Gündem 101. yılında Çanakkale Kara Savaşları

101. yılında Çanakkale Kara Savaşları

25.04.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:

Çanakkale Savaşları denince aklımıza hep 18 Mart gelir. 18 Mart müttefik deniz güçlerinin Çanakkale Boğazı’nı deniz yoluyla geçemeyeceklerini anladıkları gündür. Bu başarısız girişim 25 Nisan Kara Savaşları’nı gündeme getirir...

101. yılında  Çanakkale  Kara Savaşları

Değerli Okuyucular;
Her yıl yüzlerce, bazen binleri bulan sayıda Avustralyalı veya Yeni Zelandalı turistler 25 Nisan günü ülkemizi ziyaret ederler ve Gelibolu yarımadamızı dolaşırlar. Yer yer törenler düzenlerler; nedir bu 25 Nisan!
Çanakkale Savaşları denince aklımıza hep 18 Mart gelir. 18 Mart müttefik deniz güçlerinin Çanakkale Boğazı’nı deniz yoluyla geçemeyeceklerini anladıkları gündür. Bu başarısız girişim kara savaşlarını gündeme getirir.
Kara savaşları;
18 Mart Deniz Savaşı’ndan 38 gün sonra Çanakkale boğaz kıyıları yeniden top sesleri ile inledi. Saroz Körfezi’nden Kumkale’ye kadar 120 km kat alev ve dumana boğuldu. Düşman bu sefer güçlü donanmasına yüz binlerce askerini de katarak bütün gücü ile gelmiş ve şimdi kıyılara çıkmaya başlamıştı. Kara savaşı başlamıştı. 25 Nisan 1915’te gece yarısından sonra saat 2’de Prince of Wales ve London ve Gueen adlı gemilerden askerler filikalarla indirildiler. Bir grup Tük askeri yamaçtan aşağı onlara ve kıyıya koşuyordu. Kendilerince acele bir müdafaa hattı oluşturup müttefik askerlere süngüyle hücuma kattılar. Artık Gelibolu efsanesi başlamıştı. Bu satırlar Robert Rhodes James’in Gallipoli isimli kitabından alınmıştır. Çanakkale Boğazı’nı korumakla 5. ordu karargâhına raporlar yağmaya başlamıştı. Sahilde 5 ayrı bölgede kıyametler kopuyordu. Avrupa yakasında Saroz, Arıburnu’nda, Seddülbahir’de; Anadolu yakasında, Kumkale ve Beşiyer’de. Sabahın ilk saatlerinde 05.00’te 5. Ordu komutanı L. V. Sanders çıkarma yapılacak yerleri pek doğru tahmin edememişti. Çıkarma bölgelerinden biri olan Seddülbahir bölgesi Türk 26. Alay’ının savunduğu bölgedir. Ağır bombardımana tutulan bu bölgede hiçbir hayat belirtisi kalmadığını görerek çıkarma yapan İngiliz tümeni çok şiddetli bir savunmayla karşılaşmıştır. Türk alayı 25 Nisan akşamına kadar direnmiş, 25. Alay’ın takviye gelmesi için zaman kazandırmıştır.
Ertuğrul Koyu;
Seddülbahir koyu ve kalesinin tam bitişiğinde olup; tam komutanları ağır bombardımanda ölen takımın başındaki Yahya Çavuş tarafından birkaç misli düşmana karşı savunmuştu. Çıkarma yapılan sahilde 50 m açığa kadar kırmızıya boyanmıştır. (D. Beon)
İngiliz Lancoschire Fusilliers taburunu 950 mensubu burada Ertuğrul Koyu içinde mezarlarında yatmaktadır. Aynı koyun yanı Ertuğrul Koyu’na hâkim bir tepede de Anzak mezarlarına birkaç metre uzakta Ertuğrul Koyu’nu savunan 10. bölüğün 1. takımının mezarları bulunmaktadır. Bir gün yolunuz buralara düşerse, bu yerlerde 25 Nisan günü şehit düşen 32 erin ve Yahya Çavuş’un mezarlarını görürsünüz. Üzerinde yazılı kitabede şunları okursunuz (Halkın yaptığı mezarlar):
Bir kahraman ve Yahya Çavuşlular
Tam üç alay burada gönüllü vuruştular
Düşman tümen sanırdı, bu şahane erleri
Allah’a arzu ettiler, akşama kavuştular.
(25 Nisan 1915)
25 Nisan’dan sonra kara savaşları irili ufaklı muharebelerle 20 Aralık 1915’e kadar sürmüş ve bu arada her iki taraftan binlerce kişi bu topraklara gömülmüştü. Bu savaşlar içinde bir tanesi ve bizim için en ağır zayiatlarla sonuçlananlardan biri, İstanbul Üniversitesi’ni de ilgilendiren 18 Mayıs kanlı sırt muharebeleridir. Bu muharebelerden birkaç gün evvel, 11 Mayıs’ta Başkomutan Vekili Enver Paşa Çanakkale cephesine gelerek cepheyi denetledi. Daha sonra ordu komutanlarıyla birlikte Arıburnu cephesinde büyük bir taarruzla düşmanı denize sürmeyi öngören bir plan yaptılar. Bu taarruzun başarıya ulaşması için siper içine gizlenerek canını koruma kaygısına düşmemiş taze kuvvetlere ihtiyaç olduğu düşünülerek İstanbul’dan gönderilen 2. tümen cepheye sevk edildi. 16 Mayıs’ta Akbaş iskelesine getirilen 2. tümen 18 Mayıs akşamı taarruz edecekleri siperlere yerleştirildiler.
Bu tarihten 1 ay evvelki bir toplantıya dönelim. İstanbul, nisan ortası. Yer, bugünün İstanbul Üniversitesi merkez binası ve ön bahçe yüzlerce darülfünun talebesiyle dolu. Konuşmacı, Harbiye Nazırı Enver Paşa. Konu, Çanakkale’de sürmekte olan savaş. Dakikalar süren ateşli konuşmalar sonunda darülfünun talebelerinin hepsi cepheye gitmek için gönüllü başvuruda bulunmuşlar. Bu konuşmayı izleyen son sınıf İstanbul Erkek Liselerinden 55 kişide tıpkı ağabeyleri gibi gönüllü olurlar. Yukarı ismini verdiğim 2. tümenin çoğunu bu talebeler teşkil eder.
Türkler sırtlara hakimdi
18 Mayıs gecesi Yarbay Hasan Askeri komutasındaki askerler, daha evvel ki satırlarda bahsettiğim gibi, siperlere yerleştirilmiştir. Kurmay Yarbay Hasan Askeri komutasındaki 2. tümen İstanbul’dan yola çıkarak 16 Mayıs’ta Akbaş İskelesinde toplanmış ve taarruz için hazırlanmıştı. Plana göre düşman donanması ateşinden korunmak için taarruz 18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a bağlayan gece 03.30 ‘da baskın şeklinde başlayacaktı. Harekâta kuzeyden itibaren Yarbay Mustafa Kemal komutasındaki 19. tümen, Albay Hasan komutasındaki 5. tümen, Yarbay Hasan Askeri komutasındaki: (İstanbul) tümeni ve 16. tümen katılacaktı. Taarruzun başarısı düşmanın baskına uğratılmasına ve taze bir kuvvet olarak gelen 2. tümenin dar bir cephede tüm kuvvetiyle hücuma geçerek düşmanı yarmasına bağlıydı. 18 Mayıs’ta Türkler düşmana karşı sayıca üstündüler. 4 tümenli kuzey grup komutanı Esat Paşa’nın 50 bini bulan askerine karşı General Birdwood’un 18 Bin askeri vardı. Türkler genellikle daha hâkim sırtlarda, Anzaklar çukurlardaydı. Ama neylersiniz ki sayı ve daha yükseklerde bulunmak pek mana taşımıyordu. Bir defa düşman uçak ve balonlarla Türklerin bu cephede bir faaliyet içinde olduklarını saklamış ve Anzaklar bugün için taarruzu bekler olmuşlardı. Sonra çoğu talebe olan 2. tümen gece 12’de siperlere yerleşirken çok sıkı tembihlere rağmen eğitim ve tecrübe eksikliğinden çok gürültü çıkarmışlardır (siperler birbirine metrelerle ölçülecek şekilde yakındı). Anzaklar 3 km genişlik ve 1 km derinlikteki araziye dantel gibi işleyip köşe başlarına makineli tüfekler yerleştirmişler ve ışıldaklar koymuşlardı. Doktorların tavsiyesine göre herkes temiz çamaşırlarını giymiş ve gece 12 ‘de siperlere gitmişlerdir. Saldırı cephesi 600 m ve 2. tümenin mevcudu 9000 kişi ve bir kişiye düşen yer 18 cm idi. Bunun anlamı şudur: Hücum çok sık saflar halinde yapılacaktı.
Allah, Allah sesleriyle koştular
Ve hücum zifiri karanlıkta 18 Mayıs’ı 19 Mayıs’a bağlayan gecede 03.30’da Anadolu’nun cephesinde hep birlikte başladı. Ne bir ateş açılmış, ne hücum borusu çalınmış, ne o Türklerin yüzyıllardır bilinen meşhur Allah Allah sesleri duyulmuştu. Sadece öğrenciler önde subaylarının olduğu sırttan aşağı dalgalar halinde ileri atılmışlardı. Kızılca kıyamet o anda kopmuştu. Türkleri bekleyen Yeni Zelandalı ve Avustralyalı askerler tüm silahlarıyla büyük bir cayırtı koparttılar. Bir anda makineli tüfek ve bomba sesleri birbirine karıştı. Baskın kaybolmuştu. Şimdi öğrenciler hücum borularını bir oyunda iniş gibi çalıyorlar, Allah, Allah sesleriyle koşuyorlardı. Bu arada şiddetli ateş altında korkunç zayiata rağmen düşman siperlerine koşuyorlardı. 2. tümen bandosu vatan marşını çalmaya başladı:
Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı
Bu sancağı teslim etti, Allah’a ısmarladı
Boş oturma çalış dedi, hizmet eyle vatana
Sütüm sana helal olmaz saldırmazsan düşmana.
Tan yeri ağırırken taarruz durdu
Taarruz 2 saat sürdü. Tan yeri ağarırken Türk taarruzu durdu. Sonuç korkunçtu; Türklerin ölü ve yaralı kaybı sayısı 10 bini bulmuştu. O kadar yol kat ederek İstanbul’a gelen, büyük ümitler bağlanan, çoğu öğrenciden oluşan 2.tümen, eriyip gitmişti. 19 Mayıs 1915 günü Çanakkale savaşlarının en kanlı en kayıplı günlerinden biri olarak tarihe geçecekti.
Çanakkale Savaşı’nda 600 bin yabancı (İngiliz, Fransız sömürgeleri) 400 bin Türk askerinin savaştığı bir cephe, bize 59 bini aşkını cephede olmak üzere 213.882 kayıp ve şehide mal olmuştur. İngilizler 205 bin, Fransızlar 47 bin kayıp verdiler. En büyük kayıp Türklerindir. Şehitliklere baktığımızda 18-30 yaş arası neslimizi Çanakkale’ye gömdüğümüzü görürüz. Çoğu ilim, irfan sahibi olan gençlerimizi Çanakkale’de feda etmişizdir. Bu ileride genç Türk Cumhuriyet’inin kuruluşunda ihtiyacı olan genç neslin tüme yakınının kaybıdır. Bu kaybın acısını genç Türk Cumhuriyet’i çekmiştir. İstanbul Üniversitesi’nin birçok fakültesinde 1915 yılında bazılar hiç, bazılar çok az mezun verdi.
İstanbulspor’un rengi değişti
O gece, 2. tümenin içinde diğer arkadaşların hepsi şehit oldu. Hepsi şehit olan bu ağabeylerimiz arkadan gelen biz kardeşlerine şanslı bir isim ve gurur verdi.
Lisenin cepheye giden öğrencileri dönmedi. Çoğu şehit oldu. Bu öyküyü İstanbulspor eski başkanlarından, arkadaşım Prof. Aziz Alturfan’dan dinlediğim şekilde yıllar önce anlatmıştım. Ve mevcut sarı-beyaz renklerinin daha sonra sarı-siyah olarak devam ettiğini hatırlıyorum. Sayın Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun bulunduğu bir toplantıda aktardığımda. Kendisi bana Batı Trakyalı kökenli olduğunu ve çocukluğunda birçok genç gibi değişik takımların taraftarı olduklarını söyledi. Ve ilave etti. Bir gün yaşlı bir ağabeyimiz bizlerin hepimizin Beşiktaşlı olmamız gerektiğini söyledi ve devam etti. Balkan Savaşları ile biz bu toprakları kaybettik. Bu acı olayda bize destek olmak üzere Beşiktaş takımının mevcut kırmızı-beyaz rengini bir matem işareti olarak bu topraklar tekrar bizim oluncaya kadar siyah-beyaz olduğunu söyledi. Ve Balkan kökenli birçok kişinin niye Beşiktaş taraftarı olduğunu belirtti. Her kulübümüzün renkleriyle ilgili bir öyküsü vardır. Beşiktaş ve İstanbulspor’unki böyle.

Haberin Devamı

Prof. Dr. Cengiz KUDAY
1942’de doğan Cengiz Kuday 1967’de İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesinden mezun oldu. 1972’de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Ana Bilim Dalı’nda Uzmanlık eğitimini tamamladı. İÜ Tıp Fakültesi Cerrahpaşa Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda 1978 yılında Doçent, 1987 yılında Profesör unvanını aldı. 1982 ve 2006 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı Başkanlığı yaptı. 1992 ve 2006 arasında İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü görevini yaptı. 1994 ve 2006 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Senatosu Üyeliğinde yer aldı.