Cumartesi Taşı pisletmeden delmek mümkün değil mi?

Taşı pisletmeden delmek mümkün değil mi?

01.05.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Başarılı olmanın yolu, sırrı, bilmem nesi seminerlerinde taktik olarak terbiyesizlik ve pervasızlık öneriliyor: "Kapıdan önce ayağınızın ucunu sokun; sonra ayak, bacak, tüm vücut dalın!" Azim iyi de... Vampirler bile bir kapıdan girebilmek için davet edilmeyi beklemek zorunda

Taşı pisletmeden delmek mümkün değil mi

Bozuk param varsa genellikle veriyorum. Ama bazen de bozuk param olmuyor. Bazen üstümde hiç para olmuyor. Bazen de sadece canım durup para vermek istemiyor. O zaman da vermiyorum. Yanımda biri olup olmadığına, günün hangi zamanında karşılaştığımıza bağlı olarak -yoksa gece yarısını geçmiş mi saatler?- para isteyip de alamayan adamın tavrı da değişiyor. Gündüzse eğer, gülümsemesini hiç bozmadan beni bırakıp başka birine yöneliyor. Geceyse ve ben yalnızsam, suratındaki bir yakınlığa / samimiyete işaret eden, beni tanıdığını belli eden o şımarık gülümseme kasılıyor. Peşime takıldığı, yanımda yürüdüğü, hatta bu esnada koluma hamle ettiği, o andaki para ihtiyacının şiddetine göre halinin tavrının neredeyse tehdide vardığı bile oluyor.Bana bir şey yapacaklarından değil. Keş bile olsalar, bu insanlar da "Bizim mahallenin kızı" diye bir şey biliyorlar. Bazen dozu kaçırmakla birlikte bana o çerçevede davranıyorlar. Bu sokakları paylaştığımızı, hep karşılaşacağımızı, birbirimize iyi davranır, birbirimizin halinden anlarsak hayatımızın kolaylaşacağını -kelimelerle olmasa bile- hisleriyle biliyorlar. Ve tecrübeyle sabit, sadece iki gece yanlarından geçip de yüzlerine bakmamanız bile yeterli, onların bir daha asla size bulaşmaması için.Yani ısrar etmeleri, kızmaları, düşmanca bakmaları, hatta tehditleri bile, ne bileyim, bir tür samimiyet aslında. "Yapma be abla, nolur be abla, hadi be abla, öyle olsun be abla"... Tıpkı bir arkadaşınızın sizden bir şey isterken önce şımarması, sonra bozulması, kızması ve "Şunu yapmazsan seninle konuşmam" diye meseleyi tehdide bağlaması gibi. Niyeti paranızı gasp etmek değil, sizin yardımınızla hayatını sürdürmek olan bu sokak insanlarının ısrarı yani, bir nevi arkadaşça!Korkutucu değil. Neredeyse her gün İstiklal Caddesini Cihangire bağlayan bir ara sokaktan geçiyorum. Burada şarapçılar, tinerciler, sokak insanları bekliyor her daim. Para istiyorlar. Derken geçen gün bir arkadaş çalıştığı şirketin düzenlediği bir "başarılı olmanın yolları, sırları, boku püsürü" seminerinin ardından bize uğradı. "Neymiş abi başarının sırrı?" diye sorduk. Bir sır varsa bilelim, biz de başarılı olalım, değil mi?"Vallahi çok basit aslında" dedi. "Israrcı olacakmışsın, istediğin şeye yapışacakmışsın. Suratına kapatılacağını anladığında, önce ayağının ucunu sokacakmışsın o kapıdan. Sonra ça ça yapar gibi ya da ayağınla yer siler gibi, merdaneli çamaşır makineleri gibi kıçını sallaya sallaya o kapıdan ayak, bacak, kol, tüm vücut dalacakmışsın. Bu kadar."Hakikaten fazla basitmiş!Üstelik de korkutucu. Neredeyse gasp gibi. Karşılıklı birbirini görmeye, anlamaya, bilmeye değil; zorla dahil olmaya, yapışarak istediğini koparmaya, bir şekilde hakkı olduğuna kendini inandırdığı bir şeyi sizden almak üzere yaşam alanlarınıza davetsiz sızmaya dayalı. Sonu başarıysa bile, bunun adı gasp değil mi?Bir işte sebat etmeye, ısrar etmeye eyvallah da; terbiyesizlik ve pervasızlık ne zamandır meziyet gibi sunulup başarı elde etmek için önerilir, teşvik edilir hale geldi?* * * Sonu başarıysa bile, adı gasp Vampirler, vampir yüzleriyle değil; insan suratlarına en tatlı gülümsemelerini takıp kapınızı çalar, yalanla riyayla sizi ikna eder, içeri buyur edildikten sonra da kanınızı emerler.Böyle yapmaları icap eder. Çünkü vampirler bile bir kapıdan içeri girebilmek için davet edilmeyi beklemek zorundadırlar. Günümüz başarı avcılarının taktiği de yalan ve riya, amaçları da mümkün olduğunca çok kan içip semirmek. Ve davete bile ihtiyaçları yok. Ne fena! Hani şu meşhur Oscar konuşmasını yapan adam. O konuşmada Bushu uyduruk başkan, Irak savaşını uyduruk savaş ilan eden adam. "Benim Cici Silahım"ın yönetmeni. Michael Mooreun yeni kitabının adı "Ahbap, Memleketim Nerede?". Çok eğlenceli bir dille yazılmış çok ciddi bir kitap bu. Neyse işte ben bu kitaptan öğrendim. İngilterede patron, sıradan bir işçiden 24 kat fazla para kazanırmış. Alman patronları işçilerinden 15 kat fazla kazanırmış. İsveçli patronlar ise 13 kat fazla. Veeee: ABDde ise patron, işçiden 411 kat fazla ücret alırmış. Acayip değil mi? Peki ya Türkiyede?Türkiyede bir patronun aylık kazancı ile asgari ücret arasındaki fark ne kadardır? 1411 kat mı? 11411 kat mı? Ne kadar? Ahbap, benim memleketim nerede? Arayıp "Medya patronuyla mı görüşüyorum?" dedim. "Aa biz de tam şimdi senden söz ediyorduk. Bu haftaki Aktüel dergisine bi bak" dedi.Baktık herhalde. O yüzden arıyoruz. "Geleceğe yön verecek 100 Türk" diye bir konu yapmış dergi. Medyada geleceğe yön verecek 10 isim arasında Nevzatın (Çalışkan) da adı var. Bu yüzden tebrik edeceğim. Zira kendisi benim gözümde taşı pisletmeden delmeyi başaranlardandır. Trendsetter dergisi zaten şahane. Ama pek yakında bir dolu şahane dergileri olacağını da biliyorum. O bakımdan "Medya patronu" diyorum. Ve hakikaten ben onun Türkiyede dergiciliğin geleceğine yön vereceğine değil, zaten yön vermekte olduğuna inanıyorum vesaire..."Onu demiyorum" dedi. Aynı dergide Nurgül Yeşilçay röportajı varmış. Ve röportajda Yeşilçay "En iyi üç röportajcı listende kimler var?" sorusunu, Ali Kırca ve Tuba Akyol diye cevaplamış. Nevzat da bunu haber vermek için sevgilimi aramış. Tam onlar telefonu kapatmışlar, bu kez ben aramışım. E, süper olmadı mı? "Bu akşam içelim birbirimizi övelim" diye sözleştik.Ben elim değmişken, içmeden birbirimizi övdüm. İyi oldu. tubaakyol@milliyet.com.tr İçelim, birbirimizi övelim

Yazarlar