Gündem Yargının görevini yapma olanağı yok

Yargının görevini yapma olanağı yok

31.12.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bütçeden ayrılan binde 7.7’lik bir payla hizmetlerin yerine getirilemeyeceğini belirten Adalet Bakanı Türk, "Adalet en azından ulusal savunma kadar önemlidir

Yargının görevini yapma olanağı yok

Şu bizim adliye - 6
Yargının görevini yapma olanağı yok

Bütçeden ayrılan binde 7.7’lik bir payla hizmetlerin yerine getirilemeyeceğini belirten Adalet Bakanı Türk, "Adalet en azından ulusal savunma kadar önemlidir

Nail Güreli

Yargı için bir haftadır yazdıklarımızdan çok daha fazlasını söylemek mümkün, yakınmalar haklı. Ama bir başka gerçek daha var ki, devletin yargıya verdiği, daha doğrusu vermediği önem. Bu düşündürücü gerçeği Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün ağzından dinliyoruz.
Bakan Hikmet Sami Türk, yargı reformu için yapılacakları sıraladıktan sonra can alıcı noktaya geliyor:
"Bu reformların başarılabilmesi için Adalet Bakanlığı’nın genel bütçeden yeterli ödenek alması şarttır. 1961’e kadar genel bütçeden % 3 oranında pay alan Adalet Bakanlığı, ondan sonraki yıllarda % 2’nin altında, 1990’lı yıllarda % 1 dolayında ve son iki yılda % 1’in altında ödenek almaya başlamıştır. 2000 yılı bütçesinde Adalet Bakanlığı’nın payı binde 7.7’dir. Bu ödeneğin nominal tutarı 360 trilyon liradır. İşyurtları kanalından Adalet Bakanlığı’nın elde edeceği ek ödenek tutarı tahminen 38 trilyon lirayı bulacaktır. Ama toplamı 400 trilyon lirayı geçmeyen bu ödeneklerle Adalet Bakanlığı’nın görevlerini yapması, gerektiği biçimde gerçekleştirmesi olanağı yoktur.
Türkiye’nin savunmasını, eğitimini, sağlığını, öteki hizmetlerinin hiçbirini küçümsemiyorum, ama yargı, adalet en azından ulusal savunma kadar önemlidir. "
Adalet Bakanı Türk, kadro açığına da değiniyor. Adli ve idari yargıda toplam hakim ve savcı kadrosunun 9408, çalışan kadronun ise 8766 olduğunu, 642 açık bulunduğunu belirtiyor ve aslında yasal kadroların da genişletilmesi gerektiğini, istinaf mahkemeleri kurulurken yeni kadrolara gereksinim duyulacağını belirtiyor.

Adalet çöküyor
Bütçenin yetersizliği konusunu savcı olsun, yargıç ve avukat olsun hemen bütün yargı mensupları vurguluyor. Örneğin Türkiye Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen bu konuda alarm veriyor:
"Devletin temeli adalettir, diyoruz. Bu, bir slogan değil, bir gerçektir. Ve ne yazık ki, ülkemizde adalet çökmek üzeredir. Bunun da en önemli nedeni Adalet Bakanlığı bütçesine yeterli mali olanakların sağlanmamasıdır."
Diyarbakır 2 numaralı DGM ve Adalet Komisyonu Başkanı Ethem Uçan’ın bütçe konusuna değinişi Adalet Bakanı’ndan ve Barolar Birliği Başkanı’ndan pek farklı değil:
"Genel bütçeden Adalet bakanlığı’na ayrılan ödeneğin yüzde birin altında olması, ülkeyi yönetenlerin Türkiye’nin bir hukuk devleti olmasını istemelerindeki içtenliğin bir göstergesi. Herkes hukuk devleti olduğunu söylüyor, ama yargıya da gereken önem verilmiyor."
Sadece bir avukat olan Neclan Yıldız’ın gözlemi ise daha da çarpıcı:
"Yargı şu anda elektrikli sandalyeye bağlı, oturmuş vaziyette. Bugün hakimler emekliliğini bekliyor, avukatlar başka iş bilmediği için avukatlık yapıyor."
Neclan Yıldız’ın sivri diline kızmak mümkün. Ama yargının sorunlarına eğilmek kızmaktan daha yararlı.

Yasalar trafik canavarını koruyor
Trafik Yasası değiştirilip cezalar artırılıyor, ama bir türlü "trafik canavarı"nın yolu kesilemiyor. Kaza yapanlara, ölüme neden olanlara verilen cezalar yetersiz kalıyor; hele kaza yapanların tutuklanmayıp serbest bırakılması kamuoyunda tepkiyle karşılanıyor. Bu konuda hukuksal sorun nedir? Bizim trafik hukuku nasıl düzenlenmeli?
Sorunu Av. Tamer Heper ile konuşuyoruz.
Önce bir bilgi notu ya da anımsatma: CMUK (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu) ile sanığı tutuklama koşulları en alt sınıra indirildi. Genelde gözaltına alınıp adliyeye verilen kişi kolay kolay tutuklanamıyor. Tutuklama bir ceza değildir, ama mağdur için bir tatmin yoludur. Sanık bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiğinde bu kamuoyunda beraat şeklinde algılanıyor. Bunun en belirgin örneği trafik suçlarında görülüyor. Taksirli suçlarda tutuklama son derece zor; çok sınırlı hallerde tutuklama kararı verilebiliyor.
"Taksirli suçun tarifi nedir?"
"Taksirin tarifi dikkatsizlik, tedbirsizlik, emir ve nizamlara riayetsizliktir, mesela acemilikle işlenen suçlar. Direksiyona geçmiş, kuralları çiğneyerek gidiyordur, sokaktaki Ahmet’i öldürmek istemiyordur, ama öldürmüştür; bu taksirli suçtur. Adam tutuksuz yargılanır, sonunda cezası gündeliği 2 milyon liradan paraya çevrilir."
"Trafikte taksirli suçu kaldırmak mı gerekiyor?"
"Daha genel söyleyelim; ağır kusur kavramına sokmak lazım. Bu husus trafikte yok, Ceza Kanunu’nda var. Yalnız Trafik Kanunu’nu değiştirmekle sorun çözümlenmez, Ceza Kanunu’nda da taksirli suçun değişmesi lazım. Ayrıca İnfaz Yasası’ndan gelen paraya çevrilme konusunun da değiştirilmesi gerek."
"Özetle sonuç?"
"Ağır kusur kavramı getirilmeli ve bunun cezası paraya çevrilmemeli." Görülüyor ki, hukuktaki çözümsüzlüklerin çoğu yasalardan kaynaklanıyor.

‘Cumhuriyet hukuku artık öğretilmiyor’
Anlatmakla bitecek gibi değil" denir ya, yargının sorunları da işte öyle. Bu dizi için Adalet Bakanı’ndan sade avukata, savcıdan yargıca kadar 27 hukukçuyla konuşmuşuz. Şimdi onların anlatmakla bitiremedikleri ve bizim bugüne kadar aktardıklarımızın dışında kalan bir özetler demetini sunmaya çalışalım. Her yerde aynı olan bazı sorunları Diyarbakır’dan, hem de 2 Numaralı DGM ve Adalet Komisyonu Başkanı Ethem Uçan’ın sıralamasıyla özetleyelim.
Personel sorunu: Personel açığı çok önemli. Daha da önemlisi yetişmiş ve yetkin personel ihtiyacı. Hakimlik ve savcılık mesleğinin cazibesi artırılmadan, personel açığı belki sayısal olarak kapatılabilir, ama önemli olan nitel açığı kapatmaktır.

Akıldan çok duygu
İş yükü: Hakim ve savcıların çoğu iş yükü altında eziliyor, psikolojik yönden gergin oluyor. Gergin olan hakim akıldan çok duyguya yönelir. Kendi mahkememizden örnek verirsem, halen yürümekte olan 600’e yakın dava var. Günde 40’a yakın dosya inceleniyor, öyle duruşmaya çıkıyoruz.
Ücret: Hakim ve savcılar görevlerinin saygınlığı ile bağdaşacak ücret almadıkları gibi, kendi içlerinde de aşırı bir ücret dengesizliği bulunuyor. Emniyete ve dolayısıyla İçişleri Bakanlığı’na değil de doğrudan Adalet Bakanlığı’na ve savcıya bağlı olan bir adli polisin oluşturulması gereği üzerinde hemen herkes birleşiyor. Bunun yararları kısaca şöyle sıralanıyor: Soruşturmalar daha sağlıklı ve çabuk yapılır. Mahkemeye çağrılanların zamanında getirilmesi sağlanacağı için davaların uzaması önlenir.
Üzerinde birleşilen bir başka konu ise, hukuk fakültelerindeki eğitimin yetersizliği sorunu. Bu konudaki görüşlerden birkaç cümle aktaralım.
Prof. Dr. Yüksel Ersoy (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Ceza Hukuku): "Üniversite olmayan üniversiteler var bugün. Sayısını artırdık, kalitesini düşürdük. 1980’den sonra yaşadığımız bir süreç bu. Artık asistanlığı isteyen de kalmadı. Hoca yetiştirmiyorsunuz, sonra birtakım yerlere binalar kurup kapısına üniversite diye yazıyorsunuz, hukuk fakültesi diyorsunuz. Hukuk fakültesi dediğiniz yerde gerçekten hocaların olması lazım. Bundan sonra gelecek kuşakların hukukçularının nasıl bir hukuk sitemi oluşturacağını, nasıl bir hukuk uygulaması ortaya çıkaracağını dehşetle görür gibi oluyorum."

İçler acısı
Prof. Dr. Yahya Zabunoğlu (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Genel Kamu Hukuku): "Bugün hukuk fakültelerimizdeki hukuk eğitimi içler açısıdır, benimki dahil. Ki biz, Cumhuriyet’in ilk yaptırımı ve müeyyidesi olan yeni hukuku öğretiyoruz sözde. Gelin de görün yeni hukuku mu öğretiyoruz. Eski hukuku öğretiyor arkadaşlarımız, bunu açıkça söyleyeyim. Biri şer’i hukuktur, dini hukuktur; öteki devrimin getirdiği hukuktur, yani Cumhuriyet hukukudur. Akla dayanan, laik, demokratik hukuktur. Ben 42 yıldır hocayım. Hukuk fakültesinde en atak ve çalışkan öğrencilerim son 15 yılda imam hatipliler. İçleri burkularak sizi dinliyorlar, sorduklarınıza inanmayarak yanıt veriyorlar, bizden çıktıktan sonra pırrr! "

BİTTİ


GÜNCEL