03.02.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
Cezaevinden geriye kalanlar...
Hacettepe Üniversitesi’nden Dr. Gülay Sarıçoban’ın yayına hazırladığı “Yassıada, Kayseri ve Toptaşı Cezaevi Günlükleri”ni yayımlamaya devam ediyoruz. Yakında Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkacak olan günlükler; Samet Ağaoğlu tarafından Yassıada, Kayseri ve Toptaşı cezaevinde kaleme alındı.
Günlükler bir bloknota yazılı, toplam 13 defterden oluşuyor. 15 Kasım 1960 tarihinde başlayıp 30 Haziran 1964’te sona eriyor. Günlükler cezaevlerinde çok erken saatlerde yazılmış.
‘Yassıada Günlükleri’nden...
‘Can sıkıntısı insanı öylesine boğuyor ki’
19.08.1961 Cumartesi
Dün defteri elime aldım fakat bir şey yazamadım. Can sıkıntısı bazen insanı öylesine boğuyor ki! Biz akıbetimizi belli edecek kararı beklerken dışarıda siyaset hayatı bütün şiddetiyle çalkalanıp duruyor. Partiler birbirlerine karşı 1959 yılını hatırlatacak biçim ve üslupta hücum halinde! Halk Partisi içinde Kasım Gülek taraftarları rakipleri tarafından “Kravatsızlar” diye isimlendirildiler, kendi gazeteleri bile birbirlerinin kirli çamaşırlarını meydana döküp duruyorlar! Ahmet Emin Yalman yine “büyük mürşit” rolünde! Kasım’ın partiden atılmasını tavsiye ediyor! Bu arada Yusuf Ziya [Ortaç] gibi adi kalemler İsmet Paşa’nın gözüne girmek için en aşağılık yazılarla onu göklere çıkarıyor, bizi yerlere batırıyorlar! Şayet bizim gerçekten rezaletlerimiz varsa bunlardan birini de şu Ortaç’a yaptığımız iyilikler teşkil eder. Örtülü ödenek, özel otomobil izni, döviz, kâğıt her şey, her şey bu adama bol bol sağlanmıştı. Bacanağı Orhan Seyfi [Orhon] hâlbuki ne kadar mert çıktı!
‘Dünyanın manzarası da karışık’
Falih Rıfkı [Atay] ise açıktan açığa Halk Partisi diktatörlüğünü istiyor. Tabii Yassıada’dakilerin cesetleri üzerinde kurulmak şartıyla!
Seçim hazırlıkları da hızlandı. Adalet Partisi gittikçe kuvvetlenir gibi! Yakında yuvarlak masa toplantısı da yapacaklar.
Dünyanın manzarası da karışık! Berlin işi çıkmazda. Cezayir aynı halde!
Yusuf Ziya [Ortaç] Yassıada’yı uzaktan bir mezar kümbetine benzetmiş son yazısında. Bu benzeyişte gizli zalimce arzunun yanında bir gerçek de var: Yassıada hiç değilse bir devrin mezarıdır! Yalnız taşının üstünde ne zaman, ne yazılacak, bunu da ancak Allah ve tarih biliyor!
‘İktidarın yürütme kuvveti koridorda’
03.09.1961 Pazar SAAT 04.00
Demin yatakta oturuyordum. Fikri Apaydın bana bakarak “Allah Allah” diyerek içini çekti; şu hale bak dedi, bu olur mu, bu olur muydu? Şöyle bir çevreme baktım, on yıllık bir iktidarın bir başvekil yardımcısı ve vekili, bir meclis reis vekili, iki mebusu, bir valisi, iki generali şu küçük odada, duvarlara asılmış elbiseler, çamaşırlar arasında ne olacağız diye düşünüp duruyoruz!
Karşımızdaki odada Ethem [Menderes] ve Koraltan var. Oda numarası üç! Yanında iki numarada Bayar, birde de Menderes! Bizim yanımızdaki dört numarada Haluk [Şaman], Medeni [Berk], İleri, Sebati [Ataman] kalıyorlar. Üst koridorda ise vekiller ve Erdelhun! Yalnız Şemi [Ergin] yok! Demek iktidarın yürütme kuvveti şu iki koridorda! Acaba Adnan Bey ne yapıyor?
Yemeklere gidip gelirken odasının koridora bakan küçük penceresinden, (Bayar’la onun odalarında böyle pencereler var, perdeli, beyaz perdeler açık kalıyor. Bizim odalarda ise küçük delikler) göz göze geliyoruz. O zaman içimden hey Menderes, hey Menderes diye bağıracağım geliyor! Büyük bedbaht, büyük gafil, büyük avare! Bayar’a pek ender olarak rastlamak mümkün! Acaba o ne yapıyor?
‘İmralı Günlükleri’nden...
‘Konuşabilme heyecanı ile herkesle her konuya karışıyor’
20.09.1961 Çarşamba SAAT 04.30
Burada günlük hayatımız içinde beni çok düşündüren bir müşahedem var. Bayar’ın korkusuz intibak kabiliyeti. Adam sanki yıllardan beri hapishanede yaşıyormuş gibi şartlara hemen uydu. Eski Bayar’la belli başlı farkı biraz fazla konuşması. Bunun sebebi de açık. Tam altı ay Yassıada’da bir odada tek başına kaldı, pek az konuştu. Şimdi insanlar arasındadır. Konuşmak hakkına sahip. Aç kalmış adamın yemeğe saldırışı gibi o da konuşabilme heyecanı ile herkesle her konuya karışıyor.
‘12 kişi ölüm kıyafeti içinde ölümü beklediler’
21.09.1961 Perşembe
Pazar gününden beri bir türlü hafızama sığdıramadığım hadise şudur: 12 kişi tam sekiz saat ölüm kıyafeti içinde ölümü beklediler. Sonra affedildiler. Kendilerine söylendi, tek hücrelerden çıktılar, arkalarına bağlı ellerinden kelepçeler söküldü, hayata döndüler, fakat başta Bayar olmak üzere hiçbirinde bu bekleyişin en ufak izi yok. Sanki bunun bir şaka olduğunu düşünmüşler, herhalde affedileceklerini biliyorlarmış gibi. Hâlbuki bu çeşit durumlarda şoklar, gülme, ağlama buhranları, uzun süren sersemlik ve yamulan hobiler olur, olması hatta gerekir.
‘İdama mahkûm olanlar olduğunu öğrendim’
22.09.1961 Cuma SAAT 04.30
Artık müebbet hapse hüküm giymiş bir insandım. Kantinin önünden geçerken orada bekleyen iki subay gördüm. Önümde giden Sezai Akdağ da aynı cezayı almıştı. Bekleyen subaylar ona yaklaştılar, ellerini kelepçelediler. Sıra bana gelince ellerimi uzattım. Birbiri arkasına iki hücum botu duruyordu. İskeledeki subaylardan biri bağırdı: “Bir mi iki mi?” Yanımdaki cevap verdi: “İki’ye.” Ben bu sesleri, bu emirleri tam bir yıl önce rüyamda aynen görmüş, işitmiştim. İkinci botun ambarına indikten sonra birinci botta idama mahkzm olanların bulunduğunu öğrendim.
‘Kayseri Günlükleri’nden...
‘Hastalanmak ve ölmek istemiyorum!’
23.09.1961 Cumartesi
Şimdi saat 13.15’te Kayseri Bölge Cezaevi 50 numaralı hücresine hemen hemen diri diri gömüldüm. Tam sekiz ay burada kalacağım. Sağımdaki hücrede Kütahya mebusu Kemal [Özer], solumda Ağrı mebusu Selim Yatağan, sağa doğru uzayan koridorda Zeki Erataman, Necmettin Önder, Kirazoğlu ve ötekiler birer birer hücrelerine girdiler. Birbirimize son bir selam verdik. Kapılar gürültü ile kapandı, etlerimi kesen gıcırtılarla kapandı. Yapayalnızım. Benim adımımla 5 adım uzunluğu, 3,5 adım genişliği olan beton ve taş bir odada! Alaturka abdest yeri, lavabosu içinde. Küçük bir yatak, duvara çivili teneke bir dolap tek eşyası. Kapıdan girince karşı duvarın sağında yüksekte, demir parmaklıklı, tel örgülü bir pencere. Kapıda dörtgen bir delik var ki dışarıdan açılıp kapanıyor.
Buraya sekiz ay dayanabilir miyim bilmem. Hastalanmak ve ölmek istemiyorum. Bunun için elden geleni yapacağım. Fakat midem vücuduma sözünü geçirebilecek mi? Hastalanmamak, çürümemek emrini dinleyecek mi? Gayret edeceğim. Sigarayı azaltacağım, içime acı dökecek düşünceleri kovmaya çalışacağım.
‘...Uçaklar Kayseri’ye indi’
İmralı’dan buraya nasıl geldik? Sanki bir rüya. Cennetten cehenneme bir anda geçtik. Daha iki gün önce İmralı’nın müdürü koğuşa gelmiş, radyoda 62 numaralı karar ile bizim İmralı’da kalacağımızın ilan edildiğini söylemişti. Deniz, gök, dağ ve bağlar. O geniş ufuktan bu dört duvar arasına bir anda düştük. Gece yarısı uyandırdılar, üç hücum botu Yeşilköy’e taşıdı bizi. Sonra uçaklar Kayseri’ye indirdi. Türkiye’nin en modern hapishanesinde, müebbet hapse hükümlü olduğumuz halde, önümüzde hayatın sonuna kadar vakit varken hemen hücrelere tıkıldık. Yalnız Kayseri’ye gelişte, Yassıada’ya gittiğimiz günün hareketleri olmadı. Hatta bütün vazifeliler nazik ve müşfiktiler.
‘Menderes’in aklını oynatma ihtimali...’
25.09.1961 Pazartesi
Âtıf’ın [Benderlioğlu] anlattığı bazı şeyler var. Anlaşılıyor ki Adnan Bey’in intiharı biriktirdiği uyku ilaçları olmuştur. Yetişip kurtarmışlar. Bu arada iki defa Ethem’le [Menderes] görüşmüş. Ethem, Âtıf ve diğerlerine “Biraz çocuk gibi, eve gidelim diyor” demiş. Yani aklını oynatma ihtimali. Pazar günü İmralı’ya naklolmadan önce Yarbay “Senin kararı henüz münakaşa ediyorlar” diye oyalıyor. Âtıf anlatıyor: “Elleri kelepçeli, yatakta baygın hallerinde birçok resim çektiler. İmralı’ya nakletmeden önce Egesel de odasına girdi. O çıktıktan sonra Ethem’i de yanına soktular. Ethem dönerek, herhalde af edecekler dedi, fazla konuşmadı. Midesini yıkamak için Profesör Sedat Tavat’ı da getirmişler.
İmralı’ya giden hücumbotunda güvertede oturmuş. Dört saat sonra bot döndü. Bir subay lacivert pardesüsünü ve bir bohça getirdi. Anladık ki infaz edilmiştir.
‘Hayvanlaştırılmış buluyorum kendimi’
27.09.1961 Çarşamba SAAT 03.30
İki günden beri korkunç bir depresyon içindeyim. Bütün hayatım boyunca yapmadığım şeyler oluyor. Açıkça herkesin yanında ağlıyorum. Kendimi sonsuz derecede ezilmiş, haysiyet ve şerefinden son izine kadar soyulmuş sayıyorum, pisliği üstünde yatmaya zorlanmış, hayvanlaştırılmış buluyorum. Sonra o asılanları, hele Adnan gözümün önünden gitmiyor. Doktorlar, on altı aydan beri büyük ölçüde mahzun kaldığımız şefkatle dolu, beni sakinleştirmek için elden geleni yapıyorlar, ilaçlar verdiler, güzel sözler söylediler.
* * *
Bayar başında beresi, hapishanenin verdiği günlük tayın elinde, verilen her yemeği iştahla yiyor. Çankaya köşkünün geniş yemekhanesinden şu sıralara, en lüks bazen de resmi ziyafetlerdeki altın tabaklardan çinko tabaklara kolaylıkla inebildi. Arkadaşlar saygı ve şefkat gösteriyorlar. O da buna çok seviniyor. Koridorun sol yanında doktor odası, eczane, Yardımcı ve Koraltan’ın kaldığı oda ile İleri, [Nurettin] Bayar, Aknoz, Benderlioğlu, Diyarbakır mebusu Hamit’in [Zülfü Tigrel] odaları sıralanmış.
‘Zorlu, ölüme cesaretle yürümüş’
26.09.1961 Salı SAAT 04.30
Öğleden sonra öğrendik, Zorlu ölüme cesaretle yürümüştür. Cellâda “Ben bilirim işimi” demiş. Orada bulunanlara, belki de hakaret dolu sözler söylemiş, sonra da iskemleyi kendisi tekmelemiş. Polatkan bitkin halde imiş. İki kolundan tutarak adeta sürüklemişler.
YARIN
“Menderes’in elemli yüzü Mutlu’nun 1950’deki yüzünün aynı idi”