06.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
ÖLÜM YOLCULUĞU - NAMIK DURUKAN
KUZEY IRAK’A GİDİŞ
Haber ajanslarına 28 Aralık 2011’de sınırda kapsamlı bir hava harekatı yapıldığı bilgisi düştü; 34 kişinin yaşamını yitirdiği olayda ölenlerin PKK’lı değil ‘sınır ticareti’ yapan kaçakçı, 17’sinin çocuk, tamamının ise akraba olduğu ortaya çıktı. Gündeme köyün Kürtçe adı olan ‘Roboski olayı’ diğer adıyla da ‘Uludere olayı’ olarak geldi. Bir yılı aşkın süredir tartışılan ve bugüne kadar başlatılan soruşturmadan bir sonuç alınamayan olayla ilgili olarak TBMM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde Uludere Alt Komisyonu kuruldu. Bir yılı geçmesine rağmen komisyon hala raporunu açıklamadı.
BU GÖRÜNTÜLERİ İLK KEZ İZLEYECEKSİNİZ
Tek geçim kaynağı
Olay belirsizliğini korurken, tartışmalar da sürüyor. 34 sivilin yaşamına mal olan bombalanan sınırın sıfır noktasındaki 15 No’lu sınır taşına olay gününün sabahı ilk ulaşan gazeteciler arasındaydım. Yaşanan dehşete tanıklığımızın üzerinden Roboski köyüne bir yıl içinde 8 kez gittim ve çocuklarını kaybeden ailelerin acılarına tanıklık ettim, onlarla birlikte gözyaşı döktüm.
Zaten o manzarayı görüp te acıya ortak olmamak mümkün değil. Irak ve İran sınır hattında yapılan kaçakçılık her zaman tartışma konusu olmaya devam etmiş. Aslında 34 kişinin ölümü ile uzun yıllardır bölge insanının gerçeği olan kaçakçılık yeniden tartışma konusu olunca, kaçakçılığın nasıl yapıldığı, neler getirildiği, getirilen maldan ne kadar para kazanıldığı, kaçakçıların kendi ağzından her ne kadar anlatıldıysa da iddialar sürüp gitti.
Kaçakçıların, PKK’nın denetimindeki bölgeden geçtiği, örgütle temas halinde olduğu, örgüte vergi ödedikleri çok sayıda iddia ortaya atıldı. Kaçaklığın nasıl yapıldığını anlamanın en kestirme yolu ise onlarla birlikte kaçağa gitmekti. 34 kişinin öldüğü güzergahta katır konvoyu ile kaçakçılarla Kuzey Irak topraklarına geçtik, kaçakçıların zorlu ve tehlikeli yolculuğuna tanıklık ettik, onların ağzından olay öncesi, olay sırası ve sonrasına dair değerlendirmelerini aldık.
Sınırda iki büyük pazar
Aslında kaçakçılık dağlık ve geçit vermez sınır kesimlerinde yaşayan halkın tek geçim kaynağı. Irak ve İran sınırından Türkiye’ye akaryakıt, sigara getiren kaçakçılar kazandıkları para ile ailelerini geçindiriyor. Roboski’de 34 kişinin ölümü ile gündeme gelen kaçakçılık nedeniyle İran sınırında her yıl sınır ihlali yapan 50’den fazla insan hayatını kaybediyor. Bölgenin gerçeği olan kaçakçılık, vazgeçilmez bir gelir kapısı olarak görülüyor.
Sınır hattında Kuzey Irak topraklarında Uludere’nin karşısındaki Keşan ve Şemdinli’nin karşısına düşen bölge olmak üzere iki büyük kaçak pazarı var. Pazarda mazot, çay, şeker, un ve değişik ihtiyaç maddeleri katırlara yüklenerek Türkiye’ye geçiriliyor.
Kuzey Irak topraklarındaki kaçak pazarı, serbest bölge gibi çalışıyor. Sınırın üç kilometre ötesinde kurulan kaçak pazarından aldıklarını katırlara yükleyen kaçakçılar, aynı gün bazen bir gün sonra Türkiye’ye giriş yapıyor. Kuzey Irak’a giderken de gelirken de kaçakçılar, hakim tepelerde konuşlanan askerler tarafından yakından izleniyor, hatta gidenlerin sayısı bile not tutuluyor.
Kaçağa gidenler genelde civar köylerden olduğu için onları izleyen askeri birimler tarafından tanınıyorlar.
Namık Durukan, kaçakçılarla birlikte katır sırtında Kuzey Irak’a geçti.
Asker adım adım izliyor
Bazen yürüyerek, bazen de katır sırtına binerek, yola devam ettik. Yükseklere çıkıldıkça kar kalınlığı artmaya başladı. Dağlık bölgede kar kalınlığı 40 santime kadar çıkıyordu. Kaçakçılar, katırları ile sınırı geçerken, olayın yaşandığı yere vardıklarında bakışları, yüz şekilleri ve hareketlerinde farklılık hemen göze çarpıyor. ‘Beyaz Meydan’ olarak anılan sınırın sıfır noktasında en önde, bindiğim katırın yularını çeken Beyttüşebaplı 24 yaşındaki Salih, ortada, kardeşi dahil bir çok akrabasını kaybeden Sait, onun arkasında 30 yıldır kaçağa gittiğini belirten 9 çocuk babası Roboskili ağır ağır ilerliyor. 30 yıldır kaçakçılık yapan köylü, Beyaz Meydan’ın en tepesinde mevzilenen askerleri göstererek, “Bakın, orada askerler var. Bizi adım adım izliyorlar, gözlüyorlar. Her hareketimizi kontrol ediyorlar. Biz gizli saklı bir şey yapmıyoruz, bu her ne kadar kaçakçılık olarak görülse de biz geçimimizi bunun üzerinden sağlıyoruz” diyor.
Mazot, sigara, çay, un
Keşan köyüne yakın bir alanda kurulan kaçak pazarına köylüler katırları ile son sürat iniyor. Mallar alınıp, katırlara yüklendikten sonra paralar ödeniyor. Katırların yükleri genellikle mazot ve sigaradan oluşuyor. Bunun yanı sıra çay, un ve diğer ihtiyaç maddeleri de katırlara yükleniyor. Yükleme işlemi tamamlandıktan sonra zaman kaybetmeden köylüler, geri dönüyor. Sabah saatlerinde yükünü alan akşama doğru köye ulaşmış oluyor.
34 kişinin hayatını kaybettiği bombardımanda ölen katırların kemikleri hala olay yerinde. Kaçakçılar her defasında daha önce cenazelerini bataniyelerle sarıp taşıdıkları (altta) yakınlarının öldüğü yerden geçmek zorunda.
‘İşte burada vuruldular’
Sınırı geçerken zorlanıyorum, buzlaşan karın üstünde düşe kalka ilerliyorum; ancak köylüler yılların verdiği pratikle zorlanmadan yoluna devam ediyor. Sınırın sıfır noktasındaki 15 No’lu sınır taşı 1 yıl önce büyük grubun vurulduğu nokta. Buradan geçerken kar altında katırların semerleri, yükleri bağlamada kullanılan ipler görünüyor. “İşte burada vuruldular” diyor bir köylü.
Kaçakçı grubu, patika yolda tek sıra halinde katırları ile birlikte Haftanin bölgesinin alt kesimlerinden Keşan’a doğru ilerliyor. Dağın geçit vermez bölgesine geldiğimizde büyük kaya ve ağaçlar arasında uçakların vurduğu ilk noktaya ulaşıyoruz. Burada katırların iskeletleşmiş kemikleri, semerler ve katırlara ait diğer parçalar bombalanan noktalarda ilk günkü gibi duruyor.
15 No’lu sınır taşı
Kuzey Irak’tan Türkiye’ye katırlarla yapılan kaçakçılığı bugüne kadar kimse görüntüleyememişti. Bölgede dededen toruna devam eden kaçakçılık ve kaçak yolunu onlarla birlikte geçtik. Kaçakçıların gidiş, geliş ve yolda karşılaştıkları fiziki zorlukları yerinde görmek ve hikayelerini yazmak için bir yıldır ismi ile gündemden düşmeyen Roboski’ye giderek katır konvoyuna dahil olduk. 34 kişinin yaşamına mal olan güzergahı izleyerek 15 No’lu sınır taşından Kuzey Irak topraklarına girdik.
‘Yemin ederim PKK’lı gelmedi’
Bombalamada iki kardeşini kaybeden 34 yaşındaki İdris Encü, 15 yıldan beri kaçağa gidiyor. Amcasının da kaçağa giderken mayına basarak öldüğünü belirten İdris Encü, şöyle konuştu:
“14 yaşından beri kaçağa giderim. İlk kez böyle bir olayla karşılaştık. Amcam Ramazan, ben 15 yaşımdayken sınırda mayına basıp öldü. Biz de aynı korkuyu yaşıyoruz, çok korkuyoruz. Son olayda kardeşlerim 13 yaşındaki Orhan, 16 yaşındaki Zeydan’ı kaybettik. Orhan, babama, ‘Bana bilgisayar al’ dedi. ‘Sen almazsan ben kaçağa gideceğim, okul harçlığımı çıkaracağım’ diyordu Biz her gidip gelişte, aynı korkuyu yaşıyoruz.”
‘Hiç alakamız yok’
İdris’e, kaçağa giderken PKK’lılarla karşılaşıp karşılaşmadığını soruyoruz. Verdiği yanıt “Hayır, hayır, hayır...” oluyor. İdris, konuyu biraz daha açarak, şöyle devam ediyor:
“Hiç alakamız yok. Biz zaten onları göremiyoruz. Ne biz onların yanına, ne onlar bizim yanımıza geliyor. Biz malı yakın yerden alıyoruz. Köyde yaşayanların hepsi korucu ve çocuklarıdır; o nedenle uzağa gidemiyoruz. Yemin ederim hiç PKK’lı bizimle ne gitti ne geldi. Hiç kimseye gidip gelmiyor. Ekmek mücadelesi veriyoruz. Benim 6 çocuğum var, hiçbir gelirim yok. Çocukları okutuyorum. Ayda 3-4 kez gidiyorum, 400-500 TL kazanıyorum. Devletten bir şeyler bekliyoruz, ama hiçbir ışık göremiyoruz ki.. Devletten iş alanı yaratmasını bekliyoruz. İşimiz olsa biz kendi canımızı riske atmayız. Mayına basacağız, asker bizi vuracak, havan, uçak bizi vuracak diye korkuyoruz. Keyfimizden gelmiyoruz, çok zor durumdayız. Bunanın şartları çok zor. 50-60 milyon için canımızı ortaya koyuyoruz. Cocuklarımız için, açlıktan. Burada hayvancılık yok, fabrika yok. Sadece gelirimiz buradan.
‘1999’da da oldu’
1999 yılında da aynı şey oldu. Yine bir grup kaçakçı ilerliyordu. Kuzey Irak topraklarında Bombalamak için Kobra helikopterleri kalkmış. Gülyazı Alayını bilgilendirmişler. Gülyazı komutanlığından da muhtar aranmış. Muhtar da ‘Onlar bizim çocuklarımız’ dedikten sonra bombalamadan vaz geçildi. Ama bu sefer farklı oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nden böyle bir şeyi düşünemiyorduk. 13 yaşındaki çocuğun ne günahı vardı. O okul harçlığı içing itmişti, başka amacı yoktu.”
Kaçağa gidenlerin hiçbiri yaptıkları işten memnun değil. Ancak çaresiz olduklarını söylüyorlar. “Silah kaçırsak haklılar ama biz hayatta kalmak için bu işi yapıyoruz” diyorlar.
KUZEY IRAK’TAN DÖNÜŞ
Roboskili orta yaşlı kaçakçı, “Dedemiz, babamızdan sonra şimdi de aynı yoldan biz geçiyoruz. Bu bizim kaderimiz. Çocuklarımız da bizimle birlikte kaçağa geliyor. Bizden sonra da onlar çocukları ile gelecek. İnsanlar çektiğimiz çileyi görsün” diyor
Yaşadıklarının insanın dayanacağı şey olmadığını belirten 9 çocuk babası kaçakçı, “Ama ekmek parası için mecburuz. Her gidişimizde ölüm korkusu yaşıyoruz.
Her kaçaktan sonra ölmediğimiz için şükür ediyoruz, dua ediyoruz” diye konuştu
‘Bu bizim kaderimiz!’
Dönüş yolu katırların yüklerinin ağırlığı nedeniyle daha zahmetli oluyor. Katırlar Keşan vadisinden tepelere doğru ağır ağır tırmanırken, köylülerin katırları hareketlendirmek için bağırışları vadiyi inletiyor. Kaçakçılar, sınırın sıfır noktasına geldiklerinde köydeki yakınları ile telefon görüşmesi yapıyor. GSM hattı sadece ölenlerin vurulduğu 15 No’lu sınır taşı önünde çekiyor. Taşa sırtını yaslayan köylüler, yolun askerler tarafından kesilip kesilmediğini, ‘temiz’ olup olmadığını öğrendikten sonra katırları ile birlikte köye iniyor. Gidiş ve geliş sırasında bazı katırlar yüklerinin altında ezilerek yere yığılıyor. Köylüler hep birlikte katırları kaldırarak yoluna devam ediyor.
Kurtuldu, yine gidiyor
Kaçakçı konvoyundaki köylülerin büyük bölümü gençler ve çocuklardan oluşuyor. Yaşları 13-17 arasındaki çocukların çokluğu dikkat çekici. Grubun arasında 34 kişinin öldüğü olayda şans eseri sağ kurtulan Servet Encü de var. Ölümden kurtulmasına rağmen tekrar ‘Ölüm yolu’na katırını sürmek zorunda kalan Encü, tekrar kaçağa gitmesini bir zorunluluk olarak açıklıyor. “Başka çarem yok, devlet iş verdi de biz çalışmadık mı” diyen Servet’e, “Korkmuyor musun?” diye soruyoruz; “Bir dokun bin ah işit” misali olay anı, sonrasına dair şunları anlatıyor:
‘O anı yaşıyorum’
“Olaydan yara almadan kurtuldum. 35 arkadaşım, köylüm ve ailemden. İnsanları kaybettik. Her ne kadar 34 kişi öldü ise biz 35 olarak biliyoruz. Çünkü bir arkadaşımız ağır yaralandı, ölümden döndü. Olay yerinden her geçtiğimde parçalanan insanlar aklıma geliyor, o anı yaşıyorum. Uçağın nasıl vurduğu, insanların ve katırların havada uçuştuğunu hatırlıyorum. Buradaki insanlar fakir, lastik ayakkabı ayaklarında.
Uçağın vurduğu insanların çoğu yaralandı, yardım gidemedi, arazide donarak öldü. Bu insanların bir günahı yoktu. Büyük haksızlık yapıldı. Bu kadar bomba yağdırılmasına gerek yoktu.
‘Korkuyorum ama ...’
Mecburum, herkesin çok çocuğu, çok kardeşi var. Bu insanlar ne yapacak. Bir iş alanı yok, fabrika yok. Bu karda, bu dağda... Bir, iki katır, 100 litre mazot, bir torba un, iki kilo çay... Bu insanlar bu işi yapmazsa, geçinemez. Yoksulluk ve çaresizlik insana her şeyi yaptırır. Bir insan aç kaldığı zaman ya kahrından intihar eder, ya burayı terk eder ya da dağa kaçar. Herkes şunu bilsin; burda yapılan kaçakçılık değil. Biz patlayıcı, eroin, silah getirsek, karakol baskınına katılsak, bizi paramparça yapsalar haklıdırlar. Ancak bir insan bir torba şeker için, 50 TL’lik mazot kazancı için, çocuklar okulun masrafı, giyimi, yiyeceği için, kısacası ekmek parası kazanmak için gördüğünüz bu yolda, çamur, kar, yağmur demeden bu insanlar bu işi yapıyor. Bir baba, oğlunu kaybetmiş.
Bir insan kardeşini kaybetmiş, ama yine de kaçağa gidiyor. Benim abimin oğlu Şirvan öldü. 13 yaşında kendi evine bakıyordu. Ben onlara katır aldım, benimle birlikte kaçağa geliyordu.
‘Yaptığımız sınır ticareti’
Biz de biliyoruz, başka devletin toprağına giriyoruz, iki kilometre ötemizdeki başka toprağa giriyoruz; ama ne yapalım, başka çaremiz olsaydı kesinlikle biz bu işi yapmazdık. Genelkurmay bilsin, bizim askere yönelik bir olumsuz hareketimiz yok, kimseye saldırmıyoruz. Açık bir yol. Ne bir tel örgü, ne mayın...
Sınır ticareti yapıyoruz. Beyaztepe mevkiinden askerin gözetiminde geçiyoruz. Dedemiz, babamız da yaptı bu işi. Mazot getirmezsek bile kendi kuru eriğimizi, cevizimizi, soğanımızı karşıya götürüyoruz. O taraftaki de bizim insanımız, akrabamız. Gecimimizi sağlamak için çay, pirinç ve diğer şeyler getiriyoruz. Bir haksızlık oldu, ancak bir daha olmasın diyoruz.
Bombalama sırasında vurulan noktadan 20 metre uzaktaydım. Katırım ilerdeydi. Ben de sıfır noktada 15 No’lu taşın yanındaydım. Bombanın basıncı beni öyle bir fırlattı ki, karanlık olduğu için hatırlamıyorum ama 200 metre fırlamışım, Türkiye toprağına düştüm. 2.5 saat karın içinde kaldım. Telefon açtım. Köyde herkes güvenlik telsizi almıştı.
‘İnanmak istemedi’
Telsizi açtım, ‘Beni duyan var mı?’ diye sordum. ‘Var oğlum, ne oldu?’ diye yanıt geldi. ‘Bizi bitirdiler, bizi bombaladılar’ diyebildim. Köyden bir arkadaş ‘Bu yalandır’ diye yanıt verdi, inanmak istemedi.
Daha sonra köylüler taburu aramış, ardından olay yerine köylüler geldi, beni kurtardılar. Bu insanların parçaları ile hayvanların parçaları birbirine karışmıştı, ayıramadık. Ben manzarıyı görünce nerdeyse aklımı kaybedecektim, şuurumu kaybetmiştim. Ne dediğimi hatırlamıyorum o anda.”
Dönüşte tam da sınır taşının yanından cep telefonuyla ‘aşağıdakiler’ aranıyor ve ‘Gelin. Yol temiz’ yanıtı alınıyor.
2011’DE SAĞ KURTULDU
Servet Encü, 28 Aralık 2011’deki bombardımandan sağ kurtulan kaçakçılardan. Encü, “Olayın olduğu yerden her geçişimde parçalanan insanlar aklıma geliyor, o anı bir kez daha yaşıyorum”
dedi.
14 yaşındaki Serkan Encü, ‘Büyüyünce ne olmak istersin?’ sorusuna, ‘Geleceğim belirsiz’ yanıtı verdi.
Okuldan dağlara
Katırları ile sınırın Türkiye kesimine doğru birlikte ilerlediğimiz çocuk kaçakçılarla adeta koşarak röportaj yapıyoruz. Çocuklar bir taraftan katırlara kalın iplerle bağladığı yüklerinin düşmemesi için çaba gösterirken diğer yandan sorularımızı yanıtlıyorlar. Çocuk kaçakçılardan 15 yaşındaki Murat Encü’nün hayatı da, diğerlerinden farklı değil. Murat diğer çocuklar gibi hem okul okuyor hem de kalabalık ailesine kaçakçılıktan elde ettiği para ile destek oluyor. Bir yıldır kaçağa gittiğini anlatan Murat, “Ben 6 sınıfta okuyorum. 9 kişilik aileme bakıyorum. Babam iş yapmıyor, aileyi ben geçindiriyorum. Bizim aileden ölen yok, ancak akrabalardan çok var. Bu işi yapmak çok zor ama seçeneğimiz yok. Biz keyif için buraya gelmiyoruz. Sabah 06.00’da kaçağa gitmek için kalkıp yol alıyoruz. Çok soğuk oluyor, donma tehlikesi atlatıyoruz bazen. Evimizde yiyecek ve içeceğimiz olsaydı bizim burada ne işimiz olurdu? Bu da devletin ayıbıdır. Tüm milleti buraya muhtaç hale getirmişler. Malı Keşan’dan alıp geliyoruz. Her şeyimiz ortada. Devletle birlikte yaşıyoruz, onlar nasıl kaçakçıyı tanımaz” diyor.
‘Ayda 1000 lira kazanıyorum’
Serkan 16 yaşında, 3 yıldan beri kaçağa gidiyor. Ailesinden 9 kişilik nüfusa sadece kendisinin baktığını belirterek, “Ayda 10-15 kez kaçağa geliyorum. Karşılığında bin lira kazanıyorum. Olayda 3 dayım çocuğu, 6 arkadaşım, bir yeğenim öldü. Hepsi gitti. Sınırın sıfır noktasına geldiğimizde yaşanan olay gözlerimizde canlanıyor, her gün aynı şeyi görüyoruz. Aynı akibete uğrarım diye korkmuyorum, çünkü mecburum bu işi yapmaya; başka iş yok çünkü” dedi. Serkan’a ‘Büyüyünce ne olmak istersin?‘ diye soruyorum; ‘Geleceğim belirsiz’ diyerek sohbete nokta koyuyor.
Katırların sırtı kaçak mazot, sigara, çay ve şekerle dolu. Hayvanlar uzun ve çetin yolun sonuna doğru ayakta durmakta bile zorlanıyor.
‘Hakkımızı arayacağız’
Kerem, ölen 43 sivil arasında bulunan Seyithan’ın kardeşi. Kuzey Irak topraklarında ilerlerken, eliyle bir noktayı işaret eden Kerem, “18 insanımız burada katledildi” diyor ve ekliyor: “Bu işin peşini bırakmayacağız...” Kerem, kendisi ile birlikte kaçağa gelenleri göstererek, konuşmasına şöyle devam ediyor:
“Yaşamımız, işimiz budur, bakın birlikte olduklarımıza, hepsi köylümüz akrabamız. Bu mıntıkada her yapılan iş sadece budur. Ne fabrika var, ne hayvan yetiştirmek için uygun arazi var. İmkanımız yok, sadece elimizde mevcut olan budur, yaptığımız iş de devlet kontrolünde. Nasıl kıydılar 34 insanımıza. Bunu kabul etmeyiz. Biz sağ oldukça, AİHM, dünya mahkemesinde hakkımızı aramaya devam edeceğiz.
‘100 lira kazanacağıZ’
Bakınız katıra küklediğim yüke, mazottur. Bundan 100 milyon (100 TL) para kazanacağım. 10 kişilik aileye bakıyorum, öğrencilerimiz var, hastalarımız var. Biz ne yapalım, fabrika vardı da biz mi çalışmadık. Haftada ya da 10 günde bir kez geliriz. Bizim karımız mazottan, sadece 100 lira paradır. Biz normal bir yaşam sürmek ve çocuklarımızın karnını doyurmak için bu işi yapıyoruz. İşimiz olsaydı, bu işe girişilir mi?
Benim 6 çocuğum var. Başka gelirimiz yok. Mazotu Kuzey Irak’tan 200 milyona (200 TL) alıyoruz, köyümüzde 300 TL’ye satıyoruz, karımız 100 liradır. Devlet de bu işi yaptığımızı biliyor. Bu çevredeki insanlar hepsi akrabamızdır. Biz yüz yıldır bu işe devam ediyoruz. Biz buradan geçtiğimizde yukarı tepede mevzilenen asker bizi gözlüyor. Ara sıra uyarı ateşi açılıyor, ama biz yolumuza devam ediyoruz. Suçlu olsak böyle rahat hareket edebilirmiyiz?
Asker yolu kesti
(34 kişinin bombalanmasını anlatırken) Burada askeri birlik kimseyi vurmadı. Askeri birlik sınırdaki tepeden çekilince bir ay süre ile kaçağa gündüz geliyorduk. Bizim çocuklar mazotu alıp 09.30’da sınıra geldi, askerler yolu kesti, Türkiye’ye geçmelerini engellemek için ateş açtı. Daha sonra savaş uçakları geldi. Ben de köyden gözümle gördüm. Gülyazı Alay’da bizim çocukların üzerine aydınlatma atıldı, sonra da uçaklar bombaladı. Kardeşim Seyithan, Şanlıurfa’da askerlik yaptı. İki ay evde kaldı, kaçağa ilk çıktığında eve cenazesi geldi. Günah değil mi? Bu işin peşini kesinlikle bırakmayacağız, herkes bilsin. Bu katliamı yapan şimdi en lüks yerde yaşıyor. Devlet sanki bilmiyor mu? Devlet onu koruyor. Fakir insanı imha ediyor, katilleri koruyor devlet.”