05.03.2009 - 12:23 | Son Güncellenme:
Taraf Gazetesi'nde bugün yayınlanan söyleşi şöyle:
Amberin Zaman’ın sorularını yanıtlayan Doğan, Eylül 2006’daki son görüşmede kendisine “Abi” diyen Başbakan’a söylediklerini aktardı:
Çok gençsiniz, çok başarılı gidiyorsunuz. Yerinizde olsam övünürüm. Aydın Doğan, vergi cezası sonrasında Erdoğan’a yeni bir mektup yazdığını da açıkladı: Dedim ki, ben hiçbir siyasi partinin yandaşı değilim. İki gün evvel gönderdim. Cevap yok.
Hilton ve rafineri taleplerine Erdoğan’dan aldığı cevapları anlatan Doğan, hükümete husumet beslemediğini söyledi: AKP’nin önünü kesme niyetim hiç olmadı, partinin kapatılmasına da karşıydım. “Derin devlet yoluyla onlara mani olma gibi bir gayretim olmadığını, tersine çaba gösterdiğimi Tayyip Bey biliyordu” diyen Doğan, “yandaş medya” saydığı gazeteleri hükümetle ilişkisini bozmakla suçladı.
İşte Aydın Doğan’ın ağzından, Doğan Grubu ile Başbakan Erdoğan arasındaki ilişkinin bugüne nasıl geldiğinin hikâyesi...
Zor günler geçiriyorsunuz. Haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsunuz. Hükümetle bu noktaya nasıl geldiniz? Esas problem nedir? Tayyip Bey’i İstanbul İl Başkanlığı’ndan beri tanıyorum. İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde çok defalar görüştük. Tayyip Bey, mahkûm olduğu zaman kendisine geçmiş olsun dileklerimi ilettim bir-iki arkadaşla. Ama kendim gitmedim çünkü gazete sahibiydim. Hiçbir problemim yok Tayyip Bey’le. Sonra, partiyi kurduğu zaman biz Almanya tesislerinin açılışını yapıyorduk. Tüm siyasi parti liderlerini orada görmek istedik. Tansu Hanım, Mesut Bey, MHP’den Tunca Toskay ve DSP’den de İsmail Cem geldi. Tayyip Bey’in de gelmesini rica ettik. Almanya’daydı “Gelirim” dedi. Ben oteline gittim davet ettim, geldi. Açılış törenine katıldı. O akşam bizim misafirimiz de oldu otelde.
“Erdoğan için iyi şeyler de yazdık”
Yani ilişkilerde en ufak bir şey yoktu. Hatta onlar demokratikleşmeyi istiyordu. İnançlarımız örtüştüğü için destek verdik. Onun müdafaa ettiği değerleri bizde müdafaa ediyorduk. Yalnız Cumhuriyet’in nitelikleri konusunda zaman zaman sitem ediyorlardı. Ben de Cumhuriyet’in nitelikleri konusunda hassasım ama daha toleranslı yaklaşabiliyorum. O konuda hükümetle aramızda büyük problemler çıkmadı. Eleştirdiğimiz de oldu iyi şeyler yazdığımız da oldu.
Peki, herhangi bir noktada, özellikle Cumhuriyet kaygılarınızı dillendiren yazılarınızla ilgili hükümetten size hiç şikâyet geldi mi? Ben geçmişte zaman zaman, altı ayda bir, üç ayda bir Tayyip Bey’le görüşüyordum. Şikâyetlerini söylüyordu. Ben de kendisine daha toleranslı yaklaşması lazım derdim. Bu gazetelerin hepsinin tornadan çıkmış gibi tek ses olamayacaklarını, gazetecilerin hepsinin ayrı görüşü, ayrı kimliği olduğunu kendisine izah ettim. O da bazısından tatmin oluyordu, bazısından olmuyordu. Ama yine de ilişkilerimiz gayet iyi gidiyordu.
“İyi” derken nasıl bir ilişkiydi bu? Mesela samimi miydiniz? Nasıl hitap ediyordu size, Aydın Bey mi diyordu?
O tarafı çok şey yapmak istemiyorum. Tayyip Bey’den çok yaşlı olduğum için özel sohbetlerde bana “abi” diye hitap ederdi ama bu özel sohbetlerdi. Tabii, kamuoyu önünde de “Aydın Bey” derdi. Tayyip Bey öyle çok can ciğer kuzu sarması gibi değildir. Ama kontrollü bir dostluğumuz da vardı. Kızının düğününe de gittim. Dedikodu da yaptılar.
Hediye ne verdiniz?
Hediye vermedim. Tayyip Bey her gördüğünde benden müşteki, yani “Bak onu yazıyorlar, bunu yazıyorlar” diye. Tayyip Bey’e en son söylediğim budur: “Çok gençsiniz, çok başarılısınız.” Ekonomi çok iyi gidiyordu o yıllarda.
Hangi yıllardan bahsediyorsunuz?
2006 eylülünde. Sonra bir daha görmedim Tayyip Bey’i.
Son görüşmede neler konuştunuz?
Kendisine, “Çok başarılı gidiyorsunuz. Türkiye devamlı üst üste büyüyor. Enflasyon düştü. Türkiye ekonomik durumu güçlü bir ülke haline geldi. Bütün dünyanın gözü bizde. Ben sizin yerinizde olsam bununla övünürüm. Genç yaşınızda Allah size bu imkanı verdi; Türkiye’nin yıllardır görmediği bir başarıyı elde ettiniz” dedim. Erdoğan’ın yerinde olsam derim ki, “Benim ülkemde sivil toplum örgütleri hürdür, istediğini söylerler, basın hürdür, istediğini yazar. Ben Iran, Irak, Pakistan’ın başbakanı değilim. Ben batı Avrupa ülkeleri gibi bir ülkenin başbakanıyım. Türkiye ile övünürüm. Basın özgürlüğü de son derece ‘fazladır’”.
Buna karşı bana bir-iki kere, “Sen kişisel eleştiriyle hakareti karıştırıyorsun” dedi. “Kesinlikle hakarete ben de karşıyım” dedim. Ama o bazı şeylere, eleştiri sınırlarını aştı diye bakıyordu. Mesela karikatür çizilmesine...
Yani ben gidip rafineri kuracağımı kime söyleyecektim. Kimden isteyecektim, hükümetten. Eğer kanunsuzsa, bunu sen nasıl istiyorsun. “Bu kanunsuz, vermiyorum,” diyecektin. Ben de dönüp gelecektim.
Ama sizin probleminiz aynı zamanda bir medya patronu olmanız. İş hayatınızdaki menfaatler ile yayın özgürlüğü arasındaki çizgiyi, sınırları ihlal etmemek çok zor...
Eğer medyanın ekonomik bağımsızlığı yoksa medya bağımsız değildir. Ekonomik bağımsızlığı olmayan hiçbir gazete, hiçbir televizyon “Ben bağımsızım” diyemez. Ya bankaya bağımlı olur, ya reklam verene bağımlı olur, ya siyasi iktidara bağımlı olur. Ben yayın kuruluşlarımın ekonomik bağımsızlığını temsil etmek istiyorum. Hiçbir işimde, “Şu işi iktidarda olduğun için sana vermişiz” diyen adam yoktur.
30 senedir yayıncıyım. 50 yıldır iş hayatındayım. Hiçbir işimi siyasi şeyle almadım. Tersine, yayıncı olduğum için bütün işlerimde baskı altında kaldım. Yani zarar gördüm.
Ancak bazı yazarlarınız son dönemde artık gittikçe anti-demokratik buldukları yayın çizginizi protesto ederek ayrıldılar, yani bir Murat Belge’yi mesela kaybettiniz. Perihan Mağden ayrıldı.
Ben Murat Belge’nin ayrıldığını duyunca üzüldüm. Hatta mani olabilir misiniz dedim arkadaşlara. Ama ayrılmıştı. Benim arzumla da gelmişti. Ben neden ayrıldığını bilemem. Şu anda Babıâli’de çalışan gazetecilerin yüzde 75’i, 80’i hatta 85’i bende çalıştılar. Yani şu anda bende olmayanlar, senin gazetende de bende çalışan arkadaşlarımız var. Mesela Yasemin Çongar. Gerçi bu kişisel bir şey. Ama bekliyorduk ki bana bir “Allahaısmarladık” desinler.
Ekonomik açıdan yaklaşalım olaya. Çok büyük rakamlardan söz ediyoruz. Ona gelelim. Bu cezanın hiçbir teknik ve hukuki yönü yoktur. Basın sektöründe eğer bu sektör incelemesiyse, benim dışımda basın kurumu yok mu? Sekiz aydır benim şirketlerim inceleniyor. Hiçbir gruba uygulanmamış bir şey var, üzerimizde baskı var. Kaçakçılık iddiasından, yani bunu söylerken kızarıyorum, vergisi ödenmiş, bir kaçakçılık olamaz.
Hapisten falan söz ediyor Başbakan.
Ne yapalım, burası geri kalmış bir ülke. Ben hukuka güveniyorum. Hiçbir şey olmaz böyle bir kaçakçılığım falan da yoktur. Ama niye kaçakçıyım, diyor ki raporu yazan adam, “Sen bunu 2006’da sattın, 2007’de gösterdin.” Öyle değil ama peki öyle yaptım. 2007’de vergisini ödedim mi, evet. 25 milyon dolar vergi ödemişim. Nasıl kaçakçılık? Kaçakçılık yapan vergi ödemez. Bana diyebilirsin ki 17 şubatta yatıracaktın, 17 mayısta yatırdın. Tamam bu aradaki farkın cezasını alırsın, faizini alırsın. Kaçakçılık demek, bir hile yapmak... Benim defterlerimde kayıtlı. Beni inceleyerek, ödediğim vergiyi bularak bunu niye bugün ödedin de bugün ödemedin diyerek kaçakçılık olmaz. Türkiye’deki bütün hukukçular bunu incelediler, hepsinin bana söylediği bunun kaçakçılık mantığı ne hukuken ne de mali teknik olarak yok.
Peki, kanunen bir teminat göstermek gerekmiyor mu?
Kanun öyle bir teminat meminat koymuyor. Tamamen idareyi serbest bırakıyor. İdarede yerleşik kurumlardan bu teminatı almayabilir. Ben yerleşik kurumum. Yarın benim yurtdışına kaçacak halim yok. Yahut da grubun kaçacak hali yok. Ben kaçsam bile benim bir yasağım yok. Bir, bizden teminat istemeyebilirdi. Bu teminat isteme de keyfidir. İki, teminat istedi, idare bu teminatı şirket kefaletiyle kabul edebilir. Maliye Bakanlığı’na da müracaat ettik. Yanlışlığı kaldırın diye. Maliye Bakanlığı’nın düzeltme yetkisi var. Bunu düzeltirler düzeltmezler bilmiyorum. Bürokrasi bunu yapar mı yapmaz mı bilmiyorum.
Bir görüşme talebiniz oldu mu Başbakan’la?
Hayır, mektup yazdım Başbakan’a. “Benim mahremimle uğraşıyor” dedi. Dedim ki “Benim yetiştirdiğim kültürde insanların mahremiyle uğraşmak yoktur.” Hakikaten yok. Dedim ki “Beni bir siyasi partinin yandaşı gösterme. Ben ne sizin yanınızdayım ne de başkasının.”
Bu mektubu görebilir miyim?
Yok, iki gün evvel gönderdim. Bunu kendimi tutamadım söyledim, tutamam kendimi.
Cevap aldınız mı?
Hayır, vermeyeceğini biliyordum.
Bugün geriye baktığınız zaman, kendinizde bir hata görüyor musunuz?
Şu vergi meselesini şey yapayım. Bizim daha günümüz dolmadı. Dolduğunda gidip diyeceğiz ki bizden kefalet alın. Normalde peki diyecekler. Demezlerse hayır istemiyoruz diyecekler. Gideceğiz, elimizdeki dayanakları göstereceğiz. Sonunda hiçbirini kabul etmiyorum, azledeceğim diyecek.
Bu sizi sarsmayacak mı?
Hayır, benim altı tane daha şirketim var. Arkadan ne geleceğini bilmiyorum.
Bunlarla da uğraşabilirler mi?
Tabii, onları da inceliyorlar. Bunlar hiç beklemediğim şeyler, şeytanın aklına gelmeyen şeylerdir. Sattığın hissede kaçakçılık yaptın, kime sattın...
Genel olarak ekonomiye baktığınız zaman sizce durum nedir?
Sıkıntı var. Ben şimdi o teğet geçti lafına falan kızıyorum. Tayyip Bey onu iyi niyetle söyledi ama şimdi bu istismar ediliyor. Fakat ekonomi sıkıntıda ve buda derinleşeceğe benziyor. 2001 krizi bir anda bam diye vurdu, sonra birkaç ay sonra çıktı. Bu yavaş yavaş ilerliyor. Ondan daha tehlikeli bir durumda. Ben IMF ile keşke anlaşsaydık. IMF’den alacağımız 15-20 milyar dolardan ziyade piyasalara güven vermek açısından önemliydi.
Seçimden sonra daha farklı bir tavır olabilir mi? Başbakan ve sizin aranızdaki sorunlar düzelebilir mi? Onu temenni ederim. Dikkat ederseniz benim televizyonlarım başbakanın mitinglerini öbürlerinden daha az göstermiyor. Özellikle bunu söylüyorum. Dikkat etmelerini söylüyorum, hiç taraf olmayın. İftira etmemeleri için yalan yazmamaları için subjektif olmamaları için azami dikkat göstermelerini istiyorum. Her toplantıda genel yayın müdürü arkadaşlarıma diğer arkadaşlarıma aynı şeyi söylüyorum. Siz benden iyi biliyorsunuz diyorum batıda yansız ve bağımsız medya böyle olur. Bu yalnız Tayyip Bey için değil, Mesut Yılmaz’la ben yakındım. Buna rağmen Mesut Yılmaz’la her biraraya geldiğimizde münakaşa ederdik. Şu olmalı bence, siyasetçiler eleştiriyi hoşgörüyle karşılamalı. Siyasetçi yalnız kamu hizmeti yapıyor. Ben eleştirileceğim bunu da kabul etmem lazım. Az eleştirilmem için az hata yapmam lazım demeli. Ve eleştiriye tahammül etmesi lazım. Ben iktidarım ben gücüm nasıl beni eleştirirsin, vurun şuna dememeli. Maliyeciler nerdesin, kontrolörler nerdesin basın şunu, boğun şunu, bu baskıcı anlayış olmaması lazım.
Şöyle bir eleştiri var “Yalnız Kuleler”den çıkmayan gazetecilerinizden bahsediliyor. Biraz da genç kan lazım değil mi?
Gazetelerimiz kulelerde çıkıyor ama haberleri kulelerde imal etmiyorlar. Haberleri toplumun içinde yaşayarak imal ediyorlar. Türkiye’nin dünyanın her yerinde gazeteci arkadaşlarımız var.
Yayın yönetmenlerinizden kaçı mesela Beytüşşebap’ı gördü hayatında?
Ben gördüm, hepsini bilirim. Yani ama şimdi bir şey söyleyeyim şu var diyebilirsin. Bu bir plaza lafı çıktı geliyor, sanki Taksim’de iş hanında olsak farklı olacak. Yahut da Cağaloğlu’ndaki Nurosmaniye’deki binada otursak plaza olmayacak. O zaman bu yazarlar okunmazlar. Okunmamak o yazarların cezası olur. Benim gazetemde her telden yazar var. Liberali de var AK Partilisi de var. Ulusalcısı da var. Yok diyemezsiniz. Bu kadarı doğru mu bilmiyorum ben de eleştirmeye başladım kendi kendimi.
Haberturk gazetesi için ne düşünüyorsunuz.
Haberturk gazetesi değişik bir gazete çıkardı. Hırslılar iyi yapmak istiyorlar. Ama gazete pazarını da düşünmeleri lazım. Çok zor gazete pazarında bir gazetenin oturması, tutması çok zor. Bu dünyada böyle. Almanya’da her yıl yüzde beş, yüzde altı oranın da tirajlar düşüyor. İte kalka mevcutlar yaşamaya çalışıyor. Bu da Türkiye’nin en büyük talihsizliği ve sıkıntısı. Yazılı basından bahsediyorum para kazanan aşağı yukarı yok gibi bir şey. Para kaybederek de yayın organı olunmaz ki. Yayın organı kamu görevidir para kazanması gerekmez. Bu laf mı şimdi. Nerden geçineceksin peki kâğıdın parasını nerden vereceksin, maaşları nerden ödeyeceksin. Türk basınında para kazanan gazete yok denecek kadar az. Bir-iki tane var Hürriyet kazanıyor, bizim Posta gazetesi kazanıyor.
Bu kadar yıl medya patronluğu yaptınız. Sıkıntıya girmediğiniz lider var mı. En rahat kimle çalıştınız. Hoşgörü gösterme anlamında.
Turgut Bey’le ilk yıllarda evet, ama sonra o da kızdı. Turgut Bey’le de kavgalarım oldu. Süleyman Bey’le rahat çalıştım. Mesut Bey rahat göründü ama o çok şeyler yaptı bana. Bülent Bey çok alınırdı. İftihar etsin diye bana Gözcü gazetesini göndermiştir. Ben Bülent Bey’e de çok saygı duyarım. Siyasetçi eleştiriye tahammül edemiyor.
“Vergi mükellefi niye korkuyor”
Kanunlar var da bizde, gelenekler yok. Eğer Türkiye’de ABD’deki gibi vergi idaresi bağımsız olsa siyasi iktidar değişti diye vergi mükellefi korkar mı. Niye korksun. Bütün işadamlarının hepsi konuşmaktan korkuyor. Çünkü bağımlı. Siyasetçinin iki dudağının arasında. Mahvedin şu adamı gidin üzerine bitti...
18 kişi, 13 vergi kontrolörü, 5 tane hesap uzmanı, bir tane gümrük müfettişi, arkada da 20 tane onları denetleyen insan sekiz aydan beri kontrol edecek baskı unsuru oluşturuyorlar. Neden bana kardeşim neden. Bakın bu sene eylül ayında 50 yılım dolacak, Mecidiyeköy Vergi Dairesi’nde ilk kaydımın açılmasının. 50 yılda ben maliyeyle en ufak bir sorun yaşamadım. 86 yılında Turgut Bey kızdı bana gene vergi yazdılar. Gittim mahkemeye 96 yılında cevabını 10 yıl sonra aldım.