Ege Hedef; güvenilir bir şirket olmaksa

Hedef; güvenilir bir şirket olmaksa

19.11.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Hedef; güvenilir bir şirket olmaksa

Ve bu kitapta yer alan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istiyorum.* * *Yabancı yatırımcıların gittikleri ülkelerde işbirliği arayışlarının temel noktası "itibarlı kurumlar" olmuştur. Bu yatırımcılar birlikte iş yapmayı planladıkları yerel kuruluşların "ne kadar malı, mülkü, arazisi, arabası ve makinası var" arayışından çok; kimler tarafından nasıl yönetildiği, insan kaynaklarının niteliğinin ne olduğu, çevrelerinde nasıl algılandığı, yerel yönetimler ve kamu bürokrasisi ile ilişkilerinin düzeyi, sivil toplum kuruluşları ile mesafelerinin ne olduğu gibi, "elle tutulamayan gözle görülemeyen değerleri" incelemişlerdir.* * *Kurumsal itibarın yönetilmesini, toplum tarafından, "beğenilen, takdir edilen, desteklenen" kısaca "güvenilen" bir şirket olma hedefi olarak ifade ediyoruz. "Güven" çarşıda, pazarda satın alınabilecek bir mal olmadığına göre, kurumsal itibarın da "para" ile satın alınabilecek bir kavram olmadığı konusunda hem fikir olmamız gerekiyor. "Önce paramız olsun, kazanalım, itibarımıza ondan sonra bakarız" anlayışı günümüzde iflas etmiştir! Buradan, "bir şirketin itibarı yoksa para da kazanamaz" sonucu çıkmasın. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de "beş paralık itibarı olmayan ancak milyon-milyar dolarlık cirolara ulaşan dünya kadar şirketin olduğu" bir gerçektir. Bu şirketlerin geleceklerinin ne kadar güvence altında olduğu ise tartışmalıdır!Hiç bir şirket "biz yüz yıl yaşayacağız" diye kurulmaz. Hiç bir şirketin, bırakın gelecek on yılı, bir sonraki yılı, ayı, haftası, günü bile güvencede değildir. Ama geleceği yönetmek konusundaki kararlılık ve bu kararlılığın getireceği girişimcilik gücü, kurumsal değerlerin toplumun duyarlılıkları ile birlikte hayata geçirilmesinde gizlidir. Biz buna kurumsal itibarın yönetilmesi diyoruz. Bu hammadde her şirketin kurulduğu gün kurucuların ceplerinde zaten duruyordur. Farkında olmadan, şirketi yönetmek, büyütmek için de hep bu hammaddeyi kullanmaktadırlar.* * *Krizler krizleri çağrıştırır. Gündemimize gelen krizle ilgili bir yoruma gereksinim duyulduğunda, geçmişte yaşanmış iyi veya kötü yönetilmiş krizlerin hepsi birden irdelenir. Yani, bitti sanılan krizler aslında "düşük ateşte ısıtılan yemekler" gibidir. Yeniden bir şekli ile gündeme gelmesi, alevlenmesi an meselesi olabilir. Krizler yapışkandır!Krizi yönetmek için en doğru teknik kararların alınması amacıyla zamana gereksinmemiz olabilir. Bu kararları hayata geçirecek süreçlerin hazırlanması da zaman alabilir. Tüm bunlar kâğıt üzerindeki genel doğrulardır. Ancak, iletişim için bu teknik sürecin tamamlanmasını beklemek kriz içinde başka krizlerin doğmasına neden olacaktır. Başarılı kriz yönetiminin içinde yüzde 99 iletişim (oranında) vardır. İlk dakikadan itibaren her ne yapılıyorsa kamuoyu (öncelikle çalışanlar) ile paylaşmak hiç bir şey kaybettirmez.* * *Sosyal sorumluluklar toplumla "duyguların alışverişidir." Projeler, bu alışverişin duraklarıdır. Yani bir yolculuktur. "Bugün yapalım, yarın bakarız" lüksü yoktur! Bu nedenle, gerçekçi kaynaklar ayrılmalı, süreklilik ve tutarlılık korunmalıdır. Toplumu hayal kırıklığına uğratmanın sonucunda çıkacak bedeli karşılayacak bir para birimi henüz yeryüzünde yoktur.Sosyal sorumluluklar nedeniyle "ticari bir beklenti içine girmek" idam fermanından farklı değildir. Hele bu beklentinin iletişimini yapmak gerçek bir "intihar"dır. Projelerin iletişiminde "ton ve ses ayarı yüksekliği" önemlidir. En makbul olanı, projelerin ucundaki toplum kesimlerinin takdir duygularından yansıyan iletişimdir! "Parmağı göze batıran" iletişimin bir krize neden olabileceği unutulmamalıdır. Salim Kadıbeşegil 1975 yılında başladığı iş hayatındaki deneyimlerini, birikimlerini bugüne kadar beş kitapta topladı. Son kitabı "İtibar Yönetimi"ni herkese tavsiye ediyorum. Eski başbakanlarımızdan, "Sayın, olasılık, olanak" gibi birçok sözcüğün Türkçe'mizde yerleşmesini sağlayan dürüst devlet adamı Sayın Bülent Ecevit'in cenaze töreninde ortaya çıkan tabloları net olanlardan başlayarak sıralamaya çalışalım. Son seçimlerde oylarıyla desteklemediği Ecevit'i kalpleriyle desteklediğini gösteren Türk halkı, her yerden pis kokuların yayıldığı bir dönemde "dürüstlüğe" özlemini dile getirdi.Kendisini çeşitli nedenlerle eleştirenler için bile 83 yaşına rağmen son 8 kilometrelik yolculuğunda da eşini yalnız bırakmayan Sayın Rahşan Ecevit'i takdir etmemek olası değildi."Halkçı" unvanı ile anılan devlet adamı uğurlanırken halkı ile arasına polisten örülmüş bir duvar vardı. Provokasyonları önleme bahanesiyle basına sansür uygulanması eski bir gazeteci olan Ecevit'in kemiklerini sızlatan diğer bir etmendi. Cenaze namazının ardından protokol dağılırken Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer yanına Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ı alıyor, arkalarındaki kişi gözlüğünü düzeltirken nasıl davranması gerektiğini düşünüyordu. Düşüncelerine çok saygı duyduğum Sayın Oktay Ekşi'nin 12.10.2006 tarihli Hürriyet gazetesindeki yazısında yer alan "...kimsenin kusuru yahut kastı olmadan hayata veda etmiş birinin cenaze töreninde siyasi sloganlar atmak yahut onu bunu alkışlamak tek kelimeyle ayıptır" şeklindeki görüşlerine katılamamıştım. Çünkü, Ecevit'in ölümü doğal nedenlerle değildi; irticanın sıktığı bir kurşun çok değerli bir hakimimizin doğrudan ölümüne yol açtıktan sonra dönüp dolaşmış Ecevit'in beyninde dolaylı hasara yol açmıştı. Çünkü Ecevit Danıştay saldırısında yaşamını yitiren Sayın Mustafa Yücel Özbilgin'in Kocatepe Camisi'ndeki cenaze törenine giderken yaşamını tehlikeye attığının farkındaydı; ancak bu tehlike Türkiye'nin karşı karşıya olduğu irtica tehlikesinin yanında önemsizdi. Ölüme ilk meydan okuyuşu değildi bu Karaoğlan'ın.* * *Sayın Ekşi kendi yazısını bir gün sonra "Türkiye laiktir, laik kalacak!' diye haykıran on binler var ya... Onlar haklıymış. Çünkü siz ona müstahak imişsiniz" diyerek tekzip etti.Asıl ayıp olan toplumun büyük bir bölümünün haklı duyarlılığının futbol maçı hafifliğine indirgenmesi ve dalga geçilmesiydi. Bu yakıştırma bana yıllar önce yapılan "Mum söndü oynuyorlar" sözlerini ve bu sözlerin ardından sönen bazı mumları anımsattı. O gün mum, bugün ampul... Ecevit'in cenaze töreninin düşündürdükleri dsipahi@milliyet.com.tr