29.05.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Dr. Kamil Yaşaroğlu
Kuran’ın ortaya koyduğu münafık portresi şöyledir : Onlar inanmadıkları halde inandıklarını söyleyerek Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışan ancak farkına varmadan kendilerini aldatan ikiyüzlü, kalplerinde hastalık bulunan, azgınlıkları içinde bocalayıp duran, Allah’ın kalplerini mühürlediği ve nefislerinin arzularına uyan kimselerdir.
Kin ve nefretle dolu
Müminlere karşı kalpleri kin ve nefretle dolu olduğu için onların hep sıkıntıya düşmelerini isterler. Yalnızca menfaatleri söz konusu olduğunda Hz. Peygamber’in ve inananların yanında yer alırlar. Kötülüğü emredip iyiliği yasaklar ve cimrilik ederler. Onlar Allah’ı, Allah da onları unutmuştur. Münafıklar, bozguncuların ta kendileridir.
Esmâ-i Hüsnâ Vâris: Varlığının sonunun bulunmaması vasfıyla kâinatın gerçek sahibi, yaratılmışların hayatı son bulduktan sonra da varlığını sürdüren. Ruhların ve cesetlerin, birbirinden çok farklı insanların bir araya geleceği ve gizli âşikâr bütün davranışların ortaya çıkacağı gün Allah tarafından, “Mülkiyet ve hâkimiyet bugün kimindir?” sorusu sorulacak, buna yine kendisi tarafından, “Kahhâr olan tek Allah’ındır” cevabı verilecek, o gün O’nun vâris ismi ve sıfatı işlemini yerine getirecektir. Kulun vâris isminden nasibi, Allah tarafından kendisine lütfedilen mülkiyet ve hâkimiyet emanetine riayet edip adaletle ve cömertçe davranmak, bunun ebedî mutluluğunu sağlayacağı inancını taşımaktır. |
Münafıklar, Kuran’da zikredilen özellikleriyle ne kafirlerden ne de Müslümanlardan bir gruptu. Kendilerine has olumsuz bazı özelliklere sahiptiler. Sürekli iman ile küfür arasında bocaladıkları için Allah, haklarında, “İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya, Allah onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir” buyurmuştur. Allah’ın sevgili elçisi ise onların bu kararsız ruh hallerini, “Münafık, iki sürü arasında gidip gelen şaşkın koyun gibidir. Bir o sürüye gider, bir bu sürüye!” diye tanımlamıştır.
Onlar, göründüklerinin aksine korkak ve çıkarcıydılar. Bu özellikleri en açık şekilde savaşlarda ortaya çıkıyordu. Cihada çağrıldıklarında ölüm korkusundan dolayı donuk bakışlarla Hz. Peygamber’e bakan münafıklar, savaş için yola çıkıldığında türlü bahanelerle ordudan geri kalarak evlerinde oturuyorlar ve buna seviniyorlardı.
Gösteriş olsun diye
Resülullah savaştan döndüğünde de özür dileyip yemin ediyor ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi istiyorlardı. Çıkarları uğruna zoraki bir savaşa katıldıkları zaman ise Allah tarafından müslümanlara fetih nasip edildiğinde ganimetten pay alabilmek için, “Biz sizinle beraber değil miydik?” diyorlar ya da Uhud Savaşı gibi çetin bir sınavda yarı yoldan dönerek müslümanlar arasında ihtilaf ve moral bozukluğuna neden oluyorlardı.
Bir ayet “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi Allah’ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. (er- Rûm, 30/21) |
Münafıkların inançlarındaki samimiyetsizlikleri ibadetlerine de yansıyordu. Üşenerek kalktıkları namazı yalnızca insanlara gösteriş olsun diye kılıyorlardı. Mescitlere gönülsüz geliyor, namazı tek başlarına kılacakları zaman vaktin sonuna kadar geciktiriyorlardı. Onlara en çok sabah ve yatsı namazları ağır geliyordu. Nitekim biri uykunun en tatlı zamanı, diğeri ise rahat ve sükûnet vaktinde kılınan bu namazlar, kulun samimiyetini ispat edeceği en önemli zaman dilimlerine denk gelmektedir. Münafıklar, zekât ve sadakayı da gösteriş amaçlı veriyor, bu hususta gönülsüzlük ve cimrilik gösteriyorlardı.
Nifaka düşme tehlikesi
Hz. Peygamber, mümin ile münafığın durumunu karşılaştırırken ise şu benzetmeyi yapmıştır: “Mümin, rüzgârın yatırıp kaldırdığı (ama zarar vermediği) yeşil ekin gibidir. Münafık ise dimdik iken, rüzgârın bir defada kökünden söküverdiği servi ağacı gibidir.” (Buhari, Merda, 1)
Her ne kadar müminler, imanlarında şüphe olmasa da münafıklarınkine benzer davranışlar sergiledikleri zaman nifaka düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilirler. Dini uygulamalarda gevşeklik gösterme, söz ve davranışlar arasında uyumsuzluk şeklinde tezahür eden bu durum “ameli nifak” olarak adlandırılmıştır. Bu, müminlere yakışmayan bir tutum olduğu için Allah Teala, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (es-Saf 61/2) buyurmuş ve münafıklar gibi tavır sergilememeleri hususunda uyarmıştır.
Bir hadis “Ey insanlar! Şunu iyi biliniz ki, Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur.” (İbn Hanbel, V, 41) |
Abdest günahlardan arındırır
Hz. Peygamber’in “imanın ayrılmaz bir gereği” olarak nitelediği abdest yalnızca bedendeki kirleri temizlemekle kalmaz, insan daki olumsuz duyguları, negatif enerjiyi, hata ve günahların karasını da alır götürür. “Her kim abdest alır ve de abdestini güzelce almaya özen gösterirse, günahları vücudundan çıkar, hatta tırnaklarının altından süzülür gider’’ (Müslim, Taharet, 33) buyuran Allah Resulü, abdest ile yere dökülen her damlanın kişiyi günahlarından arındırmaya vesile olduğunu müjdelemektedir. O halde yıkanan yalnız abdest uzuvları değildir; Allah’ın rahmetiyle günaha bulanan her organ bu arınmadan nasibini almaktadır. Resul-i Ekrem bu arınışı şöyle dile getirmektedir: “Bir kişi abdest alır da yüzünü yıkarsa, gözleri ile baktığı her günah suyla -yahut suyun son damlasıyla- yüzünden çıkar gider. Ellerini yıkadığı zaman elleriyle işlediği her günah su ile -yahut suyun son damlası ile- beraber ellerinden çıkar gider. Ayaklarını yıkadığı zaman ayaklarının yürüyerek işlediği her günah su ile -yahut suyun son damlasıyla- birlikte çıkar gider. Sonunda o kul/kişi günahlarından arınmış olur. (Müslim, Taharet, 3 2)
Sultanahmet Camii (Mavi Cami)
Sultanahmet Camii, mavi çinileri nedeniyle Mavi Cami olarak da bilinir. İstanbul’da Sultanahmet semtinde Sultan Birinci Ahmed tarafından yaptırılan cami; medrese, darülkurra, sıbyan mektebi, türbe, arasta, dükkanlar, hamam, darüşşifa, imaret ve üç sebilden oluşmaktadır. 1609-1620 yılları arasında Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından yapılmıştır. Duvarlarla çevrili bir dış avlunun içinde yer alan cami, her ikiside kareye yakın planlı bir ibadet mekanı ile bir şadırvan avlusundan oluşur.
İbadet mekanını örten yirmi iki metre çapındaki ortak kubbe dört yandan yarım kubblerle çevrilmiş, boş kalan dört köşeye de birer küçük kubbe getirilerek tam bir merkezi plan şeması oluşturulmuştur.
Bir dua “Allah’ım senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak davranışı talep ediyorum. Allah’ım! Senin sevgini nefsimden, ailemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl.” ( Tirmizî, Da’avât 73) |
6 minarenin ikisi 2 şerefeli
Büyük kubbeyi taşıyan kemerlerin oluşturduğu daire kesitli dört fil ayağı dilimli yapılarak kalınlık etkisinin azaltılmasına çalışılmıştır. Caminin duvarları, ikinci pencere sırasına kadar mavi rengin egemen olduğu çinilerle kaplıdır. Duvarların ve fil ayaklarının yarıdan yukarısı, kemelerin, pandantiflerin, yarım kubbelerin ve büyük kubbenin içi gene mavi ağırlıklı kalem işleri ile bezenmiştir. Bu yüzden cami, özellikle Avrupalılar arasında “Mavi Cami” olarak bilinir. Dört yanı revaklı şadırvan avlusunun dış avluya bakan iki yan duvarıyla, caminin iki katlı revaklarla zenginleştirilmiş yan duvarlarının üstünde, zemin hizasında abdest muslukları sıralanmıştır. İkisi iç avlunun dış köşelerinde, dördü de cami kütlesinin köşelerinde yer alan minarelerin ilk ikisi ikişer öbürleri üçer şerefelidir.
Dış avluda, caminin güneydoğu köşesinde yer alan ve bir rampa ile çıkılan Hünkâr Kasrı bu uygulamanın ilk örneğidir. burası bugün Halı Müzesi olarak kullanılmaktadır. Caminin bodrumunda da Kilim ve Düz Yaygılar Müzesi açılmıştır.
Türk ve İslam dünyasının en ünlü anıtlarından birisi olan Sultan Ahmet Camii, İstanbul’a gelen herkes tarafından hayranlıkla ziyaret edilir. Klasik Türk sanatının bir diğer örneği olan bu Sultan Ahmet Camii orijinal olarak 6 minare ile inşa edilen tek camidir. Bulunduğu yer tarihi İstanbul şehrinin daha erken yapılmış diğer önemli eserleri ile çevrilidir. İstanbul şehrinin en güzel manzarası denizden görülür. Bu şahane manzarada caminin silueti yer alır. “Mavi Cami” olarak bilinen eserin asıl adı I. Sultan Ahmet Camiidir. Esas mesleğine yakışır şekilde, Mimar Mehmet Ağa, cami içini kuyumcu titizliği ile dekore etmiştir. 1609-1616 yılları arasında inşa edilen cami büyük bir kompleksin içerisinde bulunurdu. Bunlar bir kısmı zamanımıza gelemeyen sosyal ve kültürel içerikli yapılardı.
20 bin İznik çinisi
Kapalı Çarşı, Türk Hamamı, aşevi, hastane, okullar, kervansaray ve Sultan Ahmet’in türbesi belli başlı kısımlardı. Caminin mimarı klasik Türk sanatının ulu mimarı olan Koca Sinan’ın öğrencisiydi ve caminin yapımında hocasının daha önce denediği bir planı, daha büyük ölçüde uygulamıştı. Caminin esas girişi Roma devrinden kalan hipodrom tarafındadır. Bir dış avlunun çevrelediği iç avlu ve esas mekan yüksek bir podyum üzerindedir. İç avluya açılan kapıdan ortadaki sembolik şadırvan ve etrafı çevreleyen galerilerin üzerinden, fevkalade bir harmoni ile birbiri üzerine yükselen kubbeler görülür.
Caminin içini 3 taraftan çevreleyen balkonların duvarları, sayıları 20 bini aşan muhteşem İznik çinileri ile süslüdür. Bunların yukarısı ve bütün kubbe içleri ise boya işidir. Minareler klasik Türk üslubunun bir diğer örneğidir. Spiral merdivenlerle şerefelere ulaşılır. Kubbeler ve minarelerin üstleri kurşunla kaplıdır, bunların uçlarındaki alemler ise altın kaplamalı bakırdan yapılmıştır. Sultan I. Ahmed ile oğullarının ve annesinin türbesi burada bulunmaktadır.