22.04.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
Rum yapılarının bir bölümü ayakta, çoğu yok olmuş. Ama gene de Trilye SİT alanı olarak havasını koruyor. Rumların yedi kilisesi, üç manastırı, üç ayazması varmış. Bunlardan üçü kalmış. Biri Fatih Camii'ne dönüştürülmüş. Biri yemekhane, sinema olmuş. Biri özel mülk halinde. Kapısında kilit var.Her şeye rağmen Trilye görülmeye değer. Trilye zeytinliklerinde toplanan sofralık zeytinin tadı bir başka. Rumlar göç ederken, Trilye zeytinlerinden aşı da götürmüş. Bu aşılarla adalarda zeytin yetiştirmeye çalışmışlar ama başaramamışlar. Çünkü zeytine tat veren Trilye'nin havası, suyu imiş.Trilye'ye Bursa Mudanya'dan ulaşmak çok kolay. İstanbul'dan günü birlik gidip gelmek mümkün. Gece konaklamak isteyenler Mudanya'da, denizin kenarındaki Montania Oteli'nde kalabilir. Bu otel 1892 yılında Fransızların inşa ettirdiği tren istasyonu binası. Şimdilerde otel olarak işletiliyor.Trilye'nin sokaklarında dolaşmanın, eski yapıları seyretmenin, evlerinin önünde oturan Trilyeli hanımlarla sohbet etmenin zevkine doyulmuyor.Trilye'ye gittiğinizde çarşı içinde Emil İsmail'in dükkânına uğrayınız. Bursaspor'un eski santrforu Emil İsmail ile sohbet eder, Trilye zeytini alırsınız.Yol üzerinde 85 yıllık Akdoğan fırınından bir somun ekmek almayı ihmal etmeyiniz. Dede Bahattin, baba Erdoğan'dan sonra şimdilerde oğul Doğan fırına kürek sallıyor. Ondan sonra küreği torun Can Akdoğan devralacak.Güler yüzlü Doğan size kıtır kıtır kabuklu, mayalı Trilye ekmeği versin.Zeytinlerle ve ekmekle sahilde yürüyünüz. Denizin önünde üç balık lokantası var. Eski belediye başkanı Hüseyin Kara'nın Liman Lokantası, Leyla Şeker'in Şeker Evi ve Ercan Kara'nın Savarona Balık Lokantası.Geçen gidişimizde Liman'da balık yemiştik. Bu defa Bursalı dostumuz (sanayici) Feyha Duraner bizi Ercan Kara'nın Savarona Balık Lokantası'na götürdü.Lokantanın önünde, denizin kenarında üzerine beyaz örtü örtülmüş bir masanın etrafına sıralandık.Ercan Kara'dan rica ettik. Aldığımız Trilye zeytinlerini bir tabağa koydu. Üzerine sızma zeytinyağını boca etti. Akdoğan fırınından aldığımız ekmeği dilimledi. Zeytinyağına bandığımız ekmek ve zeytin ile karnımızı doyurabilirdik ama Ercan Kara "Benim ikram edeceklerime yer ayırın" dedi.Trilye'nin havasına girerek abartıyorum sanmayınız, Savarona'nın mutfağından getirilen, masanın üzerine dizilen mezelerin benzerini (maalesef) İstanbul'da bulmak imkânsız.Lakerdası bembeyaz. Tuzsuz, pamuk gibi, lezzetli, Ortaköy'de dostum Merdol Karaman'ın torik bulabildiği dönemlerde hazırladığı lakerdalar ayarında. Zeytinyağlı yöre otları, diri diri... Yeşillikler, yoğurtlu mezeler, beyazpeynir... Hele o kıtır kıtır kızartılmış pembe ve beyaz kalamarın tadı anlatılamaz. Küçük boy taze karidesler, zeytinyağı içinde yüzüyor...Trilye kırmızı balık "barbunya" anlamına da gelirmiş. Trilye'ye gidip, denizin kenarında oturup da o denizden çıkan barbunya balığı yenilmez mi?Tekrar ediyorum. İmkânı olanlar, imkânını zorlayabilenler, Trilye'ye gidiniz. Hoşunuza gidecek. Türkiye'nin (şimdilik) yapısı ile, insanları ile bozulmamış ender köşelerinden biri.İnsanları sıcakkanlı. Dostluğa açık. Fiyatlar (yine şimdilik) havalarda uçuşmuyor. Yazının sonunda yazacağımı, başında yazayım: Ne yapınız ediniz, Trilye'ye gidiniz. Trilye, Mudanya'ya 10 kilometre uzaklıkta, deniz kıyısında, zeytinlikler arasında küçük bir Rum yerleşim bölgesi. Mübadelede Rumlar gitmiş, Türkler yerleşmiş.