EkonomiKriz ekonominin kaderi değil

Kriz ekonominin kaderi değil

17.07.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Kriz ekonominin kaderi değil

Kriz ekonominin kaderi değil


Bizim halkımız bilmediği, anlamadığı şeylere merak salar. Eline alır. Yalan yanlış kurcalamaya kalkar. Anadolu'da böyle yapanı uyarırlar: "Dikkat et... Bilmeden orasını burasını kurcalama... Elinde kalacak" derler. Bunun anlamı "eline aldığın şeyi bozacaksın... sonra hiçbir işe yaramayacak.. derdi bizim başımıza kalacak... iyisi mi başından uyaralım da... fazla kurcalama..." demektir.
İşte o biçim... Ankara'dakiler ekonomiyi yalan yanlış kurcalamaya başladı. Ekonomi zaten bozulmuş. Üç beş çivi ile ayakta duruyor. Kurcalayanlar parçaları birbirine bağlı tutan çivileri de çıkaracak... Ekonomi ellerinde kalacak..."
Biz bu filmi daha önceleri gördük... Bizim tecrübemiz var... Olmaz olmaz demeyiniz... Türkiye'de olmaz olmaz... Ama bu halka yazıktır. 2000'li yıllara Türk halkını, kişi başı 3 bin dolarlık milli gelir ile sokmanın ayıbı Ankara'ya yeter.

Ankara, ölçerek biçerek laf eder, adım atar

Ankara önemli bir yer... Ankara'da oturanlar akılları estiği şekilde konuşamaz. Akıllarına geleni yapamaz. Bunu yaptıklarında faturayı bu halk öder... 1979'ların faturası, 1980'lerin faturası, 1994'lerin faturası hala ödeniyor. Ödene ödene bitmiyor.
Sayın Ecevit'in iyi niyetinden kimsenin şüphesi yok. Namusuna halk inanıyor. Amma velakin durup dururken "Avrupa Türkiye'yi anlamıyor. Dünya Avrupa'dan ibaret değil" demesini anlamak çok güç. Maalesef Türkiye için dünya "Avrupa'dan ibaret."
Rakama bakan, rakam bilen bunu görür ve anlar. Türkiye ihracatının yüzde 68'ini OECD ülkelerine yüzde 55'ini Avrupa Birliği ülkelerine yapıyor. İthalatta da ülkelerin payı bu oranlarda. Türkiye yatırım yapmasa, ek borç kullanma bile mevcut borç çarkını çevirmek için her yıl 20 milyar dolara yakın dış kredi kullanmak zorunda. Bu parayı da alabileceği tek piyasa Avrupa piyasası.
Dünyada Avrupa'nın dışında Afrika var... Arap dünyası var. Çin var... 1979'lardaki Bağlantısız ülkeler, Üçüncü Dünya ülkeleri denilen ülkeler Avrupa'nın kuyruğuna eklendi.

Ankara hayal ile gerçeği ayırır

Hürriyet'teki sütununda dün Ercan Kumcu da uyarıyor idi... Bankalar Kanunu değişikliği, Sosyal Sigorta mevzuatı değişikliği, tahkim için Anayasa değişikliği önemlidir. Yapılmalıdır. Ama kısa sürede ekonomiye bir şey getirmez.
Vergi yasalarında sermaye çevrelerinin istediği değişikliklerin bir bölümü gereklidir ama, bunların kuyruğuna birçok da gereksiz istek eklenmektedir. Vergi kanunlarındaki değişiklik vergi gelirlerini daha da azaltacaktır.
Açık anlatımıyla mevzuat değişikliği yapısal düzenlemeler çok önemlidir ama, bunlar altyapıda uzun sürede iyileşmenin gereği işlerdir.
Kısa sürede bu ekonominin düzelmesi, ancak ve ancak kamu harcamalarının kısılması ile mümkündür. Ankara kamu harcamalarının kısılması için bir şey yapmıyor.
Kamu harcamaları sadece memur maaşlarını kısmakla azaltılamaz. Memur maaş artışları için öngörülen ölçü yeterlidir ama, memurun bunu hazmedebilmesi için aynı fedakarlığın başkaları tarafından da yapıldığını görmesi şarttır.
Memura ölçülü davrananlar tarım ürünleri destekleme politikasında ve kendileri ile ilgili harcamalarda ölçüyü kaçırır ise sosyal huzursuzluğu körüklemiş olurlar.

Ankara KİT'leri yemlik olarak kullanmayı sürdüremez

Üç parti koalisyon için masaya oturduklarında kamu bankalarını, KİT'leri aralarında bölüşmek için pazarlık yaptı. Bu pazarlık halkı üzdü.
Şimdi pazarlığın sonucunda pay edilen kamu bankalarının ve KİT'lerin nasıl yemlik olarak kullanılmaya başladığını görüyoruz.
Ayıptır. Günahtır. Dosta, arkadaşa yer bulmak, kamu kuruluşlarını hortumlatacak kişilikte insanları bunların başına getirmek Sayın Ecevit'e de, Sayın Bahçeli'ye de, Sayın Yılmaz'a da yakışmaz. Onlara yakışmayan şeylerin yapıldığını görmek halkı pek çok üzüyor. Hayatında ne iş yaptığını öğrenmediği, ne işe yaradığını bilmediği bir kamu kuruluşunun başına getirilenden ne beklenir? Sadece soyguna ortak olması, soyguna göz yumması beklenir.
Seçimde kaybetmiş kişilerin kamu kuruluşlarında görevlendirilmesi yanlıştır. Halk bu kişilere güvenmediğini oyu ile belli etmiştir. Halkın güvenmediğini oyu ile belli ettiği kişilere, halkın malı olan kuruluşlar nasıl emanet edilir? Sonra da bunu yapanlar nasıl "halkçılık" iddiasında bulunabilir?

Ankara iş yapanları, aş dağıtanları şaşkına çeviremez

Türkiye'de ekonomi durdu. Rakamlar piyasanın "geberik" durumda olduğunu gösteriyor. Bu durumun 3 nedeni var: (1) Dünyadaki kriz. (2) Türkiye'nin enflasyonu aşağıya çekme politikası. (3) Ekonomi politikalarına güvenin sarsılması sonucu halkın harcamaları kesip, nakitte kalması.
Dünyadaki kriz bitti. Başkaları krizi fırsata çevimeye başladı. Hükümetin enflasyonu aşağı çekme politikalarının devamı zorunlu. Bunun neticesi olarak ekonomide makul ölçüde yavaşlama normal. Ama bu "geberik durum" normalin ötesinde bir durum. Büyük ölçüde ekonomi politikalarına güvenin sarsılmasından kaynaklanıyor. Bu güven yaratılmaz ise, piyasa açılamayacak. Nakitte kalan tasarrufların dışarı kaçma tehlikesi veya içeride istenmeyen alanlara (örneğin dövize) kayma tehlikesi ortaya çıkacak.
Türkiye'yi ayakta tutanlar yatırım yapanlar, üretim yapanlardır. Yatırım ve üretim iş yaratır, aş yaratır. İş yaratanları, aş yaratanları üretimden çekmeye zorlayacak ölçüde güven bunalımı yaratanlar, sonra ortalığı kısa sürede derleyip toparlayamaz. Bozmak kolaydır. Düzeltmek zaman alır.

Ankara'ya endeksli bir piyasa adam olamaz

Piyasa Ankara'ya endekslendi. Yatırımcılar, üretim yapanlar, parası olanlar, borsaya oynayanlar ve de hatta küçük tasarruf sahipleri sabah ekranın başına geçiyor... Ankara'yı izlemeye başlıyor. Ankara'daki heyecan da maşallah hiç azalmıyor... Bir heyecan, bir macera... Saat saat, dakika dakika, Ankara'dan gelen haberlere, Ankara'dan gelen demeçlere göre, faizler artıyor, borsa düşüyor, döviz pahalılanıyor, paralar dışarı kaçıyor, dışarıdan para giriyor...
Hatta teyzeler ve amcalar ellerinde emekli aylığı döviz büfelerini geziyor, banka banka dolanıp, repo oranını soruyor. Olamaz böyle bir şey... Böyle bir ekonomi yürüyemez.
Önünü görmeyen işadamı yatırım yapamaz, üretim yapamaz, insan çalıştıramaz, işçisinin parasını ödeyemez... Bırakınız büyük işadamlarını... Çevrenizdeki bakkal dükkanlarına, fırınlara bakınız. O işleri yapanlarla konuşunuz. Gerçeği anlarsınız.

Ankara turizmdeki krizi, tekstildeki krizi küçümseyemez

Ankara doğruları bilmek, doğruları söylemek zorundadır. Sayın Ecevit "turizmdeki krizin terör ile ilgisi yok" diyor. Maalesef turizmdeki krizin temel nedeni terördür. Maalesef terör başının yakalanması 1999 turizm gelirlerini azaltmakla kalmamış, 2000 yılını ve ondan sonraki yılları da tehlikeye sokmuştur.
Turizm geliri sadece turistik tesis sahiplerini ve işletmecilerini ilgilendirmez. Ülke ekonomisinin can kaynağıdır. Başka sektörlerdeki dolaylı gelir ve istihdama etkisi büyüktür.
Tekstildeki krizi ikiye ayırmakta yarar vardır. Bunun birinci bacağı iplik ve dokuma sektöründeki, öbür bacağı konfeksiyon ve giyim sanayiindeki krizdir. İplik ve dokuma sektöründeki krizde fazla kapasiteli yanlış yatırımların ve dünya krizinin etkisi olmuştur. Fakat konfeksiyon ve giyim sanayiindeki krizin temelinde iç ekonomideki güçlükler yatmaktadır.
Yanlış teşhisler sorunların ağrılığının artmasına neden olmaktadır.

Ankara laf ile ihracat gemisinin yürüyemeyeceğini görmek zorundadır

Türkiye'de iç piyasalardaki durgunluk, iç talebin daralması, iç piyasanın "geberik hale gelmesi" karşısında dış pazarların önemi artmıştır. İhracat bir nimettir.
İhracatın bugüne kadar büyük ölçüde gerilememesi Ankara'yı rehavete sevk etmiştir. Halbuki ihracatçılar pazar kaybetmemek için son nefeslerine kadar direnmiştir. Şimdi nefesin bittiği haberi gelmektedir.
Nefes denilen şey ihracat kredileridir. Türk Eximbank'ta ihracatçıların biriken kredi taleplerinin 620 milyon dolara ulaştığı söylenmektedir. Halbuki "geldi - geliyor" denilmesine rağmen Eximbank'a döviz gelmemektedir. 620 milyon dolarlık ihracat kredisinin altında milyar dolarlık ihracat potansiyeli vardır. İhracattaki çöküş sadece döviz kapısını kapatmaz. İçeride çok tesis ayakta kalamaz.

Ankara IMF ile ilişkileri ihmal edemez

Türkiye'nin döviz çarkının düzenli dönmesinde IMF ile iyi ilişkilerin etkisi büyüktür. Ankara "IMF ile anlaşamasak da biraz yüksek faiz ödeyerek her zaman dış kredi buluruz" havasına girmiştir. Bu yanlış bir inanıştır. Bugün özel bankaların Avrupa piyasalarından temin ettikleri 30 milyon dolarlık, 50 milyon dolarlık, 100 milyon dolarlık krediler işin kolay olduğu yanılgısına neden olmaktadır.
Bankalar eski kredilerini yenilemektedir. Bankalar iş ilişkisi içinde oldukları (ben sana vereyim / sen bana ver diyebildikleri) bankalardan dış kredi almaktadır. Aynı imkanı Hazine zor bulur.
Hazine'nin mutlaka ve mutlaka dış borçlanmaya gitmesi zorunluluğu vardır. Türkiye mevcut döviz rezervine güvenerek, rezervi yiyeceğini sanarak döviz dengesini tutturamaz.

Ankara enflasyonu biraz açarak piyasayı rahatlatmaya kalkamaz

Bazı "aklı evvellerin" Ankara'yı "- Fazla üzülmeyin... Biraz daha zorlanırsak biraz para basar, piyasayı rahatlatırız... Enflasyonun yüzde 70 olması bir şey ifade etmez. Gelecek yıl gene işi toparlarız" şeklinde "fuhşa teşvik ettikleri" duyuluyor.
Şu veya bu nedenle enflasyonu biraz gevşetmek, bugüne kadar ödenen pahalı faturaların boşa gitmesi demek olur. Türkiye'yi gene çıkmaza, hem de daha büyük çıkmaza sokar.
Sayın okuyucularımız, lütfen etrafınıza bakınız. Batı'ya doğru bakınız. Etrafımızda en kötü durumdakiler Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan... Kişi başı milli gelirlerini 15 bin doların üzerine çıkarmışlar. 20 bin dolara doğru gidiyorlar (Bizde 3 bin dolar). Enflasyonu yıllık yüzde 5'in altına indirmişler, yıllık yüzde 2'ye çekmeye çalışıyorlar (Bizde yıllık yüzde 55 olacak diye seviniyoruz).
Demek ki hem kişi başı geliri atırmanın, refaha doğru yol almanın hem de enflasyonu düşürmenin reçetesi var.

Ankara reçeteyi bilemiyor, bulamıyor, bulsa da uygulayamıyor

Ankara'ya gidenin basireti bağlanıyor. Ankara'ya gidenler, Ankara'da yaşayanlar bütün dünyada bilinen, uygulanan reçeteleri bilemiyor, bulamıyor, uygulayamıyor.
Türkiye'de ekonominin nasıl düzeleceğini bilen, bu konuda deneyimi olan insanlar var. Bilim adamları var. Bürokratlar var. Eski ve yeni plancılar var. Devlet Planlama Teşkilatı isminde koskoca bir teşkilat var.
Ama Ankara bunları kullanmıyor. Bunlardan yararlanmıyor. "Yalap şalap" ve yalan yanlış kararlar alınıyor.
Çünkü Ankara'ya gidenler, işe göre adam değil, adama göre iş arayışında.
Ankara: (1) Halkla teması sürdüremiyor, memleketin ve halkın durumunu izleyemiyor. (2) Halka gerçekleri, ne yapacaklarını ve ne yaptıklarını anlatamıyor. Halk ile diyaloğa geçemiyor. O zaman Ankara halktan kopuyor. Halkımız heyecan ile, korku ile "- Dur bakalım bugün ne felaket gelecek" diyerek Ankara'yı izler hale geldi.

Hikaye

Bu uzun yazıyı bitirmek için bir hikaye anlatayım:
nkara'yı çok iyi bilen Cahit Zamangil dermiş ki, "Ankara'da sokakta gezen birini kolundan yakalayıp, gel seni Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'na baş kemancı yapayım deseniz, "- Aman amca bey, ben keman çalmayı bilemem ki..." diyerek özür diler. Ama Ankara'da sokaktan geçen kimi kolundan yakalayıp, "- Gel şu devleti sen idare et, ekonomiyi kurtaracak formülleri bul ve uygula" deseniz, koşa koşa gelir." "- Amca bey, bu işi en iyi ben yaparım" der. İşte bu yüzden de bizim ekonominin durumu bir türlü düzelemez.