09.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Erol Sabancı, Türk bankacılarının 'duayen' kabul ettiği bir isim. Tecrübesi ve bilgisi ile dünya bankacıları tarafından da tanınan Erol Sabancı, sektörün yaşadığı son krizi üç nedene bağlıyor: Her isteyene bankacılık lisansı verildi; kurulan bu bankalar denetlenmedi, haksız rekabete göz yumuldu; ancak kriz koşullarında bir yıl gibi geçici süreyle olabilecek 'mevduatta tam güvence' uygulaması 10 yıl sürdürüldü ve yangının üzerine barutla gidildi...
Erol Sabancı denetim konusunda politikacıları işaret ediyor: "Murakıplar çok iyi raporlar hazırladılar. Ama politik makamlar bunun gereğini yapmadı" diyor. Hem medvuat hem de banka sahibinin risk almasının 'teşvik edildiği', böylelikle de krizin adeta davet edildiğini belirten Erol Sabancı, "Şimdi de sınırsız güvenceyi bir yıl uzattılar. Bu bir ayıptır" diyor.
Erol Sabancı'ya göre, batık bankaların zararları hesaplanırken de yanlışlığa düşülüyor. Devlet garantisi var diye yüksek faizle para toplayan bankaların, diğerlerini de yüksek faize itmeleri sonucu ortaya çıkan maliyetin yanı sıra, Hazine'nin de sürekli 8 - 10 puan fazla faizle para toplamak zorunda kaldığını vurguluyor. Sabancı, böylece yaratılan rantiye sınıfı ile istihdam ve üretim yatırımlarının önünün kesilmesi sonucu ortaya çıkan maliyet dikkate alınmadığını belirtiyor.
Bankacılık reformları için aldığı cesur kararlar yüzünden Devlet eski Bakanı Kemal Derviş'e teşekkür ettiğini belirten Erol Sabancı, yabancıların sektöre girişi konusunda da 2006 tarihini gösteriyor. Akbank ile ortaklık konusunda adı geçen Deutsche Bank'ın Rusya'da gerçekleştirdiği ortaklıktan dolayı üzüntü duymadıklarını ifade eden Erol Sabancı, "Yabancılar ekonomik ve politik istikrar olmadan, sektörde haksız rekabet ortadan kalkmadan gelmez" dedi.
Türk basınında fazla gözükmeyen Erol Sabancı'nın Business'in sorularına yanıtları şöyle:
'Yangının üzerine barut döktüler
Güvence ayıbı hâlâ sürüyor'
Bankacılıkta bu sorunların yaşanmasının birinci nedeni, bankacılık lisansı verilirken layık olanla olmayana bakılmamasıdır. Böylece hemen hemen her başvuran bir banka lisansı sahibi olmuştur. İkinci neden, gerekli denetim yapılmadı. Murakıplar çok iyi raporlar hazırladılar. Ama politik makamlar bunun gereğini yapmadı. Sektörün üstüne büyük bir taş düştü. Yangın çıktı ve bu yangın söndürülmedi. Sınırsız devlet garantisi ile yangının üstüne barut döküldü.
Yetersiz denetleme, mali raporlamada yeterli şeffaflığın olmaması ile birleşince, bu durum krizi hazırlayan hususlardan bir tanesi oldu. Sonuncusu ve belki de en önemlisi ise sınırsız mevduat güvencesidir. Sınırsız güvence ateşin üstüne barut dökmüştür. Mevduata tanınan sınırsız güvence sadece olağanüstü durumlarda başvurulması gereken geçici bir önlemdir. Halbuki bizde 1994'te getirilen bu sıradışı uygulama 10 yıldır hâlâ devam ediyor.
'Banka sahibini risk almaya teşvik ederek krize davetiye çıkardılar'
Risk ile getiri arasındaki bağlantıyı kopararak gerek mevduat sahibinin gerek banka sahibinin maksimum risk alması adeta teşvik edildi. Böylelikle krize davetiye çıkarıldı. Sektördeki tüm bankalar mevduata tanınan büyük bir güvence şemsiyesi ile para topladı. Bu yangının üstüne barut dökmekti. Şimdi de sınırsız güvenceyi bir yıl uzattılar. Bankacılık sektörünün böyle bir şemsiyenin altına girmesi ayıptır. Yurtdışında görüştüğüm bankacılar, 'Sizin neden böyle bir şemsiyeye ihtiyacınız var?' Bu güvence olmadan bankalar iş yapamıyor mu?' diyorlar.
'Bizim gelirimiz aynı değil, güvence 10 bin euro olmalı'
Bu güvence hemen kaldırılmalı. Devamı için neden yok. 1994 yılında mevduat garantisi belki gerekliydi, o zaman olağanüstü koşullar vardı. En çok bir yıl uygulanmalıydı. Zaten olağanüstü koşullarda, geçici olarak uygulanır. Bugün hemen kaldırılması gerekir. Sektörden 22 banka ayıklandı, bu otoritenin işini de azalttı. Enflasyon düşüyor, yüzde 20'lere indi. Faizlerde düşüş sürüyor, yüzde 30 civarında. Döviz kurundaki sarhoşluk bitti. Kur rayına oturdu. Borsa canlandı. Otorite denetimlerde tecrübelendi. Sektörde faaliyet gösteren bankalar daha yakından izleniyor. Ancak krizlere sebep olan sınırsız mevduat güvencesi hâlâ devam ediyor. Devam etmesi bankacılık sisteminin ayıbıdır. 2004 Temmuz'unu beklemeden kaldırılmalıdır. Mevduata tanınacak güvencede sınır Avrupa'daki gibi 20 bin euro değil, 10 bin euro olmalı. Çünkü bizim gelir düzeyimiz Avrupalılar ile eşit değil.
'Fon'un zararı yanlış hesaplanıyor, rantiyenin verdiği zarar da var'
Fon'un zararının İmar Bankası ile birlikte 53 milyar dolar olduğu söyleniyor. Bu hesap yanlıştır. Ülke ekonomisinin uğradığı gözükmeyen iki büyük zarardan sözedilmiyor. Bu gözükmeyen iki önemli zararın birincisi yüzde 100 devlet garantisi ile yüksek faizle kaynak toplayan bankaların diğer bankaları faizlerini yükseltmeye itmesidir. Ne oldu? Para toplamak için yüksek faiz verdiler. Uymayan bankalar da faiz yükseltmek zorunda kaldı. Misal Akbank'ın müşterisi şube müdürüne geldi, 'Öbür banka sizden daha fazla faiz veriyor' dedi. Akbank şube müdürü, 'Biz daha güçlü bankayız. Daha fazla faiz verelim' dediğinde faizler 3 - 5 puan daha fazla verildi. Rantiye sınıfı bundan istifa etti. Mahallesinde dükkan, açmak yerine rantiyeciliğe yöneldiler. Bu da ekonomide sıkıntılara ve vergi kayıplarına, çarpıklıklara yol açtı. İstihdam yaratılmadı. Bunun ülkeye verdiği zarar gözükmüyor.
'Bütün bunlar politikacılar özen göstermediği için oldu'
İkinci büyük zarar, Türkiye'de en büyük borçlunun Hazine olmasından kaynaklandı. Hazine piyasadan hep 8 - 10 puan fazla faizle borçlandı. Yüksek faizler piyasayı durgunluğa sürükledi. Üretim olmadı, istihdam olmadı. Peki bu rakam da Fon'un 45 - 50 milyar dolarlık zararının içinde var mı? Hayır yok. Bütün bunlar bürokrasi de politikacılar da yeterli itina ve dikkati göstermediği için yaşandı.
'Derviş'e teşekkür ederim, cesur kararlar aldı, sistem temizlendi'
Bilhassa belirtmek isterim ki Kemal Derviş döneminde çok ciddi adımlar atıldı. Sistemin yüzde 90 - 95'i temiz hale getirilmiştir. Kamu ve özel sektör bankacılığında önemli düzenlemeler yapıldı. Kamu bankaları kredi dağıtımında ve personel alımında gereken itinayı göstermiyordu. Likidite kaybettikleri için yüksek faizle para topluyorlardı. Derviş, Emlak Bankası'nı tasfiye ettirerek Ziraat ve Halk Bankası'nı ortak yönetim altında topladı. Özel sektörde 22 bankanın sistemden çıkarılması çok cesur ve gerekli bir operasyondu. Sektör düzetildi. Bankaları denetleme görevi Hazine'den alındı. Bu reformlar için sektör adına Kemal Derviş'e teşekkür ederim.
'50 milyar dolar özkaynak kaybı oldu, sektör tamamen iyileşmedi'
2001 yılında yaşanan kriz ve sonrasında bankacılık sektörü 50 milyar dolara yakın bir özkaynağını kaybetti. Daha önce 84 olan banka sayısı 54'e düştü. Bin 600'e yakın banka şubesi kapandı. Yaklaşık 50 bin bankacı işsiz kaldı. Bankacılık sektörü bugün içerisinde bulunduğu durum itibariyle 'yaralarını sarmıştır, sağlığına kavuşmuştur' dersek kendimizi aldatırız. Durum iki yıl öncesine göre muhakkak daha iyidir. Büyümenin artması ile batık kredi oranlarında bir iyileşme vardır.
Ancak, büyümeye aday bir ekonominin bankacılık sektöründe bulunması gereken güçlere sahip olmadığını görüyoruz. Türkiye gerçekten büyüyecek bankacılık sektörünün büyümenin yakıtı olan kredileri sisteme sağlaması gerekir.
Bugün Türkiye'de toplam kredilerin Gayrı Safi Milli Hasılaya oranı yüzde 18'dir. Bu oranın Avrupa Birliği ortalaması yüzde 167'dir. Türkiye'de işler düzelecek, krediler artacak, bankalar daha fazla kredi verecek diye kabul etsek bile, bankalar hangi özkaynakları ile bu kadar büyük kredi artış talebini karşılayabilecekler? Bankacılık sektörünün ciddi bir özkaynak ihtiyacı içerisinde olduğu muhakkaktır.
Kızım olduğu için bu konuda benim görüş belirtmem doğru olmaz. Objektif olması için bana değil başka insanlara sormalısınız. Ancak şunu söyleyebilirim, yabancılar kendisinin iyi olduğunu söylüyorlar. Çok iyi bir eğitim aldı. ABD'de Boston Üniversitesi'nde master yaptı. BNP - Ak Dresdner Bank'ta stajyer olarak çalıştı. Alman ve Fransızlar'dan çok şey öğrenmiştir. Akbank'ta hazine bölümünde 4 - 5 yıl çalıştı. Bankaya tepeden gelmedi. BNP - Ak - Dresdner'de veznede işe başladı. Bankadaki arkadaşları ile uyum içinde çalışıyor ki bana göre uyum çok önemli. Aileden biri diye dokunulmazlıkları yok. Ben çok mutlu ve memnunum.
'Şu anda yarı emekliyim'
Şu anda arkadaşlarım bankadaki iş yükümün yüzde 50 - 60'ını benden aldılar. Ben kendimi zaten yüzde 50 emekli adlediyorum. 64 yaşındayım. Birkaç sene sonra bankadaki iş yükümü yüzde 20'ye indireceğim. Daha sonra da tamamen emekli olamayı planlıyorum.
Sabancı Holding, 2003'te holdingin kalbi sayılan CEO değişimini yaparak zaten bu değişimi gerçekleştirdi. Bu göreve Metin Celal Bey'i getirdik. Yeni yılda değişim olmayacak.
'Personelle yemekten mutluyum'
Hergün sabah altı buçukta kalkarım. Yedide yürüyüş bandında yürümeye başlarım. Bu aşağı yukarı 40 dakika sürer. Bu arada televizyon kanallarında haberlere bakâr, daha sonra da müzik dinlerim. Duş ve kahvaltıdan sonra sekiz buçukta evden çıkarım. Bebek'te oturduğum için 10 dakika içinde işte oluyorum. Dokuza yirmi kala işimin başındayım.
Öğle yemeğimi yurtiçinden veya dışından misafirlerim varsa onlarla birlikte misafirlerimizi ağırladığımız katta yerim. Misafirim yoksa aşağı yemekhaneye iner çalışanlarla birlikte yemek yerim. Haftada en az iki üç kere beni çalışanların yemekhanesinde görebilirsiniz. Onların yediği yemekten yerim, bütün personel beni görür. Bundan mutluluk duyarım.
'Sağlık merkezi yoksa kalmam'
Saat beş veya beş buçukta işten çıkar eve giderim. Her akşam 15 dakika sauna, 15 dakika da jakuzi yaparım. Bu benim bütün vücudumu temizler. Bir kadeh viski, bir de puro içerim. Eğer dışarda bir programımız varsa eşimle buna gideriz, yoksa yemeğimizi evde yeriz. On buçuktan sonra yatarım. Hiçbir zaman saat 12'yi geçirmem. Eğer dışardaysak arkadaşlarım bunu bildikleri için bana saati hatırlatarak takılırlar. 1964'ten beri yaşantım böyle. Bu yurtdışında da değişmez. Sağlık merkezi olmayan otelde kalmam. Mutlaka yürüyüşümü yapar, akşamları saunaya girerim.
'Televizyonlar eğlenceli oldu'
Erken yatmayı sevdiğim için sinemaya gitmiyorum ama tiyatroyu seviyorum. Özellikle yurtdışında, Londra'daki temsilleri kaçırmıyorum. Ama artık bunda da sorun var çünkü bir temsil 10 yıl oynuyor.
Evde televizyon seyretmeyi seviyorum. Türk filmlerini çok severim. Türk filmlerini seyreder, ağlarım. Şimdi Türk televizyonları çok eğlenceli oldu. Dizileri de beğeniyorum. Yurtdışında otellerde belki 20 kanal var ama insanı oyalamıyor. Türk dizilerinden Bir İstanbul Masalı'nı beğeniyorum. Yarışmalar da çok iyi. Örneğin 'Kim 500 milyar kazanmak ister?' yarışması var.
Gıdama çok dikkat ederim. 1974'ten beri 30 yıldır kilom 73 veya 74'tür. Bu kilonun üstüne çıkmam. Bunu şundan da anlarım, İtalyan bir terzim var. O diktiği her takımın içine dikiş tarihini yazıyor. Kıyafeti giydikten sonra bakarım tarihe ki 1992'de dikilmiş. Demek ki 10 yıl önceki takımın içine girebiliyorum.
BDDK'nın bağımsız olması şart. Basında çok yazılıyor ama hükümetin BDDK'nın bağımsızlığına dokunacağını zannetmiyorum. Fakat bu tür haberlere konu olacak beyanlar verilmemeli. Bir bakanın veya yetkilinin bu konuda gelişi güzel konuşması hoş değil. Sinek bir şey değil ama mide bulandırır. Bu nedenle bu tür konularda konuşurken dikkatli davranılmalı. BDDK'nın bağımsız olması ve bağımsız kalması şart. Sektörün denetiminin Hazine'ye bağlı olmasından dolayı çok dayak yedik.
'Yabancılar istikrarsızlık ve haksız rekabet yüzünden gelmiyor'
Çünkü rahatsız oldukları noktalar var. Yabancı bankalar Türkiye gelmek için üç şeye bakıyor; politik istikrar, ekonomik istikrar ve sektörde haksız rekabetin olmaması. Şimdi politik istikrara bakalım, 80 yıllık Cumhuriyet'te 59 hükümet değiştirmemiz istikrarlı bir ülke olup olmadığımızı gösteriyor. 30 yılı aşkın bir süredir yüzde 100 - yüzde 80 enflasyonla yaşayan bir ülkede ekonomik istikrarın da olduğunu söyleyemeyiz. Sektördeki haksız rekabete karşı da çok hassaslar, çapı olmayan bir bankaya verilen sınırsız güvenceyi haksız rekabet sayıyorlar.
Yabancı bankalar Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde çok aktifler. Türkiye'de ise şu an ciddi bir yabancı varlığından sözedemeyiz. Ülkemizdeki yabancı banka aktiflerinin toplam aktiflere oranı yüzde 5. Aynı oran yakında Avrupa Topluluğu'na fiilen üye olacak olan Çek Cumhuriyeti'nde yüzde 66, Macaristan'da yüzde 67, Polonya'da yüzde 69.
Uzun süre yabancı bankaların Türkiye'den uzak kalmasının sebebi ekonomi ve siyasi ortamdaki bu belirsizliklerdir. Yüksek enflasyon, yüksek faiz ortamı, sistemde şeffaflık ve yeterli denetimin olmaması nedeniyle doğan haksız rekabet ortamının yarattığı endişeler de diğer bir olumsuz faktördür.
Bu olumsuzlukların sürekli olarak kalktığına inanç hasıl olduktan sonra, yabancı bankalar Türkiye ile daha çok ilgilenecekler. Yabancı bankaların ülkemize gelmesinden ve rekabetinden endişe etmememiz gerekir. Yabancı bankalar sisteme belirli bir dinamizm getirebilir ve şeffaflığın artmasına katkıda bulunabilirler.
'Şimdi başka ülkelere bakıyorlar, bize 2006'dan sonra gelirler'
Yabancı ülkelerde de sorunlar var. Yeni ülkelere bakıyorlar. Türkiye onlar için büyük ve önemli bir pazar. Ancak, 2006 yılından sonra Türkiye'ye gelmelerini bekliyorum. Türkiye yabancı bankalar için vazgeçilmez potansiyel büyüklükte bir pazardır.
'Deutsche Bank'ın Rusya'ya gitmesine hayıflanmadık'
Deutsche Bank, gelişmekte olan piyasalarda aktif olan bir banka. Biz de Akbank olarak yabancı bankalara açık bir bankayız. Ancak hiç bir zaman ciddi boyutta bir gelişme olmadan banka adı telaffuz etmedik. Bana göre zaten ciddi bir gelişme olmadan yapılan açıklamalar sermaye piyasasının kuralları açısından suçtur. Basında Akbank'ın yabancı evliliği konusunda çıkan haberler yakıştırmalardan kaynaklanıyor.
Deutsche Bank'ın Rusya'da yatırım yapma kararı alması bizi üzmedi ve hayıflandırmadı. Şube ağları geniş, yatırımlarını coğrafi olarak değerlendiren bir grup. Türkiye'yi de coğrafi olarak önemli buluyorlar. Yarın Türkiye'ye geldikleri zaman Türkiye üzerinden Suriye, Irak, İran, Ürdün ve Türki Cumhuriyetleri gibi birçok ülkeye de gidebilirler. Ülkemiz kendi başına 70 milyonluk büyük bir pazar.
'Kendimize iyi bir namzet aradık ama henüz bulamadık'
Elbette, bankacılık sektöründeki gelişmelerle ilgileniyoruz. Akbank'ın gereğinden fazla özkaynakları var. Biz 10 yıl önce bu kaynakların sadece bankacılıkta kullanılması yönünde karar aldık ve bankacılığa odaklandık.
Bu nedenle de sektördeki özelleştirmeler ile de ilgileniyoruz. Bu bize sinerji kazandıracak orta ve küçük çapta bir banka olabilirdi. Organik büyüme yerine konsolidasyona uygun bir namzet arıyoruz. Bu işle görevlendirdiğimiz arkadaşlarımızın gözü kulağı bu tür işlerin üzerinde ama şimdiye kadar kendimize uygun böyle bir namzet bulamadık.
Tüpraş, Tekel ve Telekom gibi özelleştirmelerde Akbank'ın ilgisi yoktur. Yurtdışı yatırımcılarımızın bizden beklentisi de budur. Yabancı yatırımcılar ince eleyip sık dokurlar. Bu tür yatırımcılar spekülatif yatırımcı değildir. Akbank'ın hisselerinin yüzde 28'i serbest dolaşımdadır ve bunların yüzde 75'i, yani yüzde 21'i yabancıların elindedir. Biz bundan çok mennunuz. Akbank olarak bankacılık sektörü dışındaki özelleştirmeler ile ilgilenmiyoruz. Bu özelleştirmeler ile Sabancı Holding ilgilenir.
'Notumuz yüksek, daha iyi maliyetlerle kaynak buluyoruz'
Bankamız enflasyondan arındırılmış mali tablolara göre 2003 yılının ilk dokuz aylık döneminde 1 katrilyon lira net kâr elde ederek Türkiye'nin en kârlı bankası olmayı sürdürmüştür. Bu kâr, bir şirket tarafından elde edilmiş 80 yıllık Cumhuriyet tarihinin en büyük kâr rakamıdır.
Ancak geçtiğimiz 20 yıla bakacak olursak Akbank zaten sürekli olarak hep en kârlı birinci veya ikinci kuruluş olmuştur. İstirarlı olarak bu başarıyı sağlamak kolay değildir. Bu başarının arkasında Akbank'ın finansal gücü, güçlü ve güvenilir hissedarları, şeffaf ve istikrarlı yönetimi, başarılı risk yönetimi olmuştur.
Güçlü sermayesi, istikrarlı mevduat yapısı, ucuz maliyetli yabancı kaynak temin olanakları ile aktiflerinde gerçekleştirdiği güçlü büyüme bankamızın en kârlı banka olmasını sağlamaktadır.
Akbank, uluslararası derecelendirme kuruluşları tarafından ülke notunun üzerinde bir dereceye layık görülmüş ve bu sayede kendine ucuz maliyetle borçlanma imkanı yaratmıştır. 2003 yılının üçüncü çeyreğinde Akbank, uluslararası piyasalardan toplam 550 milyon dolar kaynak sağlayarak aktiflerini büyütmeye devam etmiştir.
Bankanın 2002 sonunda 14.8 milyar dolar olan aktif toplamı yüzde 29 artarak 19.1 milyar dolara ulaşmıştır. Sabit kıymetlerimizin ve mali iştiraklerimizin aktiflerimiz içindeki payı sadece yüzde 3 oranındadır. Bu oran Akbank'ın tamamen bankacılık faaliyetlerine odaklandığını göstermekte, kârlılığımıza olumlu katkıda bulunmakta ve likiditesi yüksek bir mali bünyeye işaret etmektedir. Bu vesile ile bankamızda çalışan her kademedeki personelimize, bankamızla çalışan gerçek kişilere ve tüzel kuruluşlara minnet ve şükranlarımı sunarım.
'İMKB'nin gideceği daha çok yol var Bu coğrafyanın en iyisi olabilir'
Türkiye'de borsaya kayıtlı şirketlerin toplam piyasa değerlerinin GSMH'ya oranı yaklaşık yüzde 20 civarında. Bu oranın Avrupa Topluluğu ortalaması yüzde 70. İMKB muadili birçok gelişmekte olan piyasa borsasına göre daha gelişmiş olmakla birlikte hâlâ gideceği uzun bir yol var.
İstikrarlı bir ortamda halka arzların artmasını, ülke derecelendirmesinin yatırım yapılabilir seviyelere ulaşmasıyla, global yabancı fonların daha büyük miktarlarda ve daha kalıcı olarak piyasaya girmesini bekleyebiliriz. Yatırım ve emeklilik fonlarının gelişmesi de borsanın derinliğini artıran diğer bir unsur olacaktır. Böylelikle İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nın içerisinde bulunduğumuz coğrafi bölgenin en önemli borsası olacağını ümit ediyorum.
Brüt kâr | 1 katrilyon 544 trilyon lira |
Net kâr | 1 katrilyon 14 trilyon lira |
Vergi karşılığı | 530 trilyon lira |
Toplam kredi | 6.8 katrilyon lira |