GündemHER İNSAN ALLAH’IN TEK OLDUĞUNU BİLİR

HER İNSAN ALLAH’IN TEK OLDUĞUNU BİLİR

28.07.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

İnsan, çocuk yaşta Allah’ı aramaya başlar. Sonunda Allah’ın var ve bir olduğunu kavrar. Karşısına çıkan her şeyde sanki Allah ona, “Ben senin rabbin değil miyim?” diye sorar. Bu sebeple her insan, her şeyi Allah’ın yarattığını kabul eder...

HER İNSAN ALLAH’IN TEK OLDUĞUNU BİLİR

Bir yazınızda kâfir kelimesinin sözlükte, bir şeyi örten anlamında olduğunu, kâfir olmak için örteceği doğru inancının olması gerektiğini söylemiş ve şu âyeti delil getirmişsiniz:
“Kendilerine açık âyetler geldikten sonra ilgisiz davranan ve ihtilaf çıkaranlar gibi olmayın. Böylelerinin payına düşen büyük bir azaptır. O gün nice yüzler ak çıkar, nice yüzler de kararır. Yüzleri kararanlara şöyle denir: “Siz inandıktan sonra kâfir oldunuz, değil mi? Kâfir olmanıza karşılık, tadın şu azabı!” (Al-i İmran 3/105-106)
İnsana gelen açık âyetler nelerdir? Kur’an’ı anlayarak okumamış olanlar, hangi açık âyetleri gördükten sonra ilgisiz davranıp ihtilaf çıkarırlar?
Allah’ın iki türlü âyeti vardır; biri, yarattığı âyetlerdir ki, bütün varlıklardır. Bu kapsama insanın kendi de girer. İkincisi de indirdiği âyetlerdir. Onlar da Kur’ân’da olanlardır.
İnsan, çevresinin öğrencisidir. Yaptığı gözlemlerle erginlik çağına varıncaya kadar, varlıkların tek bir sahibinin ve yaratıcısının olduğunu anlar ve ona tanıklık eder. Bu kesin bilgiye herkes ulaştığı için Allah’ın Elçileri çabalarını, Allah’ın varlığı konusunda değil ondan başka tanrı olmadığı konusunda yoğunlaşmışlardır.

‘Ruhlar alemi’ yoktur

Bununla ruhlar âleminde verilen sözü mü kast ediyorsunuz?

İnsan dünyaya gelmeden, ruhunun bulunduğu bir ruhlar âlemi yoktur. İnsanın ruhla ilk ilişkisi, ana rahminde, vücudunun bütün parçalarının yaratılmasından sonra olur. İlgili ayetler toplu olarak değerlendirildiğinde çocuğun yapısının tamamlanıp dengesinin kurulmasından sonra ona ruh üflendiği ortaya çıkar. Allah Teâlâ şöyle der:
“Yarattığı her şeyi güzel yaratan odur. İnsanı yaratmaya çamurdan başlamıştır. Sonra onun soyunu süzülmüş bir özden, dayanıksız bir sudan yaratmıştır. Sonra onu (vücudunu) düzenlemiş ve içine ruhundan üflemiştir. Sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var etmiştir. Ne az şükrediyorsunuz!” (Secde 32/79)

Haberin Devamı

Elestu bi rabbikum diye bir şey yok mu yani?

Elbette var. Elestu bir rabbikum, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” demektir. Allah Teâlâ bunu her insana sorar ve ondan “Evet, Rabbimsin” cevabını alır. Ama bu soru, ruhlar âleminde değil, bu dünyada sorulur.

Nasıl yani?

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şahit tutarak; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” der. Onlar da: “Evet Rabbimizsin; biz buna şahidiz” derler. Artık Kıyâmet günü; “biz böyle bir şeyin farkında değildik” diyemezsiniz. Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz onlardan sonra gelen nesiliz. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?” İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dönerler.” (A’raf 7/172-174)

Çocuk yaşta başlar

Benim bildiğim şu: Allah Teâlâ Arafat’ta Âdem’in sırtından bütün soyunu çıkardı, küçük karıncalar gibi yaydı ve “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” dedi. Onlar da “Evet, Rabbimizsin, biz buna şahit olduk” dediler.

Evet, Taberi tefsirinde ve daha bir çok tefsirde böyle rivayetler var ama âyette, Adem’den denmiyor; “Ademoğlundan” deniyor. Âdemoğlu deyince kadın, erkek her insan anlaşılır.

Haberin Devamı

Yani biz hayatta iken mi söz alınıyor, ne zaman oluyor bu iş?

“Âdemoğullarının bellerinden nesilleri alındığında” oluyor. Neslin belden alınması, nesli devam ettirecek tohumun alınmasıdır. Kişi o zaman erginlik çağına girer ve çocuğu olacak yaşa gelir.
İnsan, henüz çocuk yaşta iken Allah’ı aramaya başlar. Bu konuda çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda Allah’ın var ve bir olduğunu kavrar. Karşısına çıkan delillerle sanki Allah ona, “Ben senin rabbin değil miyim?” diye sorar. O da tam bir kararlılıkla “Evet, Rabbimsin, ben buna şahitlik ediyorum” der.
Benzeri durumlar, varlıklar âlemini gözlemledikçe tekrarlanır durur. Bu sebeple her insan, Allah’ın ‘var’ ve ‘bir’ olduğunu, her şeyi onun yarattığını kabul eder.

Ergenlik çağı önemlidir

Müşrik, ortak koşan demektir. Ortaklık için en az iki şey gerekir, onlardan birincisi daima Allah’tır. Hiçbir insan, Allah’a ortak saydığı varlık için haklı bir gerekçe bulamayacağından ahirette şu sözü söyleyemeyecektir:
“Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz onlardan sonra gelen bir nesildik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi helâk mi edeceksin.” (A’raf 7/173)
Erginlik çağı önemlidir; sorumluluk bu çağda başlar. Babalar veya çevredekiler aksini söylese de erginlik çağına giren insan, Allah’ın varlığına ve birliğine, onun kendisinin ve tüm varlıkların sahibi ve efendisi olduğuna kesinkes şahit olur. Birçok insan bu kadar bir inancın kendine yeteceğini sanır. Bu bir şeytan aldatmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Allah’ın benzeri olamaz

“O aldatıcı şeytan, sakın sizi Allah ile aldatmasın.” (Lokman 31/33Lokman 31/33)
Tanrıtanımaz diye bilinen ateistler Allah’ı işlerine karıştırmak istemeyenlerdir. Onlar kendilerini tanrılaştırırlar; diğer müşrikler ise Allah ile beraber başka efendiler bulur, onları Allah’a benzer konuma getirir ve Allah’a verdikleri kesin sözden cayarlar. Ama hepsi de bilir ki, Allah’ın bir benzeri olamaz.
İnsanı kâfir ve müşrik yapan şey, Allah’ı ikinci sıraya koymasıdır. Müslüman ise her konuda Allah’ı birinci sırada gören ve her şeyi onun emir ve yasaklarına göre değerlendiren kişidir.

Haberin Devamı

OKUYUCUDAN GELEN SORULAR

Haberin Devamı

Soru: Birinci Halife Hz. Ebu Bekir’in zekât vermeyenlerle savaştığı söyleniyor. Bu, doğru mudur?

Cevap: Hz. Ebu Bekir, siyasi otoriteye karşı gelenlerle savaşmıştır ki bu, savaş suçudur. Kur’an-ı Kerim’e bakıldığında “Namaz kıl/kılın”, “Oruç tutun” gibi ibadetle ilgili emirlerin tamamen kişisel olduğunu anlıyoruz. Zekât içinse bir taraftan “Zekâtı verin” buyurulurken diğer taraftan siyasi otoriteyi de temsil eden Peygamberimize hitaben “Mallarından sadaka/zekât al.” (Tevbe, 9/103) buyurulmuş, zekâtın bir yönüyle bireysel; ama diğer taraftan siyasi/devlet yönü olan bir ibadet olduğu gerçeği vurgulanmıştır.
Tevbe Suresinin 60. ayetinden de anlaşıldığı kadarıyla bizzat devlet tarafından toplanan zekât, yine devlet tarafından 8 fona taksim edilecektir.
Bu açıdan zekât diğer ibadetlerden ayrılmakta, verilmemesi hem Allah’a hem de devlete isyan suçu kabul edilmektedir. Zekâtı vermeyenlere savaş açılması da bu sebepten dolayıdır.

Haberin Devamı

Soru: Borsa oynayarak parasını kaybetmiş ve borca girmiş kişiye zekât verilebilir mi?

Cevap: Tevbe suresinin 60. ayetine göre kendilerine zekât verilecek sınıflardan biri de borçlulardır. Borcun nereden kaynaklandığının bir önemi yoktur. Bahsettiğiniz kişiye zekât da fitre de verebilirsiniz.

Sorularınız için mail adresimiz: fetva@suleymaniyevakfi.org
Süleymaniye Vakfı imsakiyesine şu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.suleymaniyevakfi.org

Doğru bildiğimiz yanlışlar

Kendilerine Kul Olanlar

Kendine kul olanlar, gönüllerince yaşamak isteyenlerdir. Karşılarına Allah’ın bir elçisinin tebliği ile çıkılınca çok rahatsız olurlar. Çünkü Allah’ın her şey vermesini ama emir vermemesini isterler. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah’ı ve elçilerini görmezlik ederek kâfir olan, Allah’la elçilerinin arasını ayırmak isteyen, birine inanır diğerini tanımayız diyen ve ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler... Onlar hak ederek kâfir olanlardır. O kâfirlere aşağılayıcı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 4/150- 151)
Kendine kul olanların bir kısmına tanrıtanımaz yani ateist denir. Bunların bir kısmı önder kişiler, bir kısmı da onların takipçileridir. Önderler, fıtrata uyma yerine fıtratı kendilerine uydurmaya çalışır, görüş ve teoriler üretirler. Kimileri de itibarını kaybetme korkusuyla ateizme sarılırlar.
Bunların ortak yönü, kendi arzu ve heveslerine uygun bir dünya kurmak veya böyle bir dünyada yaşamaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Bilgili olduğu halde Allah onu sapık saymış, kulağında ve kalbinde izler, gözünün önünde perde oluşturmuştur. Allah sapık saydıktan sonra onu kim yola gelmiş kabul edebilir? Hiç düşünmez misiniz?” (Câsiye 45/23)
Bunlar kendine aşık, kendini kainatın merkezi gören ve kendi doğrularını evrensel doğru sayan, dünyası dar, çözemediği problemler sebebiyle huzursuz ve hırçın kimselerdir. Koltuğunu kaybetme korkusuyla ateizme sarılanların işi daha da zorlaşır. Bunların karşısına hangi delille çıkılırsa çıkılsın aldırmazlar ve hırçınlıkları artar. Bunlar Allah’ın varlığını bilirler ama açığa vurmak istemezler. Ümitlerinin kaybolduğu, gizlemenin bir anlam taşımadığı zaman bunu açığa vururlar. Bunların arkasından gidenler de bunlar gibi değerlendirilirler.
Kendine kul olanların tamamı Allah’ı bilirler. Yukarıda anlatılan tanrıtanımazlar yani ateistlerin görüntüde bir farkı vardır ama aslında onlar da bu gurupla aynıdır. Kendine kul olanların başında İblis gelir. Allah, Adem’e secde emri verince İblis, kendi şartlarına uygun görmediği için secde etmemişti. İblis, Adem’e değil, Allah’a karşı büyüklenmişti. Çünkü uygun bulmadığı Allah’ın emriydi. İblis, Allah’ın ne varlığını, ne de birliğini inkar etmiştir. Sapık sayıldıktan sonra bile şöyle demiştir: “Doğrusu ben Allah’tan korkarım, Allah’ın cezası pek ağırdır.” (Enfâl 8/48)
İblis ahirete de inanır. Çünkü kovulunca şöyle demişti: “Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.” (Hicr 15/36)
İblis’in kâfirliği, Allah’a şart ileri sürmesi ile başladı ve artarak devam etti. Çünkü Allah’a şart ileri sürmek, kendini o konuda onunla eşit görmektir.
Bu da kendini tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Büyüklenmenin en kötüsü işte budur.
bire kendine vurup durur. Sonsuza dek böyle devam eder.” (Buharî, Edeb 44, 73, Tıp 56; Müslim, İman 175, 177; Tirmizi, İman 16, Tıp 7)

Günün Âyeti

İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla
“Rahmanın kulları yeryüzünde alçakgönüllülükle yürüyen kimselerdir. Kendini bilmezler onlara sataşınca “selametle” derler. Gecelerini rablerine secde ve kıyamla geçirirler. Onlar şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Onun azabı çekilmezdir. Orası o ne kötü yerleşme yeri, ne kötü mekândır. Rahmanın kulları, harcadıkları zaman ne savurganlık yapar ne de cimrilik ederler. Harcamaları ikisinin arasında olur. Onlar Allah ile beraber başka bir ilahı yardıma çağırmazlar. (Kur’ân’ın) Haklı (saydığı) bir sebep yoksa Allahın dokunulmaz kıldığı canı öldürmezler; zina da etmezler. Kim bunları yaparsa cezayı görür.” (Furkan 25/63-68)