23.09.2009 - 01:02 | Son Güncellenme:
Merhaba Rumeli - 3 / Devrim Sevimay
PRİZREN
Üsküp’ten Kosova’ya doğru hareket ettiğimizde saat 07.40’tı. Yol boyunca birkaç kez NATO’nun araçlarıyla karşılaştık, ki karşılaşmasaydık da her sarsıntıda kendilerini zaten hissediyorduk. Selanik limanının gediklisi ağır NATO zırhlılarının bozduğu asfalt delik deşik. Makedonlar şimdi burası için çok yanıyor; “Keşke savaş zamanında NATO’ya, bizi almazsanız biz de yolumuzu size kullandırmayız deseydik” diyorlar, ama tabii iş işten geçeli bir 10 yıl oluyor.
Sonuçta Büyük İskender’in dahi kullandığı bu mecburi güzergâhtan giderek 08.20’de sınıra vardık. Beş dakika bile sürmeyen pasaport kontrolünden sonra artık dünyanın en genç ülkesindeydik. Ancak biz ne Kosova’yla ilgileniyorduk ne de başkenti Priştina’yla. Bir günlük gezimiz sırasında tüm vaktimizi ayırmayı istediğimiz tek yer Prizren’di.
Prizren, 1800’lerdeki Sırp isyanlarından bu yana verdiği büyük göçe ve hatta şimdiki nüfusunun yüzde 60’ını Arnavutların oluşturmasına rağmen hâlâ bir Türk şehri. Niye bilmiyoruz, ama belli ki Prizren kime ev sahipliği yaptığından da bağımsız tılsımlı bir şehir.
Her yerinden su fışkırıyor
Toplam üç buçuk saatlik bir yolculuktan sonra girdiğimiz kentte bizi ilk karşılayan Fatih Sultan Mehmet Namazgâhı’ydı. Fatih Prizren’e girdikten sonra yapılan ilk Osmanlı eseri. NATO’ya bağlı Türk Tabur Komutanlığı’nın Kosova’da görevlendirildikten sonra yaptığı ilk iş de burayı restore ettirmek olmuş. Bakıyoruz, banklarının üzerinde “Ankara Büyükşehir Belediyesi” yazıyor.
Namazgâh’ı bırakıp Prizren’in içerlerine ilerlediğimizde gözümüz hemen kentin arkasındaki Şar dağına takılıyor. Tüm açıyı kaplamış, adeta duvar gibi... (En iyi Müzeyyen Senar bilir herhalde: Kazların kalktığı dağ Şar dağı mıydı, Maya dağı mı, yoksa ikisi aynı mı?)
Dağın hemen ardından su sesini fark ediyoruz, ama hangi yöne bakacağımız konusu karışık. O kadar şırıl şırıl bir kent ki, hem ortasından Bistriça Deresi (Duru Dere) geçiyor, hem de dört bir yanındaki çeşme veya şadırvanlardan sular akıyor. Hatta eskiden hemen her evinin önünde “potok” denilen, küçük kanallar da olurmuş. Yeraltından gelen soğuk sularla dolan bu potokları buzdolabı gibi kullanırlar, içinde meyve, et, süt saklarlarmış.
Su sesinin yönü gibi köfte kokularının yönü de karışık Prizren’de. Önünde sandalye-masa olan her lokantadan ayrı bir çeşit köfte kokusu geliyor. O lokantaların kenarında kedi gibi dolaşırken ise bir şey daha dikkat çekiyor: Prizren Türkçe konuşuyor! Türk olmayanlar dahil. Arnavutlar, Goralılar, Romlar... İyice anlıyorsunuz ki, evet, burası Kosova’nın kültür kenti ve kültür de Türk kültürü.
Nereye baksanız Türk konağı
Zaten etrafınızda nereye baksanız ya tipik bir Türk konağı görüyorsunuz, ya Sinan Paşa Camii’ni, ya Gazi Mehmed Paşa Hamamı, ya Emin Paşa Külliyesi, Prizren Saat Kulesi veya kalesini... Osmanlılara ait tam 84 yapı. En güzeli hangisi derseniz de kesinlikle Taşköprü. Sanki bir ressamın fırçasından Bistriça’yla birlikte resmedilmiş, sanki üzerinden geçtiğinizde bir masalın da içine girecekmişsiniz gibi...
Lowry’nin kastettiği Bursa
Derken birden gözümüze bir minare çarpıyor. Kubbesi yok, sade kendi kalmış. Soruyoruz; Arasta Camii’ymiş bir zamanlar. Diğer adı Evrenos Bey Camii. Evrenos’u duyunca aklımıza hemen ABD’nin ünlü Osmanlı tarihçilerinden Prof. Dr. Heath Lowry geliyor.
Osmanlıyı anlamak için en kilit yerin Balkanlar, Balkanlar’ı anlamak için de en kilit ismin Evrenosoğulları olduğunu söyleyen Lowry bir söyleşimizde şöyle demişti:
“Evrenos’u araştırdıkça muazzam bir şeyle karşılaştım: Erken Osmanlı dönemindeki akıncılar elinde kılıç, ‘Ya Müslüman olacaksın ya keseceğiz’ demiyordu. Uç beyleri, başından itibaren bir sistemle girmişler Balkanlar’a. Evrenos Bey her gittiği yerde kanallar, kervansaraylar, yollar, köprüler, imarethaneler yaptırmış. Yani, adamların bir elinde kılıç varken, bir yandan da Balkanlar’a küçük küçük Bursa’lar inşa etmişler. Bu çok ciddi bir kuruluş projesi. Çok geniş bir perspektif. Balkanlar’da karşımıza çıkan manzara, bambaşka bir erken Osmanlı dönemi.”
Aklımıza gelen bu konuşmadan sonra Prizren’e şöyle bir daha baktık. Niye tılsımlı bulduğumuzu sanki artık daha iyi sezer gibiydik: Burası tarihin kanlı bir fetih sahnesinden ziyade, bir kültürün el emeği göz nuru. Buraya galiba kılıçtan çok insan eli değmiş. Ve o kadar kilitlemiş ki kendini kendinden olmayana, 1998-99 çatışmalarında tüm Kosova büyük yıkımlar yaşarken dahi bir Prizren tılsımını koruyabilmiş.
Prizren’in Lakuriç tarafındaki evlerinden birine misafir olduk. Evin gözbebeği Ayşe Nine, söylediğine göre 100 yaşında. Oğulları da, unukaları (torun) da çok, ama onun varsa yoksa “celin”leri (gelin). “Celinlerim bana çok isla bakay” diyor, başka bir şey demiyor. Kökleri yüzyıllar öncesinden Tokat’a dayanan ve hafif Karadeniz şivesiyle konuşan nineye “Hangi yemeğiniz ünlüdür?” diye sorduk; “Tava” dedi.
Tava, Prizrenli Türklerin düğün, bayram yemeği imiş. İsterseniz tarifini Ayşe Nine’yle celini Fehmiye Hanım’ın ağzından kısaca aktaralım da, belki önümüzdeki bayram bir Prizren yemeği yaparsınız: Dana etini avuç içi büyüklüğünde iri iri doğrayın. Az suda ve suyunu çekene kadar haşlayıp bir kenara koyun. Diyelim ki etiniz bir kiloysa bir kilo soğan, bir kilo biber, yarımşar kilo kara patlıcan (yani bizdeki patlıcan), patlıcan (yani bizdeki domates) ve 250 gram bamyayı da alıp bir taşım kaynatın. Sonra hepsini bir güvece yerleştirin, etleri de ortasına dizip, üzerleri kızarana kadar fırına verin. Ayşe Nine’nin söylediğine göre çok “isla” (güzel) oluyormuş. Hele de Fehmiye celini yaparsa...
HALVETİ TEKKESİNDE KEÇE KÜLAH
Tasavvufun güçlü olduğu Balkanlar’da, özellikle Kosova’da tekke çok; Halveti, Rufai, Bektaşi, Mevlevi, Şazeli ve dahası... Bizim bahçesinde oturduğumuz bu tekke de Halveti tekkesi. Yanımızdaki amca 75 yaşında bir Arnavut. Başındakine “kapuç” veya “keçe” deniyor. Bilhassa Prizren’deki eski Arnavutlar takıyor. Diyorlar ki, bu keçe külahını Kosova’daki bir Türke ölse taktıramazmışsınız. Olsun... Takmasınlar... Arnavut amca takmış ve gül kokulu tekkenin ortasında da son derece mutlu.
ANKARA 1298 KM
Prizren’e gelip de Kosova Türk Tabur Görev Kuvvet Komutanlığı’na gitmemezlik olur mu? Biz de hemen ana caddedeki benzinciye gelmeden tabelanın gösterdiği yerden sağa kıvrıldık ve 10 saniye sonra taburdaydık. O kadar şehrin içinde bir tabur. Halk da bundan son derece memnun. Konuştuğumuz tüm Prizrenlilerin gözleri parlıyor Türk taburu deyince. Tabii Türk taburunun da Türkiye’den gelen birilerini görünce... Kapıdaki astsubaydan komutanına kadar herkes ilgiyle karşıladı bizi. İçeride revirden sağlık hizmeti almaya gelmiş çocuklu bir Arnavut ailesi vardı. Osmanlı 1455’te Prizren’de ilk bu Sultan Murat Kışlası’nı kurmuş. Kosova Barış Gücü bünyesindeki Türk Taburu da 1999’da Prizren’e geldiğinde ilk bu Sultan Murat Kışlası’nda konuşlanmış. Aradan geçen 555 yıl, ama Anadolu’dan giden askerler hâlâ aynı yerdeler. Sadece şöyle bir fark var: Şu anda kışlanın içindeki yol levhasının üzerinde “Ankara 1298 km” yazıyor. Tabii 1455’le ikinci önemli fark da tam kapıdan çıkarken karşılaştığımız Feride Yüzbaşı.
NOT DEFTERİ
- Prizren’in bayramlarında kimse tatile falan gitmez, bütün Prizren bayramı birlikte kutlarmış. Türk kahvesi ve lokum burada da âdettenmiş.
- Biz Prizren âdetlerinden birine sokaklarının direklerinde rastladık. Mavi bir kağıt asılıydı bir direğe. Üzerinde o gün vefat eden bir Prizrenli’nin cenaze bilgileri, altında da “Acıyanlar” diye bir başlık. Yani aile fertleri, cenaze sahipleri ve onların isimleri. Bir evde kim vefat etse civar sokakların direklerine böyle bir ilan yapıştırılır, görenler de mutlaka gidermiş cenazeye.
- “Acı Hayat” dizisi yayımlandı mı Prizren ve tüm Kosova’da trafik duruyormuş. Tek sebebi dizi karakterinin adının Mehmet Kosovalı olması. Hatta bir lisede Osmanlı’ya isyan eden milli kahramanları İskender Bey’in çerçevesinin üstüne öğrenciler Kenan İmirzalıoğlu’nun posterini yapıştırmışlar. Sonra da uzun bir süre “Gençlik nereye gidiyor” diye tartışmışlar.
- Kosova’da Goralı diye bir halk var. Gerçi Bulgarlar Bulgar, Türkler Türk, Sırplar Sırp, Arnavutlar Arnavut diyor Goralılara, ama onların yanıtı “Biz sadece Goralıyız” şeklinde oluyor. Müslümanlar. Bir kısmı Türkçe biliyor. Genellikle yüksek yerlerde yaşıyorlar. Çanakkale Savaşı’nda 480 Goralı şehit olmuş. Duyduğumuz iki Goralı isim: Gazeteci Yasemin Çongar ve eski DGM Savcısı Talat Şalk.
AHMET TÜRK’E KOSOVALI TÜRKTEN MESAJ VAR
‘Biz tek bir Kosovalı bile öldürmedik’
Kaldırımda giderken altında bermuda, üzerinde penye, güleç yüzlü genç bir adam gördük. Arkasındaki tabelada kocaman “Kosova Demokratik Türk Partisi” yazıyor. Selamlaşınca baktık, meğer o partinin Prizren Şube Başkanı’ymış. Adı Orhan Lopar. Ankara Dil Tarih’in felsefe bölümünden mezun. Kasım’daki seçimlerde Prizren Belediye Başkan adayı. Hemen girdik içeri, oturduk, açtık teybimizi:
Nedir sizin partinizin kimliği?
TBMM’deki partilerin hepsini topla, işte biz oyuz. Yani bir ideolojiden ziyade buradaki Türkiye Cumhuriyeti’nin partisiyiz.
Güçlü müsünüz?
Bir Çin atasözü vardır: “Bir Türk beş Çinliden akıllıdır, ama beş Türk bir Çinliden akıllı değildir” diye. Biz hâlâ bir Türk olarak devam ediyoruz yolumuza. Çünkü bizim bölünme veya parçalanma gibi bir lüksümüz yok. O bölünme örneğini Makedonya’daki Türk partileri arasında görüyoruz ve gerçekten üzülüyoruz.
Kaç milletvekiliniz var?
Üç. Oy dağılımındaki karşılığımız çok az, ama burada baraj yok, herkes kendini gücü oranında temsil edebiliyor.
Peki, nedir buradaki en büyük sorununuz?
Savaştan sonra dil meselesi en büyük sorunumuz.
Siz resmi dil olmasını istiyorsunuz...
Şimdi bakın dünya hukukunda kanunların gerisine hiçbir zaman gidilmez. Kanunların gerisine gidildiği zaman zaten diskriminasyon olur. Şu anda Kosova’da Türklere karşı yapılan şey de diskriminasyondur. Neden? Çünkü eskiden 1974 anayasasına göre Kosova’da üç tane resmi dil vardı: Hırvatça, Arnavutça, Türkçe. Türkçe Kosova’nın bir medeniyet diliydi. Yani eğer sen şehirli olmak istiyorsan Türkçe bilmek zorundaydın.
Sonra nasıl değişti durum?
Sonra Türkler iki büyük sorunla karşılaştı: Göç ve asimilasyon. Evinde Türkçe konuşanlara gidin sorun çoğu “Ben Arnavutum” der. Çünkü kız alıp vermişiz ve ikimiz de Müslümanız. Bizi ayıran bir tek özelliğimiz dilimiz. Çok ince bir çizgidir dil. Eğer biz dilimizi kaybedersek Arnavut oluruz çünkü.
Sonuç?
Türklerin buradaki gücü iyice zayıfladı. 1989’da eski Yugoslavya dağıldıktan sonra da Türkçe resmi dil olmaktan çıkarıldı. Çabalarımız sonucu şimdi bir tek Prizren belediyesinde resmen kullanılıyor. Ama o da yarım. Mesela elektrik faturaları Türkçe basılmıyor. Oysa biz Türklerin olduğu her yerde resmi olarak Türkçenin de kullanılabilmesini istiyoruz. Mesela sırf bu yüzden ben şu anda kimliksizim.
Nasıl kimliksiz?
Şu anda Kosova Cumhuriyeti’nin kimlikleri ve pasaportlar dağıtılıyor, ama Türkçe basılmadığı için ben onların verdiği kimliği almıyorum. Madem Prizren’de Türkçe resmi dil, o halde kimliklerimizi de Türkçe vermeliler. Bir şeyin bilincinde olmamız lazım: Madem burada Türkçenin varlığını istiyoruz, o zaman bir şeylerden fedakârlık etmek zorundayız.
Eğitimde sorun yaşıyor musunuz?
Prizren’de altı tane ilkokuldan başlayarak lise son sınıfa kadar Türkçe eğitim veren okulumuz var.
Entegrasyon bakımından karışık dilde olması daha iyi değil mi?
Karışık olmaz. Burada hangi dilde eğitime gidersen o milliyete mensup olursun. Zaten bizim Türkler Arnavutça okula gittiği için
Arnavutlaşıyor ya...
Siz Türkiye’deki anadilde eğitim tartışmasını takip ediyor musunuz?
Ediyorum tabii. Ahmet Türk sürekli bizi örnek gösteriyor, Kosova modeli diyor, ama bir şeyin iyi bilinmesi gerekiyor. Birincisi, anadilde eğitim bizim önceden alınmış anayasal bir hakkımızdı. İkincisi şartlar aynı değil. Çünkü biz Kosova devleti vatandaşıyız ve Kosova’ya karşı değiliz. Kosova askerini kendi askerimiz olarak görüyoruz. Federasyon, otonomi, özerklik akılımızın ucundan dahi geçmedi, geçmiyor. Hatta Arnavutlarla Sırpları en iyi biz birleştiririz diyoruz.
En önemlisi de biz tek bir Kosovalı öldürmedik. Aramızdaki en büyük fark bu.
YARIN
KALKANDELEN