oluşum sinema oyunculuğuyla olsaydı, böyle bir telaş içinde olurdum belki. Sizi Tarık Akan'a benzeten, onun gibi toplumsal içerikli filmler yapmaya başlayacak mısınız diye merak edenler var... Evet, hem dünyadan önemli felsefeci arkadaşları, şair dostları olan, klasik müzik dergisinde yazı yazan, ama aynı zamanda da televizyon dizilerinde oynayıp televizyon prodüktörlerini de tanıyabilen ve tamamen merkezde olup bir magazin programında gayet neşeli ve popüler bir figür olarak karşınıza çıkabilecek bir adamım. Ve böyle olmak beni gerçekten rahatsız etmiyor. Bu sıçrayabilme imkanını kendime yarattığım bir özgürlük gibi görüyorum. Biraz tanımsız bir adam olmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz zamana da uygun bence. İnsanların kafasını karıştırıyorsunuz, ekşisözlük'te "Bu nasıl bir adam, bir bakıyorsunuz Chomsky'nin konuşmasını dinliyor, bir bakıyorsunuz Osman Yağmurdereli'yle kol kola" yazmış biri... "Cep telefonuna ihtiyacım yok" Hiç olmadı. Tabii ki bir gazetecinin, doktorun ya da borsacının cep telefonu kullanmaması tuhaf bir direnme olur. Benim gerçekten ihtiyacım yok. Arabada bir telefonum var acil durumlar için, ama sürekli yanımda bir cihaz taşımak ve biriyle otururken dört kişi oturmak, onun cep telefonu mutlaka var, benimki de olunca dört olacak, pek hoşuma gitmiyor. Çünkü ben ne anlatıyor olursam olayım, önce telefona cevap veriliyor. Hiçbir zaman cep telefonunuz olmadı mı? Araba dediğiniz şey bir alet, sizi bir yerden alıyor, bir yere götürüyor. En kral arabaya bile hevesin bence altı ayda geçer. Ortalama, güvenli, ihtiyaçlarımı karşılayan bir arabam olması bana yetiyor. Bir de açıkçası dünyadaki yollar belli, yapabileceğiniz hız ve kurallar belli, bunun üzerinde bir motora sahip bir araba almak dünyanın dengesini bozucu bir şey. Daha çok hava kirletmek, daha çok çocuk öldürmek, daha çok savaş çıkartmak, buna küçük de olsa katkıda bulunmak anlamına geliyor. Otomobillere de böyle bakıyorsunuz... Röportajın şöyle bir sorunu var, o sayfalarda biri sizi "yapıyor". Ben anlatıcıyım, hayatımın büyük bölümü anlatmak ve oynamak üzerine geçiyor. Şu anda benim elimde bakmak gibi, tonlamak gibi, ellerimi kullanmak gibi enstrümanlarım da var. Ama siz bütün bunları elimden alıp beni söze hapsettiğiniz zaman, üstüne üstlük bu söze kadraj yapıldığı zaman, oradan çıkan adam "yapılmış" biri oluyor. Yani sayın okurlar, aslında şu anda konuşan ben değilim, benden yapılmış, Milliyet'te çıkan "ben"im. Dolayısıyla aslında bu kadar ukalalık ederken röportajdan çok korkuyorum. Kendimden çok emin gibi görünebilirim ama, "Bunu okuyan bir sürü akıllı insan benim hakkımda ne düşünecek acaba?" diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Ben mesela Irak savaşı zamanında canlı kalkanlarla ilgili "Benim oraya gitmemin rasyonel olarak bir faydası olmaz, Amerika benim oraya gitmiş olmamı ne yapsın? Ama benim burada kalarak mücadeleye destek veriyor olmam başka bir şey yaratıyor" demiştim. Bu, "Ben gitsem Amerika beni iplemez ki" şeklinde yazıldı ve bir tarihi gaf olarak kitaplara bile geçti. "Röportajdan korkuyorum" "Osmanlı mutfağı beni çok ilgilendiriyor" Evet, İstanbul'un en iyi lokantalarının nerede olduğunu bilmek, lezzet duraklarıma arada bir mutlaka gitmek gibi bir telaşım ve uğraşım vardır. Ciddi bir yemek merakınız var... Kebap için Develi'yi tercih ederim, mümkünse Samatya'dakine giderim, bir de karşıda Çiya. Osmanlı mutfağı beni çok ilgilendiriyor, bir ayvalı yahni ya da güzel bir beğendi yemek istiyorsanız Hünkar'a gidebilirsiniz. Kariye Camii'nin hemen yanında Asitane var, 16, 17 ve 18'inci yüzyıl Osmanlı yemekleri yapılıyor. Mutancanayı, badem çorbasını, yalancı vişneli yaprak sarmasını, bostan patlıcanında pişmiş reyhanlı bıldırcını orada deneyebilirsiniz. Sonra Hacı Baba var, Lades var Beyoğlu'nda. Bunlar ilk aklıma gelenler. Bizim mahallemizde Antre diye bir peynircimiz vardır, oraya mutlaka uğrarım, La Cave vardır yine Cihangir'de Türkiye'nin bütün yörelerinden şaraplar vardır, Che vardır Levent'te, benim purocum. Balıkçılar var: Garaj, Hristo. O kadar çok adresim var ki arada mutlaka gitmek zorunda hissettiğim. Nereler bu lezzet durakları? Evet. Benim babaannem İstanbul'un son kadısının kızı, Selahattin Pınar'ın kız kardeşi. Çocukluğumdan beri benim evimde bol şekerli zeytinyağlılar, İstanbul mutfağının önemli yemekleri pişti. Babam çok iyi bir aşçıdır, dolayısıyla bu bir aile geleneği. Bu yemek kültürü aileden mi geliyor?