Ege Kaybolan hayatlar

Kaybolan hayatlar

27.04.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Kaybolan  hayatlar

Ve Türk Eğitim Derneği'nin "Türkiye'de Üniversiteye Giriş Sistemi Araştırması ve Çözüm Önerileri" isimli raporundan çarpıcı rakamlar verdi. Bu raporun detayları benim önümde de var.Yılmaz, bir de kendi hayatından çarpıcı bir örnek verdi."İki hafta önce, kızımla gelecek sene üniversite giriş sınavına hazırlık için gideceği kursa kaydını yaptırmaya birlikte gittik. Beşiktaş'taki bir iş merkezinde kurulu dershanenin salonunda kayıt sırasının bize gelmesini beklerken etraftaki çocukların ve kayıt için gelmiş velilerin hareketlerini izlemeye çalışıyordum. Bu çocukların yaşamlarıyla ilgili bütün gelecek beklentilerinin dönüp dolaşıp 180 dakikalık bir sınava bağlı olmasının ne kadar ağır ve ezici bir şey olduğunu düşündüm. O gün hasta olabilirlerdi, yanıtları yazarken soru kaydırabilirlerdi. Bir insan olarak herkesin her an yapabileceği bir küçük dalgınlığın onların gelecekteki bütün yaşamlarını nasıl değiştirebileceğini düşünmek sırtımın ürpermesine neden oldu..."Geçmişe, kendi okul yıllara döndüm. Benzer sorunlar o dönemde de vardı ama boyutları en azından bu kadar değildi. Bugün her köşe başında bir dershanenin önünden geçerken, okullarımız ne işe yarar diye düşünmeden edemiyorum.Biliyorum bazen okul ve dershane de yetmiyor, takviye olsun diye özel dersler de devreye giriyor. Sahi özel ders veren öğretmenler, herhangi bir okulda zaten görev yapmıyorlar mı?* * * Ben Saint Joseph'te okudum, ardından da Tevfik Fikret'te. Bu iki okulda da bizden sorgulayan, eleştiren, araştıran, okuyan, bildiğini cesurca savunan, takım oyunu oynayabilen, geleceği planlayan, strateji kuran ve geliştiren insanlar olmamız istendi.Paradan çok itibarın, mevkiden çok saygınlığın, ünlü olmaktan çok karakterin daha değerli olduğu öğretildi. Daha çok konuşan bizlerdik, öğretmenlerimiz değil. Onlar gerektiğinde bizleri yönlendirir, uyarır, gerektiğinde tavsiyelerde bulunurdu.Öğrenciler, hiçbir konuda kendini zorunlu hissetmez; dersler birlikte öğrenilen, birlikte eğlenilen saatlere dönüşürdü.Cevapları A, B, C, D, E seçeneklerinde değil; gerçeklerde ve geleceğe dönük hayallerimizde arardık. Güzel yazmanın, güzel konuşmanın bir medeniyet ölçüsü olduğunu, sınıf geçmenin sadece notlardan ibaret olmadığını, kalıcı dostluklar kurmanın her şeyden daha önemli olduğunu işte o yıllarda öğrendik. Bugünlerde çok moda olan "aktif eğitimi" meğerse biz uyguluyormuşuz da haberimiz yokmuş.* * * Mehmet Y. Yılmaz'ın o sorusuna dönüyorum."Hayat = 180 dakika mı?"Türkiye'de ziyan olan hayatları gördükçe, okudukça, tanık oldukça kahroluyorum. 180 dakikaya sığdırılmış hayatlar, 180 dakikaya göre ölçülen hayatlar bu ülkenin vizyonunu daraltıyor.Belki "İnsan isterse her zorluğun üstesinden gelir" diyebilirsiniz.Her zaman olmuyor.Avukat olmak isteyip de psikolog olanlar, işletmeci olmak isteyip ziraatçi olanlar, gazeteci olmak isteyip de tarihçi olanlar...Ya da 180 dakikada konsantre olamayıp hayatını şansa bırakanlar...İstediği mesleği yapamadığı için ne dehalar, ne ustalar, ne harika çocuklar kaybolup gitmiyor mu? dsipahi@milliyet.com.tr Geçen hafta Milliyet'teki köşesinde Mehmet Y. Yılmaz çok güzel iki yazı yazdı peş peşe. Önce "Hayat = 180 dakika mı?" diye sordu, ardından "Gençler için çok daha fazla seçenek olmalı..." dedi.