Gündem SULTANAHMET MEYDANI’NIN ÖYKÜSÜ - II

SULTANAHMET MEYDANI’NIN ÖYKÜSÜ - II

08.12.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

1204 tarihinde başlayan Latin İstilası Hipodrom’un sonunu getirir. Büyük oranda yağmalanan şehrin yanı sıra bu yapının da kıymetli parçaları sökülerek İtalya’ya taşınır veya eritilerek çeşitli amaçlarla kullanılır. Muhtemelen 1491 sonrası bir tarihte çizilen bir gravürde Hipodrom yani günümüz Sultanahmed Meydanı büyük bir yıkıntı halindedir...

SULTANAHMET MEYDANI’NIN ÖYKÜSÜ - II

Bugün Hipodrom’dan günümüze ulaşan ve hâlâ görülebilen anıtlar ise iki dikilitaş ile burmalı sütundur. Bu anıtlar içinde yer alan ve Dikilitaş (Obeliks) olarak bilinen sütun İstanbul’da yer alan en eski anıttır. MÖ. 1479-1425 tarihleri arasında hüküm süren Firavun III. Thutmosis tarafından iktidarının 30. yılı münasebetiyle Karnak’ta bulunan tapınağın önünü diktirilen ve firavunun zaferlerini anlatan bu anıt, kırmızı Asuan granitinden yapılmış olup, orijinal yüksekliğinin 31.59 metre olduğu bilinmektedir. Bir dönem yerinden sökülen ve uzun bir süre İskenderiye’de bekletilen obeliks daha sonra Konstantinopolis’e getirilmiş ve 390 yılında İmparator I. Theodosius döneminde bugünkü yerine dikilmiştir. Karnak’taki yerinden sökülürken kırılan obeliksin günümüzdeki uzunluğu 19.59 metre olup kaidesi ile birlikte 24.87 metre yüksekliğe erişmektedir. Kaidesinin dört yüzünde de Hipodrom’da bulunan imparator tasvirleri ve obeliksin 32 gün süren dikilme hikâyesini anlatan biri Latince diğeri Grekçe iki kitabe bulunmaktadır.

İkinci anıt: Örme Sütun
Daha güneyde yer alan ve Örme Sütun adıyla bilinen ikinci anıt ise, kitabesinden öğrendiğimize göre imparator Constantin VII. Porfirogenetos (944-959) tarafından yenilenmiş olup, bugün hâlâ bağlantı kenetlerini gördüğümüz bronz plakalarla kaplatılmış bir anıttır. Muhtemelen ileride Circus Maximus’ta olduğu gibi yerine ikinci bir obeliks dikilmek üzere erken dönemde yapılan bu anıt, Mısır’dan ikinci bir dikilitaşın getirilmemesi üzerine süslenerek varlığını sürdürmüştür. Latin istilası sırasında üzerinde bulunan bronz plakalar sökülerek eritilmiş ve yaklaşık 800 yıldır görüldüğü şekilde varlığını sürdürmeye mecbur kalmıştır.

İstanbul’u koruyan tılsım
İki dikilitaşın arasında bulunan Burmalı Sütun ise MÖ. 478 yılında Grek şehir devletlerinin Plataia’da Perslere karşı kazandığı zafer şerefine hazırlanmış olup Delphoi’deki Apollon Mabedi’nin önünde dikilmiştir. Bu sütunun ismi birbirine dolanmış üç yılandan gelir. Bu yılanların başları üç ayak şeklinde olup altın bir kazanı desteklemektedir. İçinde hiç söndürülmeyen bir ateş yanan bu kazanın, MÖ. 357-346 arasında savaş masraflarını karşılamak için eritildiği söylenir. İstanbul’un başkent olarak yeniden yapılanması sırasında muhtemelen 324’te bulunduğu yerden alınarak Spina duvarı üzerine dikilen bu anıtın başlarından birinin bir yeniçeri tarafından kırıldığını, böylece o güne kadar İstanbul’u çıyan, yılan, akrep gibi hayvanlardan koruyan bu tılsımın bozulduğunu ve şehre bu hayvanların doluştuğunu Evliya Çelebi aktarmaktadır. Sütunun altında yer alan ve 1855’de yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılan kaidesinde Platea Savaşı’na katılan 31 şehir devletinin isimleri sıralanmaktadır. Yok olan yılan başlarının birinin alt çenesi ise İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde teşhir edilmektedir.

Eserler İtalya’ya kaçırıldı
1204 tarihinde başlayan Latin İstilası Hipodrom’un sonunu getirir. Büyük oranda yağmalanan şehrin yanı sıra bu yapının da kıymetli parçaları sökülerek İtalya’ya taşınır veya eritilerek çeşitli amaçlarla kullanılır. Muhtemelen 1491 sonrası bir tarihte çizilen bir gravürde Hipodrom yani günümüz Sultanahmed Meydanı büyük bir yıkıntı halindedir. Bu rağmen yapının Spendon olarak isimlendirilen bölümünün kolonlarla çevrili revak bölümünün bir kısmını ayakta olduğu anlaşılmaktadır. Spina duvarı üzerinde ise çok sayıda kolon ve dikilitaş bulunmakta olup bu kolonların birinin üzerinde bir de heykel bulunmaktadır. Aynı şekilde yapının Kadisma denilen imparatorluk locasının da iki katlı olarak varlığını koruduğu anlaşılmaktadır. Büyük bir olasılıkla oldukça viran görülen bu yapı 1509’da vuku bulan ve “Kıyamet-i Suğra”(küçük kıyamet) adıyla anılan deprem sırasında tahrip olmuş ve büyük ölçüde malzemesi hızla yenilenen şehrin imarında kullanılmıştır.

Haberin Devamı

Hipodrom alanı müze olmalı

Bilen bilir; Hipodrom’un Spina duvarına veya onun zamanla yükselen daha üst bölümüne en son anıt geçen yüzyılda yapılır. Alman İmparatoru II. Wilhelm’in 1898’de gerçekleşen ikinci ziyareti anısına ithaf edilen ve açılışı imparatorun doğum günü olan 27 Ocak 1901’de yapılan Alman Çeşmesi bu aksı belirtmesi açısından önemlidir. Rundbogenstil olarak anılan Alman neo-rönesans üslubu ile Bizans mimarisinden ilham alan neo-Bizans üslubun birlikteliğini yansıtan bu çeşme, tümüyle Almanya’da imal edilmiş ve bugünkü yerine monte edilmiştir.
İki bin yıla yakın bir zamandır İstanbul’un günlük hayatının içinde yer alan bu alanı, pek azımıztanır, bilir. Gerek Hipodrom yapısı gerekse bu alanı süsleyen Sultanahmed Camii ve İbrahim Paşa Sarayı gibi yapılar ile anıtlar, rastgele dikilen ağaçlar nedeniyle görünmez haldedir. Tüm dünyada bu gibi alanlar etkileyici görünümleri ortaya çıksın diye boş bırakılır. Bizler ise sanki utanılacak yapıları örtercesine saklamayı marifet sayarız.
Şehrin giderek artan turizm potansiyeli göz önüne alınarak Hipodrom’un orijinal zeminini ortaya çıkaracak, bu alanı müze olarak düzenleyecek ve şehir yaşayanları ile turizmin hizmetine sunacak kazılara bir an evvel başlanmasını ümit ederim.

Haberin Devamı

Hipodromdan ‘Atmeydanı’na

XVI. yüzyılın başlarında artık bir meydan haline gelen yapının güneybatı köşesine ünlü sadrazam İbrahim Paşa daha sonraları acemioğlan mektebi olarak kullanılacak olan sarayı, günümüzün Türk İslam Eserleri Müzesi’ni yaptırır. Bir süre sonra hemen karşısına ise Kaptanıderya Sinan Paşa Sarayı inşa edilir. Ancak meydanın günümüzdeki anıtsal görünüşüne kavuşması Sultan I. Ahmed (1603-1617) tarafından yapımına 1609’da başlanan Sultanahmed Camii ve külliyesiyle olacaktır. Mimar Sedefkar Mehmed Ağa tarafından yapımı üstlenen cami ve külliyesi 1616’da tamamlanır. Tüm Osmanlı coğrafyasındaki altı minareli tek cami olan bu yapı, türbe, medrese, imarethane, tabhane, hamam, kasr-ı hümayun, sıbyan mektebi, sebil gibi yapılarla donatılır.
Hipodrom yapısı artık tarihe karışmış yerini günün deyimi ile Atmeydanı almıştır. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasını takiben Yeniçeri hatıralarını hatırlattığı düşüncesi ile meydanın adı Ahmediye olarak değiştirilir. Geçen yüzyıllar içinde çeşitli amaçlarla, örneğin sultanların çocukları için yapılan törenlerde gösteri ve seyir alanı olarak da kullanılan bu meydanda 1863’te Sergi-i Umumi-i Osmani açılır. Meydanın güney yönüne 1866’da günümüzde Marmara Üniversitesi rektörlük binası olarak kullanılan Ziraat, Maadin ve Orman Nezareti ile halen Sultanahmed Endüstri Meslek Lisesi olarak kullanılan Mekteb-i Sanayi binaları inşa edilir. 1894 depremi sırasında büyük hasar gören bu yapılar, mimar Raimondo d’Aranco tarafından yenilenir ve köşedeki yapı Yeniçeri Müzesi olarak düzenlenir. Meydana yapılan son anıtsal yapı, İbrahim Paşa Sarayı’nın bir bölümünün yıkımı ile 1910’da mimar Vedat Tek tarafından yapılan Defter-i Hakani Nezareti binasıdır.