Gündem Çatışmadan barışa giden yol - Kürt sorunu sadece Türkiye’ye has değil

Çatışmadan barışa giden yol - Kürt sorunu sadece Türkiye’ye has değil

11.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Türkiye’deki Kürt sorunu Arap?Baharı’ndan farklı. sınıfsal bir sorun değil, etnik bir kimlik sorunu olarak algılanıyor. Kürt sorunu Türkiye’ye has bir sorun olmaktan çıkmaya başlayıp bölgenin ortak bir bileşeni olmaya başlıyor

Çatışmadan barışa giden yol - Kürt sorunu sadece Türkiye’ye has değil

2010 yılı Aralık ayında Tunus’ta eğitimli ama işsiz bir genç olan Muhammed Bouazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan isyan hareketinin, Mısır, Yemen, Libya, ve Bahreyn’e yayılmasıyla devam eden sürece -1848’de Avrupa’da Metternich’in monarşist baskıcı sistemine karşı oluşan özgürlükçü ayaklanma hareketi Halkların Baharı’na göndermeyle- Arap Baharı denildi. Aslında kimilerine göre bu isyan hareketleri ilk kez İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın hileli olduğu iddia edilen seçimlerle ikinci kez başkan seçildiği 2009 yılında, genç orta sınıf İranlıların sokaklara dökülmesiyle başlamıştı. Ocak 2011’de Tunus diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali’nin iktidarı bırakmasıyla devam eden olaylar, Mısır ve Libya’daki otoriter oligarşik rejimleri tehdit etmekte gecikmedi. “Mısır Firavunu” lakaplı Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in Şubat 2011’de iktidardan düşmesi ve akabinde yargılanıp müebbet hapis cezasına çarptırılması, Libya diktatörü Kaddafi’nin vahşi şekilde öldürülmesi, Yemen’de Ali Salih’in bir bombalı saldırıdan sonra tedavi için ülkeyi terk etmesi ile birlikte, uzun yıllardır Kuzey Afrika ülkelerinde egemen olan otoriter rejimler hızla değişti.

Bu direniş ilk değildi
Arap Baharı’nın en önemli özelliklerinden biri bu devrimlerin sosyo-ekonomik yönü çok baskın olan bir isyanların sonucu olmalarıydı. Bir başka deyişle kimlik taleplerinin geri planlarda kaldığı, öfkenin sosyo-ekonomik eşitsizlik seviyesine yöneltildiği ve mevcut iktidarların çürümüş, yozlaşmış ve halktan kopuk yönetimler olmakla suçlandığı bir profile sahipti. Geçmişe bakıldığında Arap halklarında benzer direniş ve isyan ruhu olduğu başka olaylarda da görülmüştü. Bunların en önemlileri arasında Filistin’de 1987 yılında başlayan İntifada’yı, 1988’deki Cezayir baharını, 1990’daki Tunus baharını saymak mümkün. Ancak bu “bahar”ların hiçbiri Arap Baharı’ndaki gibi bir tsunami yaratmamıştı.
Arap Baharı’nın en önemli özelliklerinden biri, korku duvarını yıkan Tunus halkının otoriter sistemlerin aslında ne kadar da kırılgan ve değiştirilebilir olabildiğini göstermesiydi. Tunus halkının bu başarısından ilham alan diğer ülke halkları da kendilerinde otoriter bu rejimleri değiştirme cesaretini buldular. Tunus ve Mısır’da yapılan seçimlerde iktidarı kısmen Müslüman Kardeşler’in kazanmasıyla birlikte Kuzey Afrika’da yeni bir dönem başladı. Bu dönemde uzun yıllar siyasetten men edilmiş ya da kendisini siyasetten uzak tutmuş Müslüman Kardeşler, Ortadoğu ülkelerindeki laik kesimin endişelerine rağmen, bütün ülkelerde belirleyici unsur oldu. Bu yüzden günümüzde devrimlere açık destek vermiş olan kimi kesimler devrimlerin ellerinden kaçtığını düşünmekteler. Gene de ülkelerin hiçbiri bölünmedi. Zira devrimler etnik ya da dinsel ayrılıklar üzerine kurulmamıştı.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın değişen yapısı karşısında Türkiye de bölgede lider ülke konumuna geçmek için kartlarını iyi oynamak zorundaydı.

Türkiye ve kartları
İsrail’le yaşanan Mavi Marmara krizi sonrasında Ortadoğu’nun en muteber ülkelerinden biri konumuna gelen Türkiye, Arap Baharıyla birlikte bu rolünü pekiştirmek istedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlikdoktrinine göre Osmanlı imparatorluğunun varisi olarak Türkiye’nin bölgeyle ilgilenme, bölgede başı çekme görevi ve dolayısıyla meşruiyeti vardı. Bazı analistlere göre bu “Yeni-Osmanlıcılık” politikası ve bu hiyerarşik yaklaşım aynı 1990’ların başında Özal’ın Orta Asya’ya yaklaşımında olduğu gibi iflasa mahkzmdu, zira Arap ülkeleri Arap olmayan bir ülkenin hakimiyetini kabul etmeyeceklerdi. Kimi görüşler Arap toplumlarının Türkiye’nin “ağabey” yaklaşımından rahatsızlık duyacaklarını belirtirken, başka bir görüşe göre bölgenin doğal lideri Mısır’dı ve bu liderlik son krizde pekişti. Ayrıca AKP’den farklı olarak Müslüman Kardeşler (İhvan) ulusaşırı niteliğe sahip bir siyasal akım. Yani Fas’tan Suriye’ye kadar etkisini ortak ve benzer bir biçimde sergileyebilecek kapasiteye sahip. Türkiye bu açıdan bakıldığında merkezde değil periferik bir ülkedir.
Bu gelişmeler sırasında hiç kuşkusuz Türkiye’yi en yakından ilgilendiren olaylardan biri de 2011 Mart’ında Suriye’de başlayan ayaklanma oldu. Türkiye’nin en uzun sınır komşusu olan Suriye’de Beşar Esad’a karşı oluşturulan Özgür Suriye Ordusu’na destek veren Türkiye, bir yandan da katliamdan kaçan Suriyeli mültecilere kapılarını açarak Esad rejiminin karşısında olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Suriye konusunda “ailecek görüşülen” Esad, sürecin hemen başında terk edildi. Esad yönetimine karşı ciddi tehditkâr bir politika benimsendi, hatta savaşın eşiğine kadar gelindi. Buna karşılık Esad’ın Kürt kartını oynaması beklenen bir sonuç olarak ortaya çıktı.

Etnik kimlik sorunu
Türkiye çapında Arap Baharı’na benzer bir Kürt ayaklanmasının neden çıkmadığı sorusuna verilebilecek en genel yanıt Kürt sorununun Türkiye’nin Batısında, Güneydoğu’da algılandığı gibi algılanmıyor oluşudur. Temeli sosyo-ekonomik bir isyana dayanan Arap Baharının bu kadar geniş kitleler tarafından sahiplenilmesinin en önemli sebebi, işsizlik, açlık, geçim sıkıntısı gibi temel ekonomik sorunlar üzerinde yükselmesiydi. Kürt sorunu ise Türkiye’nin genelinde öncelikli olarak sınıfsal bir sorun olarak değil, etnik bir kimlik sorunu olarak algılanıyor. Aslında Kürt isyanlarının da temelinde bir etno-sınıf sorunu olduğu bir gerçek. Ancak Kürt hareketinin 60’larda Türkiye İşçi Partisi dışında Türkiye solu tarafından kısmen ötelenmesi, hareketin tek etnik grubun tekeline bırakılması ve ağır kimliksel baskılar, isyanı özellikle 1980’lerde toplumsal bir boyuttan etnik bir boyuta taşıdı.
İsrail’le Türkiye arasındaki soğumanın da, Türkiye’deki Kürt sorununa negatif yansıdığını söylemek mümkün. Türkiye’nin açık bir şekilde Hamas’ın yanında yer almasından sonra İsrail’in de PKK militanlarına özel eğitim verdiği iddiaları ortaya döküldü. İsrail’in bir yandan Türkiye’nin “Aşil Topuğu” olan Kürt sorununu kullanmak için PKK ve Iraklı Kürtlere, diğer yandan İran’ı zayıflatmak için PKK’nın İran kolu olan PJAK’a eğitim ve donanım sağladığı iddia edildi. Kuveyt’te yayınlanan El Ceride gazetesi, 2009 yılında PKK’nın canlanmasının arkasında İsrail’in olduğuiddiasını ortaya attı. Ancak gelişen süreçte Barzani’nin Türkiye temaslarındaki ilerleme ve ilişkilerin ısınması, bu iddiaların barındırdığı tehdidin şimdilik bertaraf edildiğini gösterdi.

Federatif Kürdistan
Bu dönemde Filistin halkının direnişine destek veren AKP hükümetinin içerde Kürt sorununda ağırlıklı olarak güvenlikçi ve askeri bir politikaya dayanan yöntemler izlemesi eleştiri konusu oldu. (Roboski Uludere olayı bu noktada büyük bir kırılma yarattı). Zira Türkiye son üç yıldır Kürt sorunu sadece PKK’dan ibaretmiş gibi güvenlikçi bir politika çizgisi sürdürse de, özellikle Irak ve Suriye’nin kuzeyinde yaşanan gelişmeler, Kürt sorununun artık sadece Türkiye’ye has bir sorun olmaktan çıkmaya başlayıp, bölgenin ortak bir bileşeni olmaya dönüştüğünü gösteriyor. Irak’ta kurulan ve başkanı Barzani’nin son AKP Kongresinde onur konuğu olarak karşılandığı Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve Suriye’yle Türkiye sınırındaki Kürt Ulusal Konseyi’nin jeopolitik ama inişli çıkışlı- bir işbirliğine girdikleri görülüyor. Bu iki yönetimin yakın bir gelecekte birleşerek bir Güney Kürdistan kurmayacaklarından kimse emin olamayacağı gibi, ayrı ayrı kurulacak bir federatif Kürdistan da gayet mümkün gibi duruyor.

ABD’nin müttefiki Kürtler
Uzun yıllar Amerikan Senatosu’nun Dış İlişkiler Komitesi başdanışmanlığını da yapmış olan Peter Galbraith’in Mayıs 2012’de yaptığı açıklamalar, Orta Doğu’nun değişen dengelerinin sonucunda bağımsız bir Kürt devletinin kurulması olasılığının hayli yüksek olduğu yönünde. Galbraith geçtiğimiz yılın ilk yarısında ortaya çıkan Orta Doğu manzarasında, Kürtlerin ABD’nin güvendiği müttefiklerden biri konumuna yükseldiğini ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için şartların olgunlaştığını söyledi. Bosna savaşını sonlandıran Dayton Anlaşmaları’nın ikinci adamı da olan Galbraith’in söylediği gibi, Kürtlerin doksan yıldır Irak’ta yaşamasına rağmen “zorla” Iraklı yapılamamış olmaları, kendilerini hiçbir zaman Irak devletine ait hissetmemeleri de Türkiye açısından oldukça önemli. Bunun yanı sıra, ABD’nin petrol devi ExxonMobil’in Irak Kürdistanı’nda yatırım yapmaya başlaması da, ABD’nin Kürtlerin olası bağımsızlığı durumunda buna karşı çıkmayacağı biçiminde anlaşılabilir. Yani bir başka deyişle, Irak’ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına yönelik olarak, ABD’den güvenoyu alınmış durumda.

Haberin Devamı

Çatışmadan barışa giden yol - Kürt sorunu sadece Türkiye’ye has değil

‘Mısır’ın Firavunu’ olarak bilinen Hüsnü Mübarek, sedyeyle getirildiği mahkemede yargılandı.

Çatışmadan barışa giden yol - Kürt sorunu sadece Türkiye’ye has değil

Arap Baharı’nın belki de en talihsiz lideri Kaddafi feci şekilde öldürüldü.

Hükümet binasına ‘Öcalan’ posteri
The Economist dergisinin Ağustos 2012 sayısında çıkan bir analizde yukarıda bahsettiğimiz durum benzer şekilde ifade edildi. Beşar Esad’ın Kürtler’in çoğunlukta olduğu bölgelerin denetimini bıraktığını söyleyen dergi, bu durumun Türkiye’nin sınıra daha fazla asker kaydırmasına yol açtığını belirtiyordu. Türkiye’nin talebiyle NATO tarafından Suriye sınırına yakın bölgelere konuşlandırılan Patriot füzeleri de bu endişenin Türkiye tarafından paylaşıldığını gösteriyor. İran ise bu gelişmenin kendisine karşı bir hareket olduğundan emin. PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi PYD’nin zaman kaybetmeden bölgede denetimi ele aldığını belirten Economist, hükümet binalarına Kürt bayrakları ve hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan’ın posterlerinin asıldığını söylüyordu. Ancak Türkiye, Suriye’deki Kürt özerk bölgesinin ülkeselleşmesine karşı gerekirse askeri müdahale de dahil her tür yöntemi kullanacağını belirtti.
Bununla beraber Suriye’de sayıları 3 milyon kadar olan ve bütün ülkeye yayılmış bulunan Kürtlerin ayrı bir devlet kurmasına Sünni Arapların izin vermeyeceğine dair görüş ağırlık kazanıyor. Ayrıca Türkiye’nin son dönemde Irak Kürt Yönetimi Başkanı Barzani’yle yakınlaşması bu ihtimali bertaraf etmek açısından da önemli.
Arap Baharı benzeri bir Kürt Baharı yaratma hevesiyle BDP ve Kürt siyasetçilerin 2011 itibariyle başlattıkları Demokratik Özerklik ilanı ve bunu bütün Türkiye sathına yayma çabaları, yukarıda saydığımız etkenler sebebiyle Türkiye’nin Kürt toplumunda beklenen karşılığı bulamadı. Arzu edilen Kürt Baharı’nın oluşabilmesi için Irak ve Suriye Kürtleriyle Türkiye Kürtleri arasında olması gereken domino etkisi gerçekleştirilemedi. Ancak gene de Arap Baharı ve sonrasındaki gelişmelerin, Iraklı ve Suriyeli Kürtler açısından özerk bir yönetimin kapılarını açtığı söylenebilir. Bu durum da Türkiye Kürtlerinin yeni bir siyasi konjonktüre açılmaları sonucunu doğurdu.

Haberin Devamı

Önemli not: 9 Ocak 2012 tarihinde yayımlanan ilk bölümün K. İrlanda kısmında “Bu kopuşta hiç kuşkusuz adayı 1167’de işgal eden İngiltere’nin dininin Katoliklik olması..”diye başlayan paragrafta maddi bir hatayla ingilizlerin dini Katolik, İrlandalıların ise Protestan olarak yazılmış ve tarihsel bir anlam kayması olmuştur. Gerçekte İngilizler Protestan (Anglikan), Kuzey İrlandalılar Katoliktir. Düzeltir, okurlardan özür dilerim.

Haberin Devamı

YARIN: Kürtler ne istiyor, gelecek ne vaat ediyor?