17.08.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
ZEYNEP MİRAÇ
Verges 1925’te Tayland’da, Fransız diplomat bir baba ve Vietnamlı bir annenin ikizlerinden biri olarak dünyaya geldi. Daha sonra Reunion Komünist Partisi’nin lideri olan kardeşi Paul ile onu komünizme götürecek düşünceleri, Fransız kolonisi Reunion adalarında büyürken gelişti. 2. Dünya Savaşı’nda savaştıktan sonra Fransız Komünist Partisi’ne üye oldu.
Müstakbel eşini savundu
Paris Üniversitesi’ndeki hukuk eğitiminin ardından Kolonyal Öğrenciler Birliği’nin başkanı oldu ve burada Pol Pot ile tanıştı. “™eytanın avukatlığı”na ise Cezayir bağımsızlık savaşı sırasında Fransa’ya karşı terörizm suçlamalarıyla yargılanan Cezayirlileri savunarak başladı. Müvekkillerinden biri, 1957’de ülkedeki kafeleri bombalamak suçuyla idama mahkum edilen Cemile Buhayrad’di. Daha sonra alameti farikası haline gelecek olan, iddia makamını aynı şekilde suçlama tekniğiyle onu ipten kurtarmakla kalmadı, aşık oldu. Evlendi, karısının dinini, İslam’ı seçti, iki de çocukları oldu.
Onun savunma stratejisi bütün sistemi tersine çevirmekteydi. Alttan almıyor, suçlamalara karşı suçlamalarla karşılık veriyor ve mahkemeyi değil kamuoyunu yanına çekiyordu.
Kazanan hep Verges oldu
Buhayrad’la Mao ile oturup çay içtikleri, Che ile dostluk ettikleri bir ilişkileri oldu. Ama uzun sürmedi.
Verges 1970’te bir anda yok oldu. Karısını ve çocuklarını bırakarak. Ta 1978’e dek... Bu sekiz yıldan geriye Filistin’de, Kongo’da ya da Kamboçya’da militanlarla beraber olduğuna dair spekülasyonlar kaldı sadece. Ve Verges’in “hayatımın karanlık tarafı” sözü. “Aynanın diğer yanına” geçmişti.
Dönüşü ise deyim yerindeyse “muhteşem” oldu. İsrail’e karşı Filistinlilerin şiddetini de savundu, Nazi bombacılarını da... Müvekkilleri davaları kaybetse de o hep kazandı. Mahkeme salonunda yarattığı atmosfer dilden dile dolaştı. Savunulacak yanı olmayanları savunmaktan haz aldığı belliydi.
Onun için adalet savunma hakkı demekti çünkü. “Herkesin savunulma hakkı vardır” diyordu, “Ve bu, her avukatın görevidir. Savunmak ve suçlamayı noktası virgülüne kadar tartışmak. Sanırım bu bir demokraside normal bir adımdır”.
Bush’u bile savunurum
Sınırları yok muydu? Bazen olduğuna dair işaretler veriyordu. 2004’te Saddam Hüseyin’i savunmaya talip olduğunda ona bu imkansız işe nasıl giriştiğini soranlara şu cevabı verdi: “Saddam’ı savunmak kaybedilmiş bir dava değildir. Kaybedilmiş dava, George W. Bush’u savunmaktır”.
Ne var ki 2007 yapımı “Terörün Avukatı” adlı belgeselde “Hitler’i de savunur muydunuz?” sorusuna “Bush’u bile savunurum” diye karşılık vermişti. ™eytanın avukatının “şeytan”ı da Bush’tu belli ki.
İnsanları ters köşeye yatırmayı seviyordu. Der Spiegel ile yaptığı, çok ses getiren söyleşide teröristlere saygı duyduğunu söyledi. Keskin zekası ile ona yöneltilen eleştirileri savuşturmak da belli ki özel zevkiydi. Muhabir ona Gestapo Klaus Barbie’yi savunurken kırmızı çizgileri aşıp aşmadığını sorduğunda bıyık altından gülerek şöyle cevapladı: “Hangi kırmızı çizgi? Benim işim insanları savunmak. Barbie benden ari ırkın üstün olduğunu söylememi istese, ‘kusura bakma’ derim, “Ben bir avukatım, Nazi subayı değil”.
Terörist özgürlük savaşçısı
Verges, 2009 yılında bir konferans için İstanbul’a gelmiş ve NTV’nin sorularını yanıtlamıştı. Abdullah Öcalan’ı savunup savunmayacağı sorusu üzerine “Öcalan dahil herkes savunulabilir” demişti; “Bir davanın arkasında geniş bir halk desteği varsa, terörist olmakla suçlanan biri özgürlük savaşçısı olarak savunulabilir. Benim bu konudaki en önemli kriterim, strateji konusunda avukatla mahkumun kesinlikle hemfikir olması. Carlos’la birlikte dört ay çalıştım ve yollarımızı ayırmak zorunda kaldım. Çünkü strateji konusunda ayrıldık.” Verges Alaaatin Çakıcı’yı da savunmuştu.
Son büyük davalarından biri 2011’deydi. Eski arkadaşı, Kamboçya’nın eski komünist lideri Khieu Samphan’ı, soykırım suçlamalarına karşı savundu. İddia makamına Napolyon’un bakanı de Talleyrand’ın sözünü hatırlattı: “Aşırı olan her şey beyhudedir”. “Sizin de söylediğiniz her şey aşırı, dolayısıyla beyhude. Dilerim jüri bunu hatırlar. Umarım zamanınızı almamışımdır.”
Hayatını anlatmaya bayılıyordu. Belgesel filminde oynamanın yanı sıra yirmi kitap yazdı. Bunlardan biri “Parlak Zekalı Piç” adındaki otobiyografisiydi. Seri katilden mülhem “Seri Avukat” adını verdiği bir de oyun yazdı. Metis Kitap tarafından Türkçe yayımlanan “Savunma Saldırıyor” kitabında hukukun çifte standardına tekmeyi şu cümlelerle vuruyordu:
“Devlet güçlü olduğu sürece adalet gerçekten bir devlet meselesidir; ama buhran içine düşmeye görsün, yeniden büyük harfli oluveren Adalet’e hesap vermek zorunda kalır.
Kurallar ona karşı çıkarılır
Artık hükümran olarak davranacak gücü kalmadığı içindir ki, kudretli döneminde saptadığı kuralların bu kez kendine karşı çıkarıldığını görür. Oysa adalet, ister ilah gibi süslensin, ister paçavralara bürünsün, yönetici sınıfların emrindeki şu işlevini değiştirmez: Yasanın çiğnenmesiyle ortaya çıkan toplumsal çelişkileri bu sınıfların lehine çözmek.” Ne diyelim. Şeytanın avukatı öldü. ™imdi Mahkeme-i Kübra düşünsün.
Verges Lübnan Silahlı Devrim ordusu (LARF) aktivisti George Ibrahim Abdallah’ı savunurken.
Che ve Mao’nun dostu
Jacques Verges savunduğu ünlü sanıkların yanısıra sıradışı dostluklarıyla da tanınıyordu. Soğuk Savaş yıllarında Çin lideri Mao Zedong, Kamboçya’da Kızıl Kımerlerin yaptığı soykırımdan sorumlu tutulan Pol Pot and efsanevi devrimci Che Guevara’yla arkadaştı. Verges radikal solcu militan Magdalena Kopp’u ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün pek çok ismi, Humeyni’yi ve Irak Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz’i de savunmuştu.