Gündem Peride Celal hayatla ‘barışamadan’ öldü

Peride Celal hayatla ‘barışamadan’ öldü

18.06.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Türk edebiyatının en önemli yazarlarından Peride Celal’i kaybettik. Geçen cumartesi günü hayata veda eden Celal, ‘Ben hiçbir zaman kendimle barışmadım. Hâlâ barışmadım. Hayatla barışmadım’ diyordu

Peride Celal hayatla ‘barışamadan’ öldü

Selim İleri’nin “Ölçülü, uzak, hatta mütehakkimdi. Ne var ki gözlerinden sevecenlik okunuyordu. Diyebilirim ki, çevremdeki kişilere, artık aralarına katılmış olduğum öteki edebiyat insanlarına benzemiyordu. Davranışlarından beysoyluca bir tutum algılıyordunuz” sözleriyle tarif ettiği, Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Peride Celal’i kaybettik. 1916 yılında İstanbul’da doğan Peride Celal, geçen cumartesi günü 17.00 sularında hayata veda etti. Ünlü yazarın ne zaman, nerede defnedileceği bilgisi ailesinin isteği üzerine basınla paylaşılmadı; ailesi Celal için sessiz, sakin bir cenaze töreni istediğini belirtti.

Haberin Devamı

Ona göre edebi değeri yoktu
Saint Pulcheire Fransız Okulu’nda okuyan Peride Celal, bir süre İsviçre Bern’de Basın Ataşeliği’nde çalıştı. Edebiyat dünyasına 1935 yılında Sedat Simavi’nin Yedigün Dergisi’nde yayımlanan “Ak Kız’ın Hikayesi” adlı öyküsüyle başladı. Milliyet, Son Posta, Cumhuriyet, Tan gazetelerinde öyküleri, tefrika romanları, röportajları yayımlandı. Yazı hayatının ilk 15 yılında “Sönen Alev” (1938), “Yaz Yağmuru” (1940), “Ana Kız” (1941), “Kızıl Vazo” (1941), “Ben Vurmadım” (1942), “Atmaca” (1944, “Aşkın Doğuşu” (1944), “Yıldız Tepe”nin (1945) de aralarında bulunduğu aşk ve serüven romanlarıyla tanındı. Peride Celal bu 15 yıllık dönemde, geçimini sağlamak için yazdığı romanlarını hiçbir zaman benimsemedi ve onların edebi değer taşımadığını söyledi. Ülkü Tamer de bir köşe yazısında bu konuya değinir.
Tamer, Milliyet Yayınları’nın başındayken Peride Celal’in Milliyet gazetesinde tefrika edilen “Üç Yirmidört Saat” adlı romanını yayımlatmak için kendisinden randevu istediğini söyler: “Kafamda belirli bir ‘Peride Celâl imajı’ vardı. Benim için Kerime Nadir’ler, Muazzez Tahsin’ler çizgisinde yer alan bir yazardı o. Böyle yazarların kitaplarını yayımlamayı ise düşünmüyordum.” Tamer, Celal’i kibarca reddettikten sonra yanlış bir tutum izlediğini, en azından reddetmeden önce romanı okuması gerektiğini düşünür. Ve “Üç Yirmidört Saat”i okur, hemen Peride Celal ile görüşür: “Kafamdaki ‘imaj’dan, önyargıdan söz ettim. O gece ‘Üç Yirmidört Saat’i okuduğumu, kitabı hemen yayımlamak istediğimi söyledim. Özür diledim. ‘Biliyorum’ dedi Peride Hanım: ‘Dün yayınevinden çıkıp Cağaloğlu yokuşundan inerken, daha önce yazdığım bütün kitaplara lanet ediyordum.’ ‘Üç Yirmidört Saat’ kısa süre sonra çıktı. Çıkar çıkmaz da okurların, eleştirmenlerin büyük ilgisiyle karşılandı.”

Haberin Devamı

Karamsar bir çocuktum
Peride Celal daha sonra yazarlığında bir dönüşüm geçirdi: Bu yeni döneminde daha gerçekçi, daha toplumsal bir bakışla romanlar yazdı. Bu romanlar arasında ilk akla gelenler ise: “Evli Bir Kadının Günlüğünden” (1971), “Üç Yirmi Dört Saat” (1971), “Jaguar” (1978), “Kurtlar” (1991), “Mektup” (1994), “Melahat Hanım’ın Düzenli Yaşamı” (1999), “Deli Aşk” (2002).
Usta yazar, “Üç Yirmi Dört Saat” adlı romanıyla 1977 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü, “Kurtlar” adlı romanıyla ise 1991 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazandı.

Haberin Devamı

Babasızlığın verdiği yalnızlık...

Sözü Selim İleri’ye verelim. İleri, çok sıklıkla röportaj vermeyen, yazarın romanını yayımladıktan sonra okurdan uzak durması gerektiğini düşünen Peride Celal’in kendisine ısrarları sonucunda 1996 yılında bir söyleşi verdiğini ve orada geçmişini şu sözlerle anlattığını belirtir: “Geçmişe baktığım zaman... Hele ilk gençlik... Bir kere geçmişte o kadar sıkıntı çektim ki ben, yokluk, yalnızlık, maddî sıkıntılar... Karamsar bir çocuktum. Sanki herkesin üzerinde bir yüktüm. Üvey babam elbette değerli, çok iyi bir insandı. Annem olsun, üvey babam olsun, çok uğraştılar. Ama babasızlığın verdiği müthiş bir yalnızlık vardı. (...) Ben hiçbir zaman kendimle barışmadım. Hâlâ barışmadım. Hayatla barışmadım.”
Celal ile röportaj yapan gazetecilerin hiç unutamadığı görüntülerden biri de, yazarın oturma odasının ortasından tavana yükselen ağaçtır. Bir anlamda o ağacın kökü, her yıl yaprakları daha da yeşeren dallarıydı Peride Celal. Celal’in ölümüyle Türk edebiyatının en devasa ağaçlarından biri tüm yapraklarını dökmüş oldu.