08.06.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Allah’ı anma vesilesi
Karun gibi servetiyle kendini müstağni görmek yerine ihtişamlı saltanatıyla dillere destan olan Hz. Süleyman gibi (Sâd, 38/30-32.) bu nimetleri Allah’ı anma vesilesi kılarak şükredebilen ve Rabbine çokça yönelendir. Yalnızca nimetlere erişince değil bu nimetlerden mahrum kalınca da “verenin de alanın da Allah” olduğu bilinciyle her haline şükredendir. Dolayısıyla imanda istikamet üzere olmak; bazen korku, bazen açlık, bazen de mal veya can kaybı gibi (el-Bakara, 2/155) türlü türlü imtihanlara tabi tutulduğu bu hayat serüveninde insanın, her hâlükârda inancını dipdiri koruyabilmesini gerektirir.
İnancında dosdoğru olmakla kişinin kalbinde kök salan iman, bütün azalarına hükmettiğinde kişi istikamete erer. Sözgelimi dili “dosdoğru” olunca yalancılık, ikiyüzlülük ve iftiradan uzak dürüst bir yaşam sürer; verdiği sözde durur, emanetleri gözü gibi korur, “mümin” adına yaraşır şekilde “güven”in timsali olur. Eli dosdoğru olunca harama el uzatmaz, ayağı dosdoğru olunca harama adım atmaz, gözü dosdoğru olunca harama bakmaz. Yaşantısında dosdoğru olan kulun insanlarla olan ilişkilerinde dürüstlük ve samimiyet hakim olur; dedikodu yapmak, suizanda bulunmak, başkalarının özel hallerini araştırmak gibi samimiyeti zedeleyecek unsurlara yer kalmaz. Dinde istikamet sahibi olan kişi, Yüce Allah’ın her bir emrini emrolunduğu gibi dosdoğru ifa eder, ifrat ve tefrite (aşırılıklara) meyletmeden itidal üzere hareket eder; namazını dosdoğru kılar, zekâtını dosdoğru verir... amellerinde ihlası düstur edinir. Dolayısıyla, yaşamının her anında “iman ettim” sözüne sadık bir duruş sergiler.
Adaletten sapmamak
İstikamette olmak; kendi aleyhine de olsa doğruluktan asla ayrılmamayı, kendi çıkarları uğruna adaletten sapmamayı, kalben sevmediği kimse de olsa her hak sahibine hakkını iade edebilmeyi zorunlu kılar. Darlıkta olduğu gibi bollukta da israf etmekten kaçınmayı, gelene gittiği kadar gelmeyenle de ilgilenmeyi, zenginlikte infakta bulunduğu gibi yoksulluk zamanında da elindeki bir lokmayı paylaşabilmeyi, az da olsa devamlı ibadet edebilmeyi, kısacası inişli çıkışlı hayat yolunda tökezlemeden dosdoğru yürüyebilmeyi gerektirir. Bu ise nefsani arzular ve şeytanın telkinleriyle mücadele etmek zorunda olan “insan” için hiç de kolay değildir. İstikametin zorluğundandır ki, «Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hûd, 11/112.) buyruğu, Rasûlüllah Efendimizin “Beni yaşlandırdı” dediği Kuran ayetleri arasında yer almıştır. (Tirmizî, Tefsîru’ l-Kuran, 56) Ancak önemli olan bu yolda gayret sarf etmek ve istikametten ayrılmamaya özen göstermektir. O halde namazlarımızın her rekatında, günde en az kırk defa, okuduğumuz Fatiha suresinde “Bizi dosdoğru yola (sırât-ı müstakîme) ilet!” (el-Fâtihâ 1/6) diyerek Rabbimizden istikamet talebinde bulunan bizler, bu yolda çaba göstermeli ve ömrümüz boyunca “iman ettim” sözüne sadık kalabilmeliyiz.
(DİB tarafından yayımlanan Hikmetin Kırk Kapısı adlı eserden yararlanılmıştır.)
Kocatepe Camii
Ankara’da Cumhuriyet’ten sonra inşa edilen en büyük cami. İlk olarak 1944’te çalışmalar başlatıldı. 1957 yılında merhum Başbakan Adnan Menderes’in direktifi ile Kocatepe’de bu cami ve diyanet sitesi yapılması uygun bulundu. Birinci proje sırasında temeli atılan diyanet hizmet binası, 1964 yılında tamamlandı. 1967 yılında açılan ikinci proje yarışması neticesinde aynı yıl caminin temeli atıldı. İki sene sonra alt katı ibadete açıldı. 1981 yılında Diyanet Vakfı’na devredilen inşaat, 1986’da tamamlanarak ibadete açıldı.
On altıncı yüzyıl estetiği ile 20. yüzyıl teknolojisi birleştirilerek inşa edilen cami, dört minaresi ile Selimiye’yi, merkezi ve yarım kubbeleri ile Sultan Ahmed Camii’ni hatırlatır. 64x67 metre ölçüsündeki caminin harem kısmı, 48.5 yüksekliğinde, 25.5 metre çapında bir kubbe ile örtülüdür. Ana kubbe etrafında 4 yarım kubbe vardır. Bu yarım kubbeler, 12 kubbeyle genişletilmiştir. Kubbeler kurşunla kaplatılmıştır. Revaklı avlu 26 kubbe ile örtülüdür. Bir ana 4 yan kapısı vardır.
Klasik üslupla yapıldı
Modern bir konferans salonu, otopark, süpermarket, idari büro gibi yan bölümleri, gasilhaneleri ve selsebilleri ile cami modern mimariye göre klasik üslupla inşa edilmiştir.
Mimar Sinan’ın geliştirdiği mimari tarza bağlı kalınarak inşa edilen Kocatepe Camii‘nin ana mekânı 4 fil ayağı üzerine oturan bir merkezi kubbe ile dört yarım kubbeden meydana gelir. Caminin 88 metre uzunluğunda 4 adet minaresi bulunur. Minarelerin şerefelerine merdivenle çıkıldığı gibi asansör de kullanmak mümkündür. Camideki yazılar Hamit Aytaç ve Mahmut Öncü, konferans salonundaki yazılar ise Emin Barın imzası taşımaktadır. Caminin halı desenleri Afyon Ulucami‘ndeki halı desenlerinden ilham alınarak hazırlanmıştır.
Oldukça heybetli olan Ankara Kocatepe Camii’nin avizesi 9.5 ton ağırlığındadır. Ayrıca mihrabı, minberi, kapıları, çinileri ve mermerleri özel tasarlanmış ve titizlikle yapılmıştır. İç dekorasyonda klasik Osmanlı mimarisi örnek alınmış, malzeme olarak çini, mermer, sarı maden, altın varak ve özel boyalardan yararlanılmıştır. Camide 23 bin kişi aynı anda namaz kılabilir.
İlk olarak ünlü mimar ve Ankara belediye başkanlarından Vedat Dalokay tarafından projelendirilen, son derece modern ve yenilikçi bir eser olan bu cami tasarımı geleneksel ve muhafazakâr gruplar tarafından çok tepki toplamıştır. Daha sonrasında geleneksel tarzda olan ve büyük ölçüde İstanbul’daki Sultanahmet Camii örnek alınan bugünkü yapının mimarlığını Hüsrev Tayla ve M. Fatin Uluengin üstlenmiştir.
Şükreden bir kul: Hazreti Nuh
Kuran’ın yetmiş birinci suresi onun adını taşır ve baştan sona onun tevhid mücadelesini anlatır. Hz. Nuh, kavmini putperestlikten uzaklaştırıp tevhid inancına döndürmek için gönderilmiştir. Nuh, kavmini Allah’tan başkasına ibadet etmemeleri hususunda uyarmış, aksi takdirde başlarına gelecek azabı kendilerine haber vermiştir. Yoldan çıkmış, çok zalim ve azgın olan kavmi, Nuh’a inanmadığı gibi ona “mecnun” demiş, taşlamakla tehdit edip yalancılıkla itham etmiş, ondan kendisine uyan alt tabakadan insanları yanından uzaklaştırmasını veya başlarına geleceğini bildirdiği azabı bir an önce getirmesini istemiştir. Kendi yaptıkları karşılığında hiçbir talebinin olmadığını söyleyen Nuh, gaybı bilmediğini, melek de olmadığını, sadece Allah’ın emirlerini bildirdiğini ifade edip davetini sürdürmüş, uzun mücadeleler sonunda kavminin putperestlikten vazgeçmediğini görünce inanmayanları cezalandırması için Allah’a dua etmiş, Allah Nuh’un duasını kabul etmiş ve inkârcı kavminin tûfanla helâk edileceğini, kendisinin ve inananların kurtulacağını bildirerek bir gemi yapmasını istemiştir.
Duası kabul edilmedi
Gemi inşa edilirken Nuh’un kavmi kendisiyle alay etmiştir. Geminin inşası bitince her hayvan türünden birer çift, ayrıca boğulmasına hükmedilenler dışındaki aile fertleri ve iman eden diğer kimseler gemiye bindirilir. Nuh ve ona inananlar kurtulurken eşi ve oğlu inanmayanlarla birlikte boğulur. Kuran-ı Kerîm’de ayrıca Nuh’un oğlu için dua ettiği, ancak bunun kabul edilmediği belirtilmektedir. Tufan sona erince, “Ey Nuh! Sana ve seninle birlikte olanlara bizden selam ve bereketle gemiden in ...” denilir. Allah’ın adını zikrettiği peygamberler Adem’in ve Nuh ile beraber gemide taşınanların soyundan, İbrahim ile İsmail’in neslindendir; İsrailoğulları da Nuh ile beraber gemide taşınanların soyundan gelmiştir.
Ayrıca diğer peygamberler gibi Nuh’tan da söz alındığı, onun hidayete erdirildiği bildirilmektedir. Kuran’da Hz. Nuh’un yaşıyla ilgili olarak şu bilgi yer almaktadır: “And olsun ki biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik de o 950 yıl onların arasında kaldı. Sonunda onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi. Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve bunu alemlere bir ibret yaptık” (el-Ankebût 29/14-15). Bu ayetten anlaşıldığına göre Nuh 950 yıl kavmiyle birlikte yaşamış ancak bu sürenin onun bütün ömrünü veya peygamberlik süresinin tamamını mı yoksa tufana kadar olan safhasını mı içine aldığına işaret edilmemiştir. Kuran-ı Kerim’e göre Hz. Nuh çok şükreden bir kuldu; güçlükler karşısında gösterdiği sabır insanlara örnek olarak gösterilmiştir.