Ege Kale’nin baklası

Kale’nin baklası

10.05.2020 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Kale’nin baklası

"Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak." (Nazım Hikmet)

İzmir’in en yüksek tepesi, Kadifekale’den eşeğinin iki yanındaki küfeleri doldurdu Giritli, taze bakla ile. Sonra küfelerin uçlarını dikine baklalarla dairesel şekillendirdi. Yani bir tür süsledi küfeleri. O süreçte iş arkadaşını yemledi, suyunu verdi ve yola düzüldüler...

Zirveden aşağıya ilk durak Ballıkuyu... Ardından Yapıcıoğlu. Orada yol düzleşti, kolaylaştı baklaları taşıyan emekçi için!

Şenocak Sineması’na geldiğimizde köşeden sağa dönüş yine kısa bir dik yokuş, bitiminde tam köşede Kasap Kadri. Kapısının önünde oğlu Kutsi. Bayramyerine geldik. Giritli baklacı, yoldaşı ile o köşeden bir sağ yapıp az ötedeki yolculuğun en zorlu yokuşunun ucuna geliyor. Orası Damlacık yokuşunun Bayramyeri’nden başlangıç noktasıdır. Yokuşun orta yeri de Damlacık Mahallesi’nin merkezidir.

Küçük bir meydan. Sağda fırın. Karşısında Bakkal Cafer. Onun az ötesinde Mehmet Ali Amca’nın mahalle kahvesi ile içinde barındırdığı Damlacık Spor Kulübü ve tam karşısında da Berber Talip Amca. Giritli baklacının yüksek volümlü sesi, onu bekleyen ev kadınlarını ellerinde derin bir tencere, kap ile kapılarına çağrılır, “Ha bakla, ha baklava. Kuça bakla. Mestane ta kuça. Kalenin bakla” der. Yani kısaca Türkçe demek istiyor ki baklava gibi tatlı. İçli kalenin bakla...

Kale’nin baklası

“Bir kez ürün verir
eğer ekersen tohum,
bir kez ağaç dikersen
on kez ürün verir.
Yüz kez olur bu ürün
eğitirsen halkı.
Balık verirsen bir kez
doyurursun halkı.
Öğretirsen balık tutmasını
hep doyar” demiş Çinli ozan Kuan-Tzu.

O, kalenin içli baklası baharda mahallelinin Cici Park ağaçları altındaki toplu ziyafetlerinin baş yiyeceğidir. Şimdi bugünlerde baklayı görünce bakıyorum da nerede o eski kalenin baklaları diye söyleniyorum.

Renk cümbüşü süslü pazar tezgâhları, sebze-meyve her şey mevsiminde. Doğal toprağın kendisinden, özünden. Köylüler, pazarcı esnafı dizilmişler tezgâh arkasına, kavramışlar el terazilerini çağırıyorlar müşterileri...

“Bambayalar Bornova’nın, Klizman salatalık, Karşıyaka’nın domat, ayşeler Beykoz’un, suları Terkos’un. (Kim bulmuşsa bunu! Ayşe kadın fasulyeden söz ediyor.) Buca’nın Sarı Sultaniyesi (Üzüm), Limonlar, Mersin. Suyuyla çamaşır yıka (Vay anasını ne bol suluymuş).
Meyve, sebze tezgahlarının çekiciliğini tanımlamak için sloganlaşmış seslenişlerdi bunlar, pazar yerlerinde. Uzun yıllar önce.

Akşama doğru pazar yerinde gün batarken, alım gücü daha düşük olanların zamanıydı. Satıcı bilinçli olarak fiyatları aşağıya çekmiştir güneş batımında. Herkesin filesini dolduracağı fırsat anları vardı. Ne güzeldi!
Şair babanın deyişi gibi, “Ne güzeldir yarin yanağından gayrı her şeyde ortak olmak”

Kale’nin baklası




Bornova ağaçlıklı yolun sol yanında, ‘Topuz’un üzüm bağı’ asmalarda Sarı Sultaniye, ye beni diyerek sesleniyor adeta... Üzüm, güneş çıkmadan gün aydınlanmadan, sabah serinliğinde toplanmaya başlanır bağlarda. Bir elinde bağ bıçağı öteki kolunda salkımların konulacağı sepet. Çömelirsiniz olgunlaşmış asmanın önüne, üzüm salkımının ucunu bir elinizle tutarken öteki elinizdeki bağ bıçağıyla salkımı ucundan keserek hiç avuçlamadan, ovalamadan bir gelin gibi elinizdeki sepete özenle bırakırsınız.

Sabahın serinliğinde üzümlerin üstü buğuludur, dumanlıdır. Salkımı avuçlarsanız buğusu gider ve öyle yaparsanız babam Alanyalı Mustafa’dan zılgıtı yersiniz. Her defasında uyarırdı yüksek sesle, “Üzümün buğusunu kaçırma!” diyerek.


Seni seviyorum
Kayıp bir gün daha.
Çocuklar büyüyor, yaşlanıyoruz.
Seni seviyorum.
Soğuk bir çağrı daha,
tanıdık bir boşluk dağılıyoruz.
Seni seviyorum.
Gitti bir arkadaş daha,
zaman ölüyor, duruyoruz.
Seni seviyorum.
Gizli-açık bir mutsuzluk daha,
çok konuşuyorlar, sıkılıyoruz.
Seni seviyorum.
Süreyya Berfe

Topuzun bağında gündelikçi işçilerdik. Anam, babam bir de ben. Birkaç tane işçi daha. Lise öğrencisiyim. Kalespor’da oynuyorum. Amatör küme, 16-17 yaşlarında. Hafta içi antrenman olanağımız yoktu. Tesis, top sahası yok denecek kadar azdı. Bir defasında takım halinde antrenman fırsatı çıktı hafta içinde. O gün de bağda çalışmak zorundayım. “Antrenmana öğleden sonra gelemem” dedim.

Takım arkadaşım Tavukçu Kenan, (Kenan tavukçu falan değildi. Neden öyle deniyordu hiç öğrenemedim) “Ben de geleyim seninle. Senin tam gün toplacayacağın üzümü birlikte yarım günde toplarız. Antrenmana da birlikte gideriz” dedi. Öyle yaptık. Çok da iyi oldu. Epey de üzüm topladık. Hem işimizin hem de antrenmanın duygu yüklü bir yardımlaşmasıyla birlikte üstesinden geldik. Kenan, Kemeraltı ayakkabı üretim işçiliği yapıyordu. 20’sine geldiğinde askerlik ödevi için Denizli’ye gitti. 24 ay sonra görevini tamamladı. Teskeresini aldı. Dönüş yolunda bindiği otobüs, kaza yaptı. Tavukçu Kenan’ı 22 yaşında yitirdik. Onu hep özledim.

“Gerçek dostlar yıldızlar gibidir. Akşam olup karanlık çöktüğünde hayatınızda ilk önce onlar parlar, size ışık olurlar”.
Siyah beyaz küçük fotoğraf Kalespor’da. Sol başta çömelen Kenan, sağ başta da Bülent Buda. Sağlıkla kalın. İyi pazarlar...