Gündem ‘Senaryo yazarken korktuğum oluyor’

‘Senaryo yazarken korktuğum oluyor’

12.08.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:

Locarno Film Festivali’nde genç yeteneklere odaklanan Concorso Cineasti del presente adlı yarışmanın jüri başkanı olan korku filmlerinin usta yönetmeni Dario Argento, “Rüyalardan ve bilinçaltımdan ilham alıyorum” diyor

‘Senaryo yazarken korktuğum oluyor’

Korku sinemasının büyük ustası, ‘Suspiria’, ‘Derin Kırmızı’ ve ‘Inferno’ gibi korku türünün mihenk taşlarının yönetmeni Dario Argento, Locarno Film Festivali’nin genç yeteneklere odaklanan Concorso Cineasti del presente adlı yarışmasının jüri başkanı. Korku sinemasına sanatsal yaklaşımıyla tanınan yönetmen, ‘giallo’ alt türündeki başyapıtlarıyla tanınıyor. Locarno’da bir araya geldiğimiz Argento ile sinemasını konuştuk.

Haberin Devamı

‘Suspiria’nın yeniden çevrimi yapım aşamasında. Neler olduğunu takip ediyor musunuz?

Uzun bir hikâye, çok tuhaf ama ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Bütün bilgimi gazetelerde yazılanlardan öğreniyorum yeniden çevrim konusunda. Hikâyenin hakları 7 yıl önce 20th Century Fox’a satıldı. Sonra başka bir şirkete devredildi. Hiçbir bilgim yok. Bir kere bile bana bu konuda telefon edilmedi, kimse tek bir şey sormadı, ne mekân ne oyuncu seçimi ne de senaryo konusunda. Bence bu çok tuhaf ve benim için de gizemli bir durum. Ne de olsa filmin yaratıcısıyım. Yeniden çevrimde en azından bir fikrimin sorulmasını beklerdim.

Hikâye anlatımına ilginiz nereden geliyor?

Ergenlik dönemimde yazma konusunda bir tutku duyuyordum. Şiirler, kısa hikâyeler yazardım. Herhalde izlediğim filmlerin ve okuduğum kitaplarım etkisinde kaldım. Edgar Allen Poe gibi yazarlardan etkilendim. Derken gazeteci olarak çalışmaya başladım. Film eleştirmeniydim. Filmleri eleştirmen gözüyle izlerdim. Bir sonraki adımda senaryo yazmaya başladım ama sadece kendim için yazıyordum. Sergio Leone’nin ‘Once Upon a Time in the West’inin senaryosunu yazma şansını yakaladım. Sonra başka senaryolar da yazdım. Bir noktada bu senaryoları ben mi çeksem diye düşünmeye başladım. Senaryomu bir yapım şirketine götürdüm, ilgilendiler. O başarılı olunca devamı geldi. Belki bu hikâyeyi düz bulacaksınız ama bu işe böyle başladım.

Haberin Devamı

‘IŞİD gerçekliği her şeyi ezer’

İlhamınızı hayattan mı alıyor musunuz filmlerden mi?

Hayattan almadığım kesin. Evet, filmler ilham kaynaklarımdan biri. Rüyalardan ve bilinçaltımdan da ilham alıyorum. İçten içe hissettiğim şeylerden, karanlık tarafımdan besleniyorum. Bence birçok filmimin dünyanın değişik yerlerinde başarılı olmasının sebebi de bu. Psikolojiden ve bilinçaltından beslendiğim için herkesi etkiledi.

Yazarken kendi fikirlerinizden korktuğunuz oluyor mu?

Evet, bazen. Zaman zaman boş bir sayfanın önüne oturuyorum ve sahnenin şekillenmesini görüyorum. Fikirlerim o sahneyi oluşturmaya başlıyor. Sanki bilgisayar ekranında sahne canlanıyor gibi. Bazen bunlar beni korkutuyor. Çok derinlerde bir yere dokundukları için beni korkuttukları oluyor.

Haberin Devamı

Günümüz korku sinemasının her şeyi gerçekçi kılma çabası hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizin filmleriniz bunun tam tersi…

Bence korku türünün hâlâ en iyi örnekleri, hayal gücüne dayanan ve yaratıcılarının bilinçaltından yola çıkan filmler. Gerçekçi olmaya çalışan filmler izleyiciye fazla gelebilir. Günümüzün gerçekliğinin bir parçası IŞİD mesela. Onların yaptıkları, gerçekçi film çekmek isteyenleri ezer geçer.

Filmlerinizde Joan Bennett ve Alida Valli’nin aralarında olduğu çok önemli oyuncularla da çalıştınız.

Her zaman sinemanın hayranı ve izleyicisi oldum. Divaları, klasik filmleri severim. Dolayısıyla filmimde ileri yaşta birinin canlandıracağı bir rol olunca aklıma hep sinemanın divaları gelir. Genellikle cadı rolleri filan oynamaları gerekti ama ne yapayım, roller öyle.

‘70’lerdeki filmlerin malzemesi doğanın gücüne sahipti’

1970’lerdeki filmlerinizdeki renkleri nasıl elde ettiniz?

Haberin Devamı

O dönemde yapmaya çalıştığımız hayal gücünü yansıtan, abartılı ve fantastik renklerdi. Bunu da farklı filmler kullanarak yaptık. Şimdi dijital olarak yapılıyor, dolayısıyla o dönemin renklerini elde etmek mümkün değil. Dijital teknoloji asla o renklere erişecek kadar güçlü olmayacak. O zaman kullandığımız malzeme organikti. Ağaç, selüloit, suyla temasa geçiyordu. Bunlar hep doğanın sağlayabildiği harikalardı. Dolayısıyla doğanın gücüne sahipti. Bugün dijital aynı şeyi veremez. Dijital mavi, Kodak mavisi olamaz. Dijital kırmızı, Fuji kırmızısı olamaz.